KURT/TÜRKĐYE DAVASI*
(15/1997/799/1002)
Strazburg
25 Mayıs 1998
USULĐ ĐSLEMLER
1. Dava, Sözlesme’nin 32. Maddesi’nin 1. Fıkrası ve 47. Maddesinde öngörülen
üç aylık süre içinde, 22 Ocak 1997 tarihinde Avrupa Đnsan Hakları Komisyonu
(“Komisyon”) tarafından Mahkememize sunulmustur. Türk vatandası olan Sn.
Koçeri Kurt tarafından 11 Mayıs 1994 tarihinde Sözlesme’nin 25. Maddesi uyarınca
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Komisyon’a sunulmus olan basvuruya (No.
24276/94) dayanmaktadır. Basvuru basvuran tarafından hem kendi adına, hem de
oğlu adına yapılmıstır.
Komisyon’un talebi Sözlesme’nin eski 44. ve 48. Maddelerine ve Türkiye
tarafından mahkemenin zorunlu yetkisinin tanındığı bildirgeye (46. Madde)
dayanmaktadır. Talebin amacı, davaya iliskin gerçeklerin, davalı Devlet tarafından
Sözlesme’nin 2, 3, 5, 13, 14, 18 ve 25. Maddesinin 1. Fıkrası kapsamındaki
yükümlülüklerin ihlal edilip edilmediğine iliskin bir kararın verilmesidir.
2. Mahkeme A Đçtüzüğünün 33. Maddesinin 3. Fıkrasının, (d) bendi uyarınca
yapılmıs olan sorusturmaya cevaben basvuran adli takibata katılmak istediğini
bildirmis ve kendisini temsil edecek avukatları tayin etmistir (Đçtüzük, 30. Madde).
18 Mart 1997 tarihinde, Mahkeme Baskanı basvuranın halka açık oturumlarda gayri
resmi bir dilde tercüme sağlanmasına iliskin talebini, avukatlarından ikisinin
mahkemenin iki resmi dilinden birini kullanmaları nedeniyle reddetmistir (Đçtüzük,
27. Madde).
3. Olusturulan Mahkeme Heyeti, res’en seçilmis olan Türk uyruklu hakim Sn.
F. Gölcüklü (Sözlesme’nin 43. Maddesi) ve Mahkeme Baskan Yardımcısı Sn. R.
Bernhardt’tan meydana gelmektedir (Đçtüzük, 21. Madde 21 Fıkra 4, Bent (b)). 21
Subat 1997 tarihinde, Sekreter’in huzurunda, Mahkeme Baskanı Sn. R. Ryssdal
heyetin diğer yedi üyesinin adlarını kurayla belirlemistir. Bu üyeler sunlardır: Sn. F.
Matscher, Sn. L.-E. Pettiti, Sn. I. Foighel, Sn. J.M. Morenilla, Sn. G. Mifsud
Bonnici, Sn. K. Jungwiert ve Sn. U. Lōhmus’tur (Sözlesme’nin 43. Maddesi ve
Đçtüzüğün 21. Maddesinin 5. Fıkrası).
4. Heyet Baskanı olarak (Đçtüzük 21 6. Fıkra) Sn. Ryssdal, Sekreter aracılığıyla
hareket ederek, Türkiye Cumhuriyeti Temsilcisi’nden (“Hükümet”), basvuranın
avukatından ve Komisyon Delegesi’nden takibatın organizasyonu hakkındaki
görüslerini bildirmelerini istemistir (Đçtüzük 37. Madde, 1. Fıkra ve Đçtüzük 38.
Madde). Bunun sonucunda 17 Nisan 1997 tarihinde gönderilen talebe iliskin olarak
Sekreter, 23 Eylül 1997 tarihinde basvuranın görüsünü ve 29 Mayıs 1997 tarihinde
Hükümet’e görüs sunulmasına iliskin süre sınırlamasını uzatma hakkı Mahkeme
Baskanı tarafından tanınarak, 3 Kasım 1997 tarihinde da Hükümet’in görüsünü
almıstır.
5. 24 Eylül 1997 tarihinde Mahkeme Baskanı Đçtüzüğün 27. Maddesinin 2.
Fıkrasına uygun olarak, Uluslararası Af Örgütüne belirli kosullara tabi olarak
davaya iliskin yazılı yorumlarda bulunma izni vermistir. Bu yorumlar 7 Kasım 1997
tarihinde Sekreterya tarafından alınmıs ve Hükümet Temsilcisine, Basvuranın
avukatlarına ve Komisyon Delegesine bildirilmistir.
6. 27 Eylül 1997 tarihinde Komisyon, Mahkeme Baskanın talimatı üzerine,
Sekreterya’nın talebine uygun olarak, Komisyon nezdindeki takibatlara iliskin
dosyadan muhtelif dokümanlar sunmustur.
7. Mahkeme Baskanı’nın kararına uygun sekilde, durusma halka açık olarak
Strazburg’daki Đnsan Hakları Mahkemesi’nde 26 Ocak 1998 tarihinde yapılmıstır.
Mahkeme önceden bir hazırlık toplantısı gerçeklestirmistir.
Mahkeme Huzurunda hazır bulunanlar:
(a) Hükümet adına
Sn. M. ÖZMEN,
Sn. D. AKÇAY, Ortak Ajanlar,
Sn. A. EMÜLER,
Sn. F. POLAT,
Sn. A. GÜNYAKTI,
Sn. M. ANAYAROĞLU,
Sn. A. KAYA,
Sn. K. ALATAS, Danısmanlar;
(b) Komisyon adına
Sn. N. BRATZA, Delege;
(c) Basvuran adına
Sn. F. HAMPSON, Avukat,
Sn. A. REIDY, Avukat, Avukat,
Sn. O. BAYDEMĐR,
Sn. K. YILDIZ, Danısmanlar.
Mahkeme Sn. Bratza’nın, Sn. Hampson’un ve Sn. Akçay’ın beyanlarını
dinlemistir.
DAVA ESASLARI
I. Dava Đle Đlgili Olaylar
1. Basvuran
8. Basvuran Sn. Koçeri Kurt, 1927 doğumlu bir Türk vatandası olup, su anda
Güneydoğu Türkiye’de Bismil’de yasamaktadır. Komisyona basvuruda bulunmasına
sebep olan olayların cereyan ettiği tarihte civardaki Ağıllı köyünde yasamaktaydı.
Komisyona kendi adına ve basvuranın iddiasına göre ilgili Devlet’in sorumluluğu
altındaki kosullarda kaybolan oğlu Üzeyir Kurt adına basvurmustur.
2. Esaslar
9. Basvuranın oğlunun kaybolusuna iliskin esaslar ihtilaf konusu teskil
etmektedir.
10. Basvuran’ın Komisyon huzurundaki takibatlarda basvuru esaslarına iliskin
nihai görüslerinde yer alan esaslar asağıdaki Bölüm A’da belirtilmistir. Bu esaslar
aynı zamanda basvuranın kendisinin ve avukatının Komisyona basvuruda bulunma
kararı ile iliskili olarak yetkililerin gözdağına maruz kaldıklarını da belirtmektedir.
Basvuran, Komisyonun 5 Aralık 1996 tarihinde benimsenen raporunda (31. Madde)
belirtilen esaslara dayanarak, Mahkemeye sunduğu görüsünde oğlunun kaybolusuna
iliskin olayları tekrarlamamıstır.
11. Hükümet tarafından belirtilen sekliyle davaya iliskin esaslar Bölüm B’de
belirtilmistir.
12. Komisyona sunulan materyallerin açıklaması bölüm C’de yer almaktadır.
Komisyon tarafından belirtilen sekilde, basvuranın oğlunun kaybolması ile ilgili
yerel yetkililer nezdindeki takibatların açıklaması Bölüm D’de belirtilmistir.
13. Basvuranın oğlunun kaybolusuna iliskin olaylardaki ihtilafın ısığı altında
olayların tespit edilmesi açısından Komisyon kendi sorusturmasını Sözlesme’nin 28.
Maddesinin 1. Fıkrasının (a) Bendine uygun sekilde yürütmüstür. Komisyon, kendi
iddialarını desteklemek amacıyla hem basvuran, hem de Hükümet tarafından
sunulan dokümanları incelemis ve 8-9 Subat 1996 tarihlerinde Ankara’da
gerçeklestirilen durusmada sahitlerin ifadesini almak üzere üç delege atamıstır.
Komisyon tarafından alınan ifadeler ve buna iliskin bulguların değerlendirilmesi
Bölüm E’de özet halinde sunulmustur.
A. Basvuran Tarafından Sunulan Esaslar
1. Basvuran’ın oğlunun kaybolusuna iliskin olarak
14. 23 ve 25 Kasım 1993 tarihleri arasında jandarma ve köy korucularından
olusan güvenlik kuvvetleri Ağıllı köyüne bir operasyon düzenlemistir. 23 Kasım
1993 tarihinde, üç teröristin köyü ziyaret edeceğine yönelik istihbarat raporlarını
takiben, güvenlik kuvvetleri köyün etrafına konuslanmıstır. Ardından iki çatısma
meydana gelmistir. Köyde geçirdikleri iki gün boyunca her ev aranmıstır.
Basvuranın ve oğlunun halası olan Mevlüde ile Ali Kurt’un evi de dahil olmak üzere
on ile on iki arasında ev operasyon sırasında yakılmıstır. Evlerin sadece üç tanesi
çatısmanın yakındaydı. Diğer evler askeri operasyon sırasında ikinci bir vesileyle
yakılmıstır. Köylülere, köyü bosaltmaları için bir hafta süreleri olduğu söylenmistir.
Çoğu evsiz kaldığından ve evi olanlar da köyde kalmaya korktuklarından köylüler
Bismil’e kaçmıstır.
15. Basvurana göre, 24 Kasım 1993 tarihinde öğlene doğru, köylüler askerler
tarafından okul bahçesinde toplandığında, askerler okul bahçesinde bulunmayan
oğlu Üzeyir’i arıyorlardı. Üzeyir Halası Mevlüde’nin evinde saklanmıstı (bkz.
yukarıdaki paragraf 14). Askerler kızı Aynur Kurt’a babasının nerede olduğunu
sorduklarında, Aynur onlara babasının halasının evinde olduğunu söyledi. Askerler
basvuranın diğer oğlu olan Davut Kurt ile birlikte Mevlüde’nin evine giderek
Üzeyir’i evden aldılar. Üzeyir 24-25 Kasım 1993 gecesini Hasan Kılıç’ın evinde
askerlerle birlikte geçirdi.
25 Kasım 1993 sabahında basvuran, bir çocuktan Üzeyir’in sigara istediği
haberini almıstır. Basvuran sigaraları alıp götürdüğünde Üzeyir’i Hasan Kılıç’ın
evinin önünde on asker ve bes-altı köy korucusu ile çevrili halde buldu. Üzeyir’in
yüzünde dövüldüğü izlenimini veren çürükler ve sislikler gördü. Üzeyir basvurana
üsüdüğünü söyledi. Basvuran Üzeyir’e ceketini ve çoraplarını alıp getirdi. Askerler
kalmasına izin vermediğinden, basvuran oradan ayrıldı. Bu basvuranın Üzeyir’i son
görüsüydü. Basvuran bundan sonra Üzeyir’in baska bir yerde görüldüğüne iliskin bir
delil bulunmadığını ileri sürmektedir.
16. 30 Kasım 1993 tarihinde basvuran oğlunun nerede olduğuna dair bilgi
edinmek için Bismil Cumhuriyet Savcısı Rıdvan Yıldırım’a basvurdu. Aynı gün, il
jandarma karargahından yüzbası Đzzet Cural basvurana Üzeyir’in PKK (Kür Đsçi
Partisi) tarafından kaçırıldığının düsünüldüğünü belirtti. Köydeki operasyon planını
öneren Yüzbası Cural 4 Aralık 1993 tarihinde de benzer sekilde cevap vermistir.
Bölge Jandarma Komutanlığı basvuranın 30 Kasım tarihli dilekçesinin altına
Üzeyir’in gözaltına alınmadığına ve PKK tarafından kaçırıldığına dair not
düsmüstür.
17. 14 Aralık 1993 tarihinde basvuran Diyarbakır’daki Devlet Güvenlik
Mahkemesine basvuruda bulunmus ve bu Mahkeme Üzeyir’in gözaltı kayıtlarında
yer almadığını belirtmistir. 15 Aralık 1993 tarihinde basvuran yeniden Bismil
Cumhuriyet Savcısı ile temasa geçmis ancak, jandarmaya sevk edilmistir. Son
olarak, 24 Aralık 1993 tarihinde basvuran yardım için Diyarbakır Đnsan Hakları
Derneğine basvurup, oğlunun kaybolusuna iliskin kosullara dair ifade vermistir.
18. 28 Subat 1994 tarihinde Davut Karakoç (Üzeyir’in kuzeni), Arap Kurt
(Üzeyir’in amcası ve köy muhtarı) ve Mehmet Kurt (Üzeyir’in bir baska kuzeni)
jandarmaya götürülüp “PKK terör örgütü temsilcileri tarafından kaçırılan Üzeyir
Kurt” hakkında bildikleri konusunda sorgulanmıslardır. 21 Mart 1994 tarihinde
Bismil Cumhuriyet Savcısı suçun PKK tarafından islendiği gerekçesine dayalı
olarak görevsizlik kararı vermistir.
2. Đddia edilen gözdağına ve bireysel basvuru hakkına müdahaleye iliskin
olarak
(a) Basvuran açısından
19. Basvuran 11 Mayıs 1994 tarihinde Komisyon’a basvuruda bulunduğundan
bu yana basvurusunu geri çekmesine yönelik Devlet yetkililerinin olağanüstü ortak
çabasının hedefi olduğunu ileri sürmüstür.
20. 19 Kasım 1994 tarihinde basvuran, Diyarbakır Cumhuriyet Bassavcısının
talimatı üzerine Bismil Cumhuriyet Savcısına ifade vermeye çağrılmıstır. Bu ifadede
basvuran Komisyona yaptığı basvurunun yanı sıra 24 Aralık 1993 tarihinde
Diyarbakır Đnsan Hakları Derneğine verdiği ifade hakkında (bkz. yukarıdaki
paragraf 17) sorgulanmıstır. Cumhuriyet Savcısına verdiği ifadede basvuran,
Diyarbakır Đnsan Hakları Derneğinde alınan ifadede ileri sürülen sekilde köylülere
güvenlik kuvvetlerinin iskence yaptığını reddetmis ve Dernek tarafından alınan
ifadedeki oğluna iskence yapıldığına dair atfı kabul etmemistir. Basvuran, Đnsan
Hakları Derneğine sadece oğlunun yüzünün sis göründüğünü söylemistir.
21. 9 Aralık 1994 tarihinde basvuran Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği’ne
gönderilen ve basvurularının PKK terör örgütü tarafından yazılıp propaganda amaçlı
kullanıldığını belirten bir ifadeyi imzalamıstır. Aynı gün içinde Ankara’daki
Dısisleri Bakanlığı’na benzer bir ifade gönderilmistir.
22. Basvuran 6 Ocak 1995 tarihinde Devlet yetkilileri tarafından Bismil’deki
notere çağrılmıstır ve kendisine bir asker eslik etmistir. Basvuran notere ücret
ödememistir. Đmzaladığı ifadede basvuranın tek isteğinin oğlunu bulmak olduğunu
ve bu nedenle de Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği ile temasa geçtiğini belirtmistir.
Oğlunun kaybolmasından dolayı güvenlik kuvvetlerini suçlayan asılsız basvurunun
kendi adına PKK tarafından yapıldığını belirtmistir. Kendi adına Komisyona yapılan
basvuruyu reddetmis ve bu basvuruyu takip etmek istemediğini belirtmistir.
23. 25 Ocak 1995 tarihinde basvuranın avukatı Sn. Mahmut Sakar aleyhine
dava açmak amacıyla yetkililer tarafından hazırlanan dosyanın bir parçası olarak
Cumhuriyet Bassavcısı tarafından ifadesi alınmıstır. (bkz. asağıdaki 25. paragraf).
24. 10 Ağustos 1995 tarihinde basvuran, Bismil’de noter huzurunda
Komisyona yaptığı basvuruyu geri çekmeyi amaçlayan baska bir beyanda
bulunmustur. Basvurana notere söyleyecekleri konusunda herhangi bir zorlamada
bulunulmamasının ve basvuranın notere yazılı olarak ifade vermek istediğini
belirtmis olmasının yanı sıra, basvuran ifadelerin kendi istek ve arzusunu dile
getirmediğini ve beyanın içeriğini teyit etmek için fırsatının olmadığını ileri
sürmüstür.
