Sempozyum dünya çapında profesyonel alanlardan bilim adamlarını biraraya getirerek tedavi yöntemleri, yasal yaklaşımlar ve işkenceyle ilgili diğer konuları, mağdurları ve onların rehabilitasyonunu tartışacak.
Daha fazla bilgi www.irct.org web sayfasından elde edilebilir.
Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı(TOHAV) ve Urfa Barosu’nun ortaklaşa düzenledikleri “AB ve Azınlık Hakları” konulu paneli 5 Mart 2005 Cumartesi günü Şanlıurfa’da yapıldı.
Şair Nabi Kültür Merkezi’nde düzenlenen “AB ve Azınlık Hakları” konulu panele Dr. Tarik Ziya Ekinci, Prof. Dr. Baskın Oran, Av. Memedali Barış Beşli ve Urfa Barosu Başkanı Müslüm Akalın katıldı.
TOHAV Genel Sekreteri Av.Metin İriz tarafından yapılan açılış konuşmasında TOHAV ve bu başlıktaki çalışmalar hakkında bilgi verildikten sonra panel oturumuna geçildi.
Panelde konuşan Prof. Dr. Baskın Oran,” Türkiye’de azınlık sorununun sebepleri ve çözümü üzerinde durarak, Türkiye’nin vahim bir durumda olduğunu, azınlığın bir asli öğe sorunu haline geldiğini söyledi. Azınlık, egemen olmayan, sayıca az, farklı dil ve kültüre sahip olan gruptur. Azınlık hakları ise farklı grupların gerçek haklarına sahip olmasıdır. Azınlık bir alt kimliktir. Türkiyelilik ise bir üst kimliktir. Demokrasi ancak bu şekilde gelişir. Türkiye’de sadece Kürtler ve Türkler yoktur. Şu anda AB süreci ile Türkiye üstten demokratikleşmeye girdiği için bu beraberinde Türk milliyetçiliği yaratıyor. Buna tepki olarak da diğer yandan Kürt milliyetçiliği gelişiyor. Bu da vahim bir tablodur ve acilen bunun önüne geçilmesi gerekir. Türkiye’de sadece Kürtler ve Türkler asli unsur değildir. Türkiye’de yaşayan tüm azınlıklar asli unsurdur” diye konuştu.
Dr. Tarık Ziya Ekinci de konuşmasında “Türkiye’deki halkların AB’nin temsil ettiği çağdaş demokrasiyi savunup kendi içinde yaşatması gerekir. Türkiye’nin AB’ye girmesi, Türkiye’ye insan hakları, demokrasi ve hukuk alanında ivme kazandıracaktır. Türkiye’nin AB’ye girebilmesi ve çağdaş demokrasinin yerleşmesi; Türk, Kürt ve diğer azınlık halklarını temsil eden aydınların demokrasi için birlikte hareket etmesinden geçer. Yine tüm azınlıklıklarda aydınlanma, bilinçlenme ve eleştiri kültürünün gelişmesi gerektiğini” belirtti.
Av. Memedali Barış Beşli, “Türkiye’de Lazların yaklaşık bir buçuk milyon nüfusu vardır. Kendine has bir dili ve kültürü vardır. Ancak devlet bunu görmezlikten geliyor. Çünkü biz dilimizin, kültürümüzün buz gibi ellerin arasında eriyip yok almasını istemiyoruz. Bu azınlık haklarına aykırı bir durumdur” açıklamasını yaptı.
