AYDIN TÜRKİYE DAVASI

AYDIN/TÜRKĐYE DAVASI
57/1996/676/866)
25 Eylül 1997
Bu davada Avrupa Đnsan Hakları Sözlesmesinin 51. Ve Divan Đçtüzüğü A’nın hükümleri
uyarınca Divan su üyelerden olusmustur: R. Ryssdal (Baskan), R. Bernhardt, Thor
Vilhjalmsson, F. Gölcüklü, F. Matscher, L. E. Pettiti, B. Walsh, C. Russo, J. De Meyer, N.
Valticos, E. Palm, R. Pekkanen, A. N. Loizou, John Freeland, A. B. Baka, M. A. Lopes Rocha,
L. Wildhaber, J. Makarczyk, D. Gotchev, K. Jungwiert, P. Kuris; H. Petzold (kayıt memuru), P.
J. Mahoney (Kayıt memur yardımcısı)
DAVANIN ESASI
1. Basvurucu
13. Basvurucu Bayan Sükran Aydın Kürt kökenli bir Türk vatandasıdır. Kendisi 1976 yılında
doğmustur. Olayların olduğu zaman 17 yasında ve ailesi ile birlikte Tasıt Köyünde yasıyordu.
Bu köy, jandarma bölge merkezinin de bulunduğu Derik ilçesine yaklasık 10 kilometre
uzaklıktadır. Basvurucu, kendisini Komisyon’a basvurmaya iten olaylardan önce köyünün
dısına hiç çıkmamıstı.
2. Güneydoğu Türkiye’deki durum
14. Takriben 1985 yılından itibaren güvenlik güçleri ile PKK (Kürdistan Đsçi Partisi) üyesi
güçler arasındaki ciddi çatısmalar olmaktadır. Hükümete göre bu çatısmalar simdiye kadar
4036 sivilin ve 3884 güvenlik görevlisinin hayatına mal olmustur.
Divan, davaya bakmaya basladığı zaman Türkiye’nin Güneydoğu’sundaki onbir ilin onunda,
1987 yılından itibaren olağanüstü hal uygulanmaktaydı.
I. DAVANIN ÖZEL KOSULLARI
15. Davadaki olaylar tartısmalıdır.
A. Basvurucunun gözaltına alınması
16. Basvurucuya göre, 29 Haziran 1993 tarihinde köy korucuları ve jandarma subaylarından
olusan bir grup köye gelmistir. Basvurucu, bu grubun gelis saatini aksam üzeri saat 5 olarak
belirtmis olmasına rağmen, Komisyon, basvurucunun babası ve yengesinin hatırladıklarına
dayanarak, bunun 29 Haziran sabah saat 6 civarında olması gerektiğini belirlemistir.
17. Gruptan dört kisi anne ve babasının evlerine gelmis ve ailesini, PKK üyelerinin eve, kısa
süre önce yaptıkları ziyaret konusunda sorguya çekmislerdir (yukarıda 14. Paragrafa bakınız).
Ailesi, tehdit edilmis ve hakarete uğramıstır. Onlar, daha sonra, evlerinden zorla çıkartılan
diğer köylülere katıldıkları köy meydanına götürülmüslerdir.
18. Basvurucu, babası Seydo Aydın ve yengesi Ferahdiba Aydın, diğer köylüler arasından
seçilerek gözleri bağlanmıs ve Derik jandarma merkezine götürülmüslerdir.
19. Hükümet, basvurucunun ve ailesinden iki kisinin yukarıda tarif edilen kosullar altında
alıkonulduğu iddiasına karsı çıkmıstır. 1993 tarihinde Derik jandarma merkezi komutanı
olan Bay Musa Çitil, Komisyon üyelerine yaptığı, 12-14 Temmuz 1995 tarihinde
Ankara’da sahitler tarafından da dinlenen sözlü açıklamasında olay günü köy ve
çevresinde hiçbir operasyonun yapılmadığını ve hiçbir olayın kaydedilmediğini
belirtmistir. Bundan baska, Hükümet, basvurucunun olaylar hakkında yaptığı açıklamalara
olan karsı tavrını desteklemek için, basvurucu ve ailesinin, hepsi komsu köylerden
olmalarına rağmen köy korucularından hiçbirisini tanımaması hususu gibi, köy
korucularının sayısı ve olay zamanı ile ilgili olarak, yapılan açıklamalardaki tutarsızlıklara
dikkati çekmistir.
B. Basvurucuya gözaltı sırasındaki uygulanan islem
20. Basvurucu, jandarma merkezine gelindiğinde babası ve yengesinden ayırıldığını iddia
etmistir. Kendisi, bazı safhalarda, üst kata, daha sonra “iskence odası” olarak tanımlayacağı bir
odaya götürülmüstür. Orada elbiseleri çıkartılmıs, bir araba tekerkeğinin içine oturtularak
çepeçevre döndürülmüs, dövülmüs ve üzerine tazyikli su sıkılmıstır. Daha sonraki bir safhada
elbiseleri verilmis ancak gözleri bağlı bir sekilde sorgu odasına götürülmüstür. Kapı kilitli
olduğu halde, askeri elbiseli bir kisi zorla elbiselerini çıkartmıs, sırt üstü yatırmıs ve tecavüz
etmistir. Bu esnada kendisi büyük acılar ve kanlar içinde kalmıstır. Hemen sonra elbiselerini
giymesi emredilmis ve bir baska odaya götürülmüstür. Basvurucuya göre, kendisi daha sonra
tecavüze uğradığı odaya geri getirilmistir. Kendisi, bir çok kisi tarafından bir saate yakın bir
zaman dövülmüs ve basına gelenler konusunda hiçbir sey söylememesi konusunda uyarılmıstır.
21. Hükümet, basvurucunun anlattığı olayların inanırlığına karsı çıkmıstır. Hükümet, 29
Haziran 1993 tarihinde Derik jandarma merkezinde herhangi birisinin gözaltına alındığı
konusunda hiçbir kayıt olmadığını belirmistir. Eğer, o tarihte basvurucu ve ailesi gözaltına
alınmıs olsaydı, görevli bekçi uygun prosedürü izler ve kayıtlara detayları yazardı. Karakol
komutanı ve görevli bekçi, Komisyon delegeleri tarafından sahit olarak dinlenmis ve her ikisi
de o tarihte hiçbir kimsenin gözaltına alınmadığını onaylamıslardır. Ayrıca, terörist
süphelilerinin sorgusu hiçbir zaman Derik merkezinde yapılmamıs, Mardin il merkezinde
yapılmıstır. Hükümet, ayrıca, basvurucunun kendisine gösterilen bina ve müstemilatını da
tanıyamamasını önemli bulduğunu belirtmistir. Hükümet, basvurucunun tecavüz iddiasının
detayları ve savcı ile Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği’ne sunulan saldırılar konusundaki
raporlarda birçok tutarsızlığın olduğuna dikkat çekmistir.
C. Gözaltına alınmanın sona ermesi
22. Basvurucuya göre, kendisi, babası ve yengesi, jandarma karakolundan 2 Temmuz 1993
gününde veya o günlerde götürülmüslerdir. Kendileri, güvenlik güçleri tarafından dağlara
götürülmüs ve PKK sığınaklarının yerinin gösterilmesi için sorgulanmıslardır. Buna müteakip
olarak da serbest bırakılmıslardır. Basvurucu, köyüne kendi imkanlarıyla geri dönmüstür.
Hükümet, basvurucunun serbest bırakılması ile ilgili söylediklerin, iddialarının
inanırlığını zayıflattığına delil göstermistir. Hükümet, güvenlik güçlerinin, üç gün boyunca
teröristlerin nerede oldukları konusunda gözaltında tuttuktan sonra, basvurucu ve ailesinin
üyelerini Tasıt’a 10 dakika uzaklıkta bulunan bir yere götürmüs olmalarının son derece safça
olacağını iddia etmistir.
D. Basvurucunun sikayetinin arastırılması
23. 8 Temmuz 1993 tarihinde basvurucu, babası ve yengesi ile birlikte, gözaltına alındıkları
zaman uğradıklarını iddia ettikleri davranıs hakkında sikayette bulunmak üzere, Derik’teki
savcı Bay Bekir Özenir’in bürosuna gitmislerdir. Savcı, herbirinin ayrı ayrı ifadelerine
müracaat etmistir. Basvurucu, dövülürken ve tecavüze uğrarken iskence gördüğünü
bildirmistir. Babası ve yengesi de iskence gördüklerini iddia etmislerdir. Basvurucuya göre,
kendisi, 15 Temmuz 1993 tarihinde basvurusu ile birlikte Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği’ne
tarihsiz olarak verdiği ifadesinde de , kendisine olanları onaylamıstır.
1. Basvurucunun tıbbi muayenesi
24. Her üçü de aynı gün Derik Devlet Hastanesi’nde Dr. Deniz Akkus’a gönderilmislerdir.
Savcı, Dr. Akkus’tan Seydo ve Ferahdiba için, eğer varsa, darp ve zor kullanma izlerinin
belirlenmesini istemistir. Basvurucuya göre de savcı, kendisinin bekaretinin, ve herhangi bir
fiziksel zor kullanma ve yaralanma izinin olup olmadığının arastırılmasını istemistir.
Daha önce hiçbir tecavüz davası ile ilgilenmeyen Dr. Akkus, 8 Temmuz 1996 tarihinde
yapılan basvuru ile ilgili olarak raporunda, basvurucunun kızlık zarının yırtıldığını ve
bacaklarının iç kısmının çevresinde yaygın çürükler olduğunu belirtmistir. Doktor, bu konuda
uzman olmadığından, kızlık zarının ne zaman yırtıldığı konusunda bir tarih verememis ve
çürüklerin sebepleri konusunda da hiçbir görüs bildirememistir. Değisik raporlarında, doktor,
basvurucunun babası ve yengesinin vücutlarında da yaralar olduğunu kaydetmistir.
25. Savcı, 9 Temmuz 1993 tarihinde basvurucuyu Mardin Devlet Hastanesi’ne bekaretini
kaybedip kaybetmediği ve eğer kaybettiyse, aradan geçen sürenin ne olduğunu öğrenmek için
göndermistir. Basvurucu, jinekolog Dr. Ziya Çetin tarafından muayene edilmistir. Doktorun
aynı tarihli raporuna göre, bekareti kaybetme, muayeneden önceki bir haftadan daha uzun bir
süre içinde olmustur. Bir tedavi islemi yapılmamıs ve bu raporda, ne basvurucunun kendisine
olanları anlattığı ne de muayene sonuçlarının anlatılanlarla tutarlı olup olmadığı
kaydedilmemistir. Dr. Çetin, kadın doğum ve jinekoloji uzmanı olduğu gerçeği ile
basvurucunun bacaklarının iç kısımlarındaki çürükler için bir yorumda bulunmamıstır. Doktor,
sık olarak tecavüz kurbanları ile ilgilenmemektedir.
26. Savcı, 12 Ağustos 1993 tarihinde, o zamanlar evli olan basvurucudan daha detaylı bir ifade
almıstır. Savcı, aynı gün, basvurucuyu, bekaretini kaybedip kaybetmediğini ve eğer
kaybettiyse, aradan geçen zamanı belirlemek için tıbbi bir muayenenin yapılması istemiyle,
Diyarbakır Doğum Evi Hastanesi’ne havale etmistir. 13 Ağustos 1993 tarihinde rapor, kızlık
zarının yırtıldığı hakkında Dr. Çetin’in önceki bulgularını doğrulamıs (yukarıda 25. Paragrafa
bakınız) ancak 7 ila 10 gün sonra tecavüzün kati tarihinin tespit edilemeyeceğini belirtmistir.
2. Diğer Arastırma Önlemleri
27. Savcı, 13 Temmuz 1993 tarihinde Derik jandarma merkezine yazarak, basvurucu, babası ve
yengesinin orada gözaltına alınıp alınmadığını ve eğer alındıysalar, gözaltında bulundurma
tarihi ve süresinin detaylarını ve sorgulamayı yapanların isimlerinin sorusturulmasını istemistir.
Merkezin komutanı Bay Musa Çitil, 14 Temmuz 1993 tarihli cevabi mektubunda, onların
gözaltına alınmadığını bildirmistir. Bay Çitil, 21 Temmuz 1993 tarihinde, 1993 yılında nezarete
alınan kisilerin bir listesini savcıya vermistir. O yıl içinde sadece 6 kisi nezarete alınmıstır.
28. Savcı, 22 Temmuz 1993 tarihinde Derik jandarma merkezine bir mektup yazarak Haziran-
Temmuz 1993 tarihli gözaltı defterinin inceleme yapılmak üzere kendisine gönderilmesini
istemistir. Defterde, bu olaylara ait hiçbir kayıt bulunmamıstır.
29. Savcı, basvurucunun dosyasını Ankara’daki Adli Tıp Enstitüsü’ne göndermistir. Süpheli
ölüm vakalarının sebebini tahkik eden adli tabib, 22 Aralık 1993 tarihli mektubunda
basvurucunun bir muayeneye tabi tutulmasını istemistir.
30. Savcı, 18 Ocak 1994 ve 17 Subat 1994 tarihlerinde, Derik Emniyet Amiri’ne yazdığı
mektupta, basvurucunun, bassavcının bürosuna getirilmesi istemistir. Savcı, 18 Nisan 1994
tarihli müteakip mektupta, önceki mektuplarına cevap alamadığı gerçeğine atıfta bulunmustur.
Savcı, 13 Mayıs 1994 tarihli sonraki mektubunda, Derik bassavcısına, basvurucu, babası ve
yengesinin kendi bürosunda hazır bulundurulmasını rica etmistir.
31. Savcı, 13 Mayıs 1994 tarihinde, 9 Mayıs 1994 tarihli bilgi talebine cevaben, Mardin
Bassavcısı’na basvurucunun iddiasını destekleyecek bir kanıt olmadığını ancak sorusturmanın
sürdüğünü rapor etmistir.
32. Derik savcısı, 18 Mayıs 1994 tarihinde basvurucunun babasından, 29 Haziran 1993 tarihli
olaylardaki önceki beyanlarını yineleyen iki yazı daha almıstır. Babası, aynı zamanda,
basvurucu ve kocasının baska bir yerde is bulmak için bölgeyi Mart 1994’de terk ettiklerini ve
kendilerinin nerede olduklarını bilmediklerini beyan etmistir.
33. Savcı, Bay Bekir Özenir, 19 Mayıs 1994 tarihinde eski bir PKK eylemcisi olan Bay Harun
Aca ile görüsme yapmıstır. Bay Aca, PKK üyelerinin, basvurucunun evini bir sığınak olarak
kullandıklarını ve Nisan, Mayıs 1993 tarihlerinde basvurucunun iki PKK üyesi ile seks
iliskisine girdiğini iddia etmistir.
34. Savcı, Bay Cahit Canepe, 25 Mayıs 1995 tarihinde, basvurucunun sikayetinin Komisyon
tarafından kabul edilebilir olduğu beyan ettikten sonra, 1992-1994 yılları arasında Derik
jandarma karakoluna komuta eden Bay Ali Kocaman’dan bir beyan almıstır. Bay Kocaman, bir
araba kazası nedeniyle hafıza kaybına uğradığını kabul etmekle beraber olay zamanında hiçbir
tecavüz ya da iskence olayı anımsamadığını belirtmis ve olaylarla her türlü iliskiyi inkar
etmistir.
Basvurucunun sahsi dilekçe hakkına karısma iddiaları
35. Basvurucu, aynı zamanda, kendisi ve ailesine gözdağı verildiği ve Komisyon’un
basvurucunun sikayetini hükümete iletmesini müteakip ve özellikle Komisyon’un basvurucu
için , sözel ifade vermek için davetinden sonra taciz edildiğini iddia atmistir. Babasına, savcı ve
zaman zaman da polis sürekli olarak basvurucunun adresini sormuslardır. Aynı zamanda
basvurucu ve kocası devamlı olarak, görünürde hiçbir sebep yokken polis karakoluna
çağrılmıslar, evleri aranmıs (bir defa 19 Ekim 1995’den önce ve yine 1 ve 8 Kasım 1995
tarihlerinde) ve Komisyon’a yaptıkları basvuru hakkında sorusturulmuslardır. Basvurucuya
aynı zamanda içeriğini bilmediği bir ifade imzalattırılmıstır. Bundan baska, basvurucunun
kocası, 14 veya 18 Aralık 1995 tarihlerinde gözaltına alınmıstır. Đlk defasında tokatlanmıs,
tekmelenmis ve üç polis memuru tarafından kötü bir sekilde copla dövülmüs, bu esnada
dislerinden biri kırılmıstır. Đkinci defasında, yine aynı üç polis memuru tarafından kötü bir
sekilde dövülmüstür.