(b) Basvuran avukatı Sn. Sakar aleyhinde yürütülen islemler
25. Basvuran Komisyona yaptığı basvurusuna katılmasından dolayı avukatı Sn.
Mahmut Sakar’ın aleyhine dava açılması için yetkililerin girisimlerde bulunduklarını
belirtmistir. Basvuranı suiistimal ettiği ve Türkiye aleyhine basvuruda
bulunduğundan süphelenilen Sn. Sakar aleyhine sorusturma açılmasına yönelik
olarak Dısisleri Bakanlığı Đnsan Hakları Müdürlüğü’nden Sn. Özkarol tarafından 12
Ocak 1995 tarihli yazı ile yapılan isteme atıfta bulunmustur.
B. Hükümet Tarafından Sunulan Esaslar
1. Basvuranın oğlunun kaybolmasına iliskin olarak
26. Ağıllı otuz altı haneli bir köydür. Bu köy ve civarından yaklasık on bes
kadın ve erkek PKK’ya katılmıs olup, bu oran bu derece küçük bir köy için yüksek
bir orandır. Katılanların arasında basvuranın oğullarından biri olan Musa Kurt’un
kızı Türkan Kurt da bulunmaktadır.
27. Köyde operasyon gerçeklestirilmis ve güvenlik kuvvetleri ile süpheli
teröristler arasında çatısma çıkmıs olmasına rağmen, Üzeyir Kurt güvenlik
kuvvetleri tarafından göz altına alınmamıstır. Geçmiste herhangi tutuklaması ve
yetkililerle herhangi bir sorunu bulunmadığından kendisinin gözaltına alınması için
herhangi bir neden bulunmamaktaydı.
28. Hükümet Üzeyir Kurt’un gerçekte PKK’ya katıldığı ya da PKK tarafından
kaçırıldığına inanmak için güçlü gerekçeleri olduğunu belirtmistir. Hükümet, ailenin
erkek kardesinin birkaç yıl önce jandarma tarafından gözaltında tutulu iken
öldüğüne dair iddiasına ve basvuranın güvenlik kuvvetleri köye geldiği zaman
oğlunun saklandığını bildirmesine ve oğlunun evinin köydeki çatısma sırasında
yanmıs olduğu konusuna atıfta bulunmustur. Ayrıca, bazı aile üyeleri halihazırda
PKK’ya katılmıslardır ve köydeki operasyondan birkaç ay sonra köy dısında PKK
ile olan temaslarında Üzeyir Kurt tarafından kullanıldığı söylenen bir sığınak
bulunmustur. Herhangi bir askeri harekatın baslangıcında köylülerin dağlara kaçma
geleneği de bulunmaktadır. Aynı zamanda köylüler de basvuranın oğlunun PKK
tarafından kaçırıldığını duyduklarını belirtmislerdir.
29. Hükümet Üzeyir’in operasyonun baslangıcında köyde saklanmıs
olabileceğini ve daha sonra karanlık ve kötü hava sartları altında güvenlik kuvvetleri
engelini asabilmis olabileceğini belirtmistir. Ankara’daki durusmada Komisyon
delegelerinin huzurunda Mehmet Karabulut ilk çatısmayı takip eden gece Üzeyir’in
Mevlüde’nin evinde uyuduğunu (bkz. Asağıdaki paragraf 15) ancak sabahleyin
uyandığı zaman Üzeyir’in orada olmadığını gördüğünü doğrulamıstır. Hükümet
Mehmet Karabulut’un Mevlüde’nin evinde askerleri görüp duymadığını
doğruladığını ve bunun da Üzeyir’in kendi basına kaçmıs olabileceğini onayladığını
vurgulamıstır.
30. Bu olaydan sonra Üzeyir’i gördüğünü iddia eden tek kisi tutarsız, çeliskili
ve doğrulanmayan ifadeleri olan basvurandır. Basvuran özellikle Ankara’daki
durusmada delegelere (bkz. yukarıdaki paragraf 13) okul bahçesinde toplanan
köylülerin gözlerinin bağlı olduğunu tekrarlamıstır. Daha sonra bu ifadesini geri
almıstır. Ayrıca, Diyarbakır Đnsan Hakları Derneğine ve Komisyona basvurusundaki
ifadelerinde sigara vermek üzere oğlu ile yaptığı tek görüsmeye atıfta bulunulurken
delegeler huzurundaki sözlü ifadesinde iki görüsmeye atıfta bulunmustur; oğlundan
nasıl mesaj aldığına iliskin açıklamaları değisiklik gösterirken iddia edilen sekilde
oğlunun sigara istediğini bildiren çocuğu tespit edememistir. (bkz. yukarıdaki
paragraf 15). Ek olarak, güvenlik kuvvetlerinin güvenlik sebeplerinden dolayı halkı
evlerinde tuttuklarını belirtirken basvuranın köyden geçerek iki görüsme yapması
akla yatkın gelmemektedir. Hükümet ayrıca basvuran tarafından bir önceki gün
yakıldığını iddia ettiğinden 25 Kasım tarihinde (bkz. yukarıdaki paragraf 15)
evinden oğlunun ceket ve çoraplarını almasının mümkün olamayacağını ileri
sürmektedir.
31. Jandarmalara 7 Aralık 1994 tarihinde verdiği ifadede Hasan Kılıç’ın (bkz.
yukarıdaki paragraf 15) basvuranın evine geldiğini, geceyi orada geçiren oğlu ile
görüstüğünü ve daha sonra gittiğini doğruladığını Hükümet özellikle vurgulamıstır.
Ayrıca, ne Üzeyir eve sigara istemistir ne de Hasan Kılıç Üzeyir’in iddia edilen
sekilde asker ve köy korucuları tarafından evinin önünde tutuklandığını görmüstür.
Aslında, Ankara’daki durusmada Yüzbası Cural’ın Delegelere bildirdiği sekilde
hiçbir köy korucusu askeri operasyonları desteklemek için köye girmemistir.
32. Olaylara iliskin olarak basvuranın verdiği ifadelerdeki tutarsızlık ve
çeliskileri desteklemek için Hükümet aynı zamanda askerlerin hayvanları
öldürdüğünün, malları yağmaladığının ve köylüleri dövdüklerinin belirtildiği
basvuranın Komisyona basvurusundaki iddialara isaret etmektedir. Basvuran
delegelere ifade verirken bu iddiaların doğru olmadığını bildirmistir.
2. Đddia edilen gözdağı ve bireysel basvuru hakkının kullanılmasına
müdahaleye iliskin olarak
33. Hükümet basvuran temsilcileri tarafından siddetle iddia edilen sekilde
basvuranın delegeler huzurunda ifade vermeme konusunda herhangi bir baskıya
maruz kalmadığını belirtmistir.
34. Hükümet basvuranın Devlet aleyhine sikayette bulunmayı istemediğini
açıkça belirttiğini beyan etmistir. Basvuranın tek amacı oğlunu bulmaktır ve sadece
bu amaçtan dolayı da basvuran Diyarbakır Đnsan Hakları Derneğine gitmistir.
Komisyona yaptığı basvuruyu geri alması için yetkililerin hiçbir baskısına maruz
kalmamıstır. 6 Ocak ve 10 Ağustos 1995 tarihlerinde (bkz. yukarıdaki paragraf 22
ve 24) Bismil noterine hür iradesi ile ifade vermistir ve bu ifadelerde Diyarbakır
Đnsan Hakları Derneğinin kendi adına Komisyona yaptığı basvuruyu reddetmistir.
Basvuran bu ifadeleri verirken yanında hiçbir asker bulunmamaktaydı, bir tercüman
vardı ve ifadeleri parmak basmadan önce kendisine okunmustur.
35. Hükümete göre, Basvuranın oğlunun kaybolusuna iliskin olarak verdiği
bilgileri çarpıtarak askerlerin köydeki operasyon sırasında inter alia köylülerin
hayvanlarını kesip yediklerine, mallarını yağmaladıklarına ve okul bahçesinde
tutulan diğer kisilere iskence yaptıklarına yönelik asılsız iddialara çeviren
Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği temsilcileri basvuranı kendi amaçları
doğrultusunda kullanmıslardır (bkz. yukarıdaki paragraf 22). Bu ve diğer ciddi
iddiaların daha sonra uydurma olduğu ortaya çıkmıs ve basvuranın kendisi bu
iddialarda bulunduğunu reddetmistir. Ankara’daki delegelere katılmaması için
kendisine yetkililerce herhangi bir baskı uygulanmamıstır. Aslında, basvurusunu
sürdürmeme konusunda tedirgin olduğundan katılmaması kendisine hatırlatılmıstır.
Basvuranın katılmamayı istediğini fark ettiklerinden kendisine baskı uygulayanlar
aslında basvuranın avukatlarıdır.
36. Basvuranın avukatı Sn. Mahmut Sakar’ın aleyhine açılan davaya iliskin
olarak Hükümet avukatın Komisyon’a yapılan basvurunun kullanılmasında bir araç
olduğunu ve Sözlesme sistemini propaganda amaçlarına yönelik olarak suiistimal
ettiğini belirtmistir. Avukat aleyhine takibatların sürdürülmesine yönelik olarak
Hükümet tarafından verilen karar yerindedir.
C. Đlgili Đddialarının Desteklenmesi Amacıyla Basvuran ve Hükümet
Tarafından Komisyon’a Sunulan Materyaller
37. Komisyon huzurundaki takibatlarda, 24 Aralık 1993 ve 7 Subat 1996
tarihleri arasında Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği’ne, Bismil Cumhuriyet
Savcısına, jandarmaya, Diyarbakır’daki Cumhuriyet Bassavcılığı’na ve Bismil’deki
notere basvuran tarafından verilen bir dizi ifade basvuran ve Hükümet tarafından
sunulmustur. Basvuran aynı zamanda avukatı Sn. Mahmut Sakar’ın davranıslarına
iliskin sorusturmaya yönelik resmi evraklar da sunmustur. Hem basvuranın oğlunun
kaybolması hem de, hem kendisinin hem de avukatının maruz kaldığı göz dağı
açısından basvuranın iddialarının esaslarının değerlendirilmesinde bu materyaller
Komisyon tarafından incelenmistir.
38. Đfadeler jandarma tarafında 23 Subat ve 7 Aralık 1994 tarihleri arasında on
iki köylüden alınmıstır. 23 Subat 1994 tarihinde, jandarma o zamanın Ağıllı köyü
muhtarı olan Arap Kurt, Davut Karakoç ve Mehmet Kurt (her ikisi de Üzeyir Kurt’u
kuzeni) ile görüsmüs ve “PKK tarafından kaçırılan rehine Üzeyir Kurt hakkındaki
bilgi ve gözlemleri” hakkında jandarma yetkilileri tarafından sorgulanmıslardır.
Hasan Kılıç (bkz. yukarıdaki paragraf 15), Mevlüde Kurt (bkz. yukarıdaki paragraf
15) ve askeri operasyon sırasında bulunan köylüler 7 Aralık 1994 tarihinde jandarma
yetkilileri tarafından sorgulanmıstır. Sorgulanan köylülerden hiçbiri Üzeyir Kurt’un
gözaltına alındığını görmemistir. Hasan Kılıç ifadesinde Üzeyir Kurt’un 24 kasım
sabahında evine geldiğini, geceyi orada geçirip annesinin geldiği bir sonraki sabah
gittiğini doğrulamıstır. Geceyi evde geçiren askerler olmasına rağmen Hasan Kılıç
basvuran ve oğlunun birlikte evden çıktıklarını ve askerlerin kesinlikle Üzeyir
Kurt’la birlikte gitmediklerini ileri sürmüstür.
Delillerin incelenmesi asamasında yukarıda belirtilen tüm ifadeler Komisyon
tarafından incelenmistir. Hükümet iddia edilen sekilde basvuranın oğlunun köyde
güvenlik kuvvetleri tarafından tutuklanmadığına ve PKK tarafından kaçırılmıs ya da
PKK’ya katılmak üzere gittiği seklinde makul olasılıkların bulunduğuna yönelik
görüslerini desteklemek üzere bu ifadelere dayanmıstır.
Hükümet aynı zamanda Komisyon huzurundaki takibatlarda 24 Kasım 1993
tarihinde güvenlik kuvvetleri tarafından hazırlanan olay raporunu, Bismil
Cumhuriyet Savcısından Diyarbakır Cumhuriyet Bassavcılığına gönderilen ve 23
Kasım 1993 tarihindeki çatısmadan sonra basvuranın oğlunun PKK tarafından
kaçırıldığını ileri süren 19 Kasım 1994 tarihli raporu ve Ağıllı köyündeki
operasyona iliskin olan ve inter alia basvuranın oğlunun gözaltına alınmadığını teyit
eden Diyarbakır Jandarma Genel Komutanlığı’ndan Albay Esref Hatipoğlu
tarafından düzenlenen 8 Aralık 1994 tarihli raporu sunmustur.
D. Yerel Makamlar Huzurundaki Takibatlar
39. 30 Kasım 1993 tarihinde basvuran parmak damgalı basvurusunu Bismil
Cumhuriyet Savcısı Rıdvan Yıldırım’a sunmustur. Bu basvuruda basvuranın
oğlunun basvuranın köyündeki Jandarma ve PKK arasındaki çatısmadan sonra
gözaltına alındığı ve basvuranın oğlunun akıbeti hakkında endiselendiği
belirtilmistir. Basvuran oğlunun akıbeti hakkında bilgilendirilmeyi talep etmistir.
Aynı tarihte Cumhuriyet Savcısı bilgi sağlanmasına yönelik el yazısı bir taleple
birlikte basvuruyu jandarma bölge komutanlığına sevk etmistir. Jandarma bölge
komutanlığı aynı tarihte basvuruya el yazısı ile Üzeyir Kurt’un gözaltına alındığının
doğru olmadığını ve PKK tarafından kaçırılmıs olabileceğini not düsmüstür.
40. 30 Kasım 1993 tarihli bir mektupla Đl Jandarma Komutanlığı’ndan Yüzbası
Cural, Bismil Cumhuriyet Bassavcılığı’nın yazı numarasız mektubuna cevaben
Üzeyir Kurt’un gözaltına alınmadığını ve muhtemelen teröristler tarafından
kaçırıldığının düsünüldüğünü bildirmistir.
41. 4 Aralık 1993 tarihli bir mektupla Bismil’deki Bölge Jandarma
Komutanlığı’ndan Bölge Jandarma Komutanı Yüzbası Cural Bismil Cumhuriyet
Bassavcılığı’na Üzeyir Kurt’un gözaltına alınmadığını ve muhtemelen teröristler
tarafından kaçırıldığının düsünüldüğünü bildirmistir (bir önceki paragrafta
bahsedilen 30 Kasım tarihli mektupla aynı ifadeleri içermektedir).
42. 14 Aralık 1993 tarihinde basvuran Diyarbakır’daki Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Bassavcısına parmak damgalı bir basvuruda bulunmustur.
Basvuran, oğlu Üzeyir’in yirmi gün önce jandarmalar tarafından gözaltına alındığını
ve gözaltına alınmasından beri kendisinden herhangi bir haber alınamadığını ve
oğlunun hayatından endise ettiklerini belirtmistir. Oğlunun nerede olduğuna dair
kendisine bilgi verilmesi isteminde bulunmustur. Basvuru dilekçesinin alt kısmına
aynı tarihte Cumhuriyet Bassavcısı el yazısı ile Üzeyir Kurt isminin gözaltı
kayıtlarında geçmediğini not düsmüstür.
43. 15 Aralık 1993 tarihinde basvuran Bismil Cumhuriyet Savcısına 14 Aralık
tarihli basvuru dilekçesindeki hususları tekrarlayan ikinci bir basvuruda
bulunmustur. Cumhuriyet Savcısı basvuru dilekçesinin üzerine Jandarma Bölge
Komutanlığı’na talep edilen bilginin basvurana sağlanmasına dair bir talimat
yazmıstır.
44. 21 Mart 1994 tarihinde Bismil Cumhuriyet Savcısı Rıdvan Yıldırım
takipsizlik kararı vermistir. Doküman sikayet sahibini basvuran, mağduru ise Üzeyir
Kurt olarak tanımlamaktadır. Suç yasadısı örgüt üyeliği ve adam kaçırma olarak
sanıklar ise PKK üyeleri olarak tanımlanmıstır. Karar metni PKK ve güvenlik
kuvvetleri arasındaki çatısmadan sonra PKK üyelerinin anılan mağduru kaçırarak
köyden kaçtıklarını belirtmektedir. Bu suç Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yetkisi
kapsamında olduğundan davaya takipsizlik kararı verilerek dosya Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesi’ne sevk edilmistir.
E. Dava Esasına Đliskin Bulgu ve Delillerin Komisyon Tarafından
Değerlendirilmesi
1. Yazılı ve sözlü ifadeler
45. Komisyon basvuran ve Hükümet tarafından kendi iddialarını desteklemek
amacıyla sunulan belgeli ifadeleri incelemistir. (bkz. yukarıdaki paragraf 37 ve 38).