Türkiye’de İşkence ve Kötü Muamele konusu uzun yıllardan beri gündemde kalan bir sorun olarak varlığın devam ettirmiştir. İşkence ve Kötü muamele uygulamaları, son yıllarda Avrupa Birliği Uyum Süreciyle bağlantılı olarak gerçekleştirilen yasal reformlara rağmen uygulama’da bu muameleler halen devam ediyor. İşkence ve kötü muamele uygulamaları daha önce olduğu gibi yoğun olarak karakollarda, polis merkezlerinde sık rastlanmamaktadır. Bu durumun işkencenin azaldığına dair bir işaret olarak kaydedileceği sonucunu çıkarmak için hala erken. Öncelikle işkence ve kötü muamele fiilleri artık açık alanda gerçekleştirilmeye başlandı. Toplumsal gösterilerdeki ölçüsüz şiddetten tutalım, adam kaçırmalar ve tenha yerlerde işkenceye kadar uygulamalar baş gösterdi.
Yeni çıkarılan TMK değişikliği ise düşünce ve ifade özgürlüğü, kişi güvenliği ve özgürlüğü, adil yargılanma, vicdan özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkı, vb temel haklarda bugüne kadar atılan adımların hepsini silecek bir niteliktedir. Elbette ki bu yasadan sonra artık karakollarda da işkence vakalarına yeniden rastlamak şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü her şeyden önce CMK değişikliğiyle getirilen bir düzenleme geri alınıyor: hakim kararıyla yirmi dört saat süreyle avukatla görüşme engellenebiliyor. Bu süre içinde ifade alınamadığına göre ne yapılacağını tahmin etmek o kadar da güç değil.
İşkenceyi önleme projesiyle belirlediğimiz genel hedef, Türkiye’de işkence ve kötü muamele uygulamalarının yeni ve etkili yöntemlerle önlenmesine katkıda bulunmak idi.
Bu çerçevede temel faaliyet başlıklarımızdan olan eğitim seminerleri, bu projenin amacına ulaşmasından önemli bir noktada yer almaktadır.
Eğitim seminerlerinde konular belirlenirken “işkence ve kötü muamele” başlığı altında hem mevzuat ve uygulama bakımından kapsayıcı olması hem de etkili mekanizmalar oluşturarak ayrıntı olabilecek kimi noktaları vurgulamak ve bunların önemini kavratmak amacıyla hareket edildi. Bu bağlamda konuları oluşturmadan önce eğitime katılabilecek kişilerle sözlü diyaloglar yapıldı ve bir ihtiyaç değerlendirme çalışması yapılarak aşağıdaki başlıklar oluşturuldu.
İŞKENCENİN TANIMI
Bilindiği üzere işkencenin herkes tarafından kabul edilmiş net bir tarifine ulaşmak pek mümkün değildir. Bu başlıkta işkence, kötü muamele, onur kırıcı muamele, insanlık dışı muamele gibi aşamaları karşılaştırmalı olarak incelemek hedeflenmektedir. Bu incelemede Türk hukukunda ve insan hakları belgelerinde bu kavramın içeriğiyle ilgili kıyaslamalar yapılacaktır. Neyin işkence olduğu ve neyin olmadığı sorusu da örneklendirilerek cevaplandırılmaya çalışılacaktır.
TEORİK ARKA PLAN
Bu başlıkta bir bütün olarak işkence mevzuatı irdelenecektir. Konuya ilişkin iç hukuk mevzuatı ile Uluslar arası düzenlemeler aktarılacak ve benzerlik ve farklılıklar ortaya çıkarılacaktır. İç hukuk düzenlemeleri anlatılırken inter disipliner bir tarzda hareket edilecektir. Bu bağlamda ceza hukukunun yanında ceza usul hukuku, borçlar hukuku, idare hukuku, disiplin hukuku arasında mekik dokumak suretiyle konu çok yönlü olarak irdelenecektir.
Uluslar arası mevzuat başlığında ise işkence mevzuatına ilişkin uluslar arası sözleşme, ek protokoller, seçmeli protokol vd. belgeler incelenecektir. Söz konusu belgelerin uygulama kapasiteleri ve etkililiği üzerinde de durulacaktır. Devamla örnek olaylar üzerinden bu belgelerde yer alan düzenlemelerin nasıl kullanılacağı üzerinde de durulacaktır.
