Kaya / Türkiye Davası
Đnsan Hakları Mahkemesi Kararı
KAYA / Türkiye Davası
(158/1996/777/978)
19 Subat 1998
Bu davada Đnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin
Korunmasına Dair Sözlesmenin (“Sözlesme”) 43. ve Mahkeme
Đçtüzüğü A’nın ilgili hükümleri uyarınca toplanan Avrupa Đnsan
Hakları Mahkemesi, su üyelerden olusmustur: R. Bernhardt
(Baskan), Thor Vilhjalmsson, F. Gölcüklü, C. Russo, J. M. Morenilla,
K. Jungwiert, P. Kurıs, E. Levits, J. Casadevall.
DAVANIN ESASI
I. Davanın Özel Kosulları
1. Basvurucu
6. Basvurucu Mehmet Kaya 1949 doğumlu bir Türk vatandasıdır.
Basvuru konusu olaylar sırasında (bkz. asağıda paragraf 8),
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Diyarbakır Đli Lice Đlçesi Dolunay
Köyü’nde çiftçilik yapmaktaydı. Halen, Diyarbakır E-tipi
Cezaevinde bulunmaktadır (bkz. asağıda paragraf 2). Kendisi
gibi Dolunay Köyü’nde yasamakta ve çiftçilik yapmakta olan
kardesi Abdülmenaf Kaya, 25 Mart 1993 tarihinde, saibeli ve
olayın Sözlesme kurumlarına intikal ettirilmesini gerektirecek bir
biçimde, Dolunay Köyü civarında öldürülmüstür.
7. Komisyon’a ilk basvuru, basvurucu tarafından, basvurucunun
merhum ağabeyi, ağabeyinin dul esi ve yedi çocuğu adına
yapılmıstır.
2. Olaylar
8. Basvurucu, kardesinin 25 Mart 1993’te güvenlik güçlerince
kasten öldürüldüğünü iddia etmistir. Hükümet ise, Abdülmenaf
Kaya’nın, aynı gün güvenlik güçleriyle teröristler arasında çıkan
bir çatısma sırasında öldüğünü, ayrıca, basvurucunun kardesinin
saldırganlar arasında olduğunu ileri sürmüstür. Tarafların ileri
sürdükleri olaylar asağıda Bölüm A’da belirtilmistir.
Basvurucu ve Hükümet, Abdülmenaf Kaya’nın ölümüne
iliskin görüs ve iddialarını Bölüm B’de belirtilen belgelere
dayandırmıslardır. 25 mart 1993’ten sonra yerel makamlar
tarafından Abdülmenaf Kaya’nın ölümünü arastırmaya yönelik
olarak alınan önlemler ise Bölüm C’de belirtilmistir.
Komisyon, 9 Kasım 1995 tarihinde Diyarbakır’da yapılacak
oturumda, önemli görgü tanıklarının ifadelerinin alınması için
temsilci tayin etmistir. Komisyon, iki temsilcinin görüstüğü görgü
tanıklarının verdikleri ifadeler ve ilgili materyaller doğrultusunda
kanıtları değerlendirmis ve hem Abdülmenaf Kaya’nın ölümüne
hem de bu konuda yapılan yerel sorusturmanın yeterliliğine iliskin
sonuçlara varmıstır. Bu sonuçlar ve nedenleri Bölüm D’de
belirtilmistir.
A. 25 mart 1993’te Meydana Gelen Olaylar
1. Basvurucuya Göre Olayların Gelisimi
9. Basvurucu, kardesinin 25 Mart 1993 tarihinde ölümüne iliskin
iddialarını, söz konusu olayı gördüklerini iddia ettiği Çiftlikbahçe
Köyü sakinlerinin ifadelerine ve olay günü kardesiyle beraber
olduğunu iddia eden, Dolunay Köyü sakinlerinden Hikmet
Aksoy’un ifadesine dayandırmıstır. Basvurucunun kendisi bizzat
olaylara tanık olmamıstır.
10. Basvurucu, ölen kardesinin, 25 Mart 1993 günü sabahı, Hikmet
Aksoy ile birlikte Çiftlikbahçe Köyü’ne 300-400 metre, kendi köyü
olan Dolunay Köyü’ne ise dört kilometre uzaklıktaki tarlaya
gitmekte olduğunu ileri sürmüstür. O sırada bir askeri operasyon
devam etmektedir. Hikmet Aksoy, arı kovanlarına bakmak için
yoldan ayrılırken askerler tarafından yakalanmıstır. Bunun üzerine
Abdülmenaf Kaya kendisinin de yakalanacağı korkusuyla
kaçmaya baslamıstır. Kaya’yı kaçarken gören askerler ates
açmıslardır. Abdülmenaf Kaya Çiftlikbahçe Köyü’ne doğru
kaçmıs ve burada kayalıkların arasına saklanmıstır. Askerler onu
takip etmisler ve bulmuslardır. Olaya tanık olan Çiftlikbahçe
köylülerine göre sözkonusu kisi askerler tarafından delik desik
edilerek öldürülmüstür. Daha sonra askerler cesedin yanına bir
silah koyarak fotoğraflarını çekmislerdir. Köylüler cesedin
kendilerine teslim edilmesini talep etmislerdir. Baslangıçta
güvenlik güçleri bu talebi reddetmis, fakat köylülerin ölen kisinin
bir terörist değil komsu köy sakinlerinden birinin amcası olduğu
konusunda ısrar etmeleri üzerine yumusamıslardır. Köylüler
güvenlik güçlerince sözlü tacize uğramıslar ve tehdit edilmislerdir.
Hikmet Aksoy altı gün Lice Jandarma Karakolu’nda
gözaltında tutulmustur.
2. Hükümet’e Göre Olayların Gelisimi
11. Hükümetin basvurucunun kardesinin ölümüne yol açan
olaylara iliskin görüsü, 25 Mart 1993 günü teröristlerle yapılan
sözkonusu çatısmada yer alan güvenlik güçleri mensuplarının 9
Aralık 1995 günü Diyarbakır’da yapılan oturumda (bkz. asağıda
paragraf 8) Komisyon temsilcilerine verdikleri ifadelere
dayandırılmıstır. Sözkonusu güvenlik güçleri mensuplarının isimleri
söyledir: Teröristlere karsı yapılan operasyona katılan dört takım
askerden sorumlu üsteğmen Alper Sir, operasyona katılan
birimlere komuta eden basçavuslar Ahmet Gümüs ve Pasa Bülbül
ve bu birimlerin birinde yer alan Çavus Altan Berk.
12. Hükümet, güvenlik güçlerinin, 25 Mart 1993 günü Dolunay
Köyü ve çevresine, teröristlerin bölgede görüldüğüne dair aldıkları
duyum üzerine gittiklerini ileri sürmüstür. Bu duyum doğrultusunda
bölgede arama yapan güvenlik güçlerine Dolunay Köyü ile
Çiftlikbahçe Köyü arasında, çevredeki kayalık bir alandan ve
tepelerden ates açılmıstır. Sayıları altmısa yakın olan güvenlik
güçleri 300-1000 metre menzile sahip G3 ve A4 silahları ve daha
uzak menzile sahip MG3 ve K23 makineli tüfeklerle karsı ates
açmıslardır. Güvenlik güçleri ile saldırganlar arasındaki mesafe
300-500 metredir. Teröristler otuz dakika sonra geri çekilmisler ve
güvenlik güçlerinin çatısma sonrası bölgede yaptıkları arama
sonucunda saldırganların kullandıkları türden 59339 seri numaralı
bir otomatik silah (balistk rapora göre Çin yapımı olduğu
anlasılmıstır), üç fisek, üçü kullanılmıs üçü kullanılmamıs havan
topu ile birlikte bir ceset bulunmustur. Saha taraması sırasında
teröristlerin kaçmak için kullandığı yol boyunca kan izlerine
rastlanmıstır.
13. Takım komutanı Üsteğmen Alper Sir bölgeyi güvenlik altına
almıs ve Lice Savcısı’nı olaydan haberdar etmistir. Đki buçuk saat
sonra Savcı Ekrem Yıldız ve Bölge Hükümet doktoru Arzu Doğru,
yardımcılarıyla birlikte olay yerine gelmislerdir. Doktor Doğru
tarafından ceset üzerinde otopsi yapılmıs ve rapor hazırlanmıstır
(bkz. asağıda paragraf 26-30). Bunun üzerine Savcı ölüm belgesini
hazırlamıstır.
14. Bu asamada kimliği teshis edilemeyen sözkonusu ceset (bkz.
asağıda paragraf 15), gerekli formları imzalayan Üsteğmen Alper
Sir’e teslim edilmistir. Üsteğmen Alper Sir’e bağlı grup, cesedi,
gömülmek üzere Belediye Baskanı ve diğer iki köylüye teslim
etmek için Çiftlikbahçe Köyü’ne gitmislerdir.
25 Mart’ta, elyazısıyla, olayla ilgili rapor hazırlanmıstır.
Rapor, aralarında Alper Sir, Pasa Bülbül, Ahmet Gümüs ve Altan
Berk’in de bulunduğu altı güvenlik gücü mensubu tarafından
imzalanmıstır (bkz. yukarıda paragraf 11). Raporda yukarıdaki
olaya iliskin bilgiler teyid edilmistir (bkz. yukarıda paragraf 12 ve
13).
15. Cesedin kimliği olaydan birkaç ay sonra belirlenmistir. 5 Mayıs
1993 tarihli elyazısıyla yazılmıs ve üç jandarma subayı tarafından
imzalanmıs bir rapora göre, olay sonrası yapılan sorusturma,
sözkonusu cesedin güvenlik güçlerinin Dolunay Köyü çevresinde
yürüttüğü bir operasyon sırasında yasanan bir çatısmada
öldürülen, Dolunay Köyü sakinlerinden Abdülmenaf Kaya’ya ait
olduğunu ortaya koymustur.
B. Đfadeler Isığında Elde Edilen Belgeler
1. Basvurucu Tarafından Yapılan Açıklamalar
16. Basvurucu, olaydan altı gün sonra, 31 mart 1993 günü, Đnsan
Hakları Derneği Diyarbakır Subesi’nden Abdullah Koç’a ve 20
Eylül 1993 günü yine aynı Dernek’ten Sedat Aslantas’a yaptığı
açıklamalarda, yukarıda olaylara iliskin olarak yaptığı açıklamayı
(bkz. yukarıda paragraf 10) teyid ettiğini belirtmistir.
a) 31 Mart 1993’te Đnsan Hakları Derneği Diyarbakır Subesi’nden
Abdullah Koç’un Aldığı Đfade
17. Basvurucu, açıklamasında, 25 Mart 1993 sabahı saat 8:00
sıralarında Abdülmenaf Kaya ve Hikmet Aksoy’un Çiftlikbahçe
Köyü’nden 300-400 metre ve Dolunay Köyü’nden de 4 km.
uzaklıktaki tarlalara gitmekte olduklarını belirtmistir. O sırada
Boyunlu, Dolunay, Çiftlikbahçe ve Ormankaya köylerinde bir
askeri operasyon devam etmekteydi. Operasyona katılan
askerler Hikmet Aksoy’u yakaladılar. Bunu gören Abdülmenaf
Kaya kaçmaya baslayınca, askerler ates açtılar. Abdülmenaf
Kaya Çiftlikbahçe’ye kadar, 300-400 metrelik bir mesafeyi kosarak
orada çalıların arasına saklandı. Askerler kendisini buldular ve
tanıklara göre vücuduna yüzün üzerinde kursun bosalttılar.
Askerler cesedi köylülere vermek istemediler ancak köylüler
merhumun komsu köyden olduğu ve terörist olmadığı konusunda
ısrar ettiler. Sonunda askerler cesedi köylülere vermeye razı
oldular.
Daha sonra askeri birliğin komutanı Çiftlikbahçe ve
Dolunay köylülerini köylerini tahrip etmekle tehdit etti.
Abdülmenaf Kaya’nın ölümü üzerine bassağlığı dilemeye gelen
köylülerin çoğu çesitli kötü muamelelerle karsılastılar.
Basvurucu açıklamasını, Hikmet Aksoy’un yakalandığını ve
akıbetinin meçhul olduğunu belirterek tamamlamıstır.
b) Đnsan Hakları Derneği Diyarbakır Subesi’nden Sedat Aslantas’ın
Aldığı Ek Đfade
18. Basvurucu bu ifadede Abdülmenaf Kaya’nın kaçarken
yaralandığını ve güvenlik güçlerinin onu çalılara kadar takip
ederek orada öldürdüklerini açıklamıstır.
Basvurucu, güvenlik güçlerinin cesedin fotoğraflarını
çektiklerini ve basvurucunun ailesinin cesedi alır almaz gömmek
zorunda kaldıklarını açıklamıstır. Otopsi yapılmıs ancak, talep
etmesine karsın basvurucuya otopsi raporunun bir fotokopisi
verilmemistir. Basvurucu, aynı zamanda, Abdülmenaf Kaya’nın
cesedini gören tanıkların güvenlik güçleri tarafından tehdit
edilmelerinden dolayı köyü terk etmek zorunda kaldıklarını
açıklamıstır. Basvurucu tanıkların isimlerini hatırlayamamıstır.
Đfadesini, Hikmet Aksoy’un Lice Jandarma Karakolu’nda altı gün
boyunca sorgulandıktan sonra serbest bırakıldığını açıklayarak
tamamlamıstır.