Ayrıca, 8 ila 9 Subat 1996 tarihleri arasında Ankara’da gerçeklestirilen durusmada
Komisyon delegeleri su tanıkların sözlü ifadelerini dinlemistir: Basvuran; Arap
Kurt, Ağıllı köyü muhtarı ve basvuranın kayınbiraderi; Rıdvan Yıldırım, basvuran
tarafından oğlunun kaybolmasına yönelik olarak ilk basvuruda bulunulan Bismil
Cumhuriyet Savcısı (bkz. yukarıdaki paragraf 16); Đzzet Cural, Ağıllı köyündeki
askeri operasyon planını öneren Bismil Bölge Jandarması Komutanı (bkz.yukarıdaki
paragraf 31); Muharrem Küpeli, köydeki askeri operasyonda yer alan komando
birliğinin komutanı; ve askeri operasyon basladığı zaman Ali ve Mevlüde Kurt’un
evinde basvuranın oğlunu son kez gören Mehmet Karabulut (bkz. yukarıdaki
paragraf 29).
Đfade vermek üzere on üç tanığa celp edilmis olmasına rağmen sadece yukarıda
belirtilen altı tanık durusmaya katılıp ifade vermistir.
Đfadelerin değerlendirilmesine yönelik yaklasım.
46. Komisyon görevine yaklasımı, yerel mahkemeler tarafından
gerçeklestirilen her türlü davaya yönelik esas tespitleri veya her hangi bir ayrıntılı
adli inceleme ya da söz konusu olayların diğer bağımsız sorusturmaların mevcut
olmadığı bir ortamda gerçeklestirilmistir. Anılan sekilde görevine baslayan
Komisyon, inter alia Ankara’daki durusmada dinlenen tanıkların davranıslarını ve
karar verme asamasında yeterince güçlü, açık ve uyumlu çıkarımların ya da benzer
sekilde çürütülmemis varsayımların bir arada bulunmasını dikkate alma gereğini göz
önünde bulundurarak ifadeleri değerlendirmistir. Komisyon aynı zamanda
tercümanlar aracılığıyla durusmada delegeler tarafından elde edilen ifadelerin
değerlendirilmesine ve PKK ile güvenlik kuvvetlerine iliskin olaylar hakkında ifade
verirken Güneydoğu Türkiye’den gelen köylülerin hassas konumlarına iliskin
zorluklara gerekli müsamahayı göstermistir.
3. Komisyonun dava esaslarına yönelik tespitleri
(a) Ağıllı köyündeki askeri operasyon
47. Komisyon operasyon sırasındaki olayların genel akısı açısından yazılı ve
sözlü ifadelerin büyük ölçüde tutarlı olduğunu tespit etmistir. Köylülerin 24 Kasım
sabahında okul bahçesinde toplatıldıkları ve daha sonra köylülerin evlerinde
aramaların yapıldığı tespit edilmistir. Bir gece önce köye giren teröristler ve
güvenlik kuvvetleri arasındaki çatısma esnasında basvuranın ve basvuranın oğlunun
evi de dahil olmak üzere evler yakılmıstır. Köylüler 25 Kasım tarihinde yeniden
okul bahçesinde toplatılmıstır. Operasyon sırasında çıkan çatısmada üç terörist ve
bir güvenlik kuvvetleri mensubu ölmüstür. On iki köylü 24 Kasım’da gözaltına
alınmıs ve 26 Kasım tarihinde serbest bırakılmıstır. Güvenlik Kuvvetleri köyden 25
Kasım’ın geç saatlerinde ayrılmıstır.
(b) Basvuranın oğlu Üzeyir Kurt’un gözaltına alındığı iddiası
48. Komisyon Üzeyir Kurt’un 23 Kasım 1993 tarihi gecesinde Ağıllı Köyü'nde
bulunduğunun tespit edildiğini ve ifadelerin basvuranın oğlunun PKK ve güvenlik
kuvvetleri arasındaki çatısmadan dolayı amcası ve halası Ali ve Mevlüde Kurt’un
evinde kaldığına isaret ettiğini bildirmistir.
49. Köylülerin 24 Kasım 1993 tarihi sabahında okul bahçesinde toplatıldıkları
ve Üzeyir Kurt’un köylülerin arasında olmadığı da tespit edilmistir.
50. Hasan Kılıç Üzeyir Kurt’un geceyi evinde geçirip 25 Kasım sabahında
annesi ile birlikte evden ayrıldığını ileri sürerken basvuran, köylüler gün boyunca
okul bahçesinde tutulduğu sırada oğlunun askerlerle birlikte olduğunu tutarlı bir
sekilde belirtmistir. Basvuran oğlunu son kez Üzeyir’in güvelik kuvvetleri
tarafından tutulduğu Hasan Kılıç’ın evine sigara ve giysi götürdüğü zaman
görmüstür. Basvuranın ifadesi 24 Aralık 1993 tarihinde Diyarbakır Đnsan Hakları
Derneği tarafından alınan ifade ve bu tarihten sonra verdiği beyan ve ifadeleri ile
son derece tutarlı olmustur. Diğer davalarda anılan dernek tarafından alınan
ifadelerin doğruluğuna yönelik olarak Komisyon tarafından daha önceden getirilen
elestiriler nedeniyle Diyarbakır Đnsan Haklar Derneği’ne verilen ifadenin dikkatli
sekilde ele alınmasının gerekmesiyle birlikte, Komisyon basvuranın delegelere
verdiği ayrıntılı ifade ile doğrulandığından bu ifadenin değer tasıdığı kanaatindedir.
Hasan Kılıç’ın ifadesi görünüse göre basvuranın iddia edilen sekilde oğlunun
tutuklandığına yönelik ifadesi ile çelismektedir ancak Komisyon bu ifadenin hatalar
içerdiğini ve farklı yorumlara açık olduğunu tespit etmistir. Komisyon durusmaya
katılmaya ifade vermeye yönelik celplere Hasan Kılıç’ın cevap vermemesini esefle
karsılamıstır. Yazılı ifadesi delegeler huzurunda sözlü ifade veren basvuran ile
tutarlı olmadığından, Komisyon delegeler tarafından güvenilir ve ikna edici bulunan
basvuranın ifadesini tercih etmistir.
51. Komisyon Hükümetin basvuran açısından yaptığı elestirinin basvuranın
inanılırlığını çürütmek için yeterli olmadığı kanaatindedir (bkz. yukarıdaki paragraf
30–32). Köylülerin gözlerinin bağlandığına yönelik basvuranın baslangıçtaki
iddiasına iliskin olarak, bu durumun okul bahçesinden alınıp Bismil’de sorgulanmak
üzere gözaltına alınan on iki kisi ile ilgili olması muhtemeldir (bkz. yukarıdaki
paragraf 47). Basvuranın sigara ve ceket bulmasına iliskin olarak Komisyon, ceketin
nereden bulunduğu konusundaki hususun basvuran tarafından belirtilmemesinin
özel bir önem tasımadığı görüsündedir: soru hiçbir zaman basvuranın kendisine
doğrudan sorulmamıstır. Ayrıca, jandarmanın ifadesinde köylülerin istedikleri
zaman okul bahçesinde toplanmadan önce bir evden diğerine özgürce hareket
edemediklerini gösteren herhangi bir husus bulunmamaktadır.
52. Askeri araçlara bakmak için köy korucularının köy dısında
konuslandırıldıkları ve bu yüzden basvuranın iddia ettiği sekilde Hasan Kılıç’ın
evinin dısında olamayacakları ileri sürülmüstür. Ancak, köy korucularının rolünün
kendilerinkinin dısındaki köylerin dısındaki alanlarla kısıtlı olması gereken
operasyon uygulamasının aksine, köy korucularının kimi zaman operasyon sırasında
köyde bulunduklarına dair delillere dayanarak Komisyon, bu durumun gözardı
edilemeyeceği kararına varmıstır.
53. Komisyon, basvuranın gerçek ve dürüst sekilde oğlunun güvenlik
kuvvetleri tarafından gözaltına alındığı ve müteakibinde de “kaybolduğuna” inandığı
ve basvuranın ifadesinin, suçun PKK’ya atılması ve onların da bu ise katıldığının
kabul edilmesi konusundaki isteksizlikten etkilendiği sonucunun çıkarılması için bir
sebep olmadığını tespit etmistir. Kendisine sunulan ifadelerin değerlendirilmesi ile
Komisyon Basvuranın 25 Kasım 1993 sabahında Hasan Kılıç’ın evinin dısında
oğlunu asker ve köy korucularıyla çevrili gördüğüne dair ifadesini kabul etmistir.
Bunun, basvuranın oğlunun aile üyelerinden veya köy halkından biri tarafından son
görülüsü olduğu tespit edilmistir.
(c) Operasyonun yürütülmesine iliskin diğer hususlar
54. Komisyon basvuranın evinin yakılma sebebine veya, eğer var ise, güvenlik
kuvvetlerinin köylülerin köyü terk etme kararlarındaki rolüne iliskin herhangi bir
tespitte bulunmanın gerekli olmadığı kanaatindedir. (bkz. yukarıdaki paragraf 14).
II. Đlgili Đç Hukuk Ve Uygulamalar
55. Hükümet görüsünde dava esasları ile ilgili iç yasal hükümlere iliskin
ayrıntılara yer vermemistir. Komisyon 31. Madde raporunda dava ile ilgili
olabilecek iç hukuk ve uygulamaların incelemesini sunmustur. Bu inceleme daha
önceki davalarda davalı Devlet tarafından sunulan görüslere dayalıdır.
A. Đdari Yükümlülüğe Đliskin Anayasal Hükümler
56. Türk Anayasasının 125. Maddesi su sekildedir:
“Đdarenin her türlü eylem ve islemlerine karsı yargı yolu açıktır...
Đdare kendi eylem ve islemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
57. Bu hüküm olağanüstü hal ya da savas durumlarında dahi herhangi bir
kısıtlamaya tabi değildir. Hükmün yukarıda belirtilen ikinci gereği yükümlülüğü
“sosyal risk” teorisine dayalı olarak, kesin ve tarafsız özellikte olan idarenin
herhangi bir hatasının mevcut olduğunun kanıtlanmasını gerektirmemektedir.
Dolayısıyla, Devletin kamu düzen ve güvenliğini koruma görevini veya kisisel hayat
ve mülkiyeti koruma görevini yerine getiremediğinin iddia edildiği durumlarda Đdare
faili meçhul veya terörist faillerine eylemlerinden zarar gören kisileri tazmin
edebilir.
B. Ceza Kanunu ve Usulü
58. Türk Ceza Kanununa göre;
– bireyi yasadısı olarak özgürlüğünden mahrum etmek (genel olarak
179. Madde, devlet görevlileri açısından 181. Madde),
– tehditte bulunmak (191. Madde),
– bireyi iskence ya da kötü muameleye tabi tutmak (243. ve 245.
Madde) cezai suç teskil etmektedir.
Tüm bu suçlara iliskin olarak Ceza Muhakemeleri Usul Kanunun 151. ve 153.
Maddesine uygun olarak Cumhuriyet Savcısına veya yerel idari yetkililere sikayette
bulunulabilir. Cumhuriyet Savcısı ve polis kendilerine sunulan suçları sorusturma
görevine sahiptir ve Ceza Muhakemeleri Usul Kanunun 148. Maddesi uyarınca
Cumhuriyet Savcısı bir kovusturmanın baslatılıp baslatılmayacağına dair karar verir.
Cumhuriyet Savcısının cezai takibatların baslatılmaması kararına karsı sikayet sahibi
basvuruda bulunabilir.
59. Genel olarak, suçu islediği iddia edilen failin Devlet görevlisi veya Devlet
memuru olması durumunda, kovusturma baslatılmasına iliskin iznin yerel idari
mahkemelerden alınması gerekmektedir (Đl Meclisinin Đdari Komitesi). Yerel meclis
kararları Yüksek Đdari Mahkemeye sunulabilir; kovusturmanın baslatılmamasına
iliskin ret kararı, anılan türden bir temyizi kendiliğinden gerektirir. Suçlananın
silahlı kuvvetler üyesi olması durumunda bu kisi askeri mahkemelerin yetkisi
kapsamında olup Askeri Ceza Kanunun 152. Maddesi hükümlerine uygun olarak
yargılanır.
C. Medeni Kanun Hükümleri
60. Đster suç isterse cürüm seklinde olsun, devlet görevlilerinin maddi ya da
manevi zararlara sebep veren herhangi bir yasadısı eylemi normal hukuk
mahkemeleri nezdinde tazminat talebi konusu olabilir. Medeni Kanunun 41.
Maddesi uyarınca, zarar gören kisi ister kasten, ister ihmal sonucu isterse
temkinsizlik nedeniyle kanunlara aykırı bir zarara sebebiyet veren bir suç islediği
iddia edilen kisi aleyhine tazminat talebi basvurusunda bulunabilir. Medeni
Kanunun 46. Maddesi uyarınca maddi zarar sivil mahkemeler tarafından tazmin
edilirken maddi olmayan veya manevi zararlara iliskin kararlar 47. Madde
kapsamında verilir.
61. Đdare aleyhine olan takibatlar, takibatları yazılı olan idari mahkemelere
sunulabilir.
D. 285 Sayılı Kararnamenin Etkisi
62. Davalı Devlet aleyhine olan daha önceki davalarda, basvuran temsilcileri,
aksi takdirde yukarıda belirtilen genel usul kapsamında bulunacak olan bireyin
korunmasını kendi içinde zayıflatan belirli yasal hükümlere isaret etmislerdir. 285
sayılı Karar olağanüstü hale tabi olan alanlarda güvenlik kuvvetleri mensuplarının
aleyhinde dava açma yetkisinin Cumhuriyet Savcısından alınıp yerel idare
meclislerine devredildiği 3713 sayılı Kanunun (1981 Terörle Mücadele Kanunu)
hususunda değisikliklere neden olmustur. Bu meclisler devlet memurlarından
olusmaktadır ve güvenlik kuvvetlerine baskanlık eden bölge valisi veya il valilerinin
etkisi altında kolayca kalabilmelerinin yanı sıra yasal bilgi eksikliklerinden dolayı da
elestirilmislerdir.
III. Đlgili Uluslararası Materyaller
63. Uluslararası Af Örgütünün yanı sıra Basvuran da Mahkemeye sundukları
yazılı görüslerinde cebri kaybolmalar konusuna iliskin uluslararası materyallere
dikkat çekmistir. Komisyon rapor ekinde daha ayrıntılı olarak incelenen asağıdaki
metin ve kararlara atıfta bulunmustur (31. Madde).
A. Birlesmis Milletler Materyali
64. Tüm Kisileri Cebri Kaybolmaya Karsı Korumaya iliskin Birlesmis
Milletler Deklarasyonu Đnter alia olarak asağıdaki hükmü getirmektedir (G.A. res.
47/133, 18 Aralık 1992):
“Sistematik kaybolma uygulaması insanlığa karsı islenen bir suç olup yasalar
karsında birey olarak tanınma hakkının, kisinin özgürlük ve güvenlik hakkının,
iskenceye tabi olmama hakkının ihlalini teskil eder ve aynı zamanda yasama hakkını
ihlal eder veya bu hakka yönelik ciddi bir tehdit olusturur.”
B. Birlesmis Milletler Đnsan Hakları Komitesi’nin Đçtihadı (HRC)
65. Uluslararası Sivil ve Siyasi Haklar Anlasması çerçevesinde hareket eden
Birlesmis Milletler Đnsan Hakları Komitesi (“ICCPR”) cebri kaybolmaya iliskin bir
dizi davada rapor sunmustur: Quinteros - Uruguay (107/1981) Đnsan Hakları
Komitesi Raporu, 38. Oturum, Ek no. 40 (1983) Ek XXII, 14. Madde; Mojica –
Dominik Cumhuriyeti, 15 Temmuz 1994 tarihli karar, 449/1991 sayılı haberlesmeye
iliskin ICCPR Seçmeli Protokol’ünün 5. Maddesi 4. Fıkrası kapsamındaki Komite
görüsü: Đnsan Hakları Kanunu Dergisi (“HRLJ”) cilt. 17 no. 1–2, s. 18; Bautista –
Kolombiya, 27 Ekim 1995 tarihli karar, 563/1993 sayılı haberlesmeye iliskin ICCPR
Seçmeli Protokolü’nün 5. Maddesi 4. Fıkrası kapsamındaki Komite görüsü: HRLJ
cilt. 17 no. 1–2, sf. 19).