36. Bundan baska, 16 Ocak 1996 tarihinde basvurucu, kocası, babası ve yengesinin Derik polis
karakoluna çağrıldığını ve buradan da savcıya gönderildiğini iddia etmistir. Savcı, onlara
basvurucunun kocasının 19 Ekim 1995 tarihli ifadesini göstermis ve onun hakkında soru
sormustur. Basvurucunun kocasına, kendisine, polisler tarafından gözdağı verilip verilmediği
sorulmus, o da “evet” diye cevaplamıstır. Bu defa onlara, kötü davranılmazken, basvurucunun
kocası, polis tarafından çağrıldıklarında kendilerine gözdağı verilmis hissettiklerini ve polisin
evlerini telefonla sürekli arayarak durumlarını daha da güçlestirdiklerini düsünmüstür.
Basvurucu, aynı zamanda, komsularının güvenlik güçlerine atfettikleri, yengesinin evinin
taslanması olayının da içinde bulunduğu taciz olaylarını zikretmistir.
37. Türk Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre, suçun sartlarını saptamak için
sahitlerin bulunması ve sorgulanmasının savcıların kaçınılmaz görevi olduğunu belirtmistir.
Basvurucu ve babası tarafından talep edilen tahkikatı yürütmekte olan savcı ve onun emri ile
hareket eden polis memurları, müracaatçı ve babası ile sadece iddiaların mahiyetini arastırmak
ve delil toplamak amacıyla temas etmislerdir. Savcı tarafından alınan ifadeler, baskı yapıldığına
dair herhangi bir unsuru ortaya koymadığı gibi, daha genis delillerin toplanması,
müracaatçıların çıkarına uygundu. Đddia ettiklerine göre, tehdit ve taciz iddiaları tevsik
edilememis ve müracaatçının temsilcileri tarafından sunulan beyanlar, adalet dısı yollarla elde
edilmis olup, gerçekliliği tartısılabilir niteliktedir. Hükümet, Đçisleri Bakanlığı’nın (Jandarma
Komutanlığı) bir mektubunu sunmuslardır. Bu mektupta basvurucunun evinde hiçbir sekilde
arama yapılmadığı ve polis memurlarının Seydo Aydın’ın evinin ziyeretlerinin amacının
basvurucuya Komisyon’un birlesimine davetiye tebliğ etmek olduğu beyan edilmistir. Kendisi
orada bulunmadığı için, adresi istemis ve herhangi bir baskı yapılmamıstır. Basvurucunun ilk
taciz iddialarına cevaben, 16 Haziran 1995 tarihli önceki hükümet iletisinde bu iddialar kesin
bir sekilde reddedilmekte ve bunların davanın gelisimini ve ifade alınmasını engellemek için
yürütülen kampanyanın bir parçası olduğu belirtilmektedir.
38. 18 Ekim 1995 tarihinde Komisyon delegelerine Strasbourg’da ifade almak için yaptıkları
toplantıda Hükümet temsilcisi, basvurucunun temsilcisinin, basvurucunun babasının mükerrer
sorgulanması hakkında ileri sürdükleri iddiaları cevaplandırmıstır. Beyanına göre,
Komisyon’un islemlerini kolaylastırmak, Türk Hükümeti’nin görevidir ve basvurucuya tebligat
göndermeye mecburdu. Davada hazır bulunmamak veya davete icap etmemek niyetinde
değilse, Strasbourg’a gelme masraflarının bosa gitmemesi için babasından adres temini
gerekiyordu ve bu yüzden kendisinden devamlı adres sorulmustur. Babasından bu bilgi talebi,
taciz olarak kabul edilemez.
F. Olayın bulguları ve kanıtlar hakkında Komisyon’un değerlendirmesi
39. Komisyon, basvurucunun sikayeti üzerine ulusal yetkililer tarafından varılan, olay hakkında
hiçbir bulguya rastlanmaması konusunda kanıtları değerlendirmis ve olayları su temele
dayandırmıstır:
1. kabul edilebilirlik ve sikayetin esası üzerine yazılı ve sözlü sunuslar
2. 12-14 Temmuz 1995 tarihleri arasında, Ankara’da üç Komisyon delegesi tarafından dinlenen
8 sahidin sözlü ifadeleri;
3. Basvurucunun 19 Ekim 1996’da Strasbourg’taki delegeler tarafından dinlenen sözlü
tanıklığı.
4. 8, 9 Temmuz ve 13 Ağustos 1993 tarihlerinde savcının isteği üzerine basvurucuyu ayrı ayrı
muayene eden üç doktor tarafından sağlanan tıbbi raporlar, bu raporlar arasında, basvurucunun
temsilcisi tarafından 7 Temmuz 1995 tarihinde bir Đngiliz doktora hazırlattırılan, bulgular
üzerine bir rapor; 13 Ekim 1995 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi profesörleri
tarafından hazırlanan ve Đngiliz doktor tarafından varılan bulguları tartısan bir rapor.
1. basvurucu ve sahitlerin belgeleri ve raporları, Derik jandarma merkezinin planları ve
video filmi ve 1993 tarihli orijinal gözaltı kayıtları
40. Komisyon’un bulguları asağıdaki gibi özetlenebilir:
1. Basvurucunun, köy korucularının Tasıt’a geldiği zaman ile ilgili olarak yaptığı
açıklamalarda tutarsızlıklar olmasına ve kendisinin Derik jandarma merkezinin fotoğraflarını
tanımamasına rağmen, bu kriterler basvurucunun inanırlığını zedelememistir. Kendisinin,
korucuların geldiği zaman ile ilgili olarak yaptığı tanıklık, babasının tanıklığı ile temelde tutarlı
olmustur ve muhtemelen karakolu tanımlamasında babasının ifadesine dayanmıstır.
2. Meseledeki zaman dilimi ile ilgili olarak gözaltı defterinin doğruluğu konusunda ciddi
süpheler vardır. Komisyon delegeleri, 1993 yılı gözaltı defterini inceleyebilmisler ve bütün bir
yıl için yapılan toplam 7 kayıt yapıldığını ve bunun bir önceki yıldaki kayıtlara nazaran % 90
daha düsük olduğunu tespit etmislerdir. Derik Jandarma merkezi komutanı ve gözaltı kayıt
defterinden sorumlu bekçinin bu çok az sayıdaki kayıtlar için yaptıkları açıklamalar, tatmin
edici bulunmamıstır. Komisyon, “… bu memurların, insanların gözaltına alınan kisilerle ilgili
olarak yaptıkları tanıklıklar, samimiyetten uzak bulunmustur. Komisyon’a 1993 yılı boyunca
gözaltına alınan kisiler için tutulan jandarma gözaltı kayıtlarının doğruluğu konusunda ciddi
süpheler içinde bulmustur. Bu sartlar altında, Komisyon, basvurucunun nezaret altında
tutulduğuna dair resmi teyit noksanını, basvurucu ve babasının Komisyon’ca inanılır ve tutarlı
görünen beyanlarını geçersiz kılmak için yeterli olmadığı kanaatindedir (Komisyon raporunun
172. Paragrafı)” .
3. Derik jandarma merkezi komutanı ve görevli bekçi, binanın planını tanımlarken bir bodrum
katı veya mahzenin varlığından bahsetmezken, gerçekte iki gözaltı odası ve bir bürodan olusan
ve bir güvenlik alanı olarak kullanılan bir bodrum katının olduğu, binanın video filminde ve
bina ve müstemilatının planında açıkça ortaya çıkmıstır.
4. Basvurucunun delegeler önündeki tavrı ve tanıklığı gözönüne alındığında ve özellikle Dr.
Akkus, Dr. Çetin ve Diyarbakır Kadın Doğum evi dokorları tarafından hazırlanan tıbbi raporlar
gözönüne alındığında, Komisyon, basvurucunun Derik jandarma karakolundaki gözaltı olayı
sırasında ,
“… basvurucunun gözleri bağlanmıs, dövülmüs, elbiseleri çıkartılmıs, bir tekerlek içine
oturtulmus ve üzerine tazyikli su sıkılarak tecavüz edilmistir. Basvurucunun böyle bir
muameleye maruz kalması, kendisi ve aile üyelerinin PKK üyeleri ile isbirliği yapmaları
süphesinden kaynaklandığı muhtemel gözükmektedir, bunun da amacının, bilgi almak ve/veya
kendi ailesi ve diğer köylüleri terörist faaliyetlerine karısıyor olmaktan caydırmaktır
(Komisyon raporunun 180. Paragrafı)” olduğunu belirlemistir.
5. Komisyon, 1996 Kasım’ından önce yapıldığı iddia edilen, basvurucunun sahsi dilekçe
hakkına karısıldığı sikayetini incelemistir (yukarıda 35-38. Paragraflara bakınız). Bu
sikayetlerle ilgili olarak, Komisyon, basvurucu ve ailesinin gerçekten taciz ve gözdağından
sikayetçi olduğuna ikna olmustur (Komisyon raporunun 215. Paragrafı). Hükümetin,
basvurucunun sikayetlerine verdiği yetersiz cevapları gözönüne aldığında, Komisyon,
basvurucu ve ailesinin;
“…. Basvurucunun, Komisyon önündeki durusmalara katılımını engellemeyecek biçimde
önemli bir baskıya maruz kaldıklarını ve bunun da basvurucunun dilekçe hakkını kullanmasını
zorlastırdığını (Komisyon raporunun 217. Paragrafı)” belirlemistir.
II. Đlgili Đç Hukuk ve Uygulama
A. Türk Ceza Kanunu
41. Türk Ceza Kanunu asağıdakileri suç sayar:
n herhangi birisinin, kanuna aykırı olarak özgürlüğünü kısıtlamak (genelde 179. Madde,
memurlar hakkındaki 181. Madde).
n tehdit etmek (191. Madde).
n herhangi bir kisiye iskence etmek veya kötü muameleye maruz bırakmak (sırasıyla 243. ve
245. Maddeler).
n tecavüz etmek (15 yasından büyük sahıslarla ilgili 416. Madde).
B B.Türk Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
42. Türk Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 153. Maddesine göre savcı, olayları,
Komisyon suç islendiğini bildirdiği zaman olayları tahkik etmek zorundadır. Savcı, faili
tanımlamak, sahitleri dinlemek, süphelilerden ifade almak, arama emri çıkartmak gibi gerekli
sorusturmaları yapmakla mükelleftir.
Kanunun 154. Maddesi, savcıya, dolaysız olarak veya polis desteği ile bir suç için ön
sorusturma yapması için yetki vermistir.
Savcı, 163. Maddeye göre, eğer kanıtların, zanlının iddianamesini doğruladığına karar
verirse, ceza davalarını baslatabilir. Savcı, eğer, zanlıya karsı olan kanıtlar, ceza davalarını
baslatmak için yetersiz görünüyorsa, sorusturmayı kapatabilir. Fakat, savcı, ancak ve ancak
kanıt kesin bir biçimde yetersiz olduğunda kanuni takipte bulunmamaya karar verebilir. 165.
Maddeye göre, bir sikayetçi, dava muameleleri baslatmamak yönünde savcının verdiği kararı
temyiz edebilir.
43. 285 sayılı kararname 3713 sayılı yasayı, terörle mücadele yasası (1981) olağanüstü hal
bölgeleri için tadil etmistir. Buna göre, kamu görevlileri, veya güvenlik kuvvetleri hakkında
takibata geçme kararı, savcılık yetkililerinden çıkarılarak yerel idare meclislerine verilmistir.
Bu meclisler, memurlardan olusmaktadır. Yerel meclis kararına karsı, Danıstay’a müracaat
edilebilir yargılanmanın reddi otomatik olarak temyizi gerektirir. Suçlu, silahlı kuvvetlerin bir
mensubu ise, yargılama yetkisi, doğrudan askeri mahkemelere aittir ve yargılama 152 sayılı
askeri kanunun hükümlerine göre yürütülür.
Bu meclisler sivil memurlardan olusmuslardır. Yerel meclisin kararları daha yüksek bir
mahkeme olarak Danıstay’a devredilebilir; kanuni takipte bulunmayı reddetmek, otomatik
olarak yüksek bir mahkemeye devre bağlıdır. Eğer suçlu, silahlı kuvvetlerin bir üyesi olsaydı,
askeri mahkemelerin yargı alanına girecek ve Askeri Ceza Kanununun 152. Maddesinin
sartlarına göre yargılanacaktır.
1. Đdari sorumluluk
44. Türk Anayasası’nın 125. Maddesi asağıdaki gibi karar vermistir:
“Đdarenin her türlü eylem ve islemlerine karsı yargı yolu açıktır.
….
Đdare kendi eylem ve islemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür”.
45. Bu hüküm, olağanüstü hal veya savas halinde dahi herhangi bir kısıtlamaya tabi değildir.
BU sonuncu hüküm, idarenin bir kusurunun yükümlülüğünün mutlaka ispat edilmis olması
sartını gerektirmez; idarenin yükümlülüğü “sosyal risk” teorisine dayanmakta olup, mutlak ve
objektif niteliktedir. Buna göre, Devlet, kamu düzenini ve güvenliğini sağlamak görevini yerine
getiremediği hallerde idare, bilinmeyen kisiler veya teröristler tarafından yapılan eylemler
dolayısıyla zarar gören kimseleri tazmin etmekle mükelleftir.
46. Đdari sorumluluk ilkesi, Olağanüstü hal hakkında 25 Ekim 1983 tarih ve 2935 sayılı kanuna
ek 1. Maddede yansıtılmıstır. Buna göre,
“…Bu konuda verilen yetkilerin kullanılması ile ilgili tazminat müracaatları, idari
mahkemelerde idareye karsı açılır.”
2. Sivil sorumluluk
47. Memurlar tarafından yasa dısı davranıslar, ister suç, ister haksız fiil olsun, maddi veya
manevi hasara neden oldukları taktirde adli mahkemeler nezninde tazminat talebine tabi
olurlar. Medeni Kanunun 41. Maddesine göre, zarar gören bir sahıs, ister kasten, ister ihmal
sonucu veya takdir hatası ile gayri kanuni bir sekilde zarar verdiği iddia edilen kisiye karsı
tazminat talebiyle dava açabilir. 46. Maddeye göre, adli mahkemeler, parasal kaybı tazmin
ettirebilirler ve 47. Maddeye göre de parasal olmayan veya manevi tazminata hükmedebilir.
III. Uluslararası Vesikalar
A. Đskence ve diğer zalimce, insanlık dısı veya küçültücü davranıs veya suçlara karsı
Birlesmis Milletler Sözlesmesi'nin 13. Maddesi:
48. Đskence ve diğer zalimce, insanlık dısı veya küçültücü islem ya da cezaya karsı Birlesmis
Milletler Sözlesmesi'nin 10 Aralık 1984 tarihli 13. Maddesi taraf bir Devlet için su sekilde sart
kosar:
“Taraf Devletler, kendi yetkisi altındaki ülkelerde iskenceye uğradığını ileri süren
herhangi bir kisinin yetkili makamlara sikayet hakkını ve davasının bu mercilerce
gecikmeksizin ve yansız biçimde incelenmesini sağlayacaktır. Sikayetçinin ve tanıkların
sikayet ya da tanıklığının bir sonucu olarak, tüm kötü islem ya da tehdide karsı korunmalarını
sağlamak için önlemler alınacaktır”.
Sözlesmenin 12. Maddesi her taraf Devlet için söyle sart kosar:
“Taraf Devletler, yetkisi altındaki ülkelerde bir iskence eyleminin islendiğine için anlamlı
nedenler bulunuyorsa, yetkili makamların gecikmeksizin ve yansız bir sorusturma
yürütmelerini sağlayacaktır”.
B. Avrupa Đskence ve Đnsanlık dısı ya da Küçültücü Đslem ve Cezaları Önleme Komitesi
Tarafından Benimsenen Kamu Açıklamaları:
49. Avrupa Đskence ve Đnsanlık dısı ya da Küçültücü Đslem ve Cezaları Önleme Komitesi’nin
(“CPT”) Türkiye için 15 Aralık 1992 tarihinde benimsediği Kamu Açıklamaları; Türkiye’ye üç
konuda gönderme yapılmaktadır; “CPT, kendi tasarrufundaki bilgiler ısığı altında, poliste
gözaltında iken, iskence fiili ve diğer insanlara yapılan kötü muamele sekilleri Türkiye’de
yaygındır” (21. Paragraf).