2. Hikmet Aksoy’un Đfadeleri
19. Basvurucu, olaylara iliskin açıklamalarının Hikmet Aksoy’un
yetkililere, kendisinin Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği’ne verdiği
ifadenin (bkz. yukarıda 17. ve 18. paragraf) içeriğinden haberdar
olamayacağı kosullarda verdiği ifadelerce de teyid edildiğini
vurgulamaktadır.
a) Lice Cumhuriyet Savcısı Özkan Küçüköz Tarafından 17 Haziran
1994 Tarihinde Alınan Đfade
20. Bu ifade Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (bkz. asağıda
33. paragraf) Cumhuriyet Savcısı tarafından gönderilen, 17 Mayıs
1994 tarihli bir mektubu takiben alınmıstır. Aksoy ifadesini verdiği
sırada esrar bulundurmak suçundan dolayı Lice Hapishanesi’nde
bulunmaktaydı.
21. Aksoy gibi Abdülmenaf Kaya da Dolunay Köyü’ndendi.
Aksoy, 25 Mayıs 1993 tarihinde Dolunay ve Çiftlikbahçe Köyleri
arasındaki bir yol üzerinde bulunan arı kovanlarına bakmak üzere
evinden ayrılmıstır. Dolunay Köyü’nden çıkmak üzereyken
Abdülmenaf Kaya’ya rastlamıs ve Kaya ona kendisiyle birlikte
gitmek istediğini söylemistir.
Kovanların yanına geldiğinde bazı insanların kostuklarını
duymus ve on kadar askerin kendisine doğru yaklasmakta
olduğunu görmüstür. Askerler ellerini bağlamıslar ve kim olduğunu
ve niye oralarda dolastığını sormuslardır. Đki-üç dakika sonra
askerler Abdülmenaf Kaya’nın kaçtığını görmüslerdir. Askerler
arkasından “dur” diye bağırmıslar, Kaya ya bu uyarıyı duymamıs
ya da duymazdan gelmistir. Teğmen, askerlere, Kaya’nın
ayaklarına ates etme emri vermistir. O sırada Abdülmenaf Kaya
50-60 metre uzaklıkta bulunmaktadır.
Askerler ayaklarına ates etmeye basladıklarında Kaya
Çiftlikbahçe’ye doğru kosmaya baslamıstır. Askerler, Aksoy’u da
yanlarına alarak onu takip etmeye basladılar. Abdülmenaf Kaya
bir tepenin arkasında gözden kayboldu ve askerler tepeye
vardıklarında onu göremediler. Daha sonra Çiftlikbahçe
yakınlarında bulunan ve sayıları on civarında olan evlerin
bulunduğu bir yerde baska bazı askerlerle karsılastılar ve onlar
Abdülmenaf Kaya’yı gördüklerini söyledirler. Aksoy ve askerler
yarım saat kadar yolda beklediler. Daha sonra Aksoy birtakım
silah sesleri duydu. Yaklasık olarak üç el ates edilmisti. On dakika
kadar
* Çev. Tufan Erhürman
sonra bir helikopter indi fakat Aksoy neler olduğunu
görebilecek bir mesafede değildi. Helikopter on dakika sonra
oradan ayrıldı. Daha sonra bir teğmen Aksoy’un yanına gelerek,
ona, “Menaf’ı öldürdük” dedi.
Aksoy Lice’ye götürülerek 15 gün gözaltında tutulmustur.
b) Terörle Mücadele Subesi’nde Đki Polis Tarafından 22 Kasım 1995
Tarihinde Alınan Đfade
22. Aksoy’un bu ifadeyi, 14 Kasım 1995 tarihinde yakalanmasını
takiben verdiği söylenmektedir. Basvurucuya göre, daha sonra
Aksoy tarafından geri alınmıs olduğu da düsünülürse (bkz.
asağıda 24. ve 25. paragraflar) bu ifadelerin baskı altında alınmıs
olduğu kabul edilmeli ve bunlar dikkate alınmamalıdır.
23. Aksoy, 1990’dan beri Dolunay Köyü’ne gelen PKK üyelerine
yemek sağladığını ve 1991’den beri aynı zamanda köylülerin
teröristlerin cenaze törenlerine katılmalarını organize ettiğini
anlatmaktadır.
Mart 1992’de altı PKK üyesi köye gelerek Abdülmenaf
Kaya’yı getirmesini söylemislerdir. Abdülmenaf Kaya geldikten
sonra, o ve bir PKK üyesi ayrı bir yerde konusmuslardır. Đki ay sonra
üç PKK üyesi on kisilik bir grupla gelmislerdir. Abdülmenaf
Kaya’dan köylülerin cenazeye katılmalarını örgütlemesi istenmistir.
Đki ay sonra Abdülmenaf Kaya ordunun düzenlediği bir
operasyonda ölmüstür. Hükümete göre ifadenin bu son kısmı
Aksoy’un sözcüklerinin doğru olmayan bir çevirisidir. Onların
iddiasına göre Aksoy, Abdülmenaf Kaya’nın bir silahlı çatısmada
öldüğünü söylemistir.
c) 23 Kasım 1995 Tarihinde Cumhuriyet Savcısı’na Verilen Đfade
24. Aksoy, bu ifadesinde, 22 Kasım 1995 tarihli ifadesini polisin
yazdığı bir yazıyı imzalamak zorunda bırakıldığından bahisle
reddetmistir.
25. Đfadesinde PKK kuryesi olduğu yönündeki suçlamaları
reddetmistir. Bu ifadede Abdülmenaf Kaya’nın adı
geçmemektedir.
3. 25 Mart 1993 Tarihli Otopsi Raporu
26. Bu rapor Dr. Arzu Doğru tarafından olay yerinde hazırlanmıstır.
27. Rapora göre, 25 Mart 1993 tarihinde Bölge Jandarma
Karakolu’ndan gelen bir telefonla silahlı bir çatısmada ölen bir
PKK terör örgütü üyesinin cesedinin bulunduğu bildirilmis ve bunun
üzerine Cumhuriyet Savcısı Ekrem Yıldız ve Hükümet Doktoru Arzu
Doğru, yanlarına katip olarak bir jandarmayı da almak suretiyle
askeri helikopterle olay mahalline gitmislerdir. Olay yerine
vardıklarında ceset bir dere kenarında, çalıların üzerinde sırt üstü
yatmaktaydı. Ceset toprak bir zemine çekildi. Yanında, 8125298
seri numaralı bir kalasnikof ve 3 tane dolu altı tane de bos mermi
vardı. Ceset, mavi-gri bir pantolon ve bir yelek giymis, belinde
kemer, ayağında da çorapsız giyilmis bir çift ayakkabı bulunan
35-40 yaslarında saçlarında beyazlar olan bir erkeğe aitti. Olay
yerinde cesedin kimliğini teshis edecek kimse bulunmadığından,
güvenlik güçleri cesedin farklı açılardan fotoğraflarını
çekmislerdir.
28. Cesedin boyun kısmında, boğazında, kalbin üzerinde, üst sol
kısımda, kasık çevresinde ve göbek çevresinde, sol kalçada ve
her iki bacağın femurunda çok sayıda kursun deliği vardı. Bacak
kemikleri kırılmıstı.
29. Tıbbi incelemeyi yapan doktor sonuçta su ifadeyi vermistir:
“Cumhuriyet Savcısıyla birlikte yukarıdaki bulgulara ulastım
ve bulguların yukarıdaki gibi olduğunu kabul ediyorum. Bu
bulguların sonucu olarak ölüm sebebi açıktır. Klasik bir otopsi
yapmaya gerek yoktur. Olay yerindeki kosullar yeterli
güvenliğimizin ve araç-gerecimizin olmayısıyla birlesince tam bir
klasik otopsi yapılmasına engel olusturmaktadır. Yukarıdaki
bulgulardan hareketle sözkonusu sahsın atesli silahlardan
kaynaklanan yaraların yol açtığı kardiyovasküler yetmezlikten
ölmüs olduğu sonucuna vardım. Kesin fikrim budur.”
30. Rapora göre silah ve mühimmat da corpus delicti olarak
alınmıstı. Rapor, cesedin incelenmesinin ve otopsi sürecinin
tamamlandığını bildirerek sona ermektedir. Rapor Teğmen Alper
Sir tarafından, cesedi teslim alan kisi sıfatıyla imzalanmıstır.
C. Yerel Makamlar Önündeki Đslemler
31. 25 Mart 1993’te cereyan eden olayları ve cesedin
Abdülmenaf Kaya’ya (bkz. yukarıda 15. paragraf) ait olduğunun
teshisini takiben, 20 Eylül 1993’te Lice Bassavcısı Ekrem Yıldız
tarafından yetkisizlik kararı verilmis ve dosya Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesi Bassavcısı’na gönderilmistir.
Bassavcı, kararda, hazırlayıcı belgelerin 25 Mart 1993
tarihinde diğer PKK teröristleri ile birlikte güvenlik güçleriyle silahlı
bir çatısmaya giren Abdülmenaf Kaya’nın islediği suç
çerçevesinde incelendiğini vurgulamıstır. Karar, silahlı çatısmadan
sonra cesedin bir silah ve mühimmatla birlikte güvenlik güçlerince
nasıl ele geçirildiğini anlatmaktadır. Karara göre silahın balistik
raporu henüz sağlanamamıstır. Cumhuriyet Savcısı, teröristlerin
amaçlarından ve saldırının olağanüstü hal bölgesinde
gerçeklesmis olduğundan hareketle, sorusturmanın Devlet
Güvenlik Mahkemesi Savcılığı’nca yürütülmesi gerektiği,
dolayısıyla kendisinin yetkisiz olduğu sonucuna varmıstır.
32. 23 Haziran 1993 tarihinde, Abdülmenaf Kaya’nın yanında
bulunan silah ve mühimmat üzerinde Diyarbakır Polis Laboratuvarı
tarafından yapılan arastırmanın sonuçlarını gösteren bir rapor
hazırlanmıstır. Cumhuriyet Savcısı’nın yetkisizlik kararı (bkz.
yukarıda paragraf 31) verdiği sırada hazır olmayan bu rapora
göre silah Çin yapımı, 8125298/59339 seri numaralı bir otomatik
kalasnikoftu ve incelenen üç bos kovan “teröristin yanında
bulunan” silahtan çıkmıstı.
33. 17 Haziran 1994’te Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi
Bassavcısı’nın ricası üzerine bir Cumhuriyet Savcısı, Abdülmenaf
Kaya’nın ölümüyle ilgili olarak, Lice’de tutuklu bulunan (bkz.
yukarıda paragraf 20 ve 21) Hikmet Aksoy’un ifadesini almıstır.
34. Komisyon önündeki islemler sırasında Hükümet’ten otopsi
raporuna ekli olan fotoğrafları (bkz. yukarıda paragraf 27)
sunması istenmistir. Yetkili makamlar henüz bu fotoğrafları
getirmemislerdir.
D. Delillerin, Komisyonun Basvurucunun Kardesinin Öldürülmesi
Konusundaki Bulgularının ve Resmi Sorusturmanın Yeterliliğinin
Değerlendirilmesi
1. Tanıklar
35. Diyarbakır’da iki Komisyon temsilcisi önünde bes tanığın sözlü
ifadesi alınmıstır: (i) Olay yerinde cesedin otopsisini yapan Dr. Arzu
Doğru; (ii) Teğmen Alper Sir; (iii) Kıdemli Çavus Ahmet Gümüs; (iv)
Kıdemli Çavus Pasa Bülbül (v) Çavus Altan Berk.
36. Basvurucu bu oturuma katılmamıstır. Komisyon’a, tanıklık
ederse misillemeden korktuğunu bildirmistir. Tam olarak nelerden
korktuğunu bildirmemistir. Bay Hikmet Aksoy da oturuma
katılmamıstır. Hikmet Aksoy, 8 Kasım 1995’te Diyarbakır Đnsan
Hakları Derneği aracılığıyla Komisyon’a, hem kendisinin hem de
ailesinin, tanıklık etmemesi için, polis tarafından baskı altında
tutulduğunu ve bu yüzden tanıkların dinleneceği oturuma
katılmayacağını bildirmistir.
37. Çağrılmıs olmalarına karsın, Lice Cumhuriyet Savcısı ve
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı da oturuma
katılmamıslardır. Lice Cumhuriyet Savcısı programı müsait
olmadığı için, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı ise
olaya ilskin bilgilerinin ancak dosya kendisine geldikten sonrasıyla
ilgili olduğu, dolayısıyla Abdülmenaf Kaya’nın ölümüyle ilgili
olarak temsilcilere herhangi bir bilgi veremeyeceği için
katılmamıslardır.
2. Delillerin Değerlendirilmesi Konusundaki Yaklasım
38. Komisyon, önündeki belgeleri ve sözlü delilleri, makul
süpheden ari (beyond reasonable doubt) olma ölçütü
çerçevesinde, bu ölçütün yeterince güçlü, açık ve uygun
delillerin birarada bulunmasını gerektirdiğini dikkate alarak
incelemistir. Bundan dolayı Komisyon, basvurucunun, Bay Hikmet
Aksoy’un ve iki Cumhuriyet savcısının Diyarbakır’daki oturuma
katılmamalarının, delillerin karar vermeye yetecek düzeyde olup
olmadıklarına karar verilmesi konusunda önemli bir etkiye sahip
olduğunu vurgulamıstır. Komisyon buna ek olarak, olayın
doğrudan tanığı olmaması dolayısıyla basvurucunun ifadesinin
delil olmak açısından ancak sınırlı bir değer tasıyacağını
vurgulamıstır. Buna karsın Hikmet Aksoy’un olayın görgü
tanıklarından olması ve katılması durumunda, çapraz sorgulama
sonucunda, verdiği bilgilerin doğruluğunun ve güvenilirliğinin
değerlendirilmesinin mümkün olacak olması dolayısıyla, onun
dinlenilmesinin değerli olacağı açıklanmıstır. Basvurucunun
kardesinin ölümüne (bkz. yukarıda paragraf 31-34) iliskin olarak
yerel düzeyde yapılan sorusturmada meydana gelecek herhangi
bir eksiklik Komisyon’un varacağı sonuçları Sözlesme’nin 28.
maddesinde kendisine verilen yetkilere dayanarak topladığı sözlü
ve belgesel delillere dayandırmak zorunda kalması anlamına
gelecekti.