FAİLLERİN SORUMLULUĞU
İşkenceyle mücadelede en önemli caydırıcı etken hiç kuşkusuz faillerin sorumluluğu oluşturmaktadır. Türkiye’de çok ciddi sayıda işkence ve kötü muamele vakalarına rastlanmasına rağmen faillerin tespit edilip cezalandırılmalarıyla ilgili aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Bu durum öncelikle adalet mekanizmasında ciddi bir işleyiş bozukluğuna işaret eder. Bu gerçeklik aslında işkencenin amacıyla da örtüşmektedir: sindirme, korkutma, itiraf elde etme, kişiliksizleştirme vd. Denilebilir ki cezasızlık işkence failleri için neredeyse doğal bir durum halini almıştır. Bu sorun fail, mağdur ve mağdur temsilcisi bakımından incelenmeye değer bir konudur. Fail, işkenceyi yapar ve işkencenin amacını gerçekleştirir. Amaçlarından biri de mağdurun hak aramasını engellemektir. Mağdur, işkenceye uğrar ve korkutulduğu ve sindirildiği için başvuru mekanizmalarını kullanamaz. Buna bilgisizliği de eklemeliyiz. Mağdur temsilcisi ise işkence ve kötü muameleye uğramış bir başvurucu için suç duyurusundan öte bir şey yapmaz. Elbette bu durum özel durumları ve istisnaları içermemektedir. Fakat yukarıda anlatılan şey doğru olmasaydı bugün belki de faillerin sorumluluğunu tartışmayacaktık.
Elbette ki sorumluluğun en büyük kısmı idareye düşmektedir. Bir hukuk devletinde işkenceden bahsetmek zaten mümkün değildir. Böyle bir fiil icra edildiğinde savcılık resen ya da suç duyurusuyla harekete geçecektir. Söz konusu olan Kamu Savcılığı olduğu için mantıksal olarak savcının aynı zamanda mağdurun da savcısı sonucunu çıkarmak gerekmektedir. Şu olasılıkta yapılması gereken şeyi savcılıkların yapmasını beklemek yeterlidir.
Fakat böyle bir süreçte yaşamadığımız çok açıktır ve kamusal makamların ve otoritelerin yetkilerini kullanma biçimleri çok önemlidir ve uygulamada savcılıklar, işkence mağdurlarına adeta sanık muamelesini reva görmektedirler. Bu durum, idarenin bir bütün olarak hareket etme refleksinin yerleşikliğini kanıtlamaktadır. Dolayısıyla mağdurların ve temsilcilerinin yapacakları şey çoktur: Tıbbi alternatif raporlamalar, disiplin ve idari işlemler, tazminat, infaz sorunları, adil yargılanma, izleme kurullarına başvuru, algılama hataları, ve benzer diğer başlıklarda yaratıcı müdahalenin, idarenin bütüncül koruma refleksine rağmen başarılı olabileceği düşüncesindeyiz.
Bu başlıkta özellikle ceza, disiplin, idare ve borçlar hukuku bağlamında faillerin sorumluluğuna ilişkin AİHM ve Yerel Mahkeme kararlarından örnekler de sunularak esaslar belirlenecektir. Bu temelde disiplinler arası bir çalışmanın nasıl sonuç alıcı olabileceğine yönelik taktikler tartışılacaktır.
PRATİK ÇALIŞMA
Pratik çalışmada yukarıda belirtilen disiplinler arası etkili başvurunun ve işkenceyle mücadele yönteminin sonuç alınabileceğine ilişkin örnek mahkeme kararları incelenecektir. Kararlardan ilki AİHM’den seçilecektir. Diğeri ise iç hukuktan seçilecektir. Bu kararlar ışığında değişik olasılıklarda nasıl hareket edileceğine dair taktikler oluşturulacaktır. Gerektiğinde kurmaca vakalar üzerinden de aynı tartışmalar yürütülecektir.