Đddiaların daha az duyulması ve iskence konusunda daha az tıbbi kanıtların bulunması ve
jandarmanın diğer kasıtlı kötü muamele sekilleri (24. Paragraf), “poliste, gözaltındaki kisiler”
sözlerini vurgulamıstır. “Türkiye’deki özgürlüklerden mahrum bırakılan kisilere yapılan
iskence ve diğer kötü muamele sekilleri konusu su zamanda özellikle polisi (bir bakıma da
jandarmayı) ilgilendirmektedir. Bütün göstergeler bunun kökleri derinde olan bir sorun
olduğunu “ (25. Paragraf) vurgulamıstır.
50. CPT, 6 Aralık 1996 tarihinde yayınladığı ikinci kamu açıklamasında tavsiye edilen
çözümlere ulasmada büyük bir ilerlemenin sağlandığını ancak sözcüklerin fiile dönüsmesi için
uzun bir zamana ihtiyaç olduğunu (2. Paragraf) kaydetmistir.
Komite, 1996 yılında Türkiye’ye yapılan ziyaret sonucundaki raporda, delegelerinin
Türk polisinin iskence ve diğer kötü muamele sekillerini yaptıkları konusunda kesin kanıtlar
bulduklarını not etmislerdir (2. Paragraf). Kendi tasarrufundaki bilgi su sekilde sonuçlanmıstır:
“… son çare olarak iskenceye ve diğer kötü muamele sekillerine basvurmak,
Türkiye’deki polis kurumlarında genel olarak vuku bulmaktadır. Herhangi bir ülkede de
olabilecek olan bu çesit olaylardan ayrı olarak bu sorunu tanımlamaya kalkısmak (bazılarının
alıskanlık haline getirmek istedikleri gibi) gerçeklere açıkça itaatsizlik etmektedir”
(10.paragraf).
C. Genel Af Örgütünün Sunusu
51.Genel Af Örgütü, Divan’a yaptığı yazılı sunusta, mağdurenin, Devlet görevlileri tarafından,
bilgi elde edilmesi veya itiraf veya mağdureyi asağılama, suçlama veya gözdağı verme
amacıyla tecavüze uğramasının mevcut insan hakları standartları yorumlarına göre iskence fiili
olarak algılandığı kaydedilmistir. Örgüt, bu bağlamda, Fernando ve Raquel Mejia-Peru
hakkında (Amerika Đnsan Hakları Sözlesmesinin 5. Maddesine göre alınan Đnsan Hakları
konusunda Amerikan Komisyonlar arası kararı); BM Özel Đskence Raporu tarafından
yayınlanan raporlar ve Uluslararası Ceza Mahkemesinin Eski Yugoslavya için, akdin
mağdurlara tecavüz iddialarına temel olan iskenceci sahıslara karsı onayladığı iddia dilekçesine
atıfta bulunmustur.
Uluslararası Genel Af Örgütü, mağdurlar tarafından yapılan tecavüz iddialarını
arastırmak konusunda mevcut kanuni standardtlara ve özellikle BM iskence ve diğer zalimce
ve insanlıkdısı ya da küçültücü islem ve cezaların önlenmesi sözlesmesinin 11. ve 12.
Maddelerine (yukarıda 48. Paragrafa bakınız) dikkatini çekmistir.
Komisyon Önüne Getirilen Yargılama Usulleri
52. Basvurucu. 21 Aralık 1993 tarihinde Komisyon’a yaptığı basvurusunda (no. 23178/94)
sözlesmenin 3. Maddesine göre iskence olan fiziksel kötü muameleye ve tecavüze maruz
kaldığı sikayetinde bulunmus ve kendisinin 6. Maddeye göre dava açma hakkını kullanmasına
imkan verilmemistir. Kendisi, aynı zamanda 13. Maddeye aykırı olarak haklarının ihlali
hakkında etkili bir ulusal çözümün olamamasından sikayet etmistir.
53. Komisyon, basvuruyu 28 Kasım 1994 tarihinde kabul olunabilir olduğunu beyan etmistir.
Komisyon, 7 Mart 1996 (31. Madde) tarihli raporunda sözlesmenin 3. Maddesinin ihlal edildiği
(1’e kadar 26 oyla); sözlesmenin 6. Maddesi 1. Paragrafının ihlal edildiğine (8’e karsı 19 oyla),
sözlesmenin 13. Maddesine göre ayrı bir olayın olmadığına (8’e karsı 19 oyla) ve Türkiye’nin
sözlesmenin 25. Maddesi, 1. Paragrafına göre yükümlülüklerini yerine getirmediğine (2’e karsı
25 oyla) dair görüs bildirilmistir. Komisyon’un görüslerinin tam metni ve rapordaki üç ayrı
görüs, karara ek olarak yeniden basılmıstır.
DĐVANA SON SUNUSLAR
54. Hükümet, Divan önündeki hem yazılı ve hem de sözlü sunuslarında, iç basvuru yollarının
tüketilmediği ve kisisel basvuru hakkı kötüye kullanılmadığı için basvurucunun davasının
düsmesi gerektiğini iddia etmistir. Alternatif olarak, Hükümet, Divan’dan basvurucunun
iddialarının mesnetsiz olduğunu belirlemesini istemistir.
Basvurucu, kendi tarafı için, Divan’dan sözlesmenin 3,6,13 ve 25. Maddelerinin ihlal
edilmis olmasından zarar gördüğü ve hükümetin sözlesmenin 28. Maddenin 1(a) paragrafı ve
53. Maddenin yükümlülüklerine saygı göstermediği yolunda karar verilmesini istemistir.
Kendisi, aynı zamanda Divan’dan sözlesmenin 50. Maddesi gereğince kendisine adil bir
tazminat ödenmesine karar vermesini istemistir.
KANUNA GELĐNCE
1. Hükümetın Ön Đtirazları
A. Đç basvuru yollarının tükenmesi
55. Hükümet, tezkeresinde, Divan’dan Türk hukukunda mevcut olan etkili iç basvuru yollarına
normal olarak basvurmadığı için basvurucunun sikayetini kabul etmemesini istemistir.
Hükümet, Komisyon’un kararını, gözaltında tutulduğu sürede iddia ettiği zarar için sivil ya da
idari mahkemeler önünde bir tazminat talebinde dahi bulunmamasına rağmen basvurucunun
basvurusunu kabul edilebilir bulduğu için elestirmistir (yukarıda 44-47. Paragraflara bakınız).
56. Sikayetin kabul edilmemesi gerektiği yolundaki iddiasını desteklemek için Hükümet, büyük
ölçüde, basvurucunun Komisyon’a müracaat ettiği sırada, savcılık tarafından kendisinin
sikayeti konusunda ceza sorusturmasının yürütülmekte olusuna istinad etmektedir. Bu
sorusturma faal olarak sürdürülmüstür. Komisyon’un basvurucunun müracaatlarını kabul
ettiğini bildiren beyan ve daha sonra esas hakkındaki ifadeleri, Türk ceza usulü kanununa göre
basvuru sahibinin olaylar hakkındaki ifadesinin doğruluğu konusunu tahkik etmek için alınan
tedbirleri tamamen gözardı etmis olup Sözlesmenin getirdiği sistemin islemesinin esasını teskil
eden (subsidiarity) yerel yetki kullanımı prensibi ile çeliski teskil etmektedir.
57. Komisyon Temsilcisi Divan’a, her zamanki usulüne göre Komisyonun basvurunun kabul
olunabilirliği hakkında Hükümete görüslerini sunması için davet etmis olduğunu hatırlatmıstır.
O zaman, Hükümet cevap vermemis olduğu cihetle Divan’ın sikayetlerinin kabul edilmesine
karsı çıkmaktan alıkonulması gerekir.
58. Divan, delegenin görüsü ile mutabıktır. Komisyon’un basvurunun kabul edilmesi kararında
görüldüğü üzere, hükümete, kabul edilirlik konusunda mütalaasını bildirmesi için süre temlidi
verilmistir. Bu imkana rağmen Hükümet, bu sorun hakkında herhangi bir mütalaada
bulunmamıstır. BU yüzden basvurunun kabul edilirliği konusunda Divan önünde itiraz
sebepleri reddedilmistir (23 Mart 1995 tarihli Loizidou-Türkiye (ön itirazları) kararı, ser. no:
310, s. 19, paragraf 44)
B. Sürecin Suistimali
59. Đlk itirazları ile ilgili olarak Hükümet, ayrıca sikayetin uydurma olduğunu ve Strasbourg
kurumlarına yapılan basvurunun hükümetin Güneydoğu politikasına karsı çıkan belirli
derneklerin tahriki ile kasten kullanıldığı ve bundan da amacın yerel basvuru yollarından ve
buna tekabül eden gereksinimlerinden kurtulmak olduğunu iddia etmistir. Basvurucu, gerçekte,
yerel basvuru yollarının etkisiz olduğu görüsünü gelistirerek, Türkiye’nin imajına leke sürme
amaçlı propagandalar olusturmustur.
60. Divan, ilk ön itiraz ile ilgili olarak, Hükümet Komisyon önündeki dava muamelelerinin
kabul olunabilirlik asamasında, yukarıdaki tartısmayı ileri sürmediği için, bu mühim anda,
ikinci itirazını yapmayı durdurması konusunu düsünmek durumunda olduğunu belirlemistir.
61.Buna göre, Hükümetin ilk itirazlarının kabul edilmemesi gerekir. Divan, simdi
basvurucunun sikayetlerinin değerini incelemek için ilerleyecektir.
II. SÖZLESMENĐN 3. MADDESĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI
A.Olayların tespiti
62. Komisyon, basvurucunun 29 Haziran-1 Temmuz 1993 tarihleri arasında meydana geldiği
iddia edilen olaylardaki açıklamasını dikkatlice değerlendirdiği kanıtlara dayanmıs olduğunu
(yukarıda 40.paragrafa bakınız) belirlemistir. Basvurucu, Divan’dan olayların Komisyon
tarafından belirlendiği üzere kabul edilmesini istemistir. Hükümet de Komisyon’un önceki
kanıtlara bağlanmasını, vardığı sonuçlarla, sert bir biçimde itiraz ederek reddetmistir.
B. Divan önüne gelen tartısmalar
1. Komisyon
63. Komisyon Delegasyonu, Divan önünde Komisyon’un, kanıtın titiz bir değerlendirmesini ve
sözlesmenin 3. Maddesinin ihlalini belirlemek için Đrlanda-Birlesik Krallık (18 Ocak 1978
tarihli karar, seri no. 25, s.64-65, paragraflar, 160-161) davasındaki Divan tarafından beyan
edilen sarih ölçüler olduğunu vurgulamıstır, söyle ki, kanıt, makul bir süphenin ötesinde
basvurucunun, olayın geçtiği gün Derik jandarma merkezine götürüldüğünü ve tecavüz edildiği
ve alıkonulduğu zaman içerisinde de kötü muamele gördüğü kanıtlanmıstır.
Delegasyon, Divan’a Komisyon’un Temmuz 1995’de Ankara’da ve aynı yılın Ekim
ayında da Strasbourg’daki durusmaları idare etmek için üç delegenin atandığını hatırlatmıstır
(yukarıda 39. Paragrafa bakınız). Delegeler, arasında basvurucu ve babasının da anahtar rolü
oynayan sahitlerin tanıklıklarını dinlemislerdir. Delegeler, savcıyı, sorusturmayı idare etmesi,
basvurucuyu muayene eden doktorları sorgulaması, olay zamanı görevli olan iki jandarma
subayının Derik jandarma merkezinde yaptıkları açıklamanın gerçekliğini arastırması ve
merkezde tutulan gözaltı kayıtlarının incelenmesi hakkında karsı bir arastırma yapabilmistir.
Komisyon, basvurucunun savcıya, Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği’ne ve delegelere verdiği
raporları, babası ve yengesi tarafından verilen değisik raporlara karsı, dikkatlice sağlamasını
yapmıstır. Tutarsızlıklar vardır ancak basvurucu ve babasının inanırlık sınırını asan seyler
yoktur. Komisyon’un, basvurucunun gerçekten bir müddet süresince alıkonulduğu ve bu zaman
içinde de Komisyon raporunda belirtildiği gibi (yukarıda 40. Paragrafa bakınız) tecavüz
edildiği ve kötü davranıldığı sonucuna varmak için yetki verdiği sağlam, açık ve uygun deliller
vardır.
2. Basvurucu
64. Basvurucu, Divan’dan olayları Komisyonun belirlediği gibi kabul etmesini istemistir.
Basvurucu, babası ve yengesi ile birlikte 29 Haziran 1993 tarihinde güvenlik güçleri tarafından
köyünden alınmıs ve 1 Temmuz 1993 tarihine kadar Derik jandarma merkezinde tutulmustur.
Kendisine, gözaltında tutulduğu süre içinde tecavüz edilmis ve kötü muamele yapılmıstır.
3. Hükümet
65.Hükümet, tezkeresinde Komisyon’un kanıtları değerlendirme biçimini elestirmistir.
Hükümet, Komisyon’un, basvurucunun gözaltında tutulduğu süre içinde tecavüze uğradığı ve
kendisine kötü muamele yapılarak iskence edildiği seklindeki bulguların, delegelerin topladığı
kanıtları desteklemediğini iddia etmistir.
66.Hükümet, Divan önünde, basvurucu ve babasından delegelere verdiği kanıtlarda
tutarsızlıklar ve çeliskilere dikkat çeken Komisyon’un olusturduğu olayları zayıflatmaya
çabalamıstır. Kanıtlar, bir, Aydın ailesinin gözaltına alındığı zaman ve gün gözönüne
alındığında ve iki, basvurucunun alıkonulduğu süre içindeki tecavüz ve kötü muamele iddiaları
düsünüldüğünde, son derece eksiktir. Alıkonulma iddiası ile ilgili olarak, köylülerden hiçbirisi
basvurucunun açıklamalarını doğrulayamamıs ve sasırtıcı bir biçimde , hiçbirisi olayın geçtiği
zaman orada olması gereken köy korucularını tanıyamamıstır. Basvurucunun babası, Ankara
durusmalarında delegelere, köylülerden birisinin de kendileri ile birlikte alıkonulduğunu
söylemis, ancak bu kisinin ismini verememistir. Komisyon, basvurucunun kapalı olan
gözlerinin dısarı çıktıları zaman açıldığının kanıtlanmasına rağmen, Derik jandarma merkezinin
fotoğraflarını tanıyamamasını itibara almamak üzere seçilmisti. Bundan baska, Komisyon, bir
doğrulama olmaksızın; alıkoyma iddiaları olduğu zaman görevli olan jandarma subaylarının
inanırlıklarını yalancı çıkartmıs ve yanlıs bir sekilde gözaltı kaydını yapan görevlilerin
doğruluğunu azaltmıstır.
67. Hükümet, alıkonma esnasındaki tecavüz ve kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak, ne Dr.
Akkus ve ne de Dr. Çetin’in basvurucunun vücudunda tecavüz ve siddet kullanma ile tutarlı
olan herhangi bir çürük ya da yara bulamadıklarını belirtmistir. Basvurucu, tecavüz esnasında
karsı koyduğunu ileri sürmüstür. Ancak, karsı koymadan kurtulmak için siddet kullanmayı
göstermis olması gereken bileklerde, sırtta, veya jenital bölgede herhangi bir çürük izi
bulunamamıstır. Bacaklarının iç tarafında bulunan çürük izleri, cinsel zor kullanma için
bacaklarının zorla açılması dısındaki sebeplerden kaynaklanmıs olmalıdır. Aslında,
Hükümet’in Komisyon’a sunduğu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi raporu, bu izlerin
basvurucunun eseğe binmis olmasından dolayı kaynaklanabileceğini vurgulamıstır. Tıbbi
incelemeler sonunda belirlenen, basvurucunun kızlık zarının buzulmus olması, bunun bir
tecavüz sonucu olduğu sonucunu çıkartmayabilir. Gerçekte, tıbbi olarak, kızlık zarının ilk
yırtılmasından sonra geçen 7 günden sonra, kızlığın bozulduğu tarihi belirlemek imkansızdır.
Eğer, basvurucu savcıya gitmeden önce bu kadar zaman beklememis olsaydı, tıbbi kanıtlar
daha ileri sonuçlar verebilirdi. Ancak, basvurucunun bunu yapmadaki gecikmesi, hayati bir
kanıtın kaybına yol açmıs ve açıklamasının tıbbi doğruluğunu yok etmistir.