3. Komisyon’un Değerlendirmesi
39. Komisyon’un Abdülmenaf Kaya’nın ölümüne iliskin deliller
konusundaki kararı söyle özetlenebilir:
(i) Açık olan ve üzerinde uyusmazlık olmayan tek olay
Abdülmenaf Kaya’nın cesedinin 25 Mart 1993 tarihinde Dolunay
Köyü yakınındaki bir derenin kenarındaki çalıların arasında
bulunmus olduğuydu. Cesedin üzerinde mavi-gri bir pantolon, bir
kemer, bir yelek ve çorapsız olarak giyilmis bir çift ayakkabı vardı.
Cesedin boynunda, boğazında, kalbin üzerinde, vücudun sol üst
bölümünde, göbek ve kasık çevresinde, sol kalçada ve her iki
bacağın femurunda çok sayıda kursun deliği saptanmıstır.
Kursunların etkisiyle bacak kemikleri kırılmıstı. Otopsi raporunda
toplam kursun deliği sayısı belirtilmemis olmakla birlikte, bu sayı,
temsilcilere verdiği sözlü ifadesinde Dr. Arzu Doğru tarafından
yedi veya sekiz olarak tahmin edilmistir. Uyusmazlık konusu
olmayan bir diğer nokta da, Dr. Arzu Doğru’nun ceset üzerinde
olay mahallinde bir otopsi yaptığı ve cesedin otopsiden sonra
Birinci Teğmen Alper Sir’in emriyle Çiftlibahçe Köyü’nden üç
köylüye verildiğiydi.
(ii) Tanık olarak dinlenen askerlerin ayrıntıda eksik kalan
ifadeleri (bkz. yukarıda paragraf 35) önemli ölçüde birbirine
uygun ve Hükümet’in olaylara iliskin yorumuyla (bkz. yukarıda
paragraf 11-15) kosuttu.
(iii) Bununla birlikte Hükümet’in aktardığı bilgilerde
süpheye yol açacak birkaç nokta vardı: 50-60 askerle 20-35 PKK
teröristinin girdiği ve 30-60 dakika süren silahlı çatısmada sadece
bir ölü vardı; askerlerin silahlarının menzilinin 400-600 metre olduğu
ve askerlerle teröristler arasındaki ates etme uzaklığının 300-1000
metre olduğu düsünüldüğünde cesedin üzerindeki yaralar çok
ciddiydi; çatısma sırasında ne ölen sahsın ne de diğer teröristlerin
görülmüs oldukları dikkate alınırsa,cesedin her yanında kursun
yaralarının bulunması onun tam anlamıyla ates altında kalmıs
olduğunu göstermektedir; cesedin üzerindeki giysiler tipik PKK
giysileri değildir; aktif bir teröriste ait olduğu düsünülmesine karsın
ceset üç köylüye teslim edilmistir; ve cesetle yanında bulunan
silah arasında herhangi bir bağ kurmaya yarayacak herhangi bir
laboratuvar sonucu yoktur.
4. Basvurucunun Kardesinin Ölümüne Đliskin Bulgular
40. Komisyon, yukarıda değinilen noktalardan (bkz. paragraf 39
(iii)) hareketle Abdülmenaf Kaya’nın askerler tarafından
basvurucunun iddia ettiği kosullar altında öldürüldüğünün
toplanan yazılı ve sözlü delillerle makul süpheden ari bir sekilde
kanıtlandığı sonucuna varmanın mümkün olmadığını belirtmistir.
5. Ölüm Konusundaki Yerel Sorusturmaya Đliskin Bulgular
41. Komisyon’un Abdülmenaf Kaya’nın öldürülmesi konusundaki
arastırma ve sorusturmaya iliskin kararı, 25 Mart 1993 tarihinde
meydana gelen olayla ilgili olarak yetkililerce yapılmıs ayrıntılı bir
sorusturmanın bulunmadığı ve temsilcilerin sorusturmanın değisik
asamalarında sorumluluk üstlenmis savcıları dinleme olanağına
sahip olamadıkları bir ortamda verilmistir. Komisyon, savcıların
temsilciler önündeki oturuma katılmamak konusundaki
mazeretlerinin ikna edici olmadığı kanaatine varmıstır.
Komisyon, ceset üzerinde yapılmıs olan otopsinin kusurlu ve eksik
olduğu görüsündedir. Đlk olarak, cesede isabet eden kursunların
sayısının veya hangi uzaklıktan ates edilmis olduğunun tespit
edilebilmesi için herhangi bir girisimde bulunulmamıstır; ve otopsi
raporu giristeki ve çıkıstaki yaraların yerlerinin tespiti açısından son
derece yetersizdir. Đkinci olarak, ceset veya elbiseler üzerinde
parmak izi ve barut arastırması yapılmamıstır. Otopsinin ve adli tıp
arastırmasının güvenlik nedeniyle olay yerinde yapılmasının güç
olduğunu kabul etmekle birlikte Komisyon, cesedin baska bir yere
götürülerek, orada, örneğin vücuttaki kursunlara iliskin daha genis
bir arastırma yapılmamıs olmasını altını çizmeye değer bulmustur.
Cesedin köylülere teslim edilmesi daha genis bir arastırma
yapabilme olanağını ortadan kaldırmıstır. Üçüncü olarak
Komisyon, yetkili makamların, cesedin bir PKK’lıya ait olduğu
konusunda hiçbir kusku ve olayda güvenlik güçlerinin herhangi bir
sorumluluklarının bulunabileceği olasılığını arastırma gereksinimi
duymadıkları izlenimini edinmistir.
Komisyon, bu noktada, otopsi raporunda ölenin PKK
teröristi olduğuna dair ibarenin, Cumhuriyet Savcısı Ekrem Yıldız’ın
yetkisizlik kararında kullandığı ifadenin (bkz. yukarıda paragraf 31)
ve Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı’nın Hikmet
Aksoy’u ölenin PKK’yla bir iliskisi olup olmadığı konusunda
sorgulamamasının (bkz. paragraf 20 ve 21) altını çizmektedir.
II. Đlgili Yerel Mevzuat ve Uygulama
42. Hükümet Komisyon’a ve Divan’a asağıdaki mevzuatın
davayla ilgili olduğunu bildirmistir.
A. Güvenlik Güçlerinin Silah Kullanmaya Yetkili Olduğu Durumlar
43. 285 sayılı KHK’nin 23. maddesine göre, güvenlik güçleri ve
silahlı kuvvetler görevlerini yerine getirirken bu KHK’nin çizdiği
sınırlar içerisinde silah kullanabilirler. Dolayısıyla güvenlik güçleri,
teslim ol çağrısına uymayan veya buna atesle karsılık veren veya
kendilerini mesru müdafaa durumunda bırakan bir kisiye ates
etme yetkisine sahiptirler.
44. Mesru müdafaaya iliskin hüküm Türk Ceza Yasası’nın 49.
maddesindedir. Bu hükme göre; “Gerek kendisinin gerek
baskasının nefsine veya ırzına vukubulan haksız bir taarruzu filhal
defi zaruretinin bais olduğu mecburiyetle, ..., islenilen fiillerden
dolayı faile ceza verilemez...”
B. Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası’nda Adam Öldürme Suçunun
Arastırılması ve Sorusturulması
45. Ceza Yasası’nda taksirli adam öldürmeye (m. 452,459), kasten
adam öldürmeye (m. 448) ve taammüden adam öldürmeye (m.
450) iliskin düzenlemeler vardır. Bu suçlarda Ceza Muhakemeleri
Usulü Yasası’nın 151. ve 153. maddeleri uygulama alanı
bulmaktadır. 153. maddeye göre Cumhuriyet savcılarının ve
emniyetin, kendilerine bildirilen suçları arastırmak ödevi vardır.
Cumhuriyet savcıları CMUK m. 148’den hareketle bir sorusturma
baslatılıp baslatılmayacağına karar verecektir. 165. maddeye
göre sorusturma baslatmayan Cumhuriyet savcısına karsı itirazda
bulunulması mümkündür.
46. Basvurucu, 285 sayılı KHK’nin, savcıların güvenlik güçlerine
iliskin arastırmalarda yetkilerini yerel idari birimlere devretmek
zorunda olduklarını düzenleyen 4. maddesine dikkat çekmektedir.
Basvurucuya göre yasa gücünde olan bu KHK yargısal denetime
tabi değildir. 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’nın benzer bir
hüküm içeren 15. maddesinin 3. fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin
31 Mart 1992 tarihli bir kararıyla iptal edilmistir. Basvurucuya göre
herhangi bir hukuk eğitimi almamıs, atanmıs kamu görevlilerinden
olusan bu idari birimler bağımsızlıktan yoksundurlar ve güvenlik
güçleri mensuplarına iliskin bir sorusturmayı daha üst düzeydeki
baska güvenlik güçleri mensuplarına havale etmektedirler. Bu
görevliler sorusturmaya gerek olup olmadığı konusunda karar
vermekte ve bu karar idari birimin kararı olarak ancak idari
yargının denetimine tabi olmaktadır.
C. Türk Hukuku’nda Cezai Sorumlulukla Tazminat Sorumluluğu
Arasındaki Đliski
47. Hükümet, Mahkeme’ye, Türk Hukuku’nda cezai sorumlulukla
tazminat sorumluluğu arasındaki iliskiye iliskin bir açıklama
sunmustur.
Hukuk mahkemeleri bir kisinin kusurlu olup olmadığı
konusunda karar verirken ceza hukukuyla bağlı değillerdir. Bir
hukuk mahkemesi hakimi sorumluluk konusundaki ceza hukuku
kurallarıyla ve ceza mahkemesinin beraat kararıyla bağlı değildir.
Borçlar Kanunu’nun 53. maddesinde hukuk mahkemesi yargıcının
ceza mahkemesi kararlarıyla bağlı olmadığı belirtilmistir.
53. maddeye göre;
“Hakim kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin failinin
temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için
ceza hukukunun sorumluluğa dair hükümleriyle bağlı olmadığı
gibi, ceza mahkemesinden verilen beraat kararıyla da bağlı
değildir”.
48. Türk Hukuku’nda suç ve kusurun değerlendirilmesi özel
hukuktaki gibi değildir. Ceza sorumluluğu sadece cezalarla
ilgiliyken özel hukuk sadece davacının davalının kusurlu olduğunu
ispatlayabildiği durumlarda zararın tazminiyle ilgilenir. Cezai
sorumluluk ve tazminat sorumluluğu değisik düzeylerde ve değisik
ölçütlere göre kararlastırılır. Ceza sorumluluğunda kasıt veya taksir
aranır oysa tazminat sorumluluğunda durum farklıdır.
49. CMUK’a göre, davacı istemde bulunursa Ceza Mahkemesi
tazminata da hükmedebilir. Bu durumda ceza mahkmesinin
tazminata iliskin kararı bağlayıcıdır.
50. Tazminat istemini görüsmekte olan bir hukuk mahkemesi aynı
konuda görüsülmekte olan ceza davasının sonucunu beklemek
zorunda değildir. Hukuk mahkemesi ceza mahkemesinin sadece
mahkumiyet kararlarıyla bağlıdır. Ceza mahkemesinin delil
yetersizliğinden beraat kararı hukuk mahkemesi açısından
bağlayıcı değildir. Özel hukuk sorumluluğu özel hukuk
hükümlerine göre belirlenecektir. Bu konuda 1971 tarihli bir
Yargıtay kararında söyle denilmistir: “Ceza yargılamasının
beraatle sonuçlanmıs olması, veya eylemin birden çok kisi
tarafından yapılması halinde suçu isleyenin hangisi olduğunun
tespit edilememis olması durumlarında, daha sonra açılan
tazminat davasının yargıcı ceza mahkemesi kararıyla bağlı
olmayacaktır”.
KOMĐSYON ÖNÜNDEKĐ ĐSLEMLER
51. Basvurucu, Komisyon’a 23 Eylül 1993 tarihinde yapmıs olduğu
22729/93 sayılı basvuruda, kardesi Abdülmenaf Kaya’nın güvenlik
güçlerince, 25 Mart 1993 tarihinde hukuka aykırı bir sekilde
öldürüldüğünü ve ölümüne neden olan olayların yetkili
makamlarca gereği gibi arastırılmadığını iddia etmistir. Basvurucu,
Sözlesme’nin 2., 3., 6., 13. ve 14. maddelerinin ihlal edildiğini iddia
etmistir.
52. Komisyon, 20 Subat 1995’te basvuruyu kabul edilebilir
bulduğunu açıklamıstır. 24 Ekim 1996 tarihli raporunda (madde
31), basvurucunun kardesinin ölümüne iliskin olayın yetkili
makamlarca yeterince arastırılmaması nedeniyle, 2. maddenin
ihlal edildiğine 27 oya karsı 3 oyla; 3. maddeye iliskin herhangi bir
ihlal bulunmadığına oybirliğiyle; Sözlesme’nin 6. maddesine iliskin
bir ihlalin bulunduğuna 27 oya karsı 3 oyla; Sözlesme’nin 13.
maddesine iliskin incelemeyi gerektiren herhangi bir konu
bulunmadığına 28 oya karsı 2 oyla; ve Sözlesme’nin 14.
maddesine iliskin herhangi bir ihlal bulunmadığına oybirliğiyle
karar verilmistir. Komisyon’un görüsünün tam metni ve bes ayrık
oy bu karara ek olarak yayınlanmıstır.