C. Amerika Devletleri Teskilatı’nın Materyalleri (OAS)
66. Kisilerin Cebri Kaybolmasına iliskin Đnter-Amerika Sözlesmesi (Genel
Kurul tarafından 7. Karma Açık Oturumunda kabul edilen karar, 9 Haziran 1994,
OAS/Ser. P AG/dok. 3114/94 rev. 1: henüz yürürlükte değil) inter alia olarak
asağıdaki hükmü öngörmektedir:
“Giris;
… Kisilerin cebri kaybolması Amerikan Đnsan Hak ve Görevleri Beyannamesi,
Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Uluslararası Sivil ve Siyasi Haklar
Sözlesmesi ve Amerikan Đnsan Hakları Sözlesmesi’nde yer alan temel hakları da
ihlal eden son derece ciddi bir baskı sekli olusturmaktadır,
…
2. Madde
Bu Sözlesmenin amaçlarına yönelik olarak, cebri kaybolma herhangi bir sahsın
Devlet temsilcisi veya Devlet’in izni veya rızası ile hareket eden kisi tarafından
kaçırılması veya alıkonması ve makul bir süre geçtikten sonra kaçırılan ya da
alıkonulan kisinin akıbeti veya nerede olduğunun tespit edilmesini sağlayacak hiçbir
bilginin bulunmaması olarak kabul edilmektedir.
…
4. Madde
Kisinin cebri kaybolması insanlık aleyhine islenmis bir suçtur. Đsbu Sözlesme
kosulları altında, suçu isleyenlerin kisisel sorumluluğunu ve yetkilileri bu
kaybolmayı gerçeklestiren ya da izin veren Devletin sorumluluğunu içermektedir.
…
18. Madde
Đsbu Sözlesmenin onaylanması veya kabulü ile taraf olan Devletler Mahkumlara
yapılan Muameleye iliskin Birlesmis Milletler Asgari Đçtüzüğünü (663 C [XXIV]
sayılı ve 31 Temmuz 1957 tarihli Ekonomik ve Sosyal Konsey Kararı) kendi iç
hukuklarının dahili bir parçası olarak kabul ederler.”
D. Đnter-Amerikan Đnsan Hakları Mahkemesi Đçtihadı
67. Đnter-Amerikan Đnsan Hakları Mahkemesi Amerikan Đnsan Hakları
Sözlesmesi hükümleri kapsamında ve Kisilerin Cebri Kaybolmasına iliskin Đnter-
Amerikan Sözlesmesinin kabul edilmesinden önce bir dizi davada cebri kaybolmalar
sorununu ele almıstır: Velásquez Rodríguez - Honduras, 29 Temmuz 1988 tarihli
karar (Đnter-Am. Ct. H. R. (Ser. C) no. 4) (1988)); Godínez Cruz - Honduras, 20
Ocak 1989 tarihli Karar (Đnter-Am. Ct. H. R. (Ser. C) no. 5) (1989)); ve Cabellero-
Delgado ile Santana – Kolombiya, 8 Aralık 1995 tarihli Karar (Đnter-Am. Ct. H. R.).
E. Uluslararası Af Örgütü Sunumları
68. Mahkemeye yaptıkları yazılı sunumlarda, Uluslararası Af Örgütü bu olguya
iliskin ilgili uluslararası araçlara iliskin olarak yaptıkları incelemeden asağıdaki
“kaybolma” suçu unsurlarını tespit etmislerdir: (a) özgürlükten mahrumiyet; (b)
hükmet görevlileri veya bu görevlilerin izni veya rızası ile gerçeklestirilmektedir;
bunu (c) bilgi eksikliği veya özgürlükten mahrumiyetin kabulünün reddi veya
kisinin akıbetinin veya nerede olduğunun ifsasının reddi takip etmektedir; (d) ve
böylece anılan kisiler yasaların koruması dısında bırakılmaktadır.
69. Uluslararası Af Örgütüne göre, “kaybolmalar” genellikle sistematik bir
sekilde gerçeklesmektedir ancak bu sistematiklik de sart değildir. Ayrıca,
“kaybolma” sadece özgürlük ve güvenlik hakkının ihlali olarak değil aynı zamanda
diğer temel hakların da ihlali olarak görülmektedir. Mahkemenin “kaybolma
olgusunun dahili bir sekilde ele alınıp karsı konulması gereken karmasık bir insan
hakları ihlali” olduğunu bildirdiği Velásquez Rodríguez - Honduras davasındaki
Đnter-Amerikan Đnsan Hakları Mahkemesi kararına (29 Temmuz 1988 tarihi karar)
atıfta bulunmuslardır. Bu haklara yasama hakkı ve suimuameleye maruz
bırakılmama hakkı da dahildir. Kaybolmaya iliskin hakların ihlalinin ağırlığı,
Birlesmis Milletler Đnsan Hakları Komitesi’nin Medeni ve Siyasi Haklara iliskin
Uluslararası Sözlesmenin 6. Maddesi ile ilgili olarak Taraf olan Devletlerin
bireylerin kaybolmalarını önlemek için etkin ve belirli önlemler alması gerektiği ve
yasama hakkının ihlalini de içerebilecek olan kisilerin kaybolma davalarını ayrıntılı
bir sekilde sorusturabilmek için olanak ve usullerin olusturulması gerektiği yönünde
karar almasına neden olmustur. (Genel Mütalaa no. 6 (16. Oturum 1982) [37 UN
GAOR, Ek, no. 40 (A/37/40), Ek V] Fıkra 1). Đnsan Hakları Komitesi daha sonra
Mojica - Dominik Cumhuriyeti davasının 15 Temmuz 1994 tarihli kararında
kaybolan kisileri suimuamele risklerine karsı koruma gereği açısından bu ifadeyi
tekrarlamıstır.
70. Yukarıda belirtilen Đnter-Amerikan Mahkemesinin Velásquez Rodríguez -
Honduras davası kararını örnek vererek kaybolmaların genellikle gizli yargısız infaz
ve cesedin saklanmasını içerdiğini ve bireyin uzun süreli izolasyonu ve
mahrumiyetinin mağdurun fizyolojik ve psikolojik bütünlüğüne zarar veren zalim ve
insanlık dısı bir muamele olduğunu belirtmistir. 15 Temmuz 1994 tarihli Mojica -
Dominik Cumhuriyeti kararında, Birlesmis Milletler Đnsan Hakları Komitesi kisinin
kaybolmasının Avrupa Đnsan Hakları Sözlesmesi’nin 3. Maddesini yansıtan Medeni
ve Siyasi Haklara iliskin Uluslararası sözlesmenin 7. Maddesinin ihlalini teskil eden
muamele ile bölünmez bir sekilde bağlantılı olduğunu belirtmistir.
71. Ayrıca, Uluslararası Af Örgütü “kaybolmaların” sevdikleri insanın akıbeti
belirsiz iken genellikle uzun yıllar boyunca ciddi zihinsel acı çeken “kaybolanın”
ailesinin haklarını büyük ölçüde ihlal ettiğine dikkat çekmistir. Uluslararası Af
Örgütü Birlesmis Milletler Đnsan Hakları Komitesi’nin 21 Temmuz 1983 tarihli
Quinteros-Uruguay kararında bu yaklasımı benimsediği görüsündedir.
KOMĐSYON HUZURUNDA YAPILAN TAKĐBAT
72. Bayan Koçeri Kurt 11 Mayıs 1994 tarihinde hem kendi adına hem de
oğlunun adına Komisyona basvuruda bulunmustur. Oğlu Üzeyir’in gözaltına
alındığı ve müteakibinde de kaybolduğuna dair sikayette bulunmustur. Oğlunun
davalı Devlet’in Sözlesme’nin 2, 3, 5, 14 ve 18. Maddelerini ihlalinin, kendisinin ise
Sözlesme’nin 3 ve 13. Maddelerinin ihlalinin mağduru olduğunu ileri sürmüstür.
73. Komisyon basvuruyu (no. 24276/94) 22 Mayıs 1995 tarihinde kabul
etmistir. 5 Aralık 1996 tarihli raporunda (31. Madde); Komisyon basvuranın
oğlunun kaybolmasına iliskin olarak 5. Madde’nin ihlal edildiği (oybirliği ile);
basvuran açısından 3. Madde’nin ihlal edildiği (on dokuza karsı bes oyla);
Basvuranın oğluna iliskin olarak Sözlesmenin 2 ve 3. Maddeleri kapsamında yapılan
sikayetlerin ayrı ayrı ele alınmasının gerekmediği (oybirliği ile); Basvuran açısından
Sözlesme’nin 13. Maddesinin ihlal edildiği (oybirliği ile); Sözlesme’nin 14. ve 18.
Maddelerinin ihlal edilmediği (oybirliği ile); ve Türkiye’nin Sözlesme’nin 25.
Maddesi Fıkra 1 kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmediği (oybirliği ile)
yönünde görüs bildirmistir. Komisyon görüsü ile muhalefet serhinin tam metni bu
kararda ek olarak sunulmustur.
MAHKEMEYE YAPILAN NĐHAĐ SUNUMLAR
74. Basvuran görüsünde Mahkeme’den oğlunun “kaybolması” açısından davalı
Devlet’in Sözlesme’nin 2, 3, 5, 14 ve 18. Maddelerini ihlal ettiğinin ve kendisinin
ise 3 ve 13. Maddelerin ihlalinin mağduru olduğunu tespitini talep etmistir. Ayrıca
Basvuran davalı Devletin 25. Madde Fıkra 1 kapsamındaki yükümlülüklerini yerine
getiremediğini ileri sürmüstür. Basvuran mahkemeden 50. Madde kapsamında
kendisinin ve oğlunun adil tazminatına yönelik karar verilmesini talep etmistir.
75. Hükümet görüsünde kendi açısından, geçerli basvuru olmadığı sebebiyle
davanın kabul edilemez olduğu yönünde karar verilmesini Mahkemeden istemistir.
Alternatif olarak Hükümet basvuranın sikayetinin kanıtlanmadığını belirtmistir.
Durusmada Hükümet aynı zamanda basvuranın iç hukuk yollarını tüketmemis
olmasından dolayı davanın kabul edilmemesi gerektiğini belirtmistir.
HUKUK AÇISINDAN
I. Hükümetin Đlk Ön Đtirazı
76. Hükümet Basvuranın hiçbir zaman Sözlesme kurumları nezdinde yetkililer
aleyhine bir sikayette bulunma niyetinde olmadığını belirtmistir. Basvuranın
Cumhuriyet Savcısı ve diğer görevlilerle (bkz. yukarıdaki paragraf 39-43) temasa
geçmesinin tek nedeninin oğlunun akıbetini arastırmak ve köyündeki askeri
operasyondan sonra tutuklanmıs olabileceği olasılığını ortadan kaldırmaktır.
Basvuranın oğlunun akıbeti hakkında bilgi talebi temsilcileri Devlet aleyhine
iddialarda bulunan ve yetkilileri basvuranın oğlunun kaybolması hususuna dahil
etme konusunda basvuranı etkileyen Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği tarafından
suiistimal edilmistir.
Devlet, basvuranın derneğin tesviki ile Komisyona yaptığı basvurudaki iddiaları
(bkz. yukarıdaki paragraf 34) geri almak için Bismil’deki notere iki kez kendi
iradesi ile gittiği konusunda ısrar etmistir.
77. Komisyon basvuranın delegeler huzurundaki sözlü ifadelerinin yetkililer
aleyhine davaya devam etme niyetini teyit ettiğini ve hazırlanmasında Diyarbakır
Đnsan Hakları Derneği’nin katılımının olup olmadığına bakılmaksızın, basvuranın
Komisyona yaptığı basvurunun (bkz. yukarıdaki paragraf 17 ve 50) kendi oğlunun
kaybolmasından Devleti sorumlu tuttuğuna dair basvuranın inancını yansıtmadığı
yönünde tespitte bulunması için herhangi bir sebep olmadığı sonucuna varmıstır.
78. Mahkeme basvuranın Mahkeme huzurundaki takibatlarda yer alma isteğini
teyit ettiğini ve bu amaca yönelik olarak yasal temsilcilerini atadığını gözlemlemistir
(bkz. yukarıdaki paragraf 2). Ayrıca, basvuran davasında Mahkeme nezdindeki
durusmaya katılmıstır. Delegeler huzurundaki açık ifadesi de göz önünde
bulundurularak (bkz. yukarıdaki paragraf 77), 23 Aralık 1993 tarihinde basvuran
Diyarbakır Đnsan Hakları derneği ile ilk temasa geçtiğinde oğlunun gözaltına
alındığının ve o zamanda beri görülmediğinin yetkililer tarafından inkarı karsısında
duruma iliskin tazmin talep ettiği sonucu çıkartılmalıdır. Bu husus basvuranın
yetkililer aleyhine yaptığı sikayetin esası olup basvuran, tutarlı bir sekilde bu
sikayeti yerel yetkililerle yaptığı tüm temaslarında (bkz. yukarıdaki paragraf 37) ve
Sözlesme kurumları nezdindeki takibatlarda ileri sürmüstür. Bu sebeple basvuru
geçerli addedilmeli ve kisisel basvuru hakkının kullanılması ile basvuran tarafından
hür iradesi ile yapılmıs olarak kabul edilmelidir.
Bu sebeple Hükümet’in ilk ön itirazı ret edilmistir.
II. Hükümetin Đkinci Ön Đtirazı
79. Hükümetin görüsünde bu hususu ele almamasına rağmen, Komisyon
nezdindeki takibatların kabul edilme sürecinde olduğu gibi durusmada da
basvuranın iç hukuk kapsamında mevcut ve etkin iç hukuk yollarını tüketmediğini
ileri sürmüstür. Bu açıdan Sözlesme’nin 26. Maddesi gerekleri dikkate alınarak,
basvuranın davasının kabul edilmemesi gerekmektedir.
80. Hükümet, yetkililerin ilk olarak oğlunun köyde tutuklanmadığını ve ikinci
olarak da oğlunun tutuklu olmadığına yönelik tespitlerine karsı mücadele vermek
için basvuranın hiçbir zaman yasal takibat baslatmadığını belirtmistir. Basvuranın
kendisi de hiçbir asamada yerel mahkemelerin yetkisine basvurma konusunda hiçbir
baskıya maruz kalmadığını kabul etmistir. Basvuranın oğlunun kaybolması ile
Devlet’in bağlantılı olduğuna inanıyor olması durumunda, Türk hukuku kendisine
bir dizi çözüm yolu temin etmektedir. Bu açıdan hükümet basvuranın kamu
görevlilerinin eylemlerine iliskin sıkı yükümlülük ilkesine basvurarak, idari kanun
takibatlarında yetkililer aleyhine dava açabileceğini vurgulamıstır (bkz. yukarıdaki
paragraflar 56–58). Ayrıca, basvuranın iddia edilen sekilde oğlunun özgürlüğünden
mahrum edildiğine ya da yetkililer tarafından öldürüldüğüne veya yetkililerin
suimuamelesine maruz bırakıldığına inanması durumunda ceza kanunu da kendisine
yardımcı olacak niteliktedir (bkz. yukarıdaki paragraf 59). Basvuran anılan hukuk
yollarından herhangi birine basvurmadığı gerekçesiyle basvuranın Sözlesme’nin 26.
Maddesi gereklerini yerine getirmemis olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
81. Mahkeme, Hükümet’in itirazının hükümet görüsünde değil sadece
durusmada belirtildiğini ve bu yüzden de asağıda belirtilen A Đçtüzük Maddelerinin
48. Maddesi 1. Fıkrada öngörülen süre sınırını astığını belirtmektedir:
“Ön itirazda bulunmak isteyen Taraf en geç Tarafın Baskana görüs bildirmeme
yönündeki istediğini bildirmesine veya alternatif olarak ilk görüsün sunulmasına
yönelik olarak Đçtüzük 37. Maddesi, 1. Fıkra’sında düzenlenen süre sınırına dek
itirazını ve itirazına iliskin gerekçeleri sunmalıdır.”
82. Bu sebeple itirazın reddi gerekmektedir. (bkz. Olsson - Đsveç (no. 1), 24
Mart 1988 tarihli karar, A Serisi no. 130, sf. 28, 56. Madde).
83. Ayrıca, Mahkeme bu açıdan Sn. Kurt’un sikayetine yönelik çözüm elde
etmek için kendisinden beklenebilecek her seyi yaptığını da dikkate almaktadır.
Basvuran Bismil’deki Cumhuriyet Savcısı ile ilk olarak 30 Kasım 1993 ve ikinci
olarak da 15 Aralık 1993 tarihinde olmak üzere iki kez temasa geçmistir. Ayrıca 14
Aralık 1993 tarihinde Diyarbakır’daki Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne de dilekçe ile
basvuruda bulunmustur (bkz. yukarıdaki paragraflar 39–43). Basvuranın oğlunun
köyündeki askerler ve PKK arasındaki çatısmadan sonra göz altına alındığı
konusunda ısrar etmesine rağmen hiçbir asamada yetkililer basvuranın ifadesini
almamıslardır. 15 Aralık tarihli dilekçesi, basvuranın oğlunun hayatından endise
ettiğini belirtmesinden dolayı çok daha fazla zorunluluk arz etmektedir. Hem Bölge
Jandarma Komutanlığı hem de Đl Komutanlığı’ndan Yüzbası Cural basvuranın ilk
dilekçesini sunduğu günde Üzeyir Kurt’un PKK tarafından kaçırıldığı görüsünde
olduklarını belirtilmistir. Ancak, bu alelacele varsayımı destekleyen hiçbir sebep
gösterilmemistir ve Cumhuriyet Savcısı esasları daha ayrıntılı olarak incelememistir.