68.Buna ilave olarak, basvurucunun tecavüz iddiası, basvurucunun iddia edilen olaydan kısa bir
süre sonra evlenmesi ve hamile kalmasını engellememistir. Hükümetin görüsüne göre,
basvurucunun evlenme kararı ve iddia ettiği sarsıcı deneyimden hemen sonra aktif olarak seks
yapabilme kabiliyeti, bir tecavüz kurbanının davranıslarıyla oldukça tutarsızdır. Kültürel
bağlamda, aynı derecede sasırtıcı olan bir olay da basvurucunun kaybettiği iddia edilen
bekaretinin evliliği için hiçbir engel teskil etmemesidir.
69.Buna göre, Hükümet, Divan’dan, basvurucunun ikna edici kanıtların yokluğu sebebiyle öne
sürdüğü iddialar ile birlikte Komisyon’un bulguları reddetmesini istemistir.
C. Divan’ın kanıtları değerlendirmesi ve Komisyon tarafından olusturulan olaylar
70.Divan'ın kesin içtihatlarına göre, olayların tesisi ve gerçeklesmesi ilk önce Komisyon’un
meselesidir (Sözlesmenin 28. Madde, 1. Paragrafı ve 31. Maddesi). Divan, Komisyon’un
olaylar hakkındaki bulgularına bağlı kalmaz ve tüm değerlendirmesini önüne gelenlerin ısığı
altında yaparken, bu alandaki güçlerini yalnızca istisnai durumlarda kullanacaktır (bunlar
arasında 18 Aralık 1996 tarihli Aksoy-Türkiye konusundaki hükümler ve kararlar raporu, 1996
…paragraf 38’e bakınız). Bu gibi istisnai sartlar özellikle Divan, Komisyonun olayları
temellendirdiği kanıtların dikkatlice incelenmesini takiben, bu olayların makul süphelerin
ötesinde kanıtlanmıs olduğunu ortaya çıkarabilmektedir.
71.Mevcut davada, Komisyonun bu bulgulara, üç delegenin Ankara ve Strasbourg’taki
durusmalarında dinlendikten sonra varılmıs olduğu hatırlanmalıdır. Delegeler, bu durusmalarda
sahitlere soru sorma, reaksiyon ve davranıslarını izleme, gerçekliğini değerlendirme,
açıklamalarını onaylama ve bir bütün olarak inanırlığını değerlendirme avantajına sahip
olmuslardır. Delegeler, aynı zamanda, sahit olarak basvurucu ve babasının inanırlıklarının
Hükümet temsilcilerinin durusmalarda kendilerine sordukları sorulara karsı koyup koymadığını
değerlendirebilecek bir durumdaydılar.
72.Komisyon, makul süphe ötesindeki kanıtların uygun kanıtlama gereğine dayanarak sonuca
ulasmıstır. Đtiraf edildiği ve Hükümetin kaydettiğine göre basvurucu ve babasının
sahitliklerinde tutarsızlıklar vardır. Ancak, Komisyon bu tutarsızlıkları gözönüne aldığı fakat
basvurucunun açıklamalarının inanırlığını zayıflatmak için çok fazla önem vermediği
gözlenmistir (yukarıda 40. Paragrafa bakınız). Divan, Komisyon tarafından bir araya getirilen
kendi dikkatli incelemesinde, gerçekte, basvurucu, babası ve yengesinin savcıya yaptığı
açıklamalarla, basvurucu ve babasının delegelere yaptığı ve basvurucunun iddialarının
uydurma olmasının muhtemel olmadığı açıklamalar arasında yüksek derecede bir tutarlılık
olduğunu görmüstür.
73.Divan, olayları Komisyonun belirlediği gibi kabul edebileceğini düsünmüs, basvurucu
iddiaları, makul bir süphenin ötesinde ispatladığından, Komisyon uygun bir sekilde vardığı
sonucu incelemis olduğu konusuna dayanarak, Divan’a böyle bir kanıtın yeterli derecede güçlü,
açık ve uygun çıkarımları takip edebileceği hatırlatılmıstır (yukarıda bahsi geçen Đrlanda-
Birlesik Krallık kararına bakınız, s.64-65, paragraf 161). Bu itibarla, Hükümetin basvurucunun
iddiaları için, cezai sorusturması sırasında toplamıs olduğu ve bu sonuçla çelisen herhangi bir
delili gösteremeyebileceği (yukarıda 56. Paragrafa bakınız) ve Hükümetin dayandığı tıbbi
kanıtın, gözaltında iken tecavüz edilen basvurucunun ifadesini çürütemeyeceği de
kaydedilebilirdi (yukarıda 67. Paragrafa bakınız).
1. Divan önündeki bu tartısmalar
a) Basvurucu
74. Basvurucu, maruz kaldığı tecavüz ve kötü muamelenin, sözlesmenin 3. Maddesinin, her
ikisi de iskence olarak ifade edilen ayrı ayrı ihlallere sebep olduğunu iddia etmistir. 3.
Madde söyle der;
“Hiç kimse, iskenceye, gayriinsani yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tabi
tutulamaz”.
75. Basvurucu, alıkonulduğu zaman 17 yasındaydı. Alıkonulduğu süre zarfında gözleri
kapatılmıs ve babası ve yengesinden ayrı tutulmustur. Bu süre boyunca, tecavüz edilirken seref
ve itibarına halel getirilmis ve bu özel iskence olayı sonucu uzun süreli psikolojik zarara
uğramıstır.
Bundan baska, çırılçıplak bırakılmıs, yabancılar tarafından sorgulanmıs, dövülmüs,
tokatlanmıs, tehdit edilmis ve serefi lekelendirilmistir. Kendisi, zorla bir tekerleğin içine
oturtulmus, döndürülmüs, tazyikli soğuk su sıkılmıstır. Basvurucu, cinsiyeti, yası ve yaralanma
olanağı gözönüne alınarak Divan’dan, bilerek yapılan eziyetin, tasarlanan fiziksel acının ek bir
iskence olan böyle bir siddet olduğunu belirlemesini istemistir.
76. Son olarak, basvurucu kendi iskence sikayetleri konusunda yetkililerin etkili bir sorusturma
yürütememelerinin de Sözlesmenin 3. Maddesinin ihlali olduğunu iddia etmistir.
b.Hükümet
77. Hükümet, iddiaların kanıtlanamadığını belirtmistir (yukarıda 65. Paragrafa bakınız).
c.Komisyon
78. Komisyon, çırılçıplak soyulması ile birlikte, dövülmek, bir tekerlek içine oturtulmak ve
üzerine tazyikli su sıkılmak gibi kötü muamelelerin yapılmasını açıkça 3. Maddenin
yasakladığı hareketler olduğu sonucuna varmıstır. Komisyon, aynı zamanda, tecavüzün bir
subay veya yetkili bir kisi tarafından islenmesinin daha ciddi davranıs ya da suç olması
gerektiğini belirtmistir. Böyle bir suç, mağdurun fiziksel ve manevi bütünlüğünü derinden
etkilemis ve sürekli fiziksel ve psikolojik acıyı içine alan özellikle kötü muamelenin kaba sekli
olarak tanımlanmıstır.
79. Komisyon, basvurucunun 3. Maddesinin ihlali olarak subayların elinde bir iskence kurbanı
olduğunu belirlemistir.
2. Divan’ın değerlendirmesi
80. Divan, olayları Komisyonun belirlediği gibi kabul ettiğini, yani basvurucunun güvenlik
güçleri tarafından alıkonulduğu ve gözaltında iken tecavüz edildiği ve değisik birçok kötü
muameleye maruz kaldığını hatırlatmıstır (yukarıda 73. Paragrafa bakınız).
81. Birçok durumda gözlemlendiği gibi, Sözlesmenin 3. Maddesi, temel değerlerden birisini
demokratik toplumların kutsal olarak gördüğü bir değer olarak kabul etmis ve bunun gibi, bu
madde iskence veya insanlık dısı veya haysiyet kırıcı suçları kesin bir biçimde yasaklamıstır. 3.
Madde, bu temel değere hiçbir istisna kabul etmemis, bundan gelen hiçbir zarara 15. Maddeye
göre bile izin verilmemistir. Ulusun hayatını tehdit den veya ne kadar iyi belirlenmis olursa
olsun, herhangi bir süphe konusunda kamu ihtiyaçları gözönüne alındığında, bir kisi terörist
veya diğer suç faaliyetlerine karısabilir.
82. Herhangi bir özel kötü muamelenin iskence olup olmadığına karar vermek için 3. Maddede
belirtilen bu zan ve insanlık dısı davranıs veya haysiyet kırıcı davranıs arasındaki ayırım
dikkate alınmalıdır. Bu ayırım, ciddi ve sert bir acıya sebebiyet veren yalnız kasti, insanlık dısı
davranısa haczetmek için özel bir “iskence” lekesini onaylanmakla, sözlesmede
somutlastırıldığı görülebilirdi (yukarıda bahsi geçen Đrlanda-Birlesik Krallık kararına bakınız,
s.66, paragraf 167)
83. Basvurucu, alıkonulduğunda bir kisi tarafından tecavüze uğramıstır ve bu kisinin kimliğinin
hala belirlenmesi gerekmektedir. Mağdurenin bir devlet görevlisi tarafından tecavüze uğraması
suçlunun basvurucunun yaralanma olanağını istismar edebileceği ve kurbanının direncini
zayıflatarak gerilimini azaltmasını özellikle vahim ve tiksindirici bir sey olarak düsünülmelidir.
Bundan baska, tecavüz kurbanı üzerinde diğer fiziksel ve psikolojik siddet sekillerinde olduğu
gibi, zaman içinde kolaylıkla geçmeyen derin psikolojik etkiler bırakmaktadır. Basvurucu, aynı
zamanda seref ve itibarını ortadan kaldıran fiziksel ve duygusal olarak ihlal edilmis olan zorla
iliski esnasında keskin bir acıyı da deneyimlemistir.
84. Cinsiyeti, gençliği ve içinde kaldığı sartlar gözönüne alındığında basvurucu, Derik
jandarma merkezinde güvenlik güçlerinin gözetiminde gözaltında iken birçok, özellikle
korkutucu ve küçültücü deneyimlere maruz kalmıstır. Kendisi, üç günden fazla bir zaman
alıkonulmus, bu süre içinde gözleri bağlanarak sasırtılmıs ve yanlıs yönlendirilmistir.
Sorgulama sırasında dövülmesi sonucu, fiziksel ve psikolojik bir acı içinde kalmıs ve daha
sonra da ne olacağı konusunda endise duymustur. Kendisi, aynı zamanda, asağılayıcı sartlar
altında çıplak bırakılmıs ve böylece bu yaralanma olanağı duygusuna bir bütün olarak katılmıs
ve bir defasında da bir tekerlek içinde döndürülürken üzerine tazyikli su sıkılmıstır.
85. Basvurucu ve ailesinin köylerinden alınıp Derik jandarma merkezine götürülmesi yalnızca
bölgedeki güvenlik durumu ve güvenlik güçlerinin bilgi sağlamak olarak izah edilebilir
(yukarıda 14. Paragrafa bakınız). Alıkonma süresi boyunca kendisinin maruz kaldığı olaylarda
ancak ayrı veya benzer amaçlara hizmet ediyor olmakla açıklanabilir.
86. Divan, bu geçmise karsın, basvurucuya yapılan fiziksel ve psikolojik fiillerin ve özellikle
Sözlesmenin 3. Maddesinin ihlalinde iskenceye maruz kalan basvurucunun uğradığı tecavüz
olayının tümünden ikna olmustur. Aslında, Divan, bu sebeplerden herhangi birisi ayrı ayrı ele
alınsaydı bile bu sonuca varacaktı
87. Sonuç olarak, Sözlesmenin 3. Maddesi ihlal edilmistir.
88. Basvurucunun, gözaltındayken yetkililerin kendi hali konusunda etkili bir sorusturmayı
sürdürememelerindeki münakasa, 3. Maddenin ayrı bir ihlalini olusturmustur (yukarıda 76.
Paragrafa bakınız). Divan, bu sikayeti, sözlesmenin 6. ve 13. Maddelerine göre incelemenin
uygun olacağını düsünmüstür.
III.SÖZLESMENĐN 6. MADDE 1. PARAGRAFI VE 13. MADDENĐN ĐHLAL
EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI
89. Basvurucu, sikayeti için yeterli bir arastırma yapılmaması dolayısıyla Derik jandarma
merkezinde alıkonulduğunda deneyimlediği acılar için tazminat istemek için Divan’a etkili bir
basvuru yapmasının esirgendiği konusunda suçlamıstır. Kendisi, Divan’dan Türkiye’nin
Sözlesmenin 6. Maddesinin 1. Paragrafını ihlal ettiğini belirlemesini istemistir.
90. Basvurucu, aynı zamanda, Divan’dan hakkın temini iskenceye maruz kalmamak için
savunmacı Devletin etkisiz basvurma yolları konusunda Sözlesmenin 3. Maddesinin ihlal
ettiğini belirlemesini istemistir.
91. 6. Maddenin 1. Paragrafı ile ilgili müsadere emirnamesi sunu sart kosar:
“Her sahıs, gerek medeni hak ve vecibeleriyle ilgili nizalar gerek cezai sahada kendisine
karsı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni müstakil ve tarafsız bir
mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette
dinlenmesini istemek hakkını haizdir”.
92. 13. madde
“Đsbu sözlesmede tanınmıs hak ve hürriyetleri ihlal edilen her sahıs ihlal fiilini resmi
vazifelerini ifa eden kimseler tarafından bu vazifelerin ifası sırasında yapılmıs da olsa, milli bir
makama müracaat hakkına sahiptir” belirtir.
93. Basvurucu, tazminat davası, 3. Maddeye göre savunmacı devletin yükümlülüklerini ifa
etmek için yalnızca tek bir öge olduğunu ileri sürerken medeni ve idari mahkemeler önünde
herhangi bir tazminat alma ihtimali, sikayet için uygun bir cezai arastırmanın yapılmasına bağlı
olduğunu ileri sürmüstür. Türk idari hukukunun bir devlet kurulusu tarafından bir hata
olusturmak için basvurucuyu medeni kanunun icaplarından kurtarmayı hesaba katmadan
(yukarıda 44-47. Paragraflara bakınız), basvurucu, gözaltındayken iskence gördüğünü idari
mahkemeler önünde, yine de ispatlamak zorundadır. Ancak, uygulandığı gibi bir cezai
arastırma, basvurucunun böyle kanıtları ispatlayabilmesi tamamen yetersizdir. Savcı,
basvurucunun tutulduğu Derik jandarma merkezi subaylarını sorusturmamıs, 29 Haziran 1993
tarihinde köyde meydana gelen olaylar için Tasıt’ta muhtemel sahitleri aramayı ihmal etmemis
ve cevap olarak herhangi birseyi, ne olursa olsun, sorusturmaya kalkısmamıstır. Savcı
tarafından istenen değisik tıbbi muayeneler ve benzer olarak basvurucunun bir tecavüz
kurbanına karsıt olarak bakire olup olmadığı gibi bir soruya odaklandıkları doktor raporları da
tecavüz sikayetini etkili bir biçimde arastırmak için gerekli olan ihtiyaçları karsılamamıstır.
94. Bundan baska, basvurucu, savunmacı Devletin ulusal hukuku kendi sözlesme haklarını ihlal
eden ancak 6. Madenin 1. Paragrafının anlamı çerçevesinde medeni haklar olarak
tanımlayamadığı, kendisine karsı yapılan yanlıslıklar için etkili bir çözümü garanti edemediğini
delil olarak göstermistir. Örnek olarak, basvurucu, gözaltında tutulduğu süre boyunca
gözlerinin kapatılmıs olduğu gerçeğine atıfta bulunmustur. Basvurucu, aynı zamanda
Divan’dan bir bütün olarak basvurma yolları ile ortaya çıkan sorunlardaki yetersizlik yüzünden
bu cezai sorusturma yeterli olmamasının sadece 6. Maddeyi değil, 13. Maddeyi de ihlal ettiği
sonucuna ulasmasını istemistir. Özellikle, bu bağımsız, sert sorusturma ve kanuni takipte
bulunma politikaları, sikayetçilere, danısmanlarına ve sahitlere gözdağı verme ve tıbbi
kanıtların alınmasında profesyonel standartların eksikliğini açığa çıkartmıstır.