MAHKEME’YE SON SUNUSLAR
53. Basvurucu gerek basvurusunda, gerek sözlü olarak, davalı
devletin Sözlesme’nin 2., 6. ve 13. maddelerini ve bu maddelerle
bağlantılı olarak 14. maddeyi ihlal ettiğini tespit etmesini
Mahkeme’den istemistir. Komisyon önünde ileri sürülen 3.
maddenin ihlaline iliskin iddia Mahkeme önünde ileri
sürülmemistir. Mahkeme’den aynı zamanda 50. maddeye
dayanarak tazminata hükmetmesi istenmistir.
54. Buna karsılık Hükümet, Sözlesme organları önünde basvurucu
statüsünde bulunma hakkına sahip olduğunu gerek yazılı gerek
sözlü olarak kanıtlayamaması dolayısıyla Bay Kaya’nın
basvurusunun kabul edilmemesi gerektiğini iddia etmistir. Buna ek
olarak Hükümet, Sözlesme’nin ihlal edilmediği iddiasıyla,
Mahkeme’nin basvurucunun basvurusunu reddetmesini talep
etmistir.
KARAR
I. Davanın Konusu
55. Komisyon davayı Mahkeme’ye gönderirken Sözlesme’nin 3.
maddesinin ihlal edilmis olup olmadığının arastırılmasını istemistir
(bkz. yukarıda paragraf 1). Buna karsın basvurucu bu iddiayı
Mahkeme önünde ne yazılı ne de sözlü olarak (bkz. yukarıda
paragraf 53) dile getirmistir. Kamuya açık durusmada Hükümet
ve Komisyon Temsilcileri böyle bir iddiada bulunmamıslardır.
Mahkeme bu kosullar altında bu iddiayı incelemeyecektir.
II. Hükümetin Đlk Đtirazı
56. Hükümet, Bay Kaya’nın Sözlesme kurumları önündeki basvuru
ehliyetini tartısma konusu yapmıstır. Hükümete göre, Sözlesme
süreci Đnsan Hakları Derneği Diyarbakır Subesi’nden Bay Abdullah
Koç’a verilen bir ifadeyle baslatılmıs olduğundan, Kaya’nın
Komisyon’a gerçek anlamda bir basvuruda bulunduğundan söz
etmek mümkün değildir (bkz. yukarıda paragraf 16). Đfade Bay
Koç tarafından yazılmıs ve Bay Kaya tarafından okunması mükün
olmayan bir sekilde imzalanmıstır. Hükümet’e göre Komisyon,
ortada bona fide bir basvuru bulunduğu yolundaki belirlemesiyle
yanlıs bir karar vermistir.
Hükümet, Bay Kaya’nın islemlere herhangi bir asamada
katılmadığı konusunda ısrar etmistir. Kaya, Komisyon temsilcilerinin
9 Kasım 1995’te Diyarbakır’da yaptıkları oturuma ve Mart 1996’da
Strasbourg’da Komisyon tarafından yapılması istenilen
durusmaya da katılmamıstır.
Hükümet, bu noktalardan hareketle Mahkeme’nin, bir
“basvurucu” bulunmaması nedeniyle davayı reddetmesini
istemistir.
57. Basvurucunun hukuki tamsilcileri Hükümet’in bu konudaki
iddialarını reddetmislerdir. Mahkeme önünde basvurucunun
Sözlesme organlarına basvurma arzusunu her zaman tasıdığını
söylemislerdir. Basvurucu, daha önce iki kez Diyarbakır Đnsan
Hakları Derneği’nde ifade vererek (bkz. yukarıda paragraf 16-18),
ölüm sonrası raporunun bir kopyasını almak için basarısız kalan
girisimlerde bulunarak ve olayın görgü tanığı olan köylülerle
bağlantı
kurmaya çalısarak, sürece aktif bir sekilde katılmıstır.
Basvurucunun temsilcilerin bulunduğu toplantıya katılmamasının
nedeni yetkili makamların misilleme girisiminde bulunmalarından
korkmasıdır. Dahası, Diyarbakır Hapishanesi’nden gönderdiği
imzalı bir yazıyla islemlere Mahkeme önünde devam edilmesi
konusundaki arzusunu ifade etmistir (bkz. yukarıda paragraf 2).
58. Komisyon temsilcileri Hükümet’in ilk itirazlarını kabul
etmemislerdir.
59. Mahkeme, Hükümet’in Bay Kaya’nın basvuru ehliyetine iliskin
itirazlarının Komisyon önündeki kabul edilebilirlik asamasında veya
daha sonraki asamalarda ileri sürülmemis olduğunu belirtir. Kabul
edilebilirlik asamasında ileri sürülen tek itiraz içhukuk yollarının
tüketilmemis olmasıydı ki bu itiraz da basvurunun kabul
edilebilirliği ile ilgili olmayıp, basvurucunun 6. maddenin ihlaline
iliskin iddialarının karsılanması amacıyla ileri sürülmüs bir karsı
iddiaydı (bkz. asağıda paragraf 100).
60. Dolayısıyla Hükümet’in Bay Kaya’nın Komisyon’a basvuru
ehliyeti (bkz. 25 Eylül 1997 tarihli Aydın-Türkiye kararı, Reports of
Judgements and Decisions 1997-..., p. ...) ve basvurunun
geçerliliği konularındaki itirazlarda bulunma hakkından kendi
isteğiyle vazgeçtiği kabul edilmek gerekir. Bu nedenle Hükümet’in
ilk itirazı reddedilmistir.
III. Sözlesme’nin 2. Maddesine Đliskin Đhlal Đddiaları
61. Basvurucu, kardesinin 25 Mart 1993 tarihinde, güvenlik güçleri
tarafından, herhangi bir yargı kararı olmaksızın öldürüldüğünü ve
bunun Sözlesme’nin 2. maddesinin ihlali anlamına geldiğini iddia
etmistir. Yetkili makamların kardesinin öldürülmesi olayıyla ilgili
yeterli arastırmayı yapmak konusundaki eksiklikleri de 2.
maddenin ihlali anlamına gelmektedir. 2. maddeye iliskin bu iki
ihlal davalı Devletin içhukukundaki yasama hakkının yeterince
korunmamasıyla da birlesmektedir.
Sözlesme’nin 2. maddesine göre;
“1. Herkesin yasama hakkı kanunla korunur. Kanunun ölüm
cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece
hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dısında hiç kimse kasten
öldürülemez.
2. Öldürme, asağıdaki durumlardan birinde kuvvete
basvurmanın kesin zorunluluk haline gelmesi sonucunda
meydana gelmisse, bu maddenin ihlali suretiyle yapılmıs sayılmaz:
a) Bir kimsenin kanundısı siddete karsı korunması;
b) Kanuna uygun olarak tutuklama yapılması veya
kanuna uygun olarak tutuklu bulunan bir kisinin kaçmasının
önlenmesi;
c) Ayaklanma veya isyanın, kanuna uygun olarak
bastırılması.”
62. Hükümet, basvurucunun iddialarını, kardesinin terörist bir saldırı
sırasında hukuka uygun olarak öldürüldüğünü ve yetkili
makamların bu ölüm olayıyla ilgili olarak yürüttükleri arastırmanın
tamamıyla yeterli olduğunu belirterek reddetmistir.
Komisyon, 2. maddenin, basvurucunun kardesinin
öldürülmesi olayının yetkili makamlarca yeterince arastırılmamıs
olması nedeniyle ihlal edilmis olduğunu saptamıstır.
A. Basvurucunun Kardesinin Hukuka Aykırı Bir Sekilde Öldürülmüs
Olduğu Yolundaki Đddia
1. Mahkeme Önündeki Đddialar
(a) Basvurucu
63. Basvurucu, kardesinin güvenlik görevlileri tarafından
yasamlarına yönelik herhangi bir tehdit yokken (bkz. yukarıda
paragraf 39) kasten öldürüldüğü sonucuna varılmasına yol
açacak, yeterince güçlü ve açık deliller bulunduğunu iddia
etmistir. Kullanılan siddetin 2. maddenin ikinci paragrafında
belirtilen amaçlarla uyumlu olduğunu ve orantılı olduğunu
kanıtlamak yükü devlete düsüyordu. Oysa, ölenin terörist
olduğuna ve güvenlik güçlerinin terörist bir saldırı karsısında kendi
kendilerini korumak zorunda kaldıklarına dair iddialarını
kanıtlamayı basaramamıslardır.
64. Basvurucu buradan hareketle, Hükümet’in ölen kisinin
yanında bulunmus olan silahı kullandığına dair herhangi bir delil
getiremediğini ve eğer ölen kisi bir teröristse niye bir terörist gibi
giyinmemis olduğunu mantıklı bir sekilde açıklayacak herhangi bir
gerekçe ileri sürmemis olduğunu vurgulamıstır. Dahası, ölenin
silahlı bir çatısmada ölen, kimliği belirlenememis bir terörist olduğu
iddiası, bir Cumhuriyet savcısının ve bir doktorun ölüm sonrası
arastırmalarda bulunmak için özel olarak bölgeye gönderilmis
olmasıyla ve ölenin esyalarının ve gömülmek üzere cesedinin
köylülere verilmesiyle bağdasmamaktadır (bkz. yukarıda paragraf
13 ve 14).
65. Bunun yanında, hükümet, ölüm olayının gerçeklestiği gün
herhangi bir silahlı çatısmanın meydana gelmis olduğunu
kanıtlayacak deliller ileri sürememistir. Đddia edilen silahlı çatısmayı
kanıtlayacak bir tek kursun bulunamamıstır. Ayrıca teröristlerin geri
çekilmek için kullanmıs olmaları olasılığı olan yolda herhangi bir
kan izine de rastlanmamıstır.
66. Basvurucunun kardesinin bir silahlı çatısmada öldürülmüs
olduğu kanıtlanabilmis olsaydı bile, Hükümet bu ölümün
Sözlesme’nin 2. maddesinin 2. paragrafındaki kosullar altında
gerçeklesmis olduğunu kanıtlayamayacaktı. Baska herhangi bir
ceset bulunamayısı ve ölenin cesedi üzerinde bulunan kursun
yaralarının yerleri, sayıları ve ciddiyetleri göz önünde
bulundurulursa, kullanılan siddetin orantılı bir siddet olmadığı
açıkça ortaya çıkacaktır. Bu olgular basvurucunun kardesinin
kasıtlı bir sekilde öldürüldüğünü doğrulamaktaydı.
67. Kendi ifadeleri ve Hikmet Aksoy’un 17 haziran 1994 tarihinde
Cumhuriyet Savcısı’na verdiği ifade (bkz. yukarıda paragraf 16-
21), Komisyon’un üzerinde uyusmazlık bulunmayan olgular olarak
sıraladığı olaylarla uyum içindeydi ve kardesinin güvenlik
güçlerince kasıtlı bir sekilde öldürüldüğüne dair ikna edici kanıtlar
içermekteydi. Basvurucu da Aksoy da, 9 Kasım 1995’te
Diyarbakır’da temsilcilerin yaptıkları sorgulamaya kendi ellerinde
olmayan sebeplerden dolayı gitmemislerdi. Her ikisi de yetkili
makamlardan gelebilecek misillemeden korkmuslardı. Nitekim
Aksoy’un korkuları doğru çıkmıs ve kendisi kısa bir süre sonra
tutuklanmıstı.
(b) Hükümet
68. Hükümet basvurucunun iddialarının dayanaksız olduğunda ve
temsilciler önünde çapraz sorgulamaya alınmamıs kisilerin
ifadelerine dayandığında ısrar etmistir. Basvurucu olayın
doğrudan görgü tanığı değildir. Aksoy ise, PKK’yla bağlantısı
bulunduğu kanıtlanmıs bir uyusturucu madde kaçakçısı
olduğundan güvenilir bir tanık değildir. Aksoy da basvurucu da
temsilciler tarafından önündeki oturuma bilerek ve isteyerek
katılmamıslardır. Aksoy’un misilleme korkusunu ileri sürmesi kabul
edilebilir değildir çünkü kendisi, hapishanede bulunduğu sırada
bile, Cumhuriyet Savcısı’na güvenlik güçleri aleyhine kousmaktan
çekinmemistir (bkz. yukarıda paragraf 20 ve 21).
69. Basvurucunun iddialarının güvenilirliğini zedeleyen iki nokta
daha vardı. Örneğin basvurucunun ikinci ifadesinde (bkz.
yukarıda paragraf 18) iddia edilmis olduğu gibi yaralı olsaydı,
ölenin 300-400 metre kosmus olması mümkün olmazdı. Ayrıca
güvenlik güçleri tarafından kasten öldürülmüs olsaydı, iddia
edildiği gibi bir güvenlik güçleri mensubunun gidip de Aksoy’a
bunu bildirmesi (bkz. yukarıda paragraf 21) sözkonusu olmazdı.
70. Buna karsın, temsilcilerin karsısında tanıklık eden tüm güvenlik
güçleri mensupları sehadetlerinde tutarlı idiler. Olay günü bir silahlı
saldırının gerçeklesmis olduğu ve teröristlerin çekilmesinin
ardından çalıların arasında kimliği belirsiz silahlı bir teröristin
cesedinin bulunduğu yolundaki gözlemler, olayla ilgili olmayan bir
baska davadaki durusmada o bölgeden bir belediye baskanı
tarafından da dile getirilmistir.