Basvuranın resmi açıklamayı kabul etme konusundaki isteksizliği, oğlunun gözaltına
alındığını ileri sürerek iki kez daha basvuranın yetkililerle temasa geçip oğlunun
akıbeti hakkında bilgi verilmesine iliskin ısrarı ile de teyit edilmektedir. Ancak,
basvuranın bu iddiası ciddi bir sekilde ele alınmamıs ve yetkililer oğlunun PKK
tarafından kaçırıldığına iliskin olarak dayanaktan yoksun bir sorusturmayı
sürdürmeyi tercih etmislerdir. Basvuranın sikayetine dair herhangi bir etkin
arastırmanın yetkililer tarafından yapılmamıs olduğu dikkate alındığında, basvuranın
Hükümet tarafından Mahkemeye yapılan sunumlarda belirtilen iç hukuk yollarına
makul basvurusu için herhangi bir neden bulunmamaktadır.
Mahkemenin kanaatına göre, Mahkemenin karara bağlanmıs içtihadı ısığında
(bkz. 16 Eylül 1996 tarihli Akdivar ve Diğerleri - Türkiye davası kararı, Karar ve
Hükümler Raporu 1996-IV, sf. 1210–11, 65. – 69. Madde) basvuranı iç hukuk
yollarını tüketme zorunluluğundan muaf tutan özel kosulların bulunduğu ve bu
açıdan Hükümet’in itirazının reddi yönünde karar verilmesi için belirtilen sebepler
kendi içinde yeterli sebep teskil etmektedir.
III. Basvuranın Oğlu’nun Kaybolmasına Đliskin Olarak Sözlesmenin 2, 3 ve 5.
Maddelerinin Đhlal Edildiği Đddiası
84. Basvuran Mahkemeden, Komisyon tarafından tespit edilen esaslara dayalı
olarak oğlunun kaybolmasının Sözlesme’nin 2, 3 ve 5. Maddeleri kapsamında davalı
Devletin sorumluluğu altında olduğunun ve anılan Maddelerin her birinin ihlal
edildiğinin tespitini talep etmistir. Basvuran, Mahkemenin kaybolma olgusuna
iliskin olarak Amerikan Đnsan Hakları Sözlesmesi kapsamında Đnter-Amerikan Đnsan
Hakları Mahkemesi tarafından ve Medeni ve Siyasi Haklara iliskin Uluslararası
Sözlesme kapsamında Birlesmis Milletler Đnsan Hakları Komitesi tarafından kabul
edilen yaklasıma paralel olarak (bkz. yukarıdaki paragraf 61-71) oğlunun durumuna
iliskin hususları sadece Sözlesme’nin 5. Maddesi kapsamındaki hususlara
sınırlandırmayıp aynı zamanda 2. ve 3. Madde kapsamındaki hususları da göz
önünde bulundurması konusunda ısrar etmistir.
85. Hükümet, Komisyonun esas ve delil tespitinin ciddi derecede yetersiz
olduğunu ve basvuran tarafından ileri sürülen Maddelerin herhangi birinin ihlalinin
tespiti açısından dayanak teskil etmediğini belirtmistir.
86. Komisyon kendi açısından, davalı Devletin bir bütün olarak ele alındığında
Sözlesme’nin 5. Maddesini özellikle ciddi ve aleni bir sekilde ihlal ettiğini ve bu
sebeple 2. ve
3. Madde kapsamındaki basvuranın sikayetlerinin ayrı ayrı incelenmesin gerekli
görmediğini belirtmistir.
A. Esasların Tespiti
1. Mahkeme huzurundakilerin Đddiaları
(a) Komisyon
87. Mahkeme huzurunda, Komisyon Delegesi esas tespitinin, Komisyon
delegeleri tarafından yerel sorusturma tespitlerinden faydalanılmaksızın, dikkatli bir
sekilde adil ve tarafsız olarak yürütülen sorusturmaya dayalı olarak
gerçeklestirildiğini vurgulamıstır. Komisyon askeri operasyon sırasında köydeki
olayların seyrine iliskin olarak basvuran tarafından verilen yazılı ve sözlü
ifadelerdeki tutarsızlık ve çeliskilerin tam olarak farkındadır. Bununla birlikte
basvuran kendisine iliskin temel konularda güvenilir ve ikna edici bulunmustur.
Delegeler huzurunda hükümet avukatlarının da bulunduğu çapraz incelemede
oğlunu 25 Kasım 1993 sabahı askerler ve köy korucularıyla çevrili olarak Hasan
Kılıç’ın evinin dısında gördüğüne yönelik iddiasında hiç tereddüt etmemistir.
Hükümetin Üzeyir Kurt’un ya PKK’lılar tarafından kaçırılmıs ya da teröristlere
katılmak için köyden ayrılmıs olduğuna yönelik iddiasının aslında hiçbir dayanağı
yoktur ve basvuranın oğlunun tutuklandığına dair görgü tanıklığını
çürütememektedir.
88. Delege, Hükümet tarafından Basvuranın belirttiği olaylarda tespit edilen
her bir çeliskinin Komisyonca tam olarak ele aldığı konusunda ısrar etmistir.
Özellikle Hasan Kılıç’ın jandarmaya verdiği, çeliskili olduğu gözlemlenen ifadesine
(bkz. yukarıdaki paragraf 31) özel bir dikkat gösterilmistir. Kuskusuz, Hasan
Kılıç’ın ifadesi basvuranın 25 Kasım 1993 sabahındaki olayları anımsamasındaki
kesinlik hakkında süphe uyandırmaktadır. Ancak, basvuranın aksine Hasan Kılıç
hiçbir zaman delegeler huzurunda ifade vermemistir ve anılan ifadenin basvuranın
oğlunu göz altına aldığını iddia ettiği yetkililerce alınmıs olması nedeniyle Hasan
Kılıç’ın ifadesinin temkinli sekilde ele alınması gereklidir.
89. Yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı, Delege Mahkeme’den esasların
Komisyon tarafından tespit edilen sekilde kabulünü talep etmistir (bkz. yukarıdaki
paragraf 53).
(b) Basvuran
90. Basvuran Komisyon tarafından tespit edilen esasları ve bu esasların
sonuçlarını kabul etmistir. Basvuran oğlunu 25 Kasım 1993 tarihi sabahında Hasan
Kılıç’ın evinin dısında askerler ve köy korucularıyla çevrili olarak görmüstür.
Basvuran oğlunu o zamandan beri görmediğini Mahkeme huzurunda onaylamıstır.
(c) Hükümet
91. Hükümet Komisyonun tespit ettiği esaslara ve özellikle basvuranın
ifadesine verilen asırı ağırlığa siddetle karsı çıkmıstır. Hükümet basvuranın aslında
oğlunu Hasan Kılıç’ın evinin dısında asker ve köy korucuları ile çevrili olarak
gördüğünü iddia eden tek kisi olduğu konusunda ısrar etmistir. Ancak Komisyon
basvuranın güvenlik kuvvetleri aleyhindeki daha önceki iddialarını geri almasına
(bkz. yukarıdaki paragraf 30 ve 32) ve ifadesindeki pek çok hususun son derece
mantık dısı ve diğer ifadelerle çelisiyor olmasına rağmen (bkz. yukarıdaki paragraf
30 ve 31) basvuranın ifadesini güvenilir bulmustur.
92. Hükümet, Üzeyir Kurt’un iddia edilen sekilde köyde gözaltına alınmadığını
teyit eden diğer köylülerin ifadelerine (bkz. yukarıdaki paragraf 38) gerekli önemi
vermemesinden dolayı Komisyonu elestirmistir. Hasan Kılıç sorgulanmasında
özellikle Üzeyir Kurt’un evinden basvuran ile birlikte ayrıldığını ve ilgili zamanda
evinin dısında herhangi bir güvenlik kuvvetinin olmadığını açık bir sekilde
belirtmistir (bkz. yukarıdaki paragraf 38). Hükümet Komisyon’un basvuranın
oğlunun kaybolması konusunda PKK’nın da yer alabilmis olabileceğine iliskin
resmi görüsü ciddi bir sekilde ele alma konusundaki isteksizliğini esefle
karsılamıstır. Bu görüs yetkililer tarafından sorgulanan köylülerin ifadesinde de
desteklenmektedir (bkz. yukarıdaki paragraf 38).
93. Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı Hükümet basvuranın iddia edilen
kosullar altında oğlunu görmüs olduğunun makul süphelerin ötesinde
kanıtlanamadığını ve bu sebeple basvuranın oğlunun kaybolmasının Hükümet
sorumluluğunu içermediğini belirtmistir.
2. Mahkemenin değerlendirmesi
94. Mahkeme, baslangıçta 31. Maddedeki raporunun 159-179 Fıkralarından
Komisyonun Hükümetin her bir karsı iddiasının yanı sıra basvuranın ifadesindeki
çeliskileri de titizlikle ele aldığının açıkça görüldüğü kanaatindedir.
95. Temel olarak sadece sikayet sahibinin görgü tanıklığına dayalı bir iddia ile
karsı karsıya olan bağımsız bir esas tespit kurumu olarak Komisyon, basvuranın
güvenilirliğine ve 25 Kasım 1993 sabahındaki olayları anımsamasının kesinliğine
özel bir önem vermistir. Ankara’daki durusmada basvuranın, delegeler ve
Hükümet’in avukatları tarafından ifadesi konusunda kapsamlı olarak sorgulanmıs
olduğu dikkate alınmalıdır. Basvuranın Diyarbakır Đnsan Hakları Derneğine verdiği
ifade ile (bkz. yukarıdaki paragraf 50) delegeler huzurundaki sözlü ifadesi arasında
belirgin çeliskiler olmasına rağmen basvuran yetkililerle bulunduğu tüm temaslarda
oğlunun köyde askerler ve köy korucuları tarafından çevrili halde oğlunu gördüğüne
yönelik iddiasına her zaman sadık kalmıstır.
96. Mahkemenin görüsüne göre, Komisyon basvuranın ifadesini destekleyen
unsurlar ile ifadenin güvenilirliğine veya inandırıcılığına gölge düsüren unsurlar
arasındaki dengeyi göz önünde bulundurarak huzurundaki tüm ifadeleri uygun
sekilde değerlendirmistir. Hasan Kılıç’ın delegeler huzurunda ifade vermesine
yönelik Komisyon celplerine cevap vermemesine rağmen, Hükümetin davanın
merkezi olarak ele aldığı ifadesi basvuranın ifadesinin yanı sıra dikkatle Komisyon
tarafından incelenmistir (bkz. yukarıdaki paragraf 50). Belirgin bir sekilde Sn.
Kılıç’ın ifadesinin somut maddi açılardan kusurlu olduğu tespit edilmistir ve Sn.
Kılıç’ın celplere icabet etmemesi, basvuranın ifadesinin aksine, ne bir sahit olarak
anılanın güvenilirliğinin ne de jandarmalar tarafından alınan ifadenin doğruluk
değerinin bir itiraz ortamında doğrulanamayacağı anlamına gelmektedir.
97. Ayrıca, Hükümet’in Basvuranın oğlunun PKK tarafından kaçırıldığına ya
da teröristlere katılmak üzere köyden ayrıldığına yönelik görüsü Komisyon
tarafından gereken sekilde ele alınmıstır. Ancak bu görüsün temel dayanağı,
basvuranın sikayetinin konusu olan jandarma tarafından alınan köylülerin ifadelerine
dayalı olup (bkz. yukarıdaki paragraf 38), bu ifadelerin Komisyon tarafından asgari
kanıt niteliğinde kabul edilmesi yerindedir.
98. Mahkeme karar bağlanmıs içtihatları kapsamında esasların tespit ve
doğrulanmasının özellikle Komisyonun ele alacağı bir husus olduğunu
hatırlatmaktadır (Sözlesme 28. Maddesi, 1. Fıkra ve 31. Madde). Komisyonun esas
tespitleri Mahkeme açısından bağlayıcı olmayıp, Mahkeme huzurundaki tüm
materyallerin ısığında kendi takdiri konusunda özgür olmakla birlikte, sadece
istisnai kosularda bu alandaki yetkilerini kullanacaktır (bkz. örneğin, 27 Eylül 1995
tarihli McCann ve Diğerleri - Birlesik Kraliyet kararı, Seri A no. 324, sf. 50, 169.
Madde; 18 Aralık 1996 tarihli Aksoy - Türkiye kararı, Raporlar 1996-VI, sf. 2272,
38. Madde; 25 Eylül 1997 tarihli Aydın - Türkiye kararı, Raporlar 1997-VI, sf.
1888–89, 70. Madde; ve 28 Kasım 1997 tarihli Mentes ve Diğerleri - Türkiye kararı,
Raporlar 1997-VIII, sf. 2709–10, 66. Madde ).
99. Mahkeme, kendisi tarafından dikkatli bir sekilde gerçeklestirilen ifade ve
delegelerin oturumunun kayıtlarının değerlendirmesine dayalı yukarıdaki hususlara
iliskin olarak, Komisyonunkinden farklı bir sonuca ulasmasını gerektiren herhangi
bir istisnai kosulun bulunduğu konusunda ikna olmamıstır. Mahkeme Komisyonun,
makul süphelerin ötesinde, basvuranın 25 Kasım 1993 sabahında oğlunu Hasan
Kılıç’ın evinin dısında gördüğüne ve anılan tarihte oğlunun asker ve köy korucuları
ile çevrili olduğuna ve o zamandan beri oğlunun görülmediğine iliskin bir sonuca
varması için yeterli gerçeklere dayalı ve açık bir dayanağın mevcut olduğu
kanaatindedir.
B. 2. Madde
100. Basvuran oğlunun Sözlesmenin 2. Maddesinin ihlallerinin mağduru
olduğuna yönelik tespiti destekleyen pek çok etken olduğunu ileri sürmüstür. Anılan
Madde söyledir:
“1. Herkesin yasama hakkı kanunla korunur. Kanunun ölüm cezası ile
cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine
getirilmesi dısında hiç kimse kasten öldürülemez.
2. Öldürme, asağıdaki durumlardan birinde kuvvete basvurmanın kesin
zorunluluk haline gelmesi sonucunda meydana gelmisse, bu Maddenin ihlali
suretiyle yapılmıs sayılmaz :
(a) Bir kimsenin kanundısı siddete karsı korunması;
(b) Kanuna uygun olarak tutuklama yapılması veya kanuna uygun
olarak tutuklu bulunan bir kisinin kaçmasının önlenmesi ;
(c) Ayaklanma veya isyanın, kanuna uygun olarak bastırılması.“
101. Basvuran oğlunun kaybolmasının hayati tehdit teskil eden bir bağlamda
meydana geldiğini vurgulamıstır. Mahkemeden cebri kaybolmalar konusuna iliskin
olarak Mojica - Dominik Cumhuriyeti davasında (15 Temmuz 1994 tarihli karar)
Birlesmis Milletler Đnsan Hakları Komitesi’nin yaklasımının yanı sıra Velásquez
Rodríguez - Honduras davasında (29 Temmuz 1988 tarihli karar) Đnter-Amerikan
Đnsan Hakları Mahkemesinin tutumuna dayalı olarak hareket etmesini (bkz.
yukarıdaki paragraflar 65-71) ve davalı Devlet’in oğlunun hayatının korunmasına
iliskin 2. Madde kapsamındaki müspet yükümlülüğünü ihlal ettiğinin tespitini talep
etmistir. Basvuran, oğlunun davalı Devlet yetkililerinin elinde öldüğüne dair belirli
bir kanıtın bulunmamasına rağmen anılan türden bir tespitin yapılabileceğini ileri
sürmüstür.
102. Alternatif sunumunda basvuran, Güneydoğu Türkiye’de “kayıpların” yanı
sıra belge ile kanıtlanmıs son derece sık görülen iskence, gözaltında açıklanmayan
ölümlerin bulunduğunu ve bunun da yetkililerin 2.Madde kapsamında oğlunun
hayatını koruma yükümlülüklerini ihlal ettiklerine dair makul bir varsayıma sebep
olmakla kalmayıp, aynı zamanda oğlunun anılan hükmün ciddi ihlalinin kurbanı
olduğuna dair iddiaya temel teskil ettiğini iddia etmistir. Basvuran, yukarıda
belirtilen 29 Temmuz 1988 Velásquez Rodríguez - Honduras kararında Đnter-
Amerikan Mahkemesinin davalı Devletin bu davada anılan kanıtlardan herhangi
birinin mevcudiyetine dayalı olarak Amerikan Đnsan Hakları Sözlesmesinin yasam
hakkı hükmünü ihlal ettiği sonucuna ulasmaya hazır olduğunu belirtmistir.