95. Hükümet, sikayetçilerin düzeltilebilir yeterli araçları olması halinde, ulusal cezai, medeni
ve idari hukuku için israr etmistir. Hükümet, ceza kanunu usülünün ilgili sartlarına basvurarak
savcının, kanıt toplamak, sahitleri sorgulamak ve uygun bir sekilde ve kanıtlar nerede bir
süpheli suçluyu gösterirse, orada kanuni takipte bulunmanın kanuni görevleri arasında
olduğunu vurgulamıstır. Hükümet, basvurucunun davası için yetersiz cezai sorusturma iddiası
ile iligili olarak savcının, basvurucuyu ilk olarak Dr. Akkus’a ve sonra da jinekolog Dr. Çetin’e
göndererek sikayetçinin tıbbi bir muayeneden geçmesini sağlayarak hemen harekete geçtiğini
vurgulamıstır (yukarıda 24. ve 25. Maddelere bakınız). Her iki doktor da bu asamada kızlık
zarınn hangi gün yırtıldığı konusunda birsey söylemenin imkansız olduğu sonucuna
varmıslardır. Üçüncü bir tıbbi muayene, bunları izlemis ve sonuç, bu iddiayı desteklemistir
(yukarıda 26. Paragrafa bakınız). Hükümet, basvurucunun savcıya yaptığı sikayetteki
gecikmenin, basvurucunun ifadelerini doğrulayan veya çürüten tıbbi kanıtları bulmak için bir
fırsattan kaçması olarak neticelendiği konusunda ısrar etmistir. Savcı, bu konudaki
gayretlerinde tıbbi bir kanıt temin etmek için Derik jandarma merkezinden, basvurucu ve aile
üyelerinin olay anında alıkonulup konulmadığını ve arastırma için bekçinin kendisine bilgi
göndermek için bir talimat alıp almadığı konusunda bilgi istemistir (yukarıda 27. ve 28.
Paragraflara bakınız).
96. Hükümet, basvurucunun Derik bölgesinden kaybolmasının sorusturmayı ve basvurucunun
psikolojik muayenesinin devamını engellediğini ifade etmistir. Yine de sorusturma devam
etmis ve basvurucuya herhangi bir karara karsı, bir süpheliyi itham etmek değil, her türlü
kanuni yola basvurabilme olanağı açık bırakılmıstır.
97. Aynı zamanda, Türk idare hukuku, idarenin gerçek sorumluluğu ilkesine göre, basvurucu
gibi rencide olmus kisinin sanığı tanımlamaksızın Devletin bir görevlisinin yanında tecavüz ve
kötü muamele için tazminat alabilmesini sağlamıstır (yukarıda 44-46. Paragraflara bakınız).
98. Komisyon, basvurucunun sikayeti için uygun bir cezai sorusturma yapmanın medeni veya
idari mahkeme önünde tazminat alabilmek için basvurucunun sikayetleri için hayati bir önkosul
olduğu yolunda ileri sürdüğü konular ile aynı fikirdedir. Savcı, iddia edilen olayın olduğu
zaman Derik merkezinde hazır bulunan jandarma subaylarını sorusturmak için, güvenlik
güçleri ile kabul edilemez derecede bir kısıtlamayı açıkça göstermistir. Bundan baska, savcı,
basvurucunun alıkonulduğu zamanki muhtemel doğrulamaya sahip diğer sorusturma yollarını
aramamıstır. Arastırma altındaki savunmanın doğası gereği tıbbi kanıtların alındığı usul ve
tıbbi raporların içeriği de yetersizdir. Cezai arastırmanın derin ve ciddi yetersizliği,
basvurucunun, sözlesmenin 6. Maddesinin ihlalinde medeni tazminat hakkına karar vermek
için mahkemeye yaptığı etkili bir basvurunun inkar edilmesi ile sonuçlanmıstır. Komisyon, bu
bulgunun ısığı altında, basvurucunun sikayetini 13. Maddeye göre incelemeyi gerekli
görmemistir.
A. Sözlesmenin 6. Madde, 1. paragrafı
99. Divan, 6. Maddenin 1. Paragrafının mahkemeye basvuru yapma hakkı olan “mahkeme
hakkı”’nı temsil ettiğini hatırlatmıstır, söyle ki, medeni hallerde Divan önünde dava
muameleleri olusturma hakkı bir görüsü olusturur (örnek olarak 9 Aralık 1994 tarihli Kutsal
Mabetler-Yunanistan davasına bakınız, seri no. 301-A,s.36-37, paragraf, 80). Bundan baska, 6.
Maddenin 1. Paragrafı Devlet görevlilerinin yaptığı iddia edilen kötü muamele konusunda
tazminat için ferdi bir hakka müracaat eder (örnek olarak, yukarıda bahsi geçen Aksoy
davalarına bakınız,..s…, paragraf 92).
100. Basvurucu, gözaltındayken maruz kaldığı acılar konusunda tazminat almak için ne bir adli
mahkemede ne de idari mahkemede dava muameleleri baslatmamıstır. Baska bir deyisle,
basvurucu, suçluları adalete çağırmak, en azından, ceza arastırmasının ilk evrelerinde arastırıcı
yetkililerle isbirliği yapmak için ceza sürecine çağırmak için hazırlanmıstır. Basvurucu,
Devlete ait kurumlarda tecavüze uğradığı ve kötü muamele yapıldığı konusunda kanıt
yokluğunda hiçbir basarı ihtimali gözükmediği sebebiyle bir tazminat iddiasını sürdürme
çabasını ve basarısızlığını açıklamaya çabalamıstır ve böyle bir kanıtın, savcının yaptığı
arastırma usulü hakkında delil göstermek imkansızdı.
101. Basvurucunun, Sözlesmenin 6. Maddesinin 1. Paragrafına göre yaptığı basvurunun esası,
Divan’a, kanuni bir takipte bulunmazsa bile etkili bir arastırma yapmasının savcının bir hatası
olarak görülmekte, hiç değilse, gözaltındayken zarara uğradığından, tazminat talebinin basarı
ihtimalini yükseltmektedir.
102. Buna göre, Divan bu sikayeti, Sözlesmenin ihlali konusunda etkili bir çözüm bulmak için,
13. Maddenin belirttiği, Devletlerin genel yükümlülükleri ile iliskili olarak, incelenmesinin
uygun olacağını düsünmüstür. Divan, bu bağlamda, basvurucunun bir tazminat kararını, ne
kendisinin mağdur olduğu ihlalin önemini düzeltir, ne de savunmacı Devleti, Sözlesmenin 3.
Maddesi uyarınca yükümlülüklerinin diğer çehresine saygı göstermesini bağıslamaya isaret
ettiğini kaydetmistir.
Sözlesmenin 13. Maddesi
103. Divan, baslangıçta, 13. Maddenin, ulusal kanuni düzenin sağlanması için ne yapılması
gerekiyorsa, Sözlesmenin hak ve özgürlükleri esasını yerine getirmek için ulusal düzeyde bir
çözümün hazır olduğu garantisini hatırlatmıstır. Buna göre, bu maddenin etkisi, taraf
devletlerin bu sart altında yükümlülüklerine uyduğu bir tavır gibi takdir edebilme hakkı,
islerine gelmesine rağmen, ulusal yetkililere hem ilgili sözlesme sikayet esası ile ilgilenmek
hem de uygun bir rahatlama sağlamasına izin veren ulusal çözüm maddelerini icap ettirmistir.
13. Maddeye göre, yükümlülüğün alanı, sözlesmeye göre, basvurucunun sikayetine bağlı olarak
değismektedir. Yine de 13. Madde tarafından gerekli görülen çözüm, hukukta olduğu gibi,
uygulamada da “etkili” olmalı, özellikle uygulamada savunmacı Devletin fiilleri tarafından
gereksiz bir sekilde engellenmemeli veya yetkilileri tarafından yapılmamalıdır (yukarıda bahsi
geçen Aksoy kararına bakınız, s.26, paragraf 95).
Bundan baska, Sözlesmenin 3. Maddesi tarafından korunan hakkın doğası, 13. Madde
için karısıklılıklar içerir. 13. Madde, iskencenin önlenmesinin temel önemi ve özellikle iskence
kurbanlarının yaranabilir pozisyonu (yukarıda 81. ve 83. Maddelere bakınız), ulusal sistem
altında hazır bulunan herhangi bir baska çözüm için önyargısız, devletlerin yükümlülüğü olan
iskence olaylarının bastan basa ve etkili bir arastırmayı sart kosar.
Buna göre, herhangi bir kisi, uygun olduğu bir yerde, tazminat ödemesi yapmaya,
hüviyetini ispat edebileceği bastan basa ve etkili bir arastırma yapmaya ve sorumlu olanları
cezalandırmaya ve arastırma usulleri için etkili bir sikayet davası açmaya ilaveten, nerede
Devlet kurumları tarafından iskenceye maruz kaldığı konusunda tartısmalı bir talebi olursa,
“etkili çözüm” zanı icap ettirilir. Sözlesmede, bir iskence fiilinin islendiğine inanmak için
makul bir sebebin olduğu bir yerde (yukarıda 48. Paragrafa bakınız), “çabuk ve tarafsız” bir
arastırma görevini sürdürebilmeyi sart kostuğu, iskence ve diğer zalimce, insanlıkdısı ve
küçültücü davranısları ve suçlarına karsı BM Sözlesmesi’nin 12. Maddesindeki gibi açık bir
kosul bulunmadığı sarihtir. Ancak, böyle bir gereklilik, 13. Maddeye göre (yukarıda bahsi
geçen Aksoy kararına bakınız, s…. paragraf 98) “etkili bir çözüm zanı” içinde kesindir.
104.Divan, bu ilkeleri gözönüne alarak, basvurucu, savcıya tam olarak itimat etmis ve polis,
sikayetçiyi doğru çıkarmak için gerekli olan kanıtları toplamak için kendi talimatları
doğrultusunda hareket ettiğini kaydetmistir. Savcı, Derik jandarma merkezindeki güvenlik
güçleri, çağrılan sahitler ile görüsme yapmak, olay mahallinde incelemelerde bulunmak,
mahkemeye ait kantları toplamak ve basvurucunun ifadesini doğru çıkartmak için diğer önemli
adımları atmak için kanuni güçlere sahiptir. Savcının rolü, sadece failin suçlarına karsı cezai
dava muamelelerini yürütmek için değil, aynı zamanda da basvurucunun muzdarip olduğu
zararı düzeltmek için basvurucunun diğer çözümlerini de takip etmek için elestirel olmaktır. Bu
çözümlerin nihai etkisi savcının kendi fonksiyonları tarafından uygun bir sekilde ifa edilmesine
bağlıdır.
105.Basvurucu, babası ve yengesi, savcıya, gözaltında tutuldukları zaman maruz kaldıkları
davranıs hakkında sikayette bulunmuslardır. Basvurucu, ifadesinde özellikle Derik jandarma
merkezinde tecavüz edildiğine ve iskenceye uğradığına atıfta bulunmustur (yukarıda 23.
Paragrafa bakınız). Savcı, basvurucunun iskenceye ait gözle görülür herhangi bir ize sahip
olmamıs olmasına rağmen, ailesinin diğer üyelerinin maruz kaldıklarını iddia ettikleri
davranıslar hakkında verdikleri ifadelerin akılda uyandırdıklarıyla, iddianın makul bir biçimde
ciddiye alınması beklenebilmistir. Bu gibi durumlarda, basvurucunun sikayetinin doğruluğunu
meydana getirebilen ve sorumluların hüviyetini tespit etme ve cezalandırmaya yol açan hemen,
bastan basa ve etkili bir arastırma yapma ihtiyacı için uyanık olmalıdır.
106. Türk Usul Hukuku kosulları, ceza kanunu ile beraber iskence, sanığa tecavüz ve kötü
muamele iddialarını arastırmak için açık yükümlülükler yüklemektedir (yukarıda 41-43.
Paragraflara bakınız). Yine de savcı, basvurucunun ifadesinin doğruluğuna karar vermek ve
kanuni takipte bulunmak ile suçlunun ikna olması için sadece tamamlanmamıs bir sorusturmayı
sürdürmüstür. Savcının 29 Haziran 1993 günü gözaltına götürülürken Aydın ailesini görmüs
olabilecek köylülerin isimlerine sahip değilken, muhtemel sahitleri sorusturmak için kendi
inisiyatifini kullanarak adım atması beklenebilirdi. Savcının olayın olduğu gün, olayın geçtiği
yerleri tanımak, basvurucunun bahsettiği yerlerin tutarlı, veya ailesinin diğer üyelerinin
ifadelerinde tutarlı olup olmadığını öğrenmek için Tasıt’a dahi gitmediği anlasılmaktadır.
Bundan baska, Savcı, Aydın ailesinin iddia edildiği gibi Derik jandarma merkezinde alıkonulup
konulmadığına karar vermek için anlamlı önlemler almamıstır. Sorusturmanın ilk kritik
evrelerinde hiçbir subay sorusturulmamıstır. Savcı, merkezdeki subaylarla benzer bir
sorusturmanın bu bölümünü yapmaktan memnun olmustur (yukarıda 27. Ve 28. Paragraflara
bakınız). Savcı, aynı zamanda, Aydın ailesinin alıkonulduğunu ve gözaltı kayıtlarının
güvenirlik diğerini kabul etmeye hazırlandığı konusundaki inkarlarını seve seve kabul etmistir.
Eğer savcı daha gayretli olsaydı, bölgedeki güvenlik durumunu gösteren 1993 yılı
kayıtlarındaki azlığın sebeplerini bulmak için yönlendirilebilirdi (yukarıda 27. Ve 28.
Pargaraflara bakınız). Savcının, merkezdeki doğru kanıtları aramadaki basarısızlığı ve güvenlik
güçlerine gösterdiği riayetkarane tavır, arastırmadaki özellikle ciddi bir kusur olarak
yorumlanmaktadır.
107. Savcının ilk kaygısının birbiri ardına istediği üç tıbbi muayenenin basvurucunun
bekaretini kaybedip kaybetmediğini belirlemek olduğu görülmüstür. Muayenenin ana konusu,
sikayetçinin en önem verdiği konu olan gerçekten bir tecavüze uğrayıp uğramadığı olmalıydı.
Bu bağlamda, ne Dr. Akkus’un ne de Dr. Çetin’in tecavüz kurbanları ile ilgili özel bir
deneyimleri olmadığı kaydedilmektedir (yukarıda 24. ve 25. Paragraflara bakınız).
Basvurucuya, ona ne olduğunun sorulması veya bacaklarındaki çürükleri açıklaması hakkında,
bu doktorların her ikisine de daha çok özet olarak hazırlanan raporlarla müracaat edilmemistir.
Doktorlardan hiçbirisi çürüklerin gönüllü olmayan bir cinsel iliski iddiası ile tutarlı olup
olmadığı konusunda gönüllü olarak fikirlerini belirtmemislerdir (yukarıda 24. Ve 25.
Paragraflara bakınız). Bundan baska, basvurucunun tavır ve hareketlerinin tecavüz
kurbanlarınki ile uyum gösterip göstermediği, psikolojik olarak değerlendirilecek bir girisimde
bulunulmamıstır.
Divan, Devlet görevlilerinin yanında ki bir gözaltındaki tecavüz iddiaları için bastan basa ve
etkili bir arastırmanın gerekliliğinin, kurbanın bu alanda özel yeteneği olan tıp otoriteleri
tarafından tüm uygun hassasiyetleri ile ve muayene alanı ile ilgili olarak kanuni takipte bulunan
yetkililerce verilen talimatlarla incelenmesi gerektiğini ima ettiğini kaydetmistir. Savcı
tarafından istenen tıbbi incelemenin bu icabı yerine getirdiği sonucu çıkarılamamıstır.
108. Arastırmanın hala devam ettiği ve basvurucunun Derik’e yakınlığının olmayısının belli bir
süre için arastırmayı engellediği iddia edilmistir (yukarıda 96. Paragrafa bakınız). Basvurucu,
psikolojik bir incelemeyi de içeren daha detaylı bir incelemeye katlanmayı reddetmistir
(yukarıda 96. Paragrafa bakınız). Divan’ın fikrine göre, sikayet basvurusunun hemen akabinde
önemli evreyi belirten ciddi kusurları ve ataleti doğrulamayabilir. Savcı, o evrede, içinde uygun
psikolojik ve davranıssal kanıtların da olduğu bütün gerekli kanıtları toplamak ve aceleyle
hareket etmek için kanuni araçlara sahipti; arastırma hükmünde belirtilen suçun önemi,
basvurucunun gaipliğinden dolayı arastırmayı askıya alma kararını onaylamaz.