71. Hükümet, ayrıca, Komisyon tarafından olayların resmi
açıklanmasına (bkz. yukarıda paragraf 39) iliskin olarak yapılan
ve basvurucu tarafından da dayanak olarak kullanılan
değerlendirmeleri dayanaksız bulduğunu açıklamıstır. Teröristler
tabii ki baska kayıplar da vermislerdir; nitekim kaçarken
kullandıkları yol üzerinde kan izlerine rastlanmıstır. Ayrıca daha
önceki deneyimlerden de bilinmektedir ki kayıp olmaması silahlı
bir çatısma olmadığı anlamına gelmemektedir. Cesedin üzerinde
bulunan kursun sayısı da askerlerin kullandıkları otomatik silahların
menzili ve gücüyle orantılıdır. Basvurucunun kardesinin sadece
birkaç saniye açıkta kalması birçok kursuna hedef olmasına
yetmistir. Bunların yanında, ölenin yası veya görünüsü terörist
olmadığını kanıtlamamaktadır.
72. Sonuç olarak Hükümet Mahkeme’den, basvurucunun
kardesinin güvenlik güçleriyle girilen silahlı bir çatısmada
öldüğünü ve ölümün mesru müdafaadan kaynaklandığını tespit
etmesini istemektedir.
(c) Komisyon
73. Komisyon temsilcileri, Mahkeme’de, Komisyon’un 25 Mart
1993 tarihinde meydana gelen olayları aydınlatma girisiminin
basvurucunun ve Hikmet Aksoy’un temsilciler önünde tanıklık
etmeye gelmemeleri dolayısıyla sekteye uğradığını bildirmislerdir.
Temsilciler dört kamu görevlisini tanık olarak dinlemisler ve bu
kamu görevlilerinin dördü de güvenlik güçlerinin ates altında
kaldıklarını, karsılık verdiklerini ve daha sonra sivil giyimli bir sahsın
cesedinin Dolunay Köyü yakınlarındaki bir derenin kenarında
çalıların arasında bulunduğunu söylemislerdir. Buna karsın,
Komisyon, ölen kisinin silahlı bir çatısmada ölen bir terörist
olmayabileceğini düsündüren olguları sıralamıstır (bkz. yukarıda
paragraf 39). Bunun yanında Komisyon, basvurucunun kardesinin
öldürülmesinin bir spekülasyon ve tahmin konusu olarak kaldığını
ve maktulün iddia edildiği gibi kasıtlı olarak öldürüldüğünü kesin
olarak kanıtlamanın mümkün olamadığını saptamıstır.
2. Mahkemenin Değerlendirmesi
74. Mahkeme, basvurucunun kardesinin nasıl öldüğü konusunda
farklı ifadeler olduğunu saptar. Hem basvurucu hem de Hükümet,
Komisyon tarafından sıralanan üzerinde uzlasma sağlanamamıs
noktaları (bkz. yukarıda paragraf 39) kendi tezlerini güçlendirir
sekilde algılamıslar ve tezlerini Mahkeme’ye sundukları iddialarla
ve belgelerle desteklemislerdir. Aynı zamanda dikkat edilmelidir ki
benzer iddialar ve belgeler Komisyon’a da sunulmus ve Komisyon
bunları 25 Mart 1993 tarihinde meydana gelen olayları
aydınlatmak için dikkate almıstır. Buna karsın Komisyon, 25 Mart
1993 günü meydana gelen olayları kesin olarak aydınlatmaya
muktedir olamamıstır.
75. Bu noktada Mahkeme’nin yerlesmis içtihadına göre olayların
ve olguların saptanmasının ve sorgulanmasının Komisyon’un
görevi olduğunu (Sözlesme’nin 28/1. ve 31 maddeleri) belirtmek
gerekir. Mahkeme, Komisyon’un bulgularıyla bağlı olmamakla ve
önündeki materyali değerlendirmek suretiyle kendi takdirine
dayanarak karar vermek durumunda bulunmakla birlikte, bu
alanda yetkilerini kullanması son derece istisnai bir durumdur (27
Eylül 1995 tarihli McCann ve diğerleri-Birlesik Krallık kararı, Series A,
no. 324, s. 50; 18 Aralık 1996 tarihli Aksoy-Türkiye kararı, Reports of
Judgements and Decisions 1996-s. ...; yukarıda sözü edilen Aydın
kararı; ve 28 Kasım 1997 tarihli Mentes-Türkiye kararı, Reports 1997-
s. ...).
76. Mahkeme, Komisyon’un varmıs olduğu karardan farklı bir
karara varmasını gerektirecek herhangi bir ayrıksı durumun
bulunduğu kanaatinde değildir. Hızlı karar vermesi gerektiği için
Komisyon, basvurucunun kardesinin öldüğü kosulları tam olarak
aydınlatma olanağı bulamamıstır. Komisyon’un delil toplama
faaliyeti, basvurucunun ve Aksoy’un temsilciler önünde tanıklık
etmeye gelmemeleri üzerine önemli ölçüde sekteye uğramıstır;
ayrıca Aksoy’un ve basvurucunun Abdülmenaf Kaya’nın
öldürülmesi olayının görgü tanıkları olduklarını iddia ettikleri
köylülerin dinlenilmesi de mümkün olmamıstır. Temsilcilerin,
tanıkların tanıklıklarının değerini ve çapraz sorgulamadaki
konumlarını gözlemleyememeleri Komisyon’un karar vermek için
gereksinim duyduğu gerçeğe (bkz. yukarıda paragraf 38)
ulasılması konusunda önemli bir engel teskil etmistir (bkz. örneğin
yukarıda adı geçen Aydın kararı).
77. Basvurucunun, Hükümet’in bazı açıklamalarından dolayı
Komisyon üyelerinin zihinlerinde uyanan süphelere dayandığını
da belirtmek gerekir. Mahkeme bu süphelerin hala geçerli
olduğunu ve Hükümet’in yaptığı açıklamalarla (bkz. yukarıda
paragraf 70) ortadan kaldırılamamıs olduğunu belirtir. Ancak,
tamamı göz önünde bulundurulduğu zaman, basvurucunun
iddialarının kanıtlanmıs olduğu konusunda da mahkeme ikna
olmus değildir. Ulasılması gereken delil düzeyine ulasmak için
güçlü, açık ve uygun delillerin bulunması gerekirken, temsilcilerin
önünde verilmis ve basvurucunun iddiasını doğrulayacak
herhangi bir sözlü ifadenin bulunmaması, mahkeme nezdinde iki
tarafın iddialarının aynı düzeyde kabul edilebilir bulunmasına yol
açmıstır.
78. Mahkeme, Komisyon’un bulgularını ve delilleri dikkatle
inceledikten sonra, elindeki delillerin, basvurucunun kardesinin
iddia edildiği gibi güvenlik güçleri tarafından bilerek ve istenerek
öldürülmüs olduğu sonucuna, her türlü süpheden ari olarak
varmasını mümkün kılmadığını bildirir.
A. Arastırmanın Yetersizliği Đddiası Hakkında
1. Mahkeme Önündeki Đddialar
(a) Basvurucu
79. Basvurucu, kardesinin ölümüne iliskin herhangi bir resmi
sorusturma yapılmadığını ileri sürmüstür. Olay yerinde hazırlanmıs
olan otopsi raporu ceset üzerindeki kursun yaralarının ebadı, sayısı
ve biçimi konusunda herhangi bir bilgi vermemektedir. Ayrıca
rapor, cesedin ellerinde veya giysilerinde barut bulunup
bulunmadığı ve kursunların nereden atılmıs olabileceği
konularında da herhangi bir bilgi içermediğinden eksik kalmıs bir
rapordur.
Cesedin, çekilmis olduğu iddia edilen fotoğrafları hiçbir zaman
ele geçirilememis ve nerede dosyalandıklarına (bkz. yukarıda
paragraf 34) dair herhangi bir kayıt tutulmamıs olduğu ortaya
çıkmıstır. Otopsi tamamlanır tamamlanmaz cesedin köylülere
verilmesi kararı (bkz. yukarıda paragraf 14) ceset ve giysiler
üzerinde daha ileri bir adli tıp arastırması yapılmasını olanaksız
kılmıstır.
80. Cumhuriyet Savcısı olayın gerçeklestiği yerde yeterli bir
arastırma yapmamıstır. Silahın üzerinde parmak izlerinin
saptanması için herhangi bir arastırma yapılmadığı gibi, kursunlar
da daha sonra yapılacak analizler için alınmamıstır. Olaya iliskin
raporu (bkz. yukarıda paragraf 14) imzalayan veya Komisyon
temsilcileri önünde ifade veren askeri tanıkların hiçbiri sikayetçinin
kardesinin iddia edilen saldırıda öldüğünü gördüklerini
söylemedilerse de, Cumhuriyet Savcısı tarafından, ne olay
yerinde, ne de daha sonra askerlerden herhangi birinin ifadesine
basvurulmamıstır. Cumhuriyet Savcısı ilk andan itibaren ölenin bir
terörist olduğu ve bir silahlı çatısmada ölü olarak ele geçirildiği
konusunda kendi kendini ikna etmistir. Ölüm sebebine iliskin tüm
olasılıkları ortadan kaldıran bu düsünce Savcı’nın yaklasımı
üzerinde belirleyici olmustur.
81. Basvurucu, iddialarını, son derece yüzeysel ve yetersiz olan bu
arastırmanın Sözlesme’nin ikinci maddesinde yer alan “yasama
hakkı”nın korunması konusunda bir eksiklik olusturduğunu
söyleyerek tamamlamıstır.
(b) Hükümet
82. Hükümet, olay yerindeki kosullar altında ancak asgari
düzeyde bir arastırmanın yapılabileceğini ileri sürmüstür.
Basvurucunun kardesinin güvenlik güçleriyle girdiği silahlı bir
çatısmada öldüğü çok açıktı. Öldüğü sırada silahlıydı ve
öldürmeye çalısırken öldürüldü. Çok açık bir tehlike olmasına
karsın, Cumhuriyet Savcısı ve Dr. Doğru büyük bir cesaret örneği
göstererek olay mahallinde bir otopsi gerçeklestirmislerdir. Bir
otopsi raporu, bir gömülme belgesi hazırlanmıs ve o sırada henüz
kimliği belirlenememis olan ceset köylülere teslim edilmistir.
Kimliğin tespit edilmesi için resmi girisimler daha sonra yapılmıs ve
Cumhuriyet Savcısı dosyayı sorusturmanın ilerletilmesi için Devlet
Güvenlik Mahkemesi’ne iletmistir. Devlet Güvenlik Mahkemesi de
dosyayı Lice’deki ilgili idari makama göndermistir.
83. Hükümet’e göre içinde bulunulan kosullarda Sözlesme’nin 2.
maddesi çerçevesinde daha fazla bir sey beklemek mümkün
değildir.
(c) Komisyon
84. Komisyon’a göre, basvurucunun hangi kosullarda ölmüs
olduğuna dair kesin bir bilgi yoktur. Bu nedenle, yetkili
makamların, özellikle belirleyici olabilecek bazı noktaları açığa
çıkarmak suretiyle ölenin silahlı bir çatısma sırasında öldürülmüs bir
terörist (bkz. yukarıda paragraf 39) olup olmadığı süphesini kesin
bir sekilde ortadan kaldıracak derinlemesine bir arastırma
yapmaları gerekirdi. Buna karsın, otopsi, adli tıp incelemesi, ölüm
anının açıklanması ve Cumhuriyet Savcısı Ekrem Yıldız tarafından
alınan önlemler açısından bakıldığında, yapılan arastırma son
derece yetersizdi. Savcı, güvenlik güçlerinin ifadelerine bile
basvurmaksızın ölenin terörist olduğuna kani bir sekilde arastırmayı
sürdürmüstür. Ayrıca Devlet Güvenlik Mahkemesi de, Hikmet
Aksoy’un 17 Haziran 1994 tarihinde öne sürmüs olduğu iddiaları,
doğruluğunu arastırmaya değer bulmamıstır.
85. Bu noktalardan hareketle Komisyon, Sözlesme’nin 2.
maddesindeki yasama hakkının korunması açısından
değerlendirildiğinde arastırmanın yetersiz olduğu sonucuna
varmıstır.
2. Mahkemenin Değerlendirmesi
86. Mahkeme, kamu görevlilerinin keyfi bir biçimde adam
öldürmelerinin Sözlesme’nin 2. maddesinde yasaklanmasının,
uygulamada kamu makamlarının kullandıkları siddetin
hukuksallığını denetleyecek bir makamın bulunmaması
durumunda bir anlamı olmayacağını tespit eder. 2. maddedeki
yasama hakkı, 1. maddede devletin genel ödevini düzenleyen,
“kendi yetki alanı içindeki herkese bu Sözlesmenin birinci
bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanımak (bunları
güvence altında bulundurmak)” hükmüyle birlikte okunduğunda,
bireyler kamu görevlilerinin eylemleri sonucu öldürüldükleri zaman
etkili bir arastırmanın yapılmasını gerektirir (bkz. yukarıda sözü
edilen McMann ve diğerleri kararı, s. 48)
87. Mahkeme, 2. maddedeki yasama hakkının korunmasının,
kamu görevlileri tarafından kullanılan siddetin belli kosullar altında
hukuka uygun mu aykırı mı olduğunun bağımsız bir sekilde
incelenmesini, bu konularda kamu görevlilerinden hesap
sorulabilmesini gerekli kıldığını açıklar.