103. Basvuran ayrıca, oğlunun 25 Kasım 1993 tarihinde göz altına alındığı ve o
zamandan beri görülmediğine yönelik tespite dayalı olarak, Mahkeme’nin kendi
içtihadının davalı Devlet’in 2. Maddeyi ihlaline iliskin iki ek sebep sunmakta
olduğunu belirtmistir. Đlk olarak, yetkililer oğlunun varsayılan ölümüne dair
herhangi bir ikna edici açıklama temin edememislerdir. Göz altındaki sahsa yapılan
kötü muamele kanıtına iliskin olarak Mahkeme tarafından 27 ağustos 1992 tarihli
Tomasi - Fransa kararında uygulanan yaklasım açısından (Seri A no. 241-A),
basvuran benzer bir yaklasımın mutatis mutandis olarak oğlunun varsayılan ölümü
açısından da uygulanması gerektiği görüsündedir. Đkinci olarak, ve daha önce
verilmis olan McCann ve Diğerleri - Birlesik Kraliyet kararına atfen, basvuran
yetkililerin oğlunun kaybolmasına yönelik olarak derhal, ayrıntılı ve etkin bir
sorusturma gerçeklestirme konusundaki ihmallerinin, 2. Madde’nin ayrı bir ihlali
olarak ele alınması gerektiğini ileri sürmüstür.
104. Hükümet basvuranın oğlunun güvenlik kuvvetleri tarafından
tutuklandığına dair iddiasını kanıtlamadığını belirtmistir. Buna göre, 2. Madde
kapsamında ele alınacak herhangi bir husus bulunmamaktadır.
105. Komisyon köyde tutuklanmasının sonrasında Üzeyir Kurt’un akıbetine
dair kanıt olmadan basvuranın oğlunun 2. Madde’nin ihlalinin mağduru olduğu
soncuna varmanın uygun olmayacağını tespit etmistir. Komisyon basvuranın
açıkladığı hayati tehdit teskil eden bağlamdan ya da davalı Devlette idari
kaybolmaların olduğuna yönelik iddiadan oğlunun öldürülmüs olduğu sonucunun
çıkartılabileceğine yönelik iddiasını kabul etmemistir. Komisyonun görüsüne göre,
basvuranın oğlunun aleni cebri kaybolmasına yönelik iddiası ve yetkililerin, oğlunun
kaybolmaya iliskin hayati risklere karsı korumak için makul önlem almamalarına
yönelik iddia Sözlesme’nin 5. Maddesi kapsamında yer almaktadır.
106. Mahkeme, 25 Kasım 1993 tarihinde basvuranın oğlunun askerler ve köy
korucuları tarafından tutuklanmasına yönelik Komisyon tespitlerini kabul ettiğini
hatırlatmaktadır. Basvuranın oğlunun akıbeti ve nerede olduğuna iliskin hiçbir bilgi
olmaksızın yaklasık dört buçuk yıl geçmistir. Bu kosullar altında basvuranın
oğlunun kendisini tutsak alan kisilerin ellerinde meçhul gözaltı durumunda ölmüs
olabileceğine dair korkusunun asılsız olduğu söylenemez. Basvuran oğlunun
öldürüldüğüne dair bir sonuca varmak için zorlayıcı gerekçeler bulunduğunu ileri
sürmüstür.
107. Ancak, Komisyon ile aynı sekilde, Mahkeme basvuranın oğlunun makul
süphelerin ötesinde köyde tutuklu iken ya da daha sonraki bir asamada yetkililer
tarafından öldürüldüğü sonucuna varmaya yol açacak somut kanıtların olup
olmadığını dikkatle incelemelidir. Mahkeme aynı zamanda bu açıdan da Devlet
görevlileri tarafından yasadısı öldürme iddiasını çevreleyen kosullara iliskin etkin
bir sorusturma yapmaya yönelik olarak, bir Sözlesmeci Devletin 2. Madde
kapsamındaki müspet yükümlülüğe sahip olduğunun tespit edildiği davalarda anılan
yükümlülüğü devreye sokabilecek öldürücü silah atısına dair somut bir kanıt
olduğunu belirtmektedir. (bkz. yukarıda belirtilen McCann ve Diğerleri kararı; ve
19 Subat 1998 tarihli Kaya- Türkiye kararı, Raporlar 1998-I).
108. Bu açıdan basvuranın davasının, tamamen davalı Devletteki resmi sekilde
müsamaha gösterilen kaybolmalar ve buna bağlı olarak tutukluların tabi kaldığı kötü
muamele ve hukuk dısı öldürmeler iliskin iddiaların genel analizi ile desteklenen,
oğlunun baslangıçtaki tutuklanmasına dair kosullardan ortaya çıkarılan varsayımlara
dayalı olduğu gözlemlenecektir. Mahkeme kendi açısından, basvuranın oğlunun
aslında gözaltında iken öldüğüne yönelik daha inandırıcı belirtilerin mevcut
olmamasının, bu iddialarla telafi edilebileceği görüsünde değildir. Basvuranın, inter
alia 2. Madde ihlali iddiasına iliskin olarak Mahkeme basvuranın gerekçe gösterdiği
kanıtın anılan iddiaya yeterli dayanak teskil etmediği kanaatindedir.
109. Yukarıda belirtilen hususlara yönelik olarak, basvuranın davalı Devletin
belirtilen kosullar altında oğlunun hayatını korumaya yönelik yükümlülüğünü yerine
getiremediğine iliskin iddialarının Sözlesme’nin 5. Maddesi açısından
değerlendirilmesi gerektiği kanaatindedir.
C. Basvuranın Oğluna Đliskin Olarak 3. Madde
110. Basvuran 2. Madde kapsamındaki sikayetlerine iliskin yaklasımlarına
uygun olarak ayrıca oğlunun davalı Devlet tarafından Sözlesme’nin 3. Maddesinin
ihlalinin mağduru olduğunu iddia etmistir. Anılan Madde su sekildedir:
“Hiç kimseye iskence yapılamaz, insanlık dısı ya da küçültücü ceza veya
muamele uygulanamaz.”
111. 2. Madde kapsamındaki sikayetlerini desteklemek amacıyla kullanılan
iddialara mutatis mutandis olarak dayanarak, Basvuran davalı Devlet’in
Sözlesme’nin 3. Maddesini ihlal ettiğini çünkü en temel yasal korumalardan yoksun
bir bağlamda oğlunun kaybolmasının oğlunu siddetli psikolojik iskenceye maruz
bıraktığını ileri sürmüstür. Ek olarak, basvuran kendi gözleriyle oğlunun güvenlik
kuvvetler tarafından dövüldüğünü görmüstür ve bu da kendiliğinden oğlunun Hasan
Kılıç’ın evinin dısında tutuklanmasından sonra fiziksel olarak iskence gördüğü
varsayımını doğurmaktadır.
112. Basvuran davalı Devlette yüksek oranda görülen tutukluların iskence
görmesi açısından bu varsayımın daha da zorunlu olarak ele alınması gerektiğini
ileri sürmüstür. 2. Madde’nin ihlaline yönelik iddiasına gerekçe olusturması
açısından basvurana dayanak teskil eden materyallere atfen, basvuran Mahkemeye
resmi olarak müsamaha gösterilen kaybolmalar ve tutukluların maruz kaldığı kötü
muamele açısından oğlunun 3. Madde’nin ihlalinin kurbanı olduğu sonucuna
varılmasını talep etmistir.
113. Basvuran ayrıca yetkililerin basvuranın oğluna iliskin tatmin edici bir
açıklama temin edememelerinin 2. Madde’nin ihlalini teskil ettiğini ve sikayetine
iliskin herhangi bir yeterli sorusturmanın olmamasının da anılan hükmün ayrı bir
ihlaline sebep olduğunu ileri sürmüstür.
114. Hükümet 3. Madde kapsamındaki basvuranın iddialarının dayanağını
reddetmistir.
115. Delege Mahkeme huzurunda, Üzeyir Kurt’un gözaltında iken maruz
kalmıs olabileceği kötü muameleye iliskin kanıt olmadığından, Komisyonun anılan
hükmün ihlalinin tespitini uygun bulmadığını açıklamıstır. Komisyon görüsüne göre
basvuranın oğluna iliskin basvuranın sikayetlerinin 2. Madde sikayetleri ile aynı
sekilde Sözlesmenin 5. Maddesi kapsamında incelenecektir.
116. Mahkeme bu sikayete iliskin olarak Komisyonun vardığı sonucu kabul
etmektedir ve bu açıdan 2. Madde’nin ihlalini iddia eden basvuranın iddiasının
reddetmesine sebep olan nedenlere atıfta bulunmaktadır (bkz. yukarıdaki paragraf
107-109). Özellikle, basvuran oğlunun 3. Madde’nin ihlali kapsamında kötü
muamele mağduru olduğuna dair ve davalı Devlette resmi olarak müsamaha
gösterilen kaybolmaların ve tutuklulara uygulanan kötü muamelelerin bulunduğuna
dair iddiasını desteklemek için herhangi bir kesin kanıt sunmamıstır.
117. Mahkeme, Komisyon ile aynı sekilde, basvuranın oğlu açısından 2.
Madde’nin davalı Devlet tarafından ihlaline yönelik iddiaya iliskin sikayetlerinin 2.
Madde sikayetleri ile aynı sekilde Sözlesmenin 5. Maddesi açısından ele alınması
gerektiği kanaatindedir.
5. Madde
118. Basvuran oğlunun kaybolmasının Sözlesmenin 5. Maddesinin ilgili olan
ölçüde birden fazla ihlaline neden olduğunu belirtmistir. Bu Madde su sekildedir:
„1. Herkesin özgürlüğe ve kisi güvenliğine hakkı vardır. Asağıda belirtilen
haller ve kanunda belirlenen yollar dısında hiç kimse özgürlüğünden yoksun
bırakılamaz.
(a) Kisinin yetkili mahkeme tarafından mahkum edilmesi üzerine usulüne
uygun olarak hapsedilmesi ;
(b) Bir mahkeme tarafından kanuna uygun olarak verilen bir karara
riayetsizlikten dolayı veya kanunun koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini
sağlamak için gözaltına alınması veya tutuklanması;
(c) Bir suç islediği süphesi altında olan veya suç islemesine ya da suçu
isledikten sonra kaçmasına engel olmak zorunluluğu inancını doğuran makul
sebeplerin bulunması dolayısıyla, bir kimsenin yetkili adli merci önüne çıkarılmak
üzere gözaltına alınması veya tutuklanması ;
...
2. Tutuklanan her kisiye, tutuklanmasını gerekli kılan sebepler ve kendisine
yöneltilen her türlü suçlamalar en kısa bir zamanda ve anladığı bir dille bildirilir.
3. Bu Maddenin 1/c Fıkrasında açıklanan sartlara göre tutuklanan veya
gözaltına alınan herkes hemen bir yargıç veya adli islem yapmaya kanunla yetkili
kılınmıs diğer bir görevli önüne çıkarılır. Kendisinin makul bir süre içinde
muhakeme edilmeye veya adli kovusturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı
vardır. Salıverme, ilgilinin durusmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata
bağlanabilir.
4. Tutuklanma veya gözaltına alınma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan
herkes, özgürlük kısıtlamasının kanuna uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde
karar verilmesini ve kanuna uygun görülmemesi halinde serbest bırakılmasını
sağlamak için mahkemeye basvurma hakkına sahiptir.
5. Bu Maddenin hükümlerine aykırı olarak bir tutuklama veya gözaltına alma
isleminin mağduru olan herkesin tazminat istemeye hakkı vardır.“
119. Basvuran oğlunun tutukluluğunun tanınmamasının, 5. Maddenin 1.
Fıkrasına aykırı olarak keyfi bir sekilde oğlunun özgürlüğünden mahrum edildiği
anlamına geldiğini ileri sürmüstür. Basvuran, oğlunun akıbetinin resmi olarak örtbas
edilmesinin oğlunu kanun kapsamı dısında bıraktığını ve oğlunun 5. Madde 2., 3., 4.
ve 5. Fıkra’da belirtilen teminatların korumasından mahrum edildiğini ileri
sürmüstür.
120. Hükümet basvuranın oğlunun kaybolmasına iliskin iddiasının delillerle
kanıtlanmadığını ve yetkililerin gerçeklestirdiği sorusturma tarafından yanlıs
olduğunun kanıtlandığını tekrarlamıstır. Hükümet sunumunda bu yüzden, 5. Madde
kapsamında ele alınması gereken hiçbir hususun olmadığı belirtilmistir.
121. Komisyon, 2. ve 3. Madde açısından teminat altına alınan haklara
saygının temin edilmesine yönelik hüküm tarafından sunulan teminatların önemi
açısından, basvuranın oğlunun kaybolmasının 5. Madde kapsamında önemli ve ciddi
hususlara sebep olduğu kanaatindedir. Üzeyir Kurt’un 25 Kasım 1993 tarihinde
güvenlik kuvvetlerince gözaltına alınmıs olduğunu tespit eden Komisyon, bu tespitin
basvuranın oğlunun akıbetine iliskin olarak yetkililer açısından sorumluluk
varsayımına neden olduğunu düsünmektedir. Yetkililer bu varsayımın yanlıs
olduğunu, ancak basvuranın oğlunun kaybolmasına iliskin inandırıcı ve doğrulanmıs
açıklamada bulunarak ve basvuranın oğlunun kaybolmasını sorusturmak ve akıbetini
arastırmak için etkin adımlar attıklarını göstererek kanıtlayabilirler. Komisyon bu
gereklerden hiçbirinin anılan kosullar altında yerine getirilmediği sonucuna
varmıstır. Bu sebeplerden dolayı özellikle Komisyon Üzeyir Kurt’un kayıt dısı
tutukluluğunun ve bunun sonucunda kaybolmasının 5. Madde’deki teminatların
aleni ihmalini içerdiğini tespit etmistir.
122. Mahkeme ilk olarak bireylerin demokratik bir toplumda yetkililerin keyfi
tutuklamalarına maruz kalmama hakkının korunması açısından 2. Madde’de yer alan
teminatların ana önemini belirtmektedir. Bu sebepten dolayı Mahkeme içtihadında
kisinin özgürlüğünden mahrum bırakılmasının sadece ulusal hukukun izharı ve usul
kuralları değil aynı zamanda basta kisiyi keyfi uygulamaya karsı korumak olmak
üzere 5. Madde’nin amacına da uygun sekilde gerçeklestirilmesi gerektiğini tekrar
tekrar vurgulamıstır (bkz. 15 Kasım 1996 tarihli Chahal - Birlesik Kraliyet kararı,
Raporlar 1996-V, sf. 1864, 118. Madde). Kisinin yetkinin kötüye kullanımına karsı
korunması konusundaki bu ısrar, 5. Maddenin 1. Fıkrası bireylerin mesru olarak
özgürlüklerinden mahrum bırakılabileceklerini belirttiği ve bu kosulların en temel
bireysel özgürlük hakkı açısından istisnaları teskil etmeleri açısından dar bir sekilde
yorumlanması gerektiğini vurguladığı örneği verilerek açıklanmıstır. (bkz. mutatis
mutandis, 22 Mart 1995 tarihli Quinn - Fransa kararı, Seri A no. 311, sf. 17, 42.
Madde).
123. Sözlesmeyi olusturanların özgürlükten mahrum bırakma eyleminin
bağımsız yargı sorusturmasına uygun olmasına olanak sağlayarak ve bu eyleme
iliskin olarak yetkililerin güvenilirliğini temin ederek keyfilik risklerini asgari
düzeye indirmeyi amaçlayan izhari haklar külliyetini garanti ederek bireyin keyfi
olarak özgürlüğünden mahrum bırakılma eylemine karsı korunmasını
güçlendirdiklerinin vurgulanması gerekmektedir. Hızlı ve hukuki kontrolü
vurgulayan 5. Madde, 3. ve 4. Fıkra gerekleri bu bağlama özel bir önem
vermektedir. Hızlı hukuki müdahale Sözlesme’nin 2 ve 3. Maddesinde yer alan
temel teminatları ihlal eden hayati tehdit teskil eden önlemlerin veya ciddi kötü
muamelelerin tespitini ve engellenmesini sağlayabilir (bkz. mutatis mutandis,
yukarıda belirtilen Aksoy kararı, sf. 2282, 76. Madde). Burada tehlikeye atılan
husus, güvencelerin mevcut olmadığı durumlarda hukuk devleti olma özelliğinden
sapma ile sonuçlanabilecek ve tutukluları en basit yasal koruma kapsamı dısında
bırakabilecek bir bağlamda hem bireylerin fiziksel özgürlüklerinin korunması hem
de kisisel güvenlikleridir.