109. Yukarıdaki düsüncelerin ısığı altında basvurucunun iddiaları için bastan basa ve etkili bir
arastırmanın yapılmadığı ve bu basarısızlığın, tazminat elde etmeye uğrasmayı da kapsayan
çözümler sistemi için savcının merkeziyetçi rolünün de bulunduğu diğer birçok çözümün
etkisini zayıflattığı sonucu çıkarılmalıdır.
Sonuçta, Sözlesmenin 13. Maddesi ihlal edilmistir.
IV.SÖZLESMENĐN 25. MADDESĐNĐN 1. PARAGRAFININ ĐHLAL EDĐDĐĞĐ ĐDDĐASI
110. Basvurucu, yetkililerin hem kendisini hem de ailesini, dava muamelelerini sözlesme
kurumları önüne getirme kararından dolayı çesitli sekillerde taciz ettiği ve gözdağı verdiğinden
dolayı sikayet etmistir. Buna göre, 25. Maddenin 1. Paragrafının ihlali olan basvurucunun sahsi
dilekçe hakkına müdahale edilmistir. 25. Maddenin 1. Paragrafı ile ilgili müsadere emirnamesi
söyle sart kosar:
“Đsbu sözlesmede tanınan hakların Yüksek Akidlerden biri tarafından ihlalinden zarar
gördüğü iddiasında bulunan her hakiki sahıs, hükümet dısı her tesekkül veya her insan
topluluğu, hakkında sikayet vaki Yüksek Akid tarafın bu iste Komisyonun selahiyetini
tanıdığını beyan eylemis olması halinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine sunulacak bir
dilekçe ile Komisyona müracaat edebilir. Yüksek Akid Taraflardan böyle bir beyan yapmıs
olanlar isbu hakkın müessir bir tarzda kullanılmasına hiçbir suretle engel olmamayı taahhüt
ederler”.
111. Đddiasını doğrular bir biçimde, kendisinin ve aile üyelerinin sürekli olarak karakola,
Güvenlik Amirliğine ve Savcının odasına nasıl götürüldüklerini anlatmıs ve Komisyon’a
yaptığı basvurusunun niteliğini sorgulamıstır. Köyünden ayrıldıktan sonra babası, sürekli
olarak nerede olduğu konusunda sorguya çekilmistir. Evi iki kez aranmıs ve kocası iki defa
gözaltına alınmıs ve polis memurlarınca dövülmüstür. Ayrıca komsularının, güvenlik
kuvvetlerinin kayınpederinin evini tasladıklarını gördüğünü iddia etmistir. Kasım 1996’da,
Komisyon raporunun yayınlanmasının ardından ve davasının Divan önünde görüsülmekte
olduğu sırada, yetkililer, kendisini Đstanbul’da dördüncü kez tıbbi muayeneden geçmeye
zorlamıslar ve direnirse zorla götüreceklerini söylemislerdir. (bkz. yukarıdaki 7. ve 8.
Paragraflar)
112.Hükümet, yetkililerin, söz konusu dönem içinde, basvurucunun kendisiyle ve aile
fertleriyle bağlantı kurduğunu reddetmistir. Kendisinin veya ailesinin baskı ve siddete maruz
kaldığı veya evlerinin yandığı yolundaki iddialar, bağımsız kaynaklarca doğrulanmamıstır.
Gerçekte Hükümet, Komisyon’un resmi bir cevap ve itiraz talebi üzerine, 12 Aralık 1995
tarihinde Komisyon’a gönderdiği mektupta, tüm bu iddiaları reddetmistir. Türk Ceza Kanunu
uyarınca polisin yanısıra savcı da basvurucunun iddiasını sorusturma yükümlülüğü altındadır.
Basvurucunun, Sözlesme sistemini, iddiaları bakımından düzeltme yönünde tesvik etmesi, iç
hukuk bakımından sorusturmaya son vermemistir. Basvurucu ve babası ile, iddia edilen
olayların gerçekten olup olmadığını ve iddiaların doğruluğunu ortaya koymak için yapılacak bir
görüsme, sorusturmanın basarısı için büyük öneme sahiptir. Basvurucu ve ailesi üzerinde hiçbir
baskı uygulanmamıstır. Aslında yetkililer, Ekim 1995’te Strasbourg’da Delegeler önüne
çıkmasını kolaylastırmak için, durusmaya katılımını sağlama ve pasaport gönderme konusunda
babasıyla bağlantı kurmaya çalısmıslardır.
113. Yetkililerin, Kasım 1996’da, Đstanbul’da dördüncü kez tıbbi muayeneden geçmeye
zorladığı iddiasına gelince, Hükümet, bir kez daha, basvurucuyu psikolojik tedavi altına
alarak, ırzına geçildiği yolundaki iddiasıyla ilgili sorusturmanın derinlestirilmesi ihtiyacını
vurgulamıstır. Basvurucu herhangi bir muayeneden geçme yükümlülüğü altında değildir.
Yetkililer, bu yöndeki isteğine saygı göstermislerdir.
114. Komisyon, basvurucu ve ailesinin gerçekten tehdit ve tacizden yakındıklarını ve
basvurucunun, Komisyon önündeki islemlere son vermesi için ağır baskılara maruz kaldığını
ve bunun da kendisinin bireysel dilekçe hakkını kullanmasını daha da zorlastırdığını
belirtmistir. Đddiaların bağımsız kaynaklarca doğrulanmamasına karsın, Komisyon, yine de,
Hükümet’in, yetkililer ile basvurucu ve ailesi arasındaki temasları haklı kılacak makul nedenler
ortaya koyamadığını düsünmektedir. Ayrıca Komisyon tarafından, taciz ve tehdit iddialarına
iliskin açıklamalar yapmak üzere davet edilmesine rağmen, Hükümet, böyle bir harekette
bulunmamıstır.
115. Divan, Sözlesmenin 25. Maddesinde öngörülen bireysel dilekçe hakkının etkin bir
biçimde uygulanması için basvurucular veya potansiyel basvurucuların, yetkililerden
sikayetlerini geri alma veya değistirme yönünde herhangi bir baskı görmeden, Komisyon ile
serbestçe haberlesme imkanına sahip olmasının büyük önemi olduğunu vurgulamıstır. (bkz. 16
Eylül 1996 tarihli Akdivar*Türkiye Davası, Raporlar 1996 IV, s.1219 § 105)
116. Basvurucu ve ailesinin, Sözlesme kurumları önündeki tutumlarını etkileyeceği düsünülen
taciz ve tehdite iliskin kesin ve bağımsız bir kanıt gösteremedikleri ifade edilmelidir.
Komisyon, büyük ölçüde, yetkililerin, basvurucunun evine baskın yapıldığı, kocasının
polislerce dövüldüğü ve kendisinin ve aile fertlerinin, Komisyon’a yaptığı basvurudan ötürü
sürekli sorgulandığı iddialarını reddetmekten baska bir sey yapmamıs olmasının üzerinde
durmustur. Mamafih, Divan önünde Hükümet, taciz ve tehdit iddialarının gerçek olmadığını
teyid etmistir. Sorgulamanın doğru olduğunu kabul etmis fakat bunun sikayetlere iliskin cezai
sorusturmanın bir gereği olduğunu ve kendisinin Delegeler önündeki durusmasına katılımını
kolaylastırmayı amaçladığını belirtmistir.
117. Tüm bunlara karsın Divan, önüne gelen kanıtlar ısığında,
davalı devlet yetkililerinin, basvurucu ve aile fertlerine, sikayetlerini geri almaları veya
değistirmelerine neden olacak ve bireysel dilekçe hakkının uygulanmasını engelleyecek sekilde
tehdit ve tacizde bulunduğuna karar vermistir.
Bu nedenle Sözlesmenin 25 §1. Maddesinin ihlali söz konusu değildir.
V. SÖZLESMENĐN 28§ 1 (a) VE 53. MADDELERĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI
118. Basvurucu, Divan’dan Hükümet’in, Sözlesmenin 28 §1 (a) ve 53. Maddelerinde öngörülen
yükümlülüklerine uymadığına hükmetmesini talep etmistir. Sözlesmenin ilgili 28 §1 (a)
maddesi söyledir:
“Komisyon, kendisine havale edilen bir basvuruyu kabul ettiği taktirde;
a) Olayları tespit etmek amacıyla, tarafların temsilcileriyle birlikte basvuruyu
inceleyecek ve gerekirse, Đlgili Devletlerin, Komisyon ile fikir teatisinde
bulunmalarından sonra, etkinliği için gerekli tüm kolaylıkları sağlayacakları bir tahkikat
yapacaktır.”
Sözlesmenin ilgili 53. Maddesi söyledir:
“Yüksek Akidler taraf oldukları Divanın kararlarına uymayı taahhüt ederler.”
119. Bu talebi bağlamında basvurucu, Komisyon’un, Hükümetin, Sözlesmenin 25. Maddesini
ihlal ettiğini ortaya koyduğu 7 Mart 1996 tarihli Komisyon raporuyla, taciz ve tehdit kurbanı
olduğunu belirtmesinden memnun olmustur. Ayrıca Divan önündeki islemlerle ilgili taciz ve
tehdit, Divan’ın 16 Eylül 1996 tarihli Akdivar davasında (bkz. paragraf 115, yukarıda) davalı
devletin, Sözlesmenin 25. Maddesini ihlal ettiği yolunda aldığı karara rağmen devam etmistir.
Bu sartlar altında Hükümet’in iyiniyeti ve Sözlesme bağlamındaki yükümlülüklere uyma
yolunda gösterdiği istek süphelidir.
120. Basvurucunun 25. Madde bağlamında yaptığı sikayetine (bkz. paragraf 117, yukarıda)
karar göz önünde bulundurulduğunda Divan, basvurucunun 28§ 1 (a) ve 53. Maddeler uyarınca
yaptığı sikayetleri incelemenin gereksiz olduğu görüsündedir.
VI. ĐDARĐ UYGULAMANIN SÖZLESMEYĐ ĐHLALĐ ĐDDĐASI
121. Sözlesmenin 3, 6§ 1,13 ve 25. Maddelerinin ihlal edildiğine iliskin bulgulara ek olarak,
basvurucu, Divan’dan ihlale resmi olarak göz yumulduğu gerekçesiyle bu maddelerin ağır
ihlalinin kurbanı olduğuna hükmetmesini talep etmistir.
122. Basvurucu, CPT tarafından Aralık 1992’de yayınlanan ve göz altına alınan kisilere
iskence yapılmasının veya diğer kötü muamelelerin Türkiye’de yaygın olduğunu ifade eden
Kamu Bildirisine isaret etmistir. (bkz. 49. ve 50. Paragraflar, yukarıda) Divan önünde CPT’nin
en son 6 Aralık 1996 tarihinde yayınlanan ve Türkiye’deki karakollarda iskence ve kötü
muamelenin yaygın olduğunu belirten Kamu Bildirisine dikkat çekmistir. (bkz. paragraf 50,
yukarıda) Yetkililer bu durumu düzeltmek amacıyla herhangi bir girisimde bulunmamıstır. Bu,
yetkililerin, Sanıkları mahkeme önüne getirmek için kesin ve bağımsız sorusturmalar
yapmayarak, söz konusu iddiaları reddettiğine dair önemli bir örnek olusturmustur. Bu durum,
bir mahkemede tazminat talebinde bulunma dahil iç basvuru yollarının inkarıyla
sonuçlanmaktadır. Sikayetçiler ve onlara yardımcı olanlar, durumun düzeltilmesi ve iç hukuk
basvuru yollarının uygulanması için iç hukuk sistemini kullanmalarını engelleyecek biçimde
tehdite maruz kalmıslardır.
123. Bunun yanısıra basvurucu, davalı devlet hakkında, basvurucuların Sözlesmenin 25.
Maddesi uyarınca, tehdit, baskı ve tacize uğradıklarını iddia ettikleri davaların, Sözlesme
kurumları önünde büyük etkisinin olduğunu iddia etmistir. Basvuruculara iddiaları konusunda
yardımcı olan doktorlar ve avukatlar da aynı baskılara maruz kalmıslardır.
124.Divan, Komisyon önündeki kanıtın, basvurucular bakımından Sözlesmenin ilgili
maddelerini ihlal eden bir idari uygulamanın varlığı sonucuna varmak için yeterli delil
olmadığı görüsündedir.
VII. SÖZLESMENĐN 50. MADDESĐNĐN UYGULANMASI
125. Basvurucu, Sözlesmenin 50. Maddesi bağlamında adil yargılama hakkı talep etmislerdir.
Söz konusu madde söyledir:
“ Divan’ın kararı, bir yüksek Akid Tarafından adli makamları veya resmi bir makam
tarafından alınmıs olan bir kararın veya vaz’edilmis bulunan bir tedbirin isbu Sözlesmeden
doğan mükellefiyetlere tamamen veya kısmen aykırı olduğunu beyan ederse ve eğer mezkur
Akid Tarafın dahili mevzuatı bu kararın veya tedbirlerin neticelerini ancak kısmen izaleye
müsaitse, Divan kararında, buna mahal varsa, hakkaniyete uygun bir surette mutazarrır tarafı
tatmin eder.”
A. Maddi ve Manevi Zarar
126. Basvurucu, taciz ve tehditten kurtulmak amacıyla Derik’den ayrılıp baska bir yere gitmek
için £ 50 masraf yaptığını iddia etmistir. ( paragraf 111, yukarıda) Bu miktarın maddi zarar
bağlamında tazmin edilmesi talebinde bulunmustur.
127. Maddi olmayan zarara gelince, göz altında iken maruz kaldığı kötü muamele sonucu
çektiği fiziksel ve zihinsel acı karsılığında £ 30.000 (Sterlin) ve buna ek olarak ırza geçme
olayının sebep olduğu fiziksel ve psikolojik acılardan dolayı da £ 30.000 (sterlin) talep etmistir.
Ayrıca Divan’dan, Sözlesmedeki yargılama usulleri uyarınca, iskence ve tehdite varan kötü
muamele nedeniyle doğan ağır zararlar için Türkiye’deki bir hayır kurumuna verilmek üzere £
30.000 (sterlin) ödenmesi talebinde bulunmustur. Son olarak, emsal teskil eden veya ceza
gerektiren zararların karsılığı olarak £ 30.000 (sterlin) ödenmesine karar vererek, kurbanı
olduğu, Sözlesmenin 3. Ve 25. Maddelerinin ihlalini ciddi bir biçimde kınamaya davet etmistir.
128. Divan önünde basvurucu, , maddi ve maddi olamayan zarar karsılığında söz konusu
dönemde geçerli olan kurdan Türk lirasına çevrilmek üzere £120.050 (sterlin) ödenmesi
talebinde bulunmustur. Eğer tazminat Türk Lirası olarak verilirse Divan, Türkiye’deki yüksek
enflasyonu göz önünde bulundurarak, %95 oranındaki temerrüd faizini de eklemelidir.
129. Hükümet Divan’dan, iddialarını ispat etmeyi basaramadığı için basvurucunun talebini
reddetmesini istemistir. Divan’ın, Türkiye’nin Sözlesme’yi ihlal ettiğine dair bulgular elde
etmesi halinde, böyle bir sonucun adil yargılama hakkı olusturacağını belirtmistir. Her
halukarda Divan ülke ekonomisinin genel durumu ve Türkiye’deki maas seviyesi göz önünde
bulundurulduğunda basvurucuyu haksız biçimde zenginlestirecek herhangi bir tazminat
ödemekten kaçınmalıdır.
130. Delegeler, Madde 3’ün ihlali ve bu maddede güvence altına alınan hakkın önemi göz
önünde bulundurulduğunda, Divan tarafından belirlenen tazminat miktarının yüksek olması
gerektiğini belirtmistir.
131.Divan’ın madde 25’in ihlal edilmediği yönündeki kararı ısığında (paragraf 117),
basvurucunun maddi zarar bağlamında talep ettiği tazminat reddedilmelidir. Ayrıca
basvurucunun maddi olmayan zarar nedeniyle talep ettiği tazminat, basvurucunun Sözlesmenin
3. Maddesinin ihlalinin mağduru olduğu yolundaki karar ile sınırlandırılmalıdır. Bu bağlamda
ve Sözlesme ihlalinin ciddiyeti sonucu basvurucunun göz altında iken çektiği acılar ve ırza
geçme sonucu olusan kalıcı psikolojik tahribat göz önünde bulundurulduğunda Divan, sorunun
çözüldüğü zaman geçerli olan kurdan Türk Lirasına çevrilmek üzere, maddi olmayan zararın
karsılığı olarak, £ 25.000 (sterlin) tutarında tazminat ödenmesine karar vermistir.