88. Mahkeme, Hükümet’in sözkonusu olayın hukuka uygun
öldürmeyi içeren bir olay olduğunun çok açık biçimde ortada
olması nedeniyle sadece asgari formalitelerin yerine getirildiği
yönündeki açıklamasını hatırlatır. Mahkeme’nin Hükümet’in
iddialarını doğrulayacak delillerin bulunmadığı bir ortamda bunu
kabul etmesi mümkün değildir. Ayrıca, güvenlik güçleri tarafından
hukuka uygun bir öldürmenin gerçeklestiğinin çok açık olduğu bir
olayın sözkonusu olduğu bir durumun bulunduğu varsayılsa bile,
yerine getirilen “asgari formaliteler” yetersizdir.
89. Mahkeme, Cumhuriyet Savcısı’nın, tüm islemleri, ölenin
güvenlik güçleriyle çatısma sırasında ölen bir terörist olduğu
önyargısından hareketle gerçeklestirmis olmasından son derece
etkilenmistir. Olay yerindeki askerlerden herhangi bir ifade
alınmamıs ve bölgede iddia edildiği gibi yoğun bir çatısma
yasandığının göstergesi olabilecek bos kovanların bulunması için
herhangi bir çaba gösterilmemistir. Bağımsız bir arastırma yürüten
bir görevli olarak, olay yerinde delil toplamalı, olayların gelisimine
iliskin kendi düsüncesini olusturmalı ve tipik bir çiftçi gibi giyinmis
olmasına karsın ölenin iddia edildiği gibi bir terörist olduğu
konusunda kendi kendini ikna etmeliydi. Bunun yanında,
Savcı’nın, askerlerin olaya iliskin ifadelerini almak konusunda
hazırlıklı olduğunu gösterecek herhangi bir isaret de yoktu.
Savcı’nın, askerlerin söyledikleri herseyi aynen kabul etmek
konsundaki hazırlıklılığı ölenin ellerinde ve giysilerinde barut
bulunması için ve silahın üzerinde parmak izi bulunması için
herhangi bir çaba göstermemis olmasının nedenini de ortaya
koymaktadır. Her durumda, cesedin daha sonra köylülere teslim
edilmis olduğu ve dolayısıyla ceset üzerindeki kursunlar dahil
olmak üzere hiçbir konuda daha ileri analiz yapılmasının mümkün
olmadığı da dikkate alınırsa bu kusurlar ciddi kusurlar olarak kabul
edilmelidir. Olay yerinde daha ileri inceleme için alınan seyler
ölen tarafından kullanıldığı iddia edilen silah ve mühimmattan
ibaretti. O zaman için bunun değerinin ne olduğu bir yana,
Cumhuriyet Savcısı’nın balistik incelemenin (bkz. yukarıda
paragraf 31) sonucunu beklemeden yetkisizlik kararı vermesi de
dikkate değerdir.
Otopsi raporu sadece kursun yaralarının biçimini,
ciddiyetini ve konumlarını içermekteydi. Mahkeme, Komisyon’un,
raporun bazı önemli konularda, özellikle de kursun sayısı ve
kursunun atıldığı yaklasık mesafenin ölçülmesi konularında son
derece eksik kaldığına iliskin görüsünü paylasmaktadır. Yapılan
otopsinin bastansavma niteliği ve raporda belirtilen bulgular,
hukuka uygun öldürme konusunda kesin olarak emin olmayı
gerektirecek bir incelemenin ve hatta sadece asgari bir
incelemenin bile yapılmıs olduğu sonucuna varılmasını mümkün
kılmamaktadır; geride yanıtlanması gereken birçok kritik soru
kalmaktadır.
Mahkeme, olay yerinde yapılan ölüm sonrası ve adli tıp
arastırmasının terörist siddete açık bir yerde olduğunu dolayısıyla
standart uygulamanın gerçeklestirilmesinin mümkün olmadığını
teslim etmektedir. Bunu Dr. Doğru da raporunda belirtmistir (bkz.
yukarıda paragraf 29). Bu nedenle, doktorun ve Cumhuriyet
Savcısı’nın cesedi, vücut, giysiler ve kursun yaraları üzerinde
arastırma yapılmak üzere daha güvenli bir yere götürmek
konusunda herhangi bir talepte bulunmamıs olmaları sasırtıcıdır.
90. Olaydan sonra da Cumhuriyet Savcısı, basvurucunun kardesi
hakkında, örneğin aktif bir PKK üyesi olup olmadığının arastırılması,
Dolunay Köyü’ne yakın yerlerde yasayan köylülerin olay günü bir
silahlı çatısma duyup duymadıklarının sorusturulması veya
güvenlik güçleri mensuplarının olayla ilgili olarak dinlenilmesi
suretiyle bilgi alma girisiminde bulunmamıstır. Dolayısıyla
Cumhuriyet Savcısı’nın ölenin güvenlik güçleriyle çatısma
sırasında ölen bir terörist olduğuna dair inancı baska herhangi bir
delille sınanmamıs ve yetkisizlik kararı da güvenlik güçlerinin
gerçeklestiği iddia edilen silahlı çatısmada herhangi bir sekilde
orantısız güç kullanmaktan dolayı kusurlu bulunabilmeleri
olasılığını ortadan kaldırmıstır. Ayrıca, Devlet Güvenlik
Mahkemesi’ne bağlı Cumhuriyet Savcısı’nın, Hikmet Aksoy’un 17
Haziran 1994 tarihinde vermis olduğu ifadenin doğruluğunu,
örneğin 25 Mart 1993 tarihinde orada tutuklu bulunup
bulunmadığını, Lice Jandarma Karakolu’ndaki hapishane
kayıtlarından arastırmak suretiyle öğrenmeye çalısmadığı da
dikkate alınmak gerekir.
91. Mahkeme, Türkiye’nin güney-doğusunda yasam kaybının
trajik ve sıklıkla rastalanan bir durum olduğunu tespit eder (bkz.
yukarıda adı geçen Aydın kararı). Buna karsın ne silahlı
çatısmaların yaygınlığı ne de ölümlerin çokluğu, güvenlik
güçlerinin yer aldığı silahlı çatısmalarda özellikle de basvuru
konusu olaydaki gibi çesitli belirsizliklerin olduğu durumlarda
Sözlesme’nin 2. maddesinden kaynaklanan etkili ve bağımsız bir
arastıma yapılması ödevini ortadan kaldırır.
92. Bu noktalardan hareketle, Mahkeme de, Komisyon gibi, yetkili
makamların basvurucunun kardesinin ölümünü aydınlatabilmek
için etkili bir arastırma yürütemedikleri sonucuna varır. Bundan
dolayı Sözlesme’nin 2. maddesi ihlal edilmistir.
B. Đçhukukta “Yasama Hakkı”nın Yeterince Korunmadığı Đddiası
93. Basvurucu, 285 sayılı KHK’nin 4. maddesinin 1. fıkrasına (bkz.
yukarıda paragraf 46) göre güvenlik güçleri mensuplarına iliskin
arastırmaların ve sorusturmaların, kararları güvenlik güçlerinin
yaklasımlarından etkilenen idari makamlarca yapılacağını iddia
etmektedir. Bu nedenledir ki kardesinin ölümüne iliskin
arastırmada birçok eksiklikler yer almıs ve güvenlik güçlerinin
doğruluğu sınanmamıs tanıklıkları sonucunda kardesinin hukuka
uygun bir sekilde öldürüldüğü ortaya konulmustur. Güvenlik
güçlerince hukuka aykırı olarak öldürme iddialarını bağımsız bir
biçimde sorusturacak bir mekanizmanın eksikliği davalı Devlet’in
içhukukunda yasama hakkının yeterince korunmadığı anlamına
gelmektedir.
94. Bu iddiaya ne Hükümet ne de temsilciler katılmıslardır.
95. Mahkeme, daha önce basvurucunun kardesinin ölümüne
iliskin olarak etkili bir arastırmanın yapılmamıs olmasından dolayı
Sözlesme’nin 2. maddesine iliskin bir ihlalin varlığının tespit edilmis
olması dolayısıyla bu iddianın incelenmesini gerekli görmemistir.
IV. Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının ve 13. Maddesinin
Đhlaline Đliskin Đddialar
96. Basvurucu, kardesinin ölümüne iliskin resmi incelemenin
yetersizliğinin kendisini ve ölenin yakın akrabalarını tazminat talebi
için mahkemeye basvurmamaya ittiğini ve böylece Sözlesme’nin
6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğini iddia etmistir. 6.
maddenin 1. fıkrasına göre; “Temel haklarıyla ilgili anlasmazlıkların
çözümlenmesinde...herkes davasının...bağımsız ve tarafsız bir
mahkeme önünde görülmesini isteme hakkına sahiptir...”
97. Basvurucu, ölenin akrabalarının ölüm olayıyla ilgili gerçeklerin
aydınlatılabilmesi için basvurabilecekleri etkili bir mekanizma
bulunmadığını iddia etmistir. Böyle bir eksiklik Sözlesme’nin 13.
maddesinin ihlali anlamına gelir. Bu maddeye göre; “Bu
Sözlesme’de tanınmıs olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes,
ihlal fiili resmi görev ifa eden kimseler tarafından bu sıfatlarına
dayanılarak yapılmıs da olsa, durumun düzeltilmesi için ulusal bir
makama basvurma hakkına sahiptir.”
1. Mahkeme Önündeki Đddialar
(a) Basvurucu
98. Basvurucuya göre, sorusturmayı yürüten makamın, kardesinin
güvenlik güçleriyle girdiği çatısmada ölen bir terörist olduğu
yolundaki inancı göz önünde bulundurulursa, ulusal düzeydeki
herhangi bir hukuk mahkemesine veya idare mahkemesine
tazminat için yapılacak basvurudan herhangi bir sonuç alınması
olanaksızdı. Cumhuriyet Savcısı’nın ölüm-sonrası raporuna girisi ile
yetkisizlik kararı vermis olması birlikte değerlendirildiğinde, ölenin
yakınlarının, ölenin yetkili makamların tazminat sorumluluğunu
gerektirecek, hukuka aykırı bir sekilde öldürüldüğü gibi bir iddiayla
açacakları davayı kazanmayı ummaları olanaksız görünüyordu.
99. Basvurucunun iddiasına göre, ölenin akrabalarının, tazminat
talebinden ayrı olarak olay günü olanların neler olduğunun
ortaya çıkarılmasını isteyebilecekleri bağımsız bir mekanzimaya
gereksinimleri vardı. Ölenin yakınları, davalı Devlet ülkesinde
güvenlik güçlerince hukuka aykırı bir sekilde öldrülmenin etkili bir
biçimde sorusturulacağı bir sistemin eksikliğinin mağduruydular.
Basvurucu, bu noktadan hareketle, resmi sorusturmanın ciddi
eksikliklerini, Cumhuriyet Savcısı’nın yaklasımını ve dosyanın su
anda 285 sayılı KHK’nin 4. maddesinin 1. fıkrası doğrultusunda idari
makamların elinde olmasını da içerecek sekilde ortaya
koymustur.
(b) Hükümet
100. Hükümet, basvurucunun, Mill Savunma Bakanlığı aleyhine
tam yargı davası ve kardesini öldürdüklerini iddia ettiği güvenlik
güçleri mensupları aleyhine de adli yargıda tazminat davası
açabileceğini bildirerek yanıt vermistir. Adli yargıda tazminat
davasının açılabilmesi için kardesinin kasten öldürüldüğünü
gösterecek deliller bulmaya, örneğin kardesinin üzerine ates
açılması emrini veren teğmenin (bkz. yukarıda paragraf 21) veya
Hikmet Aksoy’a kardesinin öldürüldüğünü bildiren teğmenin
kimliğini belirlemeye çalısabilirdi. Türk Hukuku’na göre bir hukuk
mahkemesinin böyle bir davayı inceleyebilmesi için bir ceza
sorusturmasının yapılmıs olması gerekmeyeceği gibi, hukuk
mahkemesi bu konudaki ceza mahkemesi kararı ile de bağlı
olmayacaktır (bkz. yukarıda paragraf 47-50).
101. Hukuksal yolların mevcudiyetine karsın basvurucu herhangi
bir asamada tazminat isteminde bulunmak veya resmi bir
makama kardesinin ölümüne iliskin sikayette bulunmak için
girisimde dahi bulunmamıstır. Bu noktadan hareketle
basvurucunun içhukuk yollarını tüketmemis olduğu kabul edilmek
gerekir. Dolayısıyla, Sözlesme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlali
sözkonusu değildir.
(c) Komisyon
102. Komisyon, 25 Mart 1993 tarihinde meydana gelen olaylarla
ilgili olarak yürütülen sorusturmadaki eksikliklerden hareketle
Sözlesme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edilmis olduğunu
saptamıstır. Bu eksiklikler basvurucuyu herhangi bir mahkemeye
basvurmaktan alıkoymustur. Bu sonuca varan Komisyon
Sözlesme’nin 13. maddesine iliskin bir ihlalin var olup olmadığını
arastırma gereksinimi duymamıstır.
103. Dinleme asamasında temsilci, Mahkeme’nin Aksoy-Türkiye
davasındaki basvurucunun Sözlesme’nin 6. ve 13. maddelerine
iliskin iddialarına iliskin yaklasımının öğrenilmesini gerekli
bulmamıstır.