124. Mahkeme bu açıdan bireyin kayıt dısı tutuklanmasının bu güvencelerin
tamamen inkarı ve 5. Madde’nin en ciddi ihlali olduğunu vurgulamaktadır. Đlgili
bireye üzerinde kontrolü üstlenen yetkililerin kisinin akıbetinden sorumlu olmaları
zorunludur. Bu sebeple, 5. Madde’nin yetkililerin kaybolma riskine karsı etkin
önlemler almalarını ve bir kisinin gözaltına alınıp daha sonra görülmemesine iliskin
bir iddiaya yönelik acil ve etkin bir sorusturma yapmalarını gerektirdiği kabul
edilmelidir.
125. Bu bağlamda, Mahkeme Komisyon’un Üzeyir Kurt’un 25 Kasım 1993
sabahında askerler ve köy korucuları tarafından alıkonulduğuna yönelik tespitini
kabul ettiğini yinelemektedir. Anılan tarihte basvuranın oğlunun tutuklandığı
kayıtlara geçmemistir ve anılan sahsın daha sonraki akıbetine iliskin herhangi bir
resmi iz bulunmamaktadır. Bu husus kendi içinde çok ciddi bir yetersizlik olarak
kabul edilmelidir çünkü özgürlükten mahrum bırakma eyleminden sorumlu olanların
suç ile olan ilgilerini gizlemelerine, izlerini kapatmalarına ve tutuklunun akıbetine
iliskin sorumluluktan kaçınmalarına olanak tanımaktadır. Mahkemenin görüsüne
göre, tutuklama tarihi, saati ve yeri, tutuklunun adı ve tutuklama sebebi ile
tutuklayan kisinin adı gibi bilgileri içeren verilerin bulunmaması Sözlesmenin 5.
Madde’nin amacına aykırı hareket olarak ele alınmalıdır.
126. Ayrıca, Mahkeme basvuranın oğlunun köyde tutuklandığına yönelik ısrarı
dikkate alındığında Cumhuriyet Savcısının basvuranın iddiasına yönelik olarak daha
ayrıntılı bir sorusturma yapma gereği konusunda daha dikkatli olması gerektiği
kanaatindedir. Cumhuriyet Savcısı Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu kapsamında
anılanları yapma yetkisine sahiptir (bkz. yukarıdaki Paragraf 58). Ancak,
Cumhuriyet Savcısı basvurana oğlunun tutuklu olduğuna iliskin inancı konusunda
neden bu kadar ısrarcı olduğu konusunda herhangi bir soru sormamıstır.
Basvurandan ne yazılı bir ifade talebinde bulunulmus ne de sözlü olarak
görüsülmüstür. Cumhuriyet savcısı anılanları gerçeklestirmis olsaydı köydeki
operasyonda yer alan askeri personele basvuranın görgü tanıklığı ifadesi ile karsı
koyabilirdi. Ancak, anılan sorusturma açılmamıstır ve anılan tarihte köyde bulunan
asker veya köy korucularının hiçbirinin ifadesi alınmamıstır. Cumhuriyet Savcısı
jandarmanın gözaltı kayıtlarının Üzeyir Kurt’un köyde yakalanmadığını ya da
tutuklu olmadığını gösterdiğine yönelik iddiasının ötesinde herhangi bir eylemde
bulunma konusunda isteksiz davranmıstır. Cumhuriyet Savcısı Üzeyir Kurt’un
askeri operasyon sırasında muhtemelen PKK tarafından kaçırıldığına iliskin
açıklamayı hiçbir süphe duymadan kabul etmistir ve bu açıklama Cumhuriyet
Savcısının sorusturmalara yönelik gelecekteki tavrına sekil vermis daha sonraki
görevsizlik kararı açısından temel teskil etmistir.
127. Mahkeme, Komisyon ile aynı sekilde, basvuranın oğlunun kaybolmasında
PKK’nın yer aldığı iddiasına yönelik sağlam ve inandırıcı açık bir dayanağın
bulunmadığı kanaatindedir. Herhangi bir destekleyici delil olmadan bu açıklama
jandarma tarafından alelacele yapılmıstır; ayrıca 28 Subat 1994 tarihinde 3 köylü
tarafından jandarma subaylarına verilen ve sadece Üzeyir Kurt’un akıbetine iliskin
varsayımlar seklinde olan ifadenin de gerçekte anılan ifadenin güvenirliğini
desteklediği de iddia edilemeyecektir. Köylülere yöneltilen sorular PKK tarafından
kaçırılma teorisinin inanılırlığını artırabilecek cevapların verilmesini sağlayacak
sekilde düzenlenmistir (bkz. yukarıdaki Paragraf 18). Ayrıca, daha önce belirtilen
sekilde (bkz. yukarıdaki paragraf 97), Hükümetin basvuranın oğlunun PKK’ya
katılmak için köyden ayrıldığına yönelik diğer iddiası da herhangi bir delil teskil
eden dayanaktan yoksundur.
128. Bu hususlar açısından, Mahkeme yetkililerin basvuranın oğlunun köyde
tutuklanmasından sonra kendisinin akıbetine iliskin herhangi bir inandırıcı ve
kanıtlanmıs açıklama sunamadıkları ve basvuranın oğlunun gözaltında olduğu ve
hayatından endise ettiği yönündeki ısrarları açısından herhangi bir anlamlı
sorusturma açmadıkları sonucuna varmaktadır. Yetkililer basvuranın oğluna yönelik
sorumluluklarını yerine getirememislerdir ve basvuranın oğlunun 5. Madde’de
belirtilen güvencelerden hiçbiri olmaksızın kayıt dısı tutuklu bulundurulduğunun
kabul edilmesi gerekmektedir.
129. Mahkeme, bundan dolayı, Komisyon ile aynı sekilde, Üzeyir Kurt’un
durumuna iliskin ciddi endiseler yaratacak sekilde, 5. Madde kapsamındaki kisinin
bireyin ve güvenlik hakkının ciddi bir ihlalinin mevcut olduğu kanaatindedir.
IV. Basvuranın Kendisi Açısından Sözlesmenin 3. Maddesinin Đhlal
Edildiği Đddiası
130. Basvuran oğlunun yetkilerin ellerinde kaybolması ile ilgili olarak
kendisinin insanlık dısı ve küçük düsürücü muamele mağduru olduğunu ileri
sürmüstür. Basvuran Mahkemeden, Komisyon ile aynı sekilde kendisinin maruz
kaldığı bu durumun Sözlesmenin 3. Maddesi kapsamında davalı Devletin
sorumluluğunu ilgilendirdiğinin tespitini talep etmistir.
Basvuran iddiasını desteklemek amacıyla 21 Temmuz 1983 tarihli Quinteros -
Uruguay davasındaki (bkz. yukarıdaki paragraf 71) kaybolan sahısların birinci
dereceden akrabalarının da inter alia olarak kötü muamele mağduru olarak kabul
edilmesi gerektiğini onaylayan Birlesmis Milletler Đnsan Hakları Komitesi Kararına
atıfta bulunmustur.
131. Komisyon basvuranın uzun süreli ve sürekli olarak maruz kaldığı
belirsizlik, süphe ve endisenin basvuranda ciddi zihinsel sıkıntı ve acıya sebep
olduğu kanaatindedir. Basvuranın oğlunun kaybolması suçunun yetkililere
yüklenebileceğine dair vardığı sonuçla ilgili olarak, Komisyon basvuranın 3. Madde
kapsamında insanlık dısı ve küçük düsürücü muameleye maruz kaldığını tespit
etmistir.
132. Hükümet basvuranın oğlunun güvenlik kuvvetleri tarafından
tutuklandığına yönelik görüsünü destekleyen herhangi bir inandırıcı kanıtın
olmadığını yineleyerek Komisyonun görüsüne karsı çıkmıstır. Hükümet basvuranın
üzüntüsünü paylasmaktadır ancak Sözlesme kapsamındaki oğlunun haklarının ihlal
edildiği iddiası ile basvuranın sıkıntı ve acısı arasında herhangi bir neden sonuç
iliskisi olmadığını ileri sürmüstür.
133. Mahkeme suimuamelenin 3. Madde kapsamında ele alınması için asgari
siddet seviyesine ulasmıs olması gerektiğini belirtmektedir (bkz. 20 Mart 1991
tarihli Cruz Varas ve Diğerleri - Đsveç Kararı 1991, Seri A no. 201, sf. 31, 83.
Madde). Bu açıdan, basvuranın oğlunun gözaltına alındığına yönelik kesin bir
inançla oğlunun kaybolmasını takip eden günlerde Cumhuriyet Savcısı ile
temaslarda bulunduğunu hatırlatmaktadır. Basvuran oğlunun köyde tutuklandığına
kendi gözleri ile sahit olmustur ve oğlunun bu son görüsmeden sonra görülmemesi,
basvuranın 30 Kasım ve 15 Aralık 1993 tarihli basvurularında belirtilen sekilde
oğlunun güvenliğinden endise duymasına neden olmustur (bkz. yukarıdaki
paragraflar 39 ve 42). Ancak, Cumhuriyet Savcısı basvuranın sikayetini ciddi bir
sekilde ele almamıs ve bunun yerine jandarmaların basvuranın oğlunun PKK
tarafından kaçırıldığına yönelik varsayımına itibari değer vermeyi tercih etmistir.
Sonuç olarak, basvuran oğlunun tutuklandığını ve oğlunun daha sonraki akıbetine
iliskin resmi bir bilginin olmadığını bilmenin acısı ile bas basa bırakılmıstır. Bu acı
uzun süreli olarak devam etmistir.
134. Yukarıda belirtilen kosulların yanı sıra sikayet sahibinin insan Hakları
ihlali mağdurunun annesi olması ve kendisinin de acı ve sıkıntısı karsında
yetkililerin sergilemis oldukları rahat tutum nedeniyle mağdur olduğu dikkate
alınarak, Mahkeme davalı Devlet’in basvuran açısından Sözlesme’nin 3. Maddesini
ihlal ettiğini tespit etmektedir.
V. Sözlesme’nin 13. Maddesinin Đhlal Edildiği Đddiası
135. Basvuran Komisyonun mutabık kaldığı sekilde yetkililerin basvuranın
oğlunun kaybolmasına dair etkin bir sorusturma yürütmemelerinin Sözlesmenin 13.
Maddesini ihlal ettiğini ileri sürmüstür. Hükümet bu iddiaya karsı çıkmıstır.
13. Madde su sekildedir:
„Bu sözlesmede tanınmıs olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili
resmi görev ifa eden kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmıs da olsa,
durumun düzeltilmesi için ulusal bir makama basvurma hakkına sahiptir.“
136. Basvuran Komisyonun 13. Maddenin ihlalinin tespitine yönelik
muhakemesini desteklemistir (bkz. asağıdaki paragraf 138). Basvuran ayrıca
sikayetine yönelik resmi sorusturma yetersizliğinin sadece oğlunun kaybolmasına
ilisin olarak etkin bir hukuk yoluna erisimini engellemekle kalmayıp aynı zamanda
yetkililerin bu konudaki hatalarının davalı Devletteki Sözlesme haklarının ciddi
ihlallerine yönelik etkin bir hukuk yolları sisteminin eksikliğinin göstergesi
olduğunu ileri sürmüstür.
137. Hükümet basvuranın Cumhuriyet Savcısı ile yaptığı ilk temasta oğlunun
yasadısı olarak tutuklanmıs olmasından ya da hayatının tehlike altında olduğundan
endiselendiğini hiçbir zaman ima etmediğini yinelemistir. Basvuran sadece oğlunun
gözaltına alınıp alınmadığını arastırmak istemistir. Yetkililer aleyhine hiçbir
sikayette bulunulmamıstır. Yetkililer anılan kosullar altında basvuranın oğlunun
akıbetinin izini sürmek için elden gelen tüm çabaların gösterildiğini yinelemislerdir.
Sorusturmalar yapılmıs ve (bkz. yukarıdaki paragraflar 39-43) basvuranın oğlunun
ya PKK tarafından kaçırıldığına ya da teröristlere katılmak üzere köyden ayrıldığına
iliskin resmi görüsü pekistiren köylülerin ifadeleri 23 Subat ve 7 Aralık 1994
tarihlerinde jandarmalar tarafından alınmıstır (bkz. yukarıdaki paragraf 38). Bu
sebeple 13. Madde’nin ihlalinin tespitini gerektiren hiçbir dayanak
bulunmamaktadır.
138. Komisyon basvuranın sikayetinin özünü Cumhuriyet Savcısının dikkatine
sunduğunu tespit etmistir. Ancak, basvuranın basvuruları ciddi bir sekilde ele
alınmamıstır. Cumhuriyet Savcısı basvuranın oğlunun tutuklanmadığına dair
jandarmaların sunduğu raporu daha ayrıntılı olarak sorusturma konusunda isteksiz
davranmıstır; köydeki askeri operasyona katılan askerlerin veya köy korucularının
ifadeleri alınmamıstır ve köylülerin tanıklık ifadelerinin alınması görevinin
basvuranın aleyhine sikayette bulunduğu jandarmalara verilmesi sorusturmanın
yetersizliğine ve etkinsizliğine katkıda bulunmustur (bkz. yukarıdaki paragraf 38).
Bu sebeplerden dolayı, Komisyon yetkililerin 13. Madde’nin ihlal ettiği sonucuna
varmıstır.
139. Mahkeme, 13. Maddenin yerel hukuki düzende nasıl teminat altına
alınmıs olduğuna bakılmaksızın, sözlesme hak ve özgürlüklerinin özünün
uygulanması için ulusal seviyede bir iç hukuk yolunun mevcut olmasının teminat
altına aldığını hatırlatmaktadır. Nitekim 13. Madde’nin anlamı, Sözlesmeci
Devletlere bu hüküm altındaki sözlesme yükümlülüklerine nasıl uyacaklarına dair
belli bir insiyatif tanımasına rağmen ilgili Sözlesme sikayetinin özüne yönelik iç
hukuk yolunun teminini talep edilmesi ve uygun bir iç hukuk yolunun sunulmasıdır.
13. Madde kapsamındaki yükümlülük kapsamı, basvuranın Sözlesme
kapsamındaki sikayetinin niteliğine bağlı olarak değisiklik göstermektedir. Bununla
birlikte, 13. Maddede öngörülen iç hukuk yolu özellikle bu yolun uygulanmasının,
davalı Devletin yetkililerinin eylem ya da ihmali nedeniyle haksız bir sekilde
engellenmesine karsı hukukun yanı sıra uygulamada da “etkin” olması
gerekmektedir (bkz. yukarıda belirtilmis Aksoy Kararı, s. 2286, 95. Madde;
yukarıda belirtilen Aydın Kararı, s. 1895-96, 103. Madde; ve yukarıda belirtilen
Kaya Kararı, s. 325–26, 89. Madde).
140. Mevcut davada basvuran oğlunun akıbetini aydınlatacak “etkin” bir iç
hukuk yolundan mahrum bırakıldığını ileri sürmektedir. Cumhuriyet Savcısına
yaptığı basvurularda, oğlunun gözaltına alındığını ve 25 Kasım 1993 tarihinden beri
görülmediği için hayatından endise ettiğini ileri sürmüstür. Mahkemenin görüsüne
göre, sahsın akrabalarının yetkililerin elinde iken sahsın kaybolduğunu iddia ettikleri
durumlarda 13. Madde’nin amaçlarına yönelik etkin bir iç hukuk yolu fikri, uygun
olan durumlarda tazminat ödenmesine ek olarak sorumluların tespiti ve
cezalandırmasını sağlayabilecek ve akrabaların sorusturma sürecine etkin
erisimlerini de içeren etkin ve ayrıntılı bir incelemeyi gerektirmektedir (bkz. mutatis
mutandis, yukarıda belirtilen Aksoy, Aydın ve Kaya kararları, sırasıyla sf. 2287, 98.
Madde, sf. 1895–96, 103. Madde ve sf. 329–31, 106. ve 107. Madde). Bu açıdan ele
alındığında, 13. Madde gerekleri kendi kontrolleri altında olduğu görülen ve
refahından sorumlu oldukları kisinin kaybolmasına yönelik etkin bir sorusturma
yürütmeye yönelik Sözlesmeci Devlet’in 5. Madde kapsamındaki yükümlülüğünden
daha genis kapsamlıdır.
141. Yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı (bkz. yukarıdaki paragraf 124 ve
126), Sn. Kurt’un oğlunun gözaltına alındığına yönelik tartısmalı bir sikayette
bulunduğu kabul edilebilir. Basvuranın oğlunun PKK tarafından kaçırıldığına
yönelik kanıtlanmamıs ve acele olarak sunulan açıklama açısından önem verilmeyen
bu sikayet hiçbir zaman ciddi bir
sorusturma konusu olmamıstır. Cumhuriyet Savcısı Türk hukuku kapsamında
yasadısı olarak özgürlükten mahrum edilme iddialarına iliskin sorusturma yürütme
görevine sahiptir (bkz. yukarıdaki paragraf 59). Basvuranın oğlunun gözaltına
alınmasından bu yana görülmediğine yönelik ısrarı karsısındaki yüzeysel
yaklasımının bu görev ile bağdastığı söylenemez ve bu yaklasım mevcut olabilecek
diğer her türlü iç hukuk yollarının etkinliğine zarar vermekle esdeğerdedir (bkz.
yukarıdaki paragraflar 56–61).