B. Masraf ve Ücretler
132.Basvurucu, sikayetini Sözlesme kurumları önüne getirmekten doğan, kaçınılmaz ve makul
miktardaki masraf ve harcamaları karsılığında £ 43.360 (sterlin) tazminat ödenmesi talebinde
bulunmustur. Bu miktar basvurucunun Đngiliz temsilcilerine (£ 30.000) ve Türk temsilcilerine
(£ 3.000) ödediği makul ve yasal ücreti, Kürt Đnsan Hakları Derneği’ne arastırma ve yardımları
için ödediği ücreti ( £ 6.000)ve diğer makul ve kaçınılmaz masraf ve harcamaları ( tercüme,
fotokopi, haberlesme, tıbbi rapor, v.b., basvurucunun yaptığı doğrudan ilgili masraflar- £
4.360)yansıtmaktadır.
Durusmada basvurucu, Đngiliz asıllı temsilcilerine ödenecek yasal ücretin doğrudan
doğruya Sterlin olarak kendilerine ödenmesini ve sterlin olarak ifade edilen masraf ve
harcamaların, ödeme zamanında geçerli olan % 8’lik temerrüd faizi göz önünde bulundurularak
Türk lirasına çevrilmesi talebinde bulunmustur.
133. Hükümet, basvurucu tarafından talep edilen meblağın, Đngiltere’de temsilci tayin etme
kararı yüzünden sisirilmis olduğu görüsündedir. Türk Avukatları bu müracaatı Đngiliz
avukatlarından çok daha mütevazi bir bedel karsılığında yürütebilirleri ve bu suretle ilave
tercüme masrafından tasarruf edilebilirdi. Ayrıca Kürt Đnsan Hakları Projesine herhangi bir
bedel ve masraf ödenmesine, bu kurulusun basvurucuyu temsil hakkı olmadığı nedeni ile karsı
çıkmıstır.
134. Komisyon delegesi talep edilen miktar hakkında bir beyanda bulunmamıstır.
135. Divan basvurucunun Đngiltere’de mukim, usulüne göre tayin edilmis bulunan
temsilcilerinin ücret ve giderleri için tesbit edilmis olan £34,360 meblağın gerekli ve makul
olduğu düsüncesindedir. Bu yüzden Divan bu meblağ ile buna ilave edilebilecek KDV, ve
bundan tenzil edilecek, (talep hesabında dikkate alınmayan) Avrupa Konseyinin adli yardımı
hesaplanarak ödenmesine karar vermistir. Ayrıca, müracaatçının Türk temsilcisine de talep
etmis olduğu £3000 de tam olarak ödenecektir. Kürt Đnsan Hakları Projesi tarafından talep
edilen bedele gelince, Divan derneğin davaya katılımının kapsamının herhangi bir bedel tesbiti
için haklı olduğu kanaatini edinmemistir. Bu yüzden bu talep reddedilmistir.
C. Gecikme Faizi
136. Divanın elinde mevcut bilgilere göre Đngiltere’de isbu kararın kabul tarihinde geçerli faiz
haddi yıllık %8’dir. Divan bu oranın Đngiltere’de mukim temsilcilere sterling olarak ve
Türkiye’deki temsilcilere ödeme tarihindeki kur üzerinden TL’ye çevrilerek uygulanmasını
gerekli görmektedir.
BU NEDENLERLE, DĐVAN
1. Üçe karsı on sekiz oyla iç yasal yolların tükenmediğine dair ilk itirazı reddetmeye;
2. Sürecin kötüye kullanıldığı hakkındaki ilk itirazın reddine;
3. Yediye karsı on dört oyla Sözlesmenin 3. Maddesinin ihlalinin vaki olduğuna;
4.Bese karsı on altı oyla sözlesmenin 13. Maddesinin ihlalinin vaki olduğuna;
5.Yirmiye karsı bir oyla basvurucunun Madde 6 § 1’in ihlal edildiğine basvurucunun
sikayetinin dikkate alınmasına gerek olmadığına;
6. Oybirliği ile 25 § 1 Maddesinin ihlal edilmediğine ;
7.Oybirliği ile Madde 28 § 1(a) ve 53’ün ihlal edildiğine dair basvurucunun sikayetinin
incelenmesine gerek olmadığına;
8.On sekize karsı üç oyla
a) davalı Devletin, basvurucuya manevi tazminat olarak, üç ay içerisinde tasfiye
tarihinde geçerli kur üzerinden TL’ye çevrilerek ödenmek üzere 25,000 (yirmibesbin) Streling
ödemesine,
yukarıda belirtilen üç ayın geçmesi halinde ayda yıllık %8 faiz ödenmesine,
9. Bese karsı on altı oyla,
(a) Davalı devletin, müracaatçının Đngiltere’de mukim temsilcilerine, uygulanabilecek
KDV ile birlikte bedel ve masraf olarak £ 34.360’in, isbu karar tarihinde cari olacak
kur'dan hesaplanacak 19.145 Fransız Frank’ı tenzil edilerek ödenmesine, kendisinin
Türk temsilcisine, ödeme tarihindeki kur üzerinden hesaplanmak üzere £3.000
karsılığı TL ödenmesine;
b)Yukarıda belirtilen üç ay süreden sonra ödeme tarihine kadar geçecek süre için %8
faiz ödenmesine;
karar vermistir.
Đngilizce ve Fransızca olarak hazırlanmıs ve 25 Eylul 1997 tarihinde Strasbourg’da Đnsan
Hakları Binasında açık oturumda tefhim edilmistir.
Đmza: Rolv Russdal,
Baskan
Đmza: Herbest Petzold,
Mukayyit
A sayılı Divan Đçtüzüğünün 51 § 2 ve 53 § 2 gereğince asağıdaki görüsler isbu karara
eklenmistir:
(a) Bay Matscher’in kısmen uyumlu kısmen karsı görüsü;
(b) Bay Pettiti’nin kısmen uyumlu kısmen karsıt görüsü;
(c) Kötü muameleye iddiası (Sözlesmenin 3.Maddesi) konusunda Bay Gölcüklü, Bay
Matscher, Bay Pettiti, Bay De Meyer, Bay, Lopes Rocha, Bay Makarczyk ve Bay
Gotchev’in müsterek karsı görüsü;
(d) iç yasal yollar (Sözlesmenin 13. Maddesi) konusunda Bay Gölcüklü, Bay Pettiti,
Bay De Meyer, Bay Lopes Rocha ve Bay Gotchev’in müsterek karsıt görüsü;
(e) Bay Gölcüklü’nün bireysel karsıt görüsü;
(f) Bay De Meyer’in bireysel karsıt görüsü
Paraf: R.R.
Paraf: H.P
YARGIÇ MATSCHER’ĐN KISMĐ KARSIOYU
1. Yüce Divanın, davalı Hükümetin ilk itirazlarını reddetmesini onaylıyorum.
2. Eğer iddia edilen hususlar ispat edilebilseydi Sözlesmenin son derece ciddi bir ihlalini
olustururdu.
Fakat, mahallinde tahkikat yapan Komisyon temsilcilerinin, her iki tarafça yapılan çeliskili
beyanları, ilgililerin çatısan çıkarları ve özellikle davalı Hükümetin etkin bir isbirliğinden
kaçınması nedeni ile güçlüğe maruz kalmıs olmalarına rağmen bu sartın yerine getirildiği
hususunda tatmin olmus değilim. Bununla beraber, bu vakada olduğu çeliskili beyanların
yapıldığı hallerde, “cezai” sorusturmanın çok daha teferrüatlı ve tarafsız olarak yapılması ve
güvenilir sonuçlara varılabilmesi için ilgili tüm hususların değerlendirilmesi gerekir.
Her iki tarafın sağladığı tanıkların ifadelerindeki tutarsızlık ve hatalar üzerinde yorum
yapmadan sadece sunu ifade edeceğim ki, müsterek karsıt görüslerde zikredilen hususlardan
bazıları, sasırtıcıdır ve Diyarbakır Đnsan Hakları Derneğinin desteği ile basvurucunun olaylar
hakkında verdiği ve esas itibariyle Komisyon ve Divan tarafından kabul edilmis bulunan
ifadenin doğruluğu hakkında ciddi süpheler uyandırmaktadır.
Bu sartlar altında bu davada “gerçeğin” ne olduğunu söyleyemediğimden, basvurucunun
iddialarının süphe götürmeyecek sekilde ispatlanmıs olduğu kanaatinden çok uzağım. Bu
itibarla, olayları ispat edecek yeterli delil olmadığı için Sözlesmenin 3. Maddesinin ihlal
edilmediği sonucuna varmaktayım.
3. Madde 13. Ihlal edildiğine dair Yüce Divanın çoğunluğu ile ayni düsüncedeyim.
4. Madde 25 § 1 ihlal edilmediğine ve 25 § 1 maddesine dair çoğunluk kararına katılıyorum.
Manevi tazminat kararı verilmesini kabul ediyorum (kararın icra bölümündeki 8. Maddeye
bkz.), fakat, basvurucunun Đngiltere’deki temsilcilerinin ücretlerinin karsılanması için büyük
bir meblağ ödenmesine karsıyım zira, basvurucunun bunlara talimat vermesine bastan beri
gerek olmadığını düsünüyorum (bkz. Kararın icra bölümündeki Madde. 9)
Đcrai hükümleri 1, 2 (ilk itiraz)lar, 5 (Madde 6), 6,7,8,9 fıkraları üzerinde çoğunlukla
birlikte oy kullandım
Madde 3 ve 13’ün ihlal edilmediği hakkında azınlıkla beraber oy kullandım.,
Sözlesmenin 3. Maddesine gelince;
Mahkeme içtihadının gerektirdiği gibi iddia edilen olayların gerçekten vuku bulmus
olduğunun kati olarak tesbiti gereğinin tahkikat sırasında yerine getirildiğine kani olmadığım
için 3. Maddede müsterek karsıt görüse katılıyorum.
Eğer olaylar katiyetle saptanmıs olsaydı gerçekten ciddi bir ihlal varid olurdu.
Sözlesmenin 13. Maddesine gelince,
Basvurucunun kullandığı bir çare vardı (iddia makamına sikayette bulunmak) ve bu da
daha henüz kapanmamıs olan bir sorusturmaya yol açmıstır.
Müsterek karsıt görüste 13 Madde ile ilgili olarak ifade edilen, sorusturmanın
noksanları, iddia makamının ihmalleri ve sikayetçinin hata ve ihmalleri gözlemine
katılmaktayım. Kabul etmek gerekir ki, çare (iç hukuk) etkin olmamıstır, ancak, bu etkin
olmayısta her iki tarafın pay bulunmaktadır. Bu yüzde Madde 13’ün uygulanması sartları bu
davada olusmamıs bulunmaktadır.
KÖTÜ MUAMELEYE ĐDDĐASI KONUSUNDA YARGIÇLAR GÖLCÜKLÜ,
MATSCHER, PETTITI, DE MEYER, LOPES ROCHA, MAKARCZYK VE
GOTCHEV’ĐN MÜSTEREK KARSIOYU (SÖZLESMENĐN 3.MADDESĐ)
1. Đlgili üç sahsın gözaltına alınması
Müracaatçı, babası ve yengesi Farahdiba, 29 Haziran’dan 2 Temmuz 1993’e kadar
özgürlüklerinden mahrum edildiklerini ve Derik jandarma karargahında bu üç gün süresince
gözaltında tutulduklarını söylemislerdir.
Jandarmanın yalanlaması ve tutuklular kayıt listesinde isimlerinin bulunmaması aksini ispat
için yeterli değildir.
Ancak bu durum, Aydın ailesinin tutuklanması, gözaltında tutulması ve serbest bırakılması
ile ilgili olan ve Mahkemenin elinde bulunanın sadece bu ailenin üç ferdinin, üçüncü kisilerce
sağlanan herhangi bir delille teyid edilmemis beyanlardan ibaret olduğu vakıasını
değistirmemektedir.
Onlar beyanlarında, önce “köy meydanına” ya da “okulun yakınındaki meydana” “diğer
köylüler” tarafından götürüldüklerini belirtmislerdir. Basvurucunun babası tarafIndan Temmuz
1995’te yapılan bir beyana göre diğer köylülerden “bir genç adam” Aydın ailesinin üç üyesi ile
birlikte götürülmüstür.
Dava dosyası “diğer köylüler”, ya da özellikle “genç adam” tarafından herhangi bir ifade
ihtiva etmemektedir. Ayni sekilde ve daha genel olarak, ilgili üç sahsın beyanın dısında onların
tutuklanmaları, üç günlük kayıp olmaları ve daha sonra köy dönmeleri hakkında baska bir
kimsenin beyanı mevcut bulunmamaktadır.
Đddia edilen olaylar sırasında ne Derik Savcısı Bay Özenir, ne Diyarbakır Đnsan Hakları
Derneği, ne de Komisyon bu ilgili sahıs dısında olayla ilgili olarak baska bir kimsenin ifadesini
almıslardır.
Bu hayati sayılabilecek noktada esef edilecek bir delil bosluğu bulunmaktadır.
2. Kötü Muamele
Basvurucu, babası ve yengesi gözaltında bulunduruldukları sırada kötü muameleye
uğradıkları iddiası ile 8 Temmuz 1993’te Derik Savcılığına basvurmuslardır.
Sikayetlerini yaptıkları gün Savcı kendilerini Derik Devlet Hastahanesinde muayene
ettirmistir. Basvurucu ertesi gün Mardin Devlet Hastahanesinde Jinekolog Dr. Çetin tarafından
ve tam bir ay sonra da Diyarbakır Doğumevinde bir doktor tarafından muayene edilmistir.
Dr. Akkus ve Dr. Çetin tarafından verilen raporlarda ve beyanlarda, her üçünün de serbest
bırakılma tarihlerinden altı yedi gün sonra çesitli yaralar gösterdiklerini belirtmektedir.
Doktorların pek yeni olmayan yaralar konusundaki bulguları, ilgili üç sahsın beyanları ile
çelismemektedir, ancak, bu yaraların nasıl hasıl oldukları hakkında da tam bir sonuca
varılmasını da mümkün kılmamaktadır.
3. Müracaatçının Özel Durumu
En ciddi itham hiç süphesiz basvurucunun gözaltında iken tecavüze uğradığı ithamıdır.
Bu hususta kendisi daha 8 Temmuz’da Derik Savcısına ifade vermis ve bikrinin izale edildiğini
ilave etmistir.
Ayni gün öğleden sonra kendisini muayene eden Dr. Akkus, kızlık zarının yırtıldığını
ve baldırlarında çürükler olduğunu tesbit etmistir. Ertesi günü kendisini muayene eden Dr.
Çetin bikr izalesi izlerini tesbit etmis, bunların iyilestiğini ve olayın bir haftadan önce vuku
bulmus olduğunu belirtmistir.
Bu itibarla, 2 Temmuz 1993 tarihinden önce bir veya daha fazla cinsi temas vaki
olmustur. Soru nerede, ne zaman ve kiminle olduğudur. Basvurucu, aca zor kullanılmıs mıdır ?
Dr. Akkus ve Dr. Çetin’in kısa bulguları ve Diyarbakır Doğumevinin bir ay sonra
yapılmıs gecikmis muayeneleri, duhul keyfiyetinin ne zaman vaki olduğunu ifade etmek için
yeterli değildir. Hiç değilse tecavüz veya tecavüze tesebbüsün Derik Jandarmalarından biri
tarafından veya Derik Jandarma karakolunda vuku bulduğunu göstermek için yeterli değildir.
Konu su hususlar dikkate alınanca daha karmasık bir hal almaktadır: 1993 ve 1995’te
verdiği kendi ifadelerine göre, basvurucu Derik Karakolunda vuku bulduğu iddia edilen
olaylardan ancak bir kaç gün sonra kuzeni Abidin Aydın ile evlenmistir-yerel kültür
çerçevesinde bu sasırtıcı bir olaydır- ve ikinci olarak evlilikten kısa bir süre sonra çocukları
olmustur.
Bu münasebetle kayda sayandır ki, 1 Nisan 1994’te Diyarbakır Đnsan Hakları
Derneğinde verdiği ifadede, evlendikten kısa bir süre sonra Diyarbakırda bir jinekolojist olan
Bay Donat’a basvurarak tasıdığı çocuğun gerçekten kocasından olup olmadığını “çesitli
yöntemlerle” tesbit etmek istemistir.