2. Mahkeme’nin Değerlendirmesi
(a) Sözlesme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası
104. Kamu görevlileri tarafından öldürülen birinin yakın
akrabalarının Sözlesme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasından hareketle
adli yargıda tazminat davası açabilecekleri konusunda bir
tartısma olmamıstır. Hükümet, basvurucunun, cezai bir
sorusturmadan veya ceza mahkemesi kararlarından bağımsız
olarak ya hukuk mahkemesinde ya da idare mahkemesinde
tazminat davası açması gerektiğini belirtmistir. Buna karsın
basvurucu herhangi bir asamada yerel mahkemeler önünde bir
tazminat davası açmadığı için bu hipotez sınanamamıstır.
105. Bu durumda Mahkeme, basvurucu örneğin güvenlik güçleri
mensuplarına karsı bir dava açsaydı, yerel mahkemelerin nasıl bir
karar alabilecekleri konusunda herhangi bir karar verebilecek
durumda değildir. Öte yandan Mahkeme, basvurucunun 6.
maddeye iliskin sikayetinin sorusturma makamlarının kardesinin
ölümüyle ilgili olarak yürüttükleri sorusturmadaki olumsuzlukların
etkili koruma mekanizmalarına ulasma ve dolayısıyla kendisinin ve
yakın akrabaların ölüm olayı karsısındaki üzüntülerinin giderilmesi
konusundaki olumsuz etkileriyle ilgili genel sikayetiyle birlesmis
olduğunu tespit eder. Basvurucunun 6. maddenin ihlaline iliskin
sikayetini Sözlesme’ye taraf olan devletlerin daha genel ödevi
olan 13. maddedeki ödevleriyle iliskili olarak ele almak uygun
olacaktır. Ancak, bu durumda ölenin akrabalarına bir tazminat
ödenmesi mümkün olamayacaktır (bkz. yukarıda da adı geçen
Aksoy ve Aydın kararları).
(b) Sözlesme’nin 13. maddesi
106. Mahkeme, Sözlesme’nin 13. maddesinin Sözlesme’de yer
alan hakların ve özgürlüklerin yerel düzeyde korunması
mekanizmalarının içhukukta düzenlenmesini güvence altına
aldığını hatırlatır. Dolayısıyla, 13. maddenin etkisi, Sözlesme’nin
ihlaline iliskin bir sikayetin yerel düzeyde dile getirilmesini ve yerel
makamlarca düzeltilmesini sağlamaktır. Ancak bu düzeltmenin
hangi yolla yapılacağına karar verme yetkisi Sözlesme’nin tarafı
olan devletlere bırakılmıstır. 13. madde altındaki sorumluluğun
konusu basvurucunun Sözlesme’nin hangi maddesinin ihlalini
iddia ettiğine bağlıdır. Buna karsın 13. maddede sözü edilen yol
hem hukuksal açıdan hem de uygulama açısından etkili olmalıdır;
yani kararın uygulanması sırasında yetkili makamların eylemleri
veya ihmalleri sonucunda uygulama adaletsizliğe yol
açmamalıdır (bkz. yukarıda sözü edilen Aksoy, Aydın ve Mentes
kararları).
107. Basvuru konusu olayda basvurucu kendisinin ve yakın
akrabaların Abdülmenaf Kaya’nın öldürülmesine yol açan
olayların aydınlatılması için basvurabilecekleri bir yola sahip
olmadıklarını iddia etmistir. Mahkeme’ye göre yetkili makamların
ihlal ettikleri iddia edilen hak, Sözlesme’nin düzenlediği en temel
haklardan biri olup, bu hakkın ihlal edilmesi halinde ölenin
yakınlarının hak arama yollarının güvence altına alınmıs olması
gerekir. Özellikle ölenin yakınlarının ölenin kamu görevlileri
tarafından hukuka aykırı bir sekilde öldürüldüğüne dair
savunulabilir derecede güçlü iddialarının bulunduğu durumlarda,
13. maddede sözü edilen hak arama yolları, tazminatın yanında
sorumluların kimliklerinin tespit edilmesini ve cezalandırılmalarını
sağlayacak bir sorusturmanın yapılmasını ve akrabaların
sorusturma sürecine aktif katılımlarının sağlanmasını da içerecektir
(bkz. yukarıda sözü edilen Aksoy ve Aydın kararları). Görüldüğü
gibi etkili bir sorusturmanın yürütülmesi konusunda 13. maddenin
gerekleri Sözlesme’ye taraf olan bir devletin 2. maddeden
kaynaklanan ödevlerinden daha genistir.
Basvuru konusu davada akrabaların Abdülmenaf
Kaya’nın güvenlik güçlerince hukuka aykırı bir sekilde
öldürüldüğünü ileri sürebilmeleri açısından ciddiye alınması
gereken iddiaları vardır. Basvurucunun bu etkiye sahip olan iki
ifadesi vardır. Bunların her ikisi de ölüm olayına tanık oldukları
iddia edilen köylülerin verdikleri bilgilere dayanmaktadır. Dahası,
Hikmet Aksoy tarafından verilmis olan ifade de basvurucunun
iddialarına kosut iddialar tasımaktadır. Güvenlik güçlerinin olayla
ilgili olarak verdikleri bilgilerde de açıklanmaya gereksinim duyan
noktalar vardır. Mahkeme tarafından Abdülmenaf Kaya’nın
hukuka aykırı bir sekilde öldürüldüğünün süpheden ari bir sekilde
tespit edilemediği doğrudur. Buna karsın, basvurucunun
iddialarının tamamıyla kanıtlanamamıs olması, iddialarının
Sözlesme’nin 13. maddesi anlamında tartısılabilir iddialar
olamayacağı anlamına gelmez (bkz. 27 Nisan 1988 tarihli Boyle
ve Rice-United Kingdom kararı, Series A, no. 131, s. 23).
Mahkeme’nin bu konulardaki kararı iddia konusu üzerinde etkili
bir sorusturma yürütülmesi gerekliliği ile çelismemektedir.
108. Mahkeme, olay mahallinde yapılan otopsi ve adli tıp
incelemesi konusunda daha önce saptamıs olduğu ciddi
eksiklikleri ve yetkili makamların ölüm sebebine iliskin olasılıkları
dikkate almak konusundaki basarısızlıklarını anımsatır (bkz.
yukarıda paragraf 89-92). Ölüm olayıyla ilgili etkili bir arastırmanın
eksikliği, basvurucunun ve yakın akrabaların Abdülmenaf
Kaya’nın ölümü üzerine yetkili makamlara karsı basvurabilecekleri
etkili bir yolun bulunmadığı anlamına da gelir. Bu durum tazminatı
da içerecek sekilde herhangi bir basvuru yolunun bulunmaması
anlamına gelir ve Sözlesme’nin 13. maddesinin ihlali niteliğindedir.
Bu durumda Sözlesme’nin 13. maddesi ihlal edilmistir.
V. Sözlesme’nin 2.,6., ve 13. Maddelerinin Sözlesmenin 14.
Maddesiyle Bağlantılı Olarak Đhlali Đddiası
109. Basvurucu, Sözlesme’nin 2.,6. ve 13. maddelerinden
hareketle, kendi haklarının ve ölen kardesinin haklarının etnik
kökenlerinden dolayı 14. maddeyle bağlantılı olarak ihlal
edildiğini iddia etmistir. 14 madde hükmü söyledir:
“Bu Sözlesme’de tanınan hak ve özgürlüklerden
yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal ya da baska
görüsler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensup
olma, servet, doğus veya herhangi baska bir durum bakımından
hiçbir ayrım gözetilmeksizin sağlanır”.
110. Basvurucu, ölen kardesinin yasamının ve güney-doğuda
yasayan Kürt halkının yasamlarının Kürt-olmayan kisilerinkinden
daha az korunduğunu iddia etmistir. Bölgede yürütülen askeri
operasyonlardan Kürt halkının son derece kötü etkilendiğini ve
güvenlik güçlerinin sivillerin yasamını tehdit eden riskleri azaltmak
için gerekli önlemleri almak konusunda basarısız olduklarını iddia
etmistir. Dahası, güvenlik güçlerinin yaklasımı Kürt halkını bir
sekilde PKK’yla bağlantılı görmekti. Teröristlerle siviller arasında
herhangi bir ayrım yapılmamaktaydı. Nitekim ölen kardesi tipik bir
çiftçi gibi giyinmis olmasına karsın, güvenlik güçleri ve savcı
tarafından PKK’lı olarak nitelenmisti.
111. Hükümet, basvurucunun bu yöndeki iddialarını da 2. madde
altındaki yerel düzeyde basvuru yollarına ulasmanın mümkün
olmadığı yolundaki iddialarıyla birlikte reddetmistir.
112. Komisyon, kendisine sunulan delillerin basvurucunun 14.
maddenin ihlaline iliskin iddiasını karsılamadığı sonucuna varmıstır.
113. Mahkeme de Komisyon’la aynı fikirdedir. Basvurucu bu
iddiayı doğrulayacak herhangi bir delil ileri sürmemistir.
VI. Sözlesmeyi Đhlal Eden Đdari Uygulama Đddiası
114. Basvurucunun iddiasına göre, davalı Devlet’te Sözlesme’nin
2. ve 13. maddelerinin ihlaline resmi olarak göz yumulmaktadır ve
bu durum kendisinin ve kardesinin de mağdurları arasında
bulundukları ihlalleri yaygınlastırmaktadır. Basvurucu, güneydoğuda
güvenlik güçleri tarafından gerçeklestirilen öldürme
olaylarında idari arastırmaların tam olarak yapılmamasının ve
sorumluların sorusturulamamalarının yerlesmis bir uygulama
olduğunu ileri sürmüstür.
115. Basvurucu, Sözlesme’nin ihlaline iliskin iddiaların
reddedilmesinin de yetkili makamlar tarafından bir politika haline
getirildiğini ve bunun, mağdurların hak arama yollarını
kullanmalarını engellediğini ileri sürmüstür. Bu politikanın bir
sonucu olarak hukuka aykırı öldürmeler ya hiç arastırılmamakta
veya isteksiz bir arastırma yürütülmektedir.
116. Bu iddiaları ne Hükümet ne de Komisyon kabul etmistir.
117. Mahkeme’ye göre Komisyon’un sunmus olduğu deliller
basvurucunun dayandığı Sözlesme maddelerinden herhangi
birinin ihlalinin idari uygulama haline getirildiği sonucuna
varılmasını mümkün kılmamaktadır.
VII. Sözlesme’nin 50. Maddesinin Uygulanması
118. Basvurucu zararının 50. maddeye göre giderilmesini istemistir.
Bu maddeye göre;
“Mahkeme bir Yüksek Sözlesen Tarafın yargı mercileri veya
herhangi baska bir resmi mercii tarafından verilmis olan bir kararın
veya alınmıs olan bir tedbirin bu Sözlesme’den doğan
yükümlülüklere tamamen veya kısmen aykırı düstüğü hükmüne
varırsa ve eğer ilgili tarafın içhukuku bu karar veya tedbirin
sonuçlarını ancak kısmen gidermeye elverisli ise, Mahkeme
kararında gerektiği takdirde zarar gören tarafa adil bir tatmin
sekline hükmolunur”.
A. Manevi Zararlar
119. Basvurucu, kardesinin kasten ve hukuka aykırı bir sekilde
öldürülmesinin Sözlesme’nin en temel hükümlerinden birinin ihlali
anlamına geldiğini iddia etmistir. Dahası, güvenlik güçlerinin
elinde ölmesi hayatta kalan dul esini ve yedi çocuğunu herhangi
bir destekten ve gelirden yoksun bırakmıstır. Basvurucu 30,000
Đngiliz sterlingi tazminat talep etmistir.
Mahkeme’den, yetkililerin kardesinin öldürülmesinden
sonra yeterli arastırmayı yapmamalarından ve kardesini silahlı
çatısma sırasında ölü olarak ele geçen bir terörist olarak
nitelemelerinden dolayı 10,000 Đngiliz sterlingi tazminat istemistir.
Bunun yanında, davalı Devlet’in 13. maddenin ihlalini idari bir
uygulama haline getirmek suretiyle Sözlesme’nin 6., ve 13.
maddelerini ihlal etmesi dolayısıyla da 20,000 sterling tazminata
hükmedilmesini istemistir (bkz. yukarıda paragraf 114 ve 115).
120. Hükümet basvurucunun istemlerini reddetmistir. Đddiaları
dayanaksız kalmıs ve basvurucu iddialarını yerel mahkemeler
önünde ileri dahi sürmemistir.
121. Komisyon temsilcisi basvurucunun istemleri konusunda yorum
yapmamıstır.
122. Mahkeme, basvurucunun kardesinin iddia edildiği gibi
hukuka aykırı bir sekilde öldürüldüğünün kanıtlanamadığını tespit
eder. Bununla birlikte Sözlesme’nin 2. ve 13. maddelerinin ihlaline
iliskin bulgulardan hareketle Mahkeme, ölenin hayatta kalan dul
esinin ve çocuklarının ölümün etkili bir sekilde arastırılmamasından
dolayı bir miktar tazminatla tatmin edilmeleri gerektiği sonucuna
varmıstır. Bu noktada Mahkeme, basvurunun sadece basvuranın
kendisi ve ölen kardesi adına değil ama ölenin dul esi ve
çocukları adına da yapılmıs olduğunu belirtir. Mahkeme bu
noktadan hareketle 10,000 Đngiliz sterlingi tazminata hükmeder.
Öte yandan basvurucunun kendi kaybından emin olmadığı için
Mahkeme onun adına herhangi bir tazminata hükmetmez.