İŞKENCENİN BELGELENMESİ
İşkencenin bulgulanmasında en önemli delillerden biri hiç kuşkusuz raporlamadır. Özellikle yeni usulde tarafların kendi delillerini sunmaları noktasında bağımsız raporların mahkemelerde tartışılmasını sağlaması önümüzdeki vakalar için çok önemlidir. Uygulamada sadece adli tıp hekimlerinin verdiği raporlara riayet edilmektedir. Bağımsız bilirkişilik kavramı bu başlıkta kullanılmamaktadır. Bu başlıkta amaçlanan şey, işkence mağduru, vekiline başvurduktan sonra vekilin soruşturma ve kovuşturma aşamalarında işkencenin bulgulanması ve belgelenmesiyle ilgili neler yapabileceği ayrıntılı olarak tartışılacaktır. Uygulamada karşılaşılan bir diğer sorun da fiziki ya da psikolojik raporlarda yer alan tıp terimlerinin anlamlarına ilişkindir. Başvurucu temsilcisi, terimlere aşina olmadığından aldığı raporlara hemen itiraz edememektedir. Bu çalışmada buna ilişkin dar bir sözlük de çıkarılacaktır. Bu başlıktaki çalışmada Adli Tıp Uzmanı Hekim eğitici olarak yer alacaktır.
İNFAZ REJİMİ
Türkiye’de infaz rejimi tamamen değiştirilmiş bulunmaktadır. Yapımı çok önceden başlayan F tipi cezaevleri yeni infaz rejiminin haberini vermekteydi. Nihayet yeni infaz kanunuyla bu sistem yasal bir çerçeveye oturtuldu. Fakat sorunlar bitmedi. Bu sefer de yeni infaz rejiminin tecrit sistemini getirdiğinden hareketle tecrit olgusu başlı başına bir işkence vakası halini aldı. Tutuklu ve hükümlüler tek, iki ve üç kişilik odalarda tutularak ciddi yaptırımlar uygulandı. Cezaevleri adeta özelleştirildi. Tutuklu ve hükümlüler en hafif durumlarda bile hücre cezası, görüş cezası vb. cezalara çarptırılmaktadır. Her şeyden önemlisi bu uygulamalar, rutin bir hal almaya doğru yol almaktadır. Uygulanan cezaların hepsinin de dayanağı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun.
Bu başlıktaki çalışmada İç Hukuktaki İnfaz Kanunu ve tutuklu ve hükümlülerin infazına ilişkin AB ve BM belgeleri ve Cezaevi Treatmanları karşılaştırılacaktır. Avukatlar, özellikle müvekkillerinin karşı karşıya kaldığı tecrit ve diğer cezalara ilişkin tek seçenek olarak infaz hakimine başvurmaktadırlar. Uygulamada bu yöntemin sonuç alıcı olduğuna dair pek pozitif örneğe rastlanmamaktadır. Bu çalışmada amaç, kapsamlı bir mevzuat analizi yaparak ilgililerin hem teorik bilgilerini beslemek hem de yaşanan somut vakalar üzerinden nasıl hareket edileceğine dair beceriler oluşturmak olacaktır.
İZLEME MEKANİZMALARI VE RAPORLAMA
İşkencenin önlenmesinde caydırıcı bir başka olgu da raporlamadır. Özellikle işkence vakalarının başından sonuna kadar geçirdiği aşamalarla birlikte ulusal ve uluslar arası izleme mekanizmalarına raporlanmasıyla ciddi yol alınabileceğini düşünmekteyiz. Bu başlıkta İç hukukta başta TBMM insan hakları komisyonu olmak üzere Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu, İl İnsan Hakları Kurulları ve bu konuda çalışma yürüten NGO lara bilgi ve raporların verilme yöntemleri ile Uluslar arası İzleme Mekanizmalarına başvuru ve rapor sunma teknikleri öğretilecektir.