142. Buna göre, özellikle herhangi bir anlamlı sorusturmanın olmaması
açısından, Mahkeme basvuranın oğlunun yetkililerin sorumluluğu altındaki
kosullarda kaybolduğuna dair sikayeti açısından etkin bir iç hukuk yolundan
mahrum bırakıldığını tespit etmistir.
Bu sebeple 13. Maddenin bir ihlali mevcuttur.
VI. Sözlesmenin 14. Maddesi Đle Birlikte Ele Alınan 2., 3. Ve 5. Maddesinin
Đhlal Edildiği Đddiası
143. Basvuran cebri kaybolmaların özellikle Kürt kökenli bireyleri etkilediğini
ileri sürmüstür. Basvuranın oğlunun bu açıdan Sözlesmenin 14. Maddesinin ihlalinin
mağduru olduğu sonucuna varılması gerektiğini belirtmistir. Sözkonusu Madde su
sekildedir:
„Bu Sözlesme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk,
dil, din, siyasal ya da baska görüsler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa
mensup olma, servet, doğus veya herhangi baska bir durum bakımından hiçbir ayrım
gözetilmeksizin sağlanır.“
144. Basvuran iddiasının 1991 ila 1995 yılları arasında Birlesmis Milletler
Cebri veya Đstem Dısı Kaybolmalar Çalısma Grubu tarafından yayınlanan
raporlardaki bulgular tarafından doğrulandığını ileri sürmüstür.
145. Hükümet bunu destekleyen gerçeklere dayalı herhangi bir dayanak
olmadığı gerekçesi ile bu iddiayı reddetmistir. Hükümet ayrıca Türk Anayasasının
yetkisi kapsamındaki herkesin etnik köken, ırk veya dinine bakılmaksızın
haklarından faydalanmalarını teminat altına aldığını vurgulamıstır.
146. Komisyon basvuranın sikayetin bu bölümüne iliskin ihlali kanıtlamak için
herhangi bir kanıt sunmadığı sonucuna varmıstır.
147. Mahkeme Komisyon kararını kabul etmektedir. Basvuran tarafından
sikayetini desteklemek üzere sunulan kanıt oğlunun etnik kökeninden dolayı cebri
kaybolma eyleminin kasıtlı hedefi olduğuna dair iddiasını doğrulamamaktadır. Bu
sebeple, sikayetin bu bölümü altında sözlesme ihlali mevcut değildir.
VII. Sözlesmenin 18. Maddesinin Đhlal Edildiği Đddiası
148. Basvuran davalı Devletin kasten “kaybolmalar” uygulamasına izin
verdiğini ve bu duruma bir son vermek için herhangi bir önlem almadığı yönünde
sikayetçi olmustur. Basvuran, bu açıdan yetkililerin tutumlarının Sözlesmenin 18.
Maddesinin ihlalini teskil ettiğini ileri sürmüstür, bu Madde su sekildedir:
„Bu Sözlesme'nin hükümleri gereğince, sözü edilen hak ve özgürlüklere
getirilen sınırlamalar ancak öngörülen amaçlar için uygulanabilir.“
149. Basvuran iddiasını desteklemek amacıyla yetkililerin tutuklama gibi
konulara iliskin yerel yasa çerçevesi dısında hareket ettiklerini ileri sürmüstür.
Görüsünü gözaltı kayıtlarının tutulmamasına ve bu kayıtların bulunmamasının belirli
bir bireyin tutuklandığını basit bir sekilde inkar edilmesini sağlaması suretiyle
yetkililerin tutuklamaya iliskin iç kurallardan kaçınmalarına olanak sağlamasına
atıfta bulunarak açıklamıstır.
150. Hükümet bu iddiaya itiraz etmistir. Mahkeme huzurunda Hükümet
Güneydoğu Türkiye’deki son derece zor olağanüstü hal kosulları altında dahi askeri
yetkililerin hukuka uygun olarak hareket etmelerinin gerekli olduğunu belirtmistir.
151. Komisyon basvuranın iddiasını kanıtlamadığı sonucuna varmıstır.
152. Mahkeme Komisyonun basvuranın iddiasını kanıtlamadığına yönelik
olarak vardığı sonucu kabul etmektedir. Mahkeme ek olarak farklı bir sekilde ele
alınması gereken Sözlesmenin ihlaline yönelik iddiası ile bu sikayetin benzer
olduğunu belirtmistir (bkz. Asağıdaki paragraf 169).
VIII. Sözlesmenin 25. Maddesi 1. Fıkrasının Đhlal Edildiği Đddiası
153. Basvuran Mahkemeden Komisyonun basvuranın 25. Madde, 1. Fıkra’nın
ihlaline neden olan kosullarda Komisyona yaptığı basvuruyu geri çekmesi için
yetkililerin baskısına maruz kaldığına dair tespitinin kabulünü talep etmistir. Anılan
Madde su sekildedir:
„Bu Sözlesmede tanınan hakların Yüksek Sözlesen Taraflardan birince
ihlalinden zarar gördüğü iddiasında bulunan her gerçek kisi, devlet dısı her kurulus
veya özel kisilerden olusan her topluluk, hakkında sikayet vaki olan Yüksek
Sözlesen Tarafın bu konuda Komisyon'un yetkisini tanıdığını bildirmis olması
halinde, Avrupa Konseyi
Genel Sekreteri'ne sunulacak bir dilekçe ile Komisyon'a basvuruda bulunabilir.
Yüksek Sözlesen Taraflardan böyle bir bildirimde bulunmus olanlar, bu hakkın etkin
bir biçimde kullanılmasına hiçbir suretle engel olmamayı taahhüt ederler.”
154. Basvuran ayrıca yetkililer tarafından Basvuranın Komisyona yaptığı
basvuruyla ilgili olarak basvuranın avukatının verdiği ifadelerle bağlantılı olarak
avukatın aleyhine cezai takibat baslatmak amacıyla atılan adımların 25. Maddenin,
1. Fıkrası kapsamındaki yükümlülüklerle bağdasmadığını ileri sürmüstür (bkz.
yukarıdaki paragraf 25). Basvuran bir kez daha Komisyonun anılan hükmün ihlaline
yönelik tespitine ve bunun desteklenmesi amacıyla gerekçe gösterdiği sebeplere
güvenmistir.
155. Hükümet bu iddiaları siddetle reddetmistir. Hükümet basvuranın Türk
güvenlik kuvvetlerinin imajını zedelemek amacıyla propaganda amaçlı olarak
Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği temsilcileri tarafından suiistimal edildiğini ileri
sürmüstür. Sn. Kurt’un tek amacı oğlunun akıbetini arastırmaktır ancak farkında
olmadan anılan derneğin Türk Devleti aleyhine yanlıs bilgilendirme kampanyasına
yakalanmıstır.
156. Hükümet yetkililerin hiçbir zaman basvuran üzerinde Sözlesme
kurumlarına yaptığı basvuruları geri çekmesi için herhangi bir baskı kurmadıkları
konusunda ısrar etmistir. Basvuran Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği’nin basvuranın
basvurusunda yaptığı yanlıslıkları reddetmek üzere iki kez Bismil’deki notere kendi
isteği ile gitmistir. Hükümet basvuranın Ankara’daki durusmada delegelere kendisi
üzerinde basvurusunu geri çekmesi için herhangi bir baskı olmadığını belirttiğini
ileri sürmüstür ve bu durum noterliğe gidisinde kendisine eslik eden Sn. Arap Kurt
tarafından teyit edilmistir. Komisyona yapılan sikayetten vazgeçme kararı
basvuranın kendisine aittir.
157. Hükümet Komisyonun yetkililerin basvuranın avukatı Sn. Sakar aleyhine
cezai takibat baslatmayı tasarlamıs olmaları açısından 25. Maddenin 1. Fıkrasının
ihlal edildiğine yönelik olarak ulasmıs oldukları sonucun hatalı olduğunu ileri
sürmüstür. Hükümet Sn. Sakar’ın PKK’ya yardım ve yataklık etmekten dolayı
sorusturma altında olduğunu vurgulamıstır. Baslatılmıs olabilecek her hangi bir
kovusturma avukatın bu davada yer alması ile ilgili olmayıp; Türk Ceza Kanununun
168. Maddesinin 2 Fıkrası kapsamında terör örgütü mensubu olmaktan suçlanmıs
olacaktı.
158. Komisyon yetkililerin basvurana doğrudan baskı yapmadıkları sonucuna
varmıstır. Bununla birlikte ve özellikle basvuranın Bismil’deki notere iki kez
gitmesine iliskin kosullar açısından, yetkililer basvuranın Sözlesme kurumlarına
yaptığı sikayetlerde uygunsuz dolaylı baskı uygulamıslardır. Ayrıca, basvuranın
aleyhine olan tehdit teskil eden cezai takibatlar bireysel basvuru hakkının
kullanımına ciddi bir müdahaleye neden olmustur.
Bu sebeplerden dolayı Komisyon davalı Devletin 25. Madde, 1. Fıkra
kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiği kanaatindedir.
159. Mahkeme basvuranların ya da potansiyel basvuranların sikayetlerini
çekmeleri ya da değistirmeleri yönünde yetkililerin herhangi bir baskısına maruz
kalmadan Komisyon ile serbest bir sekilde iletisimde bulunabilmelerinin 25. Madde
tarafından sağlanan bireysel basvuru sisteminin etkin isletimi açısından son derece
önemli olduğunu hatırlatmaktadır (bkz. yukarıda belirtilen Akdivar ve Diğerleri
Kararı, sf. 1219, 105. Madde; ve yukarıda belirtilen Aksoy kararı, sf. 2288, 105.
Madde).
160. “Herhangi bir baskı” ifadesi sadece basvuru sahiplerine veya potansiyel
basvuru sahiplerine veya bunların yasal temsilcilerine veya ailelerine doğrudan
baskı ve aleni gözdağı eylemlerini değil aynı zamanda anılanları Sözlesme
kapsamında hukuk yolu aramaktan vazgeçirmek veya yıldırmak için tasarlanan diğer
dolaylı yanlıs eylem veya temasları içerecek sekilde ele alınmalıdır.
Mahkeme yetkililer ile basvuran veya potansiyel basvuran arasındaki temasların
25. Madde açısından kabul edilemeyecek uygulamalara esdeğer olup olmadıklarının
konuya iliskin özel sartların ısığı altında tespit edilmesi gerektiği kanaatindedir. Bu
açıdan, sikayet sahibinin zayıflığına ve yetkililerin etkisine karsı olan hassasiyetine
özel bir önem verilmelidir. Buna bağlı olarak, Mahkeme, basvuran köylülerin hassas
konumları ve güneydoğu Türkiye’deki yetkililer aleyhine olan sikayetlerin haklı bir
misilleme korkusuna neden olabileceği gerçeği açısından, basvuranların Komisyona
yaptıkları basvurulara iliskin olarak sorgulanmalarının Sözlesmenin 25. Maddesinin
ihlalini teskil edecek sekilde bireysel basvuru hakkının kullanımını engelleyen
yasadısı ve kabul edilemez bir baskı türüne neden olduğunu tespit etmistir (bkz.
yukarıda belirtilen Akdivar ve Diğerleri kararı, sf. 1219, 105. Madde).
161. Mevcut dava esaslarına iliskin olarak, basvuranın Komisyona yaptığı
basvurunun hükümete iletilmesi sonucunda 19 Kasım 1994 tarihinden itibaren pek
çok kez kendisi ile görüsüldüğü hatırlanmalıdır (bkz. yukarıdaki paragraf 20–24).
9 Aralık 1994 tarihinde ve Bismil Cumhuriyet Savcısı ile yapılan görüsmeyi takiben
(bkz. yukarıdaki paragraf 20), basvuran kendi adına yapılan tüm basvuruları
reddederek Diyarbakır Đnsan Hakları Derneğine ve Dısisleri Bakanlığı’na ifade
vermistir.
162. Mahkeme basvuranın Hükümet ile haberlesmesinden kısa bir süre sonra
ve Cumhuriyet Savcısı ile yapılan görüsmenin ardından verilen bu iki ifadenin
basvuranın insiyatifinde verilmis olarak kabul edilebileceği konusunda ikna
olmamıstır. Basvuranın 6 Ocak ve 10 Ağustos 1995 tarihlerinde iki kez Bismil’deki
notere gidisinin basvuranın kendi insiyatifinde gerçeklestiği konusunda da ikna
olmamıstır. Komisyonun gözlemine göre (bkz. yukarıdaki paragraf 158), basvuran
noterliğe üniformalı bir asker tarafından götürülmüstür ve komisyon’a yaptığı
basvuruyu geri aldığı ifadeler için notere ödeme yapması talep edilmemistir.
Bu açıdan Hükümetin öne sürdüğü iddiaların bu ziyaretlerin düzenlenmesinde
herhangi bir resmi katılımın olmadığını kanıtladığı söylenemez.
163. Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı, Mahkeme basvuranın Komisyona
yaptığı basvuruya iliskin olarak dolaylı ve yanlıs bir baskıya maruz kaldığını ve
bunun da 25. Madde kapsamında teminat altına alınan bireysel basvuru hakkının
kullanımına müdahale teskil ettiğini tespit etmistir.
164. Basvuranın avukatı aleyhine talep edilen ceza takibatı tehdidine yönelik
olarak Mahkeme Hükümetin bunların Komisyona yapılan basvuru ile bir ilgisinin
olmadığına yönelik iddiasına katılmamaktadır (bkz. yukarıdaki Paragraf 157).
Kovusturma tehdidi Sn Sakar'ın Sn. Kurt adına yaptığı basvuruda Devlet aleyhine
yaptığı iddialara yöneliktir. Komisyona sunulan sikayet dilekçesinin, yanlıs olduğu
tespit edilen ve Sn. Kurt’un kendisi tarafından da reddedilen iddiaları içermesine
rağmen belirli sikayetlerin özünün incelenmesi görevinin, Komisyonun esas tespiti
yetkileri bağlamında ve Sözlesme tarafından davalı Devlete kendisi aleyhinde
yapılan suçlamaların esaslarına karsı savunma yapmasına iliskin usuller açısından
Komisyonun yetkisi kapsamında olduğu vurgulanmalıdır. Yetkililer basvuranın
temsilcisi aleyhine cezai önlem tehdidinde bulunma suretiyle bu sürece müdahale
edemezler.
165. Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı, yetkililer tarafından basvuranın
aleyhine cezai takibat baslatmak amacıyla atılan adımlar uygulanmamalarına
rağmen 25.Madde kapsamındaki davalı Devlet’in yükümlülüğü ile
bağdasmamaktadır ve bireysel basvuru hakkının kullanımına müdahale olarak kabul
edilmelidir.
IX. Sözlesmenin Đhlaline Đliskin Đdari Uygulama Đddiası
166. Basvuran Mahkemeden Güneydoğu Türkiye’de Sözlesme’nin 2., 3. ve 5.
Maddesinin ciddi ihlallerine sebep olan “kaybolmalar” olduğunun tespitini talep
etmistir. Basvuran bu açıdan özellikle 1994 yılında rapor edilen en yüksek sayıdaki
kaybolma davalarının Türkiye’de olduğunu belirten 1994 yılı raporu olmak üzere
Birlesmis Milletler Cebri ve Đstem dısı Kaybolmalar Çalısma Komitesi tarafından
sunulmus olan raporlara dikkat çekmistir.
Basvuran ayrıca Güneydoğu Türkiye’de resmi olarak tolere edilen ve
sözlesmenin 13. Maddesinin ciddi ihlalini teskil eden etkisiz iç hukuk yolu
uygulamalarının bulunduğunu ileri sürmüstür. Đddiasını desteklemek amacıyla
basvuran yargısız infazlar, tutuklulara uygulanan iskence ve tutukluların kaybolması
vakalarının inkarı, adli mercilerin mağdurun sikayetlerine iliskin sorusturma
yürütmeyi sistematik olarak reddetmeleri ya da gerçeklestirmemelerine yönelik
politika ile ilgili ikna edici kanıt bulunduğu gerçeğine atıfta bulunmustur. Bir bütün
olarak iç hukuk yolları sisteminin isletiminde Cumhuriyet Savcısının rolüne iliskin
olarak iç hukuk yollarının güneydoğu Türkiye’de tamamen etkisiz olduğu ve bu
sonuca yetkililer tarafından göz yumulduğu sonucuna varılabilir.
167. Hükümet basvuranın iddiasını reddetmistir.
168. Komisyon kendi açısından basvuran tarafından iddia edilen sekilde davalı
Devlet’te kabul edilmeyen tutuklama uygulamalarının olup olmadığına dair bir karar
vermenin gerekli olmadığını tespit etmistir. Etkili olmayan iç hukuk yolları
uygulaması iddiasına yönelik olarak Delege