B. Mahkeme Masrafları
123. Basvurucu, Sözlesme kurumları önündeki hazırlık ve savunma
sürecinde yapılan harcamalar ve mahkeme masrafları için
19,840.60 Đngiliz sterlingi talep etmistir. Basvurucu bu konudaki
taleplerini su sekilde sıralamıstır: Birlesik Krallık’taki hukuki
temsilcilerinin masrafları 15,420.60 ve Türk hukuki temsilcilerinin
masrafları 1,000; Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği’nden Bay
Abdullah Koç ve Bay Sedat Aslantas’a 250; idari masraflar 1,950;
çeviri masrafları 480; temsilcilerin Türkiye’de tanık dinledikleri
oturumdaki çeviri masrafları için 185; fotokopi, posta ve
telekomünikasyon masrafları 255 ve Türkiye’deki diğer idari
masraflar 300.
124. Basvurucu Avrupa Konsey’inden hukuki yardım almamıstır.
Basvurucu, yukarıda sıralanan masrafların gerçek ve gerekli, ve
davanın karmasıklığı göz önünde bulundurulduğunda makul
olduğunu ileri sürmüstür. Mahkeme tarafından kararlastırılan
tazminat miktarının doğrudan doğruya Birlesik Karllık’taki hukuki
temsilcilerinin banka hesabına ve yıllık %8 faizle yatırılmasını talep
etmistir.
125. Hükümet, istenilen miktarın istenme gerekçesinin açıkça
ortaya konulmadığı, ve Türkiye’deki avukatların ücretleriyle
kıyaslandığında gereksiz ve abartılı olduğu nedeniyle istemin
reddedilmesini talep etmistir.
126. Komisyon temsilcisi basvurucunun talep ettiği miktar üzerinde
yorum yapmamıstır.
127. Mahkeme bir orta yol bularak ve basvurucunun verdiği
ayrıntıları hesaba katarak, basvurucunun Đngiliz ve Türk
avukatlarından kaynaklanan masraflarını 17,000 Đngiliz sterlingi
olarak belirlemistir.
C. Gecikme Faizi:
Mahkeme’nin bilgisine göre Birlesik Krallık’ta uygulanan
kanuni faiz %8’dir.
Mahkeme, Bu Noktalardan Hareketle
1. Hükümetin basvurucunun basvuru ehliyetine iliskin ilk
itirazını 8 oya karsılık 1 oyla reddetmistir.
2. Basvurucunun kardesinin Sözlesme’nin 2. maddesinin
ihlal edilmesi suretiyle hukuka aykırı bir sekilde öldürüldüğü
iddiasının kanıtlanamadığına oybirliğiyle karar vermistir.
3. Davalı Devlet’in yetkili makamlarının, basvurucunun
kardesinin öldürülmesi olayıyla ilgili olarak etkili bir sorusturma
yürütmemis olmaları dolayısıyla Sözlesme’nin 2. maddesini ihlal
ettiklerine sekiz oya karsı bir oyla karar vermistir.
4. Đçhukukta yasama hakkının yeterince korunmadığı bu
nedenle Sözlesme’nin 2. maddesinin ihlal edildiği yolundaki
iddianın incelenmesine gerek olmadığına oybirliğiyle karar
vermistir.
5. Sözlesme’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine sekiz oya
karsı bir oyla karar vermistir.
6. Basvurucunun Sözlesme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasına
dayanan iddiasının incelenmesine gerek olmadığına oybirliğiyle
karar vermistir.
7. Sözlesme’nin 2., 6. ve 13. maddelerinin 14. maddeyle
bağlantılı olarak ihlal edilmemis olduğuna oybirliğiyle karar
vermistir.
8. Sekiz oya karsı bir oyla,
(a) davalı Devlet’in Abdülmenaf Kaya’nın hayatta kalan
dul esine ve çocuklarına, üç ay içinde, manevi zarar karsılığında
10,000 Đngiliz Sterlinginin Türk parası olarak karsılığını ödemesine,
(b) Üç ayın geçmesinden itibaren her ay için %8 faiz
yürütülmesine karar vermistir.
9. Oybirliğiyle,
(a) davalı Devlet’in basvurucuya, üç ay içinde, mahkeme
masrafları karsılığında, 17,000 Đngiliz Sterlinginin
(b) Üç ayın bitiminden itibaren %8 faiz yürütülerek
ödenmesine karar vermistir.
10. Basvurucunun tatmin için ileri sürdüğü diğer talepleri
reddetmistir.
YARGIÇ GÖLCÜKLÜ’NÜN KARSI OYU
1. Asağıdaki nedenlerle bu davadaki çoğunlukla aynı
görüste değilim.
2. Bu davada Bay Kaya’nın 25. maddeden hareketle
basvuru ehliyetine sahip olduğu kanıtlanamamıstır, çünkü
kardesinin ölümünden sonra herhangi bir ulusal makama
basvurmamakla kalmamıs aynı zamanda olayların seyriyle,
olayda yer alan kisilerle ve tanıklarla ilgili olarak da herhangi bir
bilgi aktarmamıstır. Kardesinin ölümünden altı gün sonra
Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği’ne giderek orada bir ifade
vermistir. Bu ifadenin yazılısından baska bir kisi tarafından kaleme
alınmıs olduğu anlasılmaktadır. Đfade dolaylı anlatımla yazılmıstır.
Önümüzdeki davada gerçek bir basvurucunun
bulunduğunu kabul etmek yalnızca bir iddiayı kabul etmek
anlamına gelir.
3. Basvurucu yetkili ulusal makamlar, Komisyon veya onun
Türkiye’ye giden temsilcileri tarafından Komisyon’a basvuru
yapıldıktan Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi önündeki
durusmanın sonuna kadar hiçbir zaman görülememis ve
dinlenememistir.
Basvurunun incelenmesine Komisyon’daki asamada ve
Mahkeme asamasında hiçbir sekilde katılmamıstır. Olayın görgü
tanığı olduğu iddia edilen ve islemler baslar baslamaz gözden
kaybolan (bkz. Komisyon’un raporu) Hikmet Aksoy da aynı sekilde
basvurunun incelenmesine hiçbir asamada katılmamıstır.
4. Apaçık ortada olan bu noktalara karsın Komisyon
basvuruyu kabul edilebilir bulmus ve esasa girerek su sonuca
varmıstır: “...Komisyon yazılı ve sözlü delillerin
değerlendirilmesinden basvurucunun kardesinin basvurucu
tarafından iddia edildiği gibi güvenlik güçleri tarafından kasten
öldürüldüğünün hertürlü süpheden ari bir sekilde kanıtlandığına
kanaat getirememistir” (Komisyon raporu).
5. Benim görüsüme göre Komisyon basvuruyu görüsmek
yerine gündeminden çıkarmalıydı.
6. Komisyon, Türkiye aleyhine bu basvuru gibi
basvurulardaki gerçekleri ve bu basvuruların gerçek niteliğini
anladığı zaman benzer bir basvuruda doğru kararı (Basvuru no.
22057/93, Siyamet Kapan-Türkiye, 13 Ocak 1997 tarihli karar,
Decisions and Reports 89, s. 17) vermistir (Kaya-Türkiye
basvurusunu görüstükten sonra). Adıgeçen karar söyledir:
Sözlesme’nin 25. maddesinin 1. fıkrası
“a) Bu maddenin kurduğu sistem bireysel basvuruya
dayanır ve Komisyon re’sen harekete geçmeyeceği gibi actio
popularis’i de kabul etmeyecektir.
b) Basvurucular basvurularını yaptıkları andan itibaren
islemlere katılacaklardır. Komisyon basvurucuların basvurularını
savunmaktaki yeteneklerine ve arzularına güvendiğinden bu
durum gerçeklesmedikçe incelemeye devam etmeyecektir.”
Sözlesme’nin 30 maddesinin 1. fıkrası
“Basvurunun güvenilirliğinden ve basvurucunun temsilcileri
tarafından sunulusunun geçerliliğinden kuskulanır. Gözkorkutma
iddialarına bakılmaksızın katılmak basvurucunun görevidir.
Basvurucunun Komisyon veya temsilcileri önüne çıkmaması ve
temsilcilerinin onun isteklerini içeren elyazısıyla yazılmıs bir
dilekçeyi sağlayamamaları durumunda, temsilcileri basvurucu
adına hareket etme yetkilerini gösterememisler demektir. Genel
ilgi gerçeklesmemistir. Basvuru listeden çıkarılır.”
7. Vurgulamam gerekir ki Diyarbakır Đnsan Hakları
Derneği’nin aldığı ifade dısında gerçek bir basvurucunun
varlığına iliskin herhangi bir kanıt yoktur.
8. Karsı çıkılmamıs bu noktalara karsın Mahkeme, Bay
Kaya’nın Sözlesme’nin 25. maddesi çerçevesinde basvuru
ehliyetinin tam olduğunu, davalı Hükümet’in ehliyet konusundaki
itirazı Komisyon asamasında ileri sürmeyip bu olanaktan kendi
isteğiyle vazgeçtiğini belirterek kabul etmistir.
9. Hükümet’in bu konuyu Komisyon önünde ileri sürmediği
doğrudur. Ancak bunun sebebi son ana kadar basvurucunun
davasını savunmaya geleceği düsüncesiyle bosuna beklemis
olmalarıdır.
10. Buna karsın Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi,
Sözlesme’nin 45. maddesini uygulamak suretiyle basvuruyu
listesinden çıkaracak yerde, Komisyon’un, basvurunun
güvenilirliğinden süphe edilmesi durumunda listeden
çıkarılacağına iliskin daha sonraki kararını bilmesine karsın davayı
kabul etmistir.
11. Yukarıdaki düsünceler beni Kaya davasının esasına
girmekten alıkoysa da, Mahkeme’nin çoğunluğunun 2.
maddenin ve 13. maddenin ihlallerine iliskin kararlarına da
katılmadığımı belirtmek isterim.
12. 2. madde hakkında sadece bir baska davada
(Gündem-Türkiye) Komisyon’un Sözlesme’nin 3., 5. ve 8.
maddelerinin ve 1. Protokol’ün 1. maddesinin basvurucunun
Komisyon’un önüne hiç çıkmaması nedeniyle ve iddiaların her
türlü süpheden ari bir sekilde kanıtlanamaması nedeniyle ihlal
edilmediğine karar verdiğine dikkat çekmek isterim. Bu kararla
tamamen aynı görüsteyim. Bana göre iddialar süpheden ari bir
sekilde kanıtlanmadıkça Sözlesme’nin herhangi bir maddesinin
(özellikle de 6. ve/veya 13. maddenin) ihlaline hükmedilmesi
mantıksızdır. Buna davalı Hükümet’in olayı ortaya çıkarabilmek
için elinden gelen herseyi yapmıs olduğunu da katmak gerekir.
Devletlerin Sözlesme’yi imzalamakla altına girdikleri yükümlülüğün
sonuçları elde etmek değil önlemleri almak olduğunu
tekrarlamak gerekir mi bilmiyorum.
13. 6. ve/veya 13 maddelerle ilgili olarak sadece
Komisyon’un bazı kararlarını anmakla yetineceğim.
Aytekin-Türkiye davasında (22880/93, 18 Eylül 1997)
Komisyon haklı olarak Devletin yasama hakkını korumak
konusundaki pozitif yükümlülüğünü yerine getirmediğini ve 2.
maddenin ihlal edildiğini ancak 13. maddeye iliskin herhangi
bağımsız bir konunun bulunmadığını 29 oya karsı bir oyla
kararlastırmıstır. Komisyon aynı sonuca Ergi-Türkiye davasında (
basvuru no. 23818/94, 20 mayıs 1997) da ulasmıstır (22 oya karsı 9
oyla). Yasa-Türkiye davasında (basvuru no. 22495/93, 8 Nisan
1997) da Komisyon hem 6. maddeye hem de 13. maddeye iliskin
olarak aynı sonuca varmıstır (otuz oya karsı iki oyla). Dikkat
edilmesi gerekir ki yukarıda sayılan kararların tümü önümüzdeki
olaydakinden (bkz. Bay Bratza’nın ve Bay Reffi’nin karsıoyu) daha
önce kabul edilmistir. Basvurucunun ölüm olayına iliskin olarak
tatmin edici ve etkili bir sorusturmanın yapılmamıs olması
yönündeki iddiası bana göre 6. ve 13. maddeler kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir iddia değildir.
14. Son olarak, basvurucu herhangi bir yerel makama
basvurmamakla yetinmediği ve fakat Diyarbakır Đnsan Hakları
Derneği’ne açıklamalarda bulunduktan hemen sonra ortadan
kaybolduğu zaman içhukuk yollarının nasıl olup da tüketilmis
sayılabildiğini merak ediyorum.
15. Olayda basvurucu olduğu iddia edilen kisinin Đngiliz
temsilcilerinin ücretlerinin doğrudan doğruya Birlesik Krallık’taki
hesaplarına yatırılmasını istemeleri de olayda gerçek bir
basvurucu bulunmadığını kanıtlamıyor mu?
16. Ölenin dul esine ve çocuklarına manevi tazminat
verilmesine kesinlikle katılmıyorum. Ne onlar ne de basvurucu
iddia ettikleri üzüntülerini gidermek için ve davalarını savunmak
için herhangi bir sey yapmıslardır. Komisyon’un bu konuda
herhangi bir yorum 0yapmamıs olması ilginç değil midir?
17. Đç hukuk yollarının tüketilmemis olması ve basvurucu olduğu
iddia edilen kisinin davranısları konusunda Akdıvar ve diğerleri-
Türkiye ve Mentes ve diğerleri-Türkiye davalarındaki karsı oylarıma
gönderme yapıyorum