Đddia edilen kötü muameleden hemen sonra, Dr. Akkus ve Dr. Çetin’den daha kalifiye
bir doktora muayene olmaması yazık olmustur. Diyarbakır Đnsan Hakları Derneğinin o sırada
bunu düsünmüs olması gerekirdi.
4. Sonuç
Yukarıdaki izahattan ortaya çıkan husus basvurucu, babası ve yengesi tarafından ileri
sürülen iddiaları destekleyen ve tarafsız bir kaynaktan gelen delil bulunmadığı ve iddiaların
gerçek olduğunun “makul bir süpheye” yer bırakmayacak bir sekilde ispatlanamadığıdır.
Gözaltına alma, kötü muamele uygulama ve tecavüzün delilleri Divanı istemesi lazım
olan güçlü bir sekilde sunulamamıstır.
Bunun kadar bir meselede, özellikle, ihtilafın ardındaki durum dikkate alındığında,
basvurucu ve babası hakkında “güvenilebilirler” izlenimi yeterli olamaz.
ĐÇ YASAL YOLLAR (SÖZLESMENĐN 13. MADDESĐ) KONUSUNDA YAGIÇLAR
GÖLCÜKLÜ, PETTITI, DE MEYER, LOPES ROCHA VE GOTCHEV’ĐN
MÜSTEREK KARSIOYU
1. Kısaca olayların kronolojisi
Olayların 29 Haziran ve 2 Temmuz 1993 arasında vuku bulduğu iddia edilmektedir.
Basvurucu, babası ve yengesi, Derik Savcılığına 8 Temmuz 1993’te sikayetlerini
bildirmislerdir.
Savcı, 8, 9, 13, ve 22 Temmuz, 12 Ağustos ve Aralık 1993, 18 Ocak, 17 Subat, 18
Nisan ve 13, 18 ve 26 Mayıs 1994’de sorusturma ile ilgili islemler yapmıstır. Onun halefi veya
baska bir savcı Ocak ve Mayıs 1995’te de islemler yapmıslardır.
“Serbest bırakıldıktan sonra” Aydın ailesi Tasıt’tan ayrılarak Derik-Kaleye gitmisler ve
oraya 15 Temmuz 1993’te varmıs görülüyorlar. Basvurucu ve kocası, Ferahdiba ve Kocası ile
birlikte, Mart veya 1994’te adres bırakmadan oradan ayrılmıslardır.
Komisyona sikayet Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği tarafından 15 Temmuz 1993’te
basvurucunun verdiği yetkiye istinaden, 21 Aralık 1993’te yapılmıstır.
2. Savcının Sorusturması
Mevcut davanın güçlüğü üç sahsın sikayetini müteakip Derik Savcısının yürüttüğü
sorusturmanın yetersizliğinden ortaya çıkmıstır.
Sorusturma iki temel noktada yetersizdi: evvela, Savcı jandarmaların inkarlarını ve
kayıtlarında bulunan veya bulunmayan bilgiyi hemen kabullenmis ve Tasıt'taki köylüleri
sorgulamamıs veya sorgulatmamıstır.
Bu son hususta Temmuz 1995’te Bay Özenir, Aydınların diğer köylülerden hiç
bahsetmediklerini beyan etmistir. Gerçekten de sorgu zabıtlarında baska köylülerin varlığından
hiç bahsedilmemektedir; ancak, bu Aydınların kendisine bundan bahsetmediklerini ispata
yetmez; bahsetmemis olsalar bile, olan bitenler hakkında Savcının Tasıt'ta bilgi edinmemis
olması veya bilgi edinmeye çalısmaması sasırtıcıdır.
Gerçekte savcı, zaman geçince değersiz kalan tıbbi muayeneler dısında fazla bir sey
yapmamıstır.
Bu bakımdan, Madde 3 ile korunan hakların ihlal edildiğine dair makul bir süphe bırakmayacak
delillerin yetersiz olduğu bu dava, 6 Madde ile teminat altına alınan yargı hakkı ve 13’ün
Madde ile teminat altına alınan etkin çare hakkı ile ilgili sorunlar ortaya çıkarmaktadır.
3. Basvurucunun ve Diyarbakır Đnsan Hakları Derneğinin Davranısı
Bu da ayrı tür bir sorun yaratmaktadır.
Evvela, basuvuru sahibi, iddia edilen olaylardan sekiz gün sonra sikayette bulunmustur
ki, artık duhul tarihini kesinlikle tesbit imkanı kalmamıstır. Irza tecavüz konusuna gelinde
kendisi, daha sonra çocuğunun babalığını tesbit için yaptığı gibi bir jinekoloğa muayene
olmamıstır. Đddia olunan olaydan bir süre sonra ortadan kaybolmustur.
Đkinci olarak, vakanın olaydan hemen hemen iki hafta sonra 15 Temmuz 1993’te
kendisine intikal ettiğini ve basvurucuyu temsil etmek sahibi olduğunu beyan eden Diyarbakır
Đnsan Hakları Derneği de tahkikatın daha sıkı bir sekilde yürütülmesi için hiç bir faaliyet
göstermemistir. Bu Dernek, Bay Özenir’in amirleri veya daha baska Türk yetkililerle temas
edebilir ve bilhassa, 29 Temmuz 1993’te Tasıt’ta vuku bulan olaylar hakkında diğer köylülerin
ifadelerini toplayabilirdi.
Basvuru sahibi Derneğe verdiği ilk ifadede, tutuklandığı sırada diğer köylülerinde orada
bulunduğunu söylemistir. Böyle olduğu halde Dernek neden bunlardan herhangi birini bulmaya
çalısmamıstır?
Kaldı ki, Dernek herhangi bir adli veya idari sorusturma talebinde bulunmamıs
görüntüsündedir.
Basvurucu, sadece zamanın geçmesini beklemis ve olaydan bes ay kadar sonra daha altı
ay dolmadan 21 Aralık 1993’te doğruca Komisyona müracaat etmistir.
Bu sartlar altında iç çarelerin tüketildiği kanaatine varmak güçtür. Hatta bu konuda bir
hakkın kötüye kullanıldığından bahsedilmesi de anlasılabilir bir husustur.
Bu konuda, davalı Devlet Komisyonda bir itirazda bulunmadığı için bu itirazın simdi
dikkate alınması mümkün görülmese de, Derneğin davranıs biçimi, Madde 6 veya Madde 13’in
ihlal edilmis olduğuna dair sunuslarını büyük ölçüde zayıflatmaktadır.
4. Sonuç
Sorusturmadaki belirgin eksiklikler, mahkemeye ulasma hakkının ya da etkin bir çare
bulunması hakkının ihlal edildiği sonucuna varmak için yeterli midir?
Bu davada basvurucunun ve özellikle temsilcilerinin davranıs sekillerini dikkatten uzak
tutulmasının mümkün olmadığı kanısındayız. Bu sorusturmayı kolaylastırmadığı gibi, onun
basarısızlığında rol oynamıstır. Bu durum Madde 6 ve Madde 13’ün ihlal edildiği bulgusuna
varmamızı engellemektedir.
YARGIÇ GÖLCÜKLÜ’NÜN BĐREYSEL KARSIT GÖRÜSÜ
1. Her ne kadar, müsterek karsıt görüste vardığımız sonuç, davanın diğer yönlerini özellikle
Madde 6 ve/veya Madde 13.1’I incelememi lüzumsuz kılmakta ise de, iç çareler konusunda
Türk sistemini ortaya koymayı yararlı görüyorum.
2. Basvurucu, yeterli, etkin iç çarelerin bulunmadığından sikayet etmekte ve bu yüzden Madde
6 ve/veya Madde 13’ün ihlal edilmis olduğunu iddia etmektedir.
3. Bu münasebetle belirtmek isterim ki, bu davada olduğu gibi iskence ve kötü muamele gibi
iddialarla ilgili olarak, basvurucunun sikayetine çare bulacak üç tür islem Türk hukukunda yer
almaktadır. Birincisi ceza takibatıdır. Basvurucu gerçekten sikayet edilen olaylardan sorumlu
oldukları iddia edilenler hakkında yetkili makamlara basvurmus ve cezai takibat talebinde
bulunmustur.
4. Bununla beraber, basvurucu iddia edilen olaylar hakkında eksik bir sekilde sikayette
bulunmaktan öte birsey yapmamıs ve savcılığın sorusturmasına da yardımcı olmamıstır. Bu
amaçla yardımcı olmamak bir yana, adres bırakmadan bir yıl kadar ortadan kaybolmakla da
islemleri kösteklemek için her seyi yapmıstır. Basvurucunun, olumsuz davranısını onun lehine
yorumlamak tüm hukuk mantığı ile ters düser.
5. Bildiğim kadarı ile belirtmek isterim ki, basvurucunun sikayeti üzerine savcılığının
baslattığı cezai sorusturma halen beklemededir. Savcılık, herhangi bir nedenle dava açılmasına
gerek görmezse, basvurucunun yerel Asliye Mahkemesi Baskanlığına itiraz hakkı mevcuttur.
6. Bundan baska, basvurucu, idari mahkemede devlet aleyhine ya da sivil mahkemede iddia
edilen kötü muamelenin sorumluları hakkında tazminat davası açabilirdi.
7. Eğer basvurucu idari mahkemelere müracaat etseydi, bu mahkemeler, Devletin yükümlüğü
veya kamu görevlilerin hatası nedeni ile, idari makamlara, basvurucunun polis nezareti
sırasında uğradığı zararın tazminini emredebilirdi. Bu tür idari takibat, ayrıca yürütülmekte
olan cezai takibat üzerinde de olumlu etki yapardı, zira her iki takibat da ayni eylemleri dikkate
alacaktı.
8. Etkinlik ve özellikle idari yargının etkinliği konusunda, 16 Eylül 1996 Akdivar ve
Diğerleri/Türkiye Kararı (1996-IV Raporları s. 1199 §§16 ve müteakip) konusundaki karsı
görüsüme atıfta bulunmus olmama ilave olarak, Madde 6 ve 13 konusunda çoğunluğun
kararına neden katılamadığımı gösteren önemli örnekleri asağıda belirtiyorum.
Asağıdaki gözlemler, Divan tarafından incelenmek üzere sunulan tüm kararlara
uygulanabilir ve aynı zamanda Fransız idari mahkemeleri kararları ile aynı hususları kapsar.
a) Bütün ekli olan ve idari mahkeme içtihadını bir bölümüne aksettiren
kararların tümünde mahkemeler zarar görenin lehine hüküm vermislerdir.
b) Bu kararlar, çesitli terörist eylemlerin kurbanı olarak tazminat talep edenlerin
hak ve çıkarlarına karsı son derece hassas bir hukuki mantık ifade eden
teferruatlı yürütme ile ilgi hükümlere dayanmaktadır.
c) Bu kararlara konu teskil eden olaylar son derece çesitli olup aralarında siddet
sonucu ölüm, uçaktan ates açılması (bkz. A24) saldırı, yaralama ve fiziki zarar
bulunmaktadır.
d) Birçok davada kararların yürütme ile ilgi hükümleri, tüm idari kararların
mahkemelerin gözden geçirmesine tabi olduğunu hükme bağlayan Anayasanın
125’inci Maddesini atıfta bulunmaktadır.
e) Kararlar, eylemleri yapanların ister PKK (bkz. Örnek A13), ister güvenlik
güçleri (bkz: A25), isterse bilinmeyen kisiler olsun (Bkz. Örnekler A3, A17,
A24): bunlar arasında bir ayırım yapmamaktadır; zira, yaklasım daha genel
olup görevin ifası sırasında islenen hatanın tesbitinin veya idari makamların
yükümlülüklerini tesbitten öteye gitmektedir Đdari mahkemelerin kararlarındaki
mantık “sosyal risk” teorisine istinat etmektedir.
f) Sunulan kararlarla gelistirilmis olan sosyal risk teorisi asağıdaki unsurları
ihtiva etmektedir:
i) Devlet kamu düzenini ve nüfusun refahını sağlamalıdır;
ii) Teröristlerin siddet eylemlerinin cereyan ettiği bir ortamda Devlet, olağanüstü
hal yasası ile güvenlik güçlerine özel yetkiler verilmis olmasına rağmen temel
fonsiyonunu bazı hallerde yerine getirememektedir (bkz: A3, A13 ve A 14);
iii) Eğer bu kosullar altında, bazı kimseler, siddet eylemlerinden, adli hatalardan,
bedeni yaralanmalardan, maddi hasardan zarar görmüslerse, kendileri ihmalden
ya da tedbirsizlikten suçlu olsalar dahi ilgili eylemlerden sorumlu kimselerim
kim olduğuna ve bu eylemlerin yasal olduğuna ve suç teskil ettiğine
bakılmaksızın tazmin edilirler. Bu davalarda bazen kurulabilecek iliski iddia
edilen hasar ile hasara yol açan eylem arasındadır; vaki hasar ile buna sebep
arasında iliski kurulmaz (bkz: A.17) Bahis konusu sorun (bkz. A.14) bir
Devletin kanun nizamı altında , sadece topluma ait kimse olusundan dolayı
zarar gören bir sahsa karsı Devletin kollektif mesuliyetidir (bz.A14 ve A16)
Bilinmeyen bir uçağın atesi sonucu hasıl olan hasarla ilgili bir davaya ait
kararda Mahkeme, “Bulgular ortaya çıkmıs olduğundan, Türk silahlı
kuvvetlerine ait uçaklar veya -Türk hava sahasının yeterince korunmadığı için -
kimliği tesbit edilemeyen bir uçak tarafından ika edilen hasarın tazmin
edilmesi idari makamların sorumluluğundadır” hükmünü vermistir. (Van Đdare
Mahkemesi, 30.3.1994, dava No. 1992-407, 1991-174.
g) Danıstay tarafından verilenen kararlarda, idari makamların ; Đçisleri
Bakanlığının, itirazlarını reddetmekte ve idari mahkemelerin kararlarını
yukarıda açıklanan prensiplerin ısığı altında tasdik etmektedir. Ayrıca
kaydedilmesi gereken bir husus bu kararların “makul süre” gereksinimini de
karsılamıs olduğudur.
h) Buna ilaveten bu hükümler, idari makamların kollektif sorumluğu teorisine
tamamen uygun olmaktan baska bir sekilde de çok aydınlatıcıdır; bu kararların
arka planındaki olaylar incelendiğinde, terörizmin kapsamı, halk arasında,
insan hayatı ve mala verilen zarara aldırıs etmeden halk arasında panik ve
güvensizlik duygusu yaratmak için uyguladığı el altından yürütülen hilekar
taktikler ortaya çıkmaktadır.
i) Bu kararlardan sonra sosyal risk teorisi diğer bölgelerde ortaya çıkan durumlar
için de kabul edilmis ve uygulanmıstır. Örneğin, Anakara 4. Đdare Mahkemesi,
kararında (no: 1996/1319), 1995/460 nolu Gazeteci Uğur Mumcu’nu faili
meçhul katilleri hakkındaki davada, sosyal risk prensibini uygulamıs ve idari
yetkililere, ölenin ailesine gördükleri zarara karsılık olarak yüklü bir miktar
para ödenmelerini emretmistir.
Doğal olarak, sosyal risk teorisi, bir sonrakinin ispatlanabileceği davalarda, idari hata teorisinin
yerine geçmemistir. Örneğin, Yüksek Đdare Mahkeme (1996/6148 nolu davalar ve 1996/8743
nolu karar, dava no:1995/831 ve Sivas Đdari Mahkemesinin 1996/ 845 nolu kararı), askerler
tarafından açılan ates sonucu sakatlanan davacılar hakkındaki iki davada, idari yetkililerin, hata
yaparak, sorumlu olduğunu ve tazminat ödemlerine karar vermistir.
YARGIÇ MEYER’ĐN SAHSĐ KARSI OYU
(geçici tercüme)
Yerel çareler hakkında ortak karsı oy kararında konulan sebeplerden dolayı (Sözlesmenin 13.
Maddesi), benim düsüncelerim:
1. yerel çareleri tüketmemek için ön bir itiraza izin verilmeliydi;
2. eğer bu itiraz kabul edilmezse, basvurucunun Sözlesmenin 6. Maddesi, 1. Paragrafı altında
ulunmadığı gözönüne alınmalı ve beyan edilmeliydi; ve
3. sözlesmenin 50. Maddesine göre, sadece memnuiyet için karar verilmemeliydi.

Eklenmiş Dosya : aydın türkiye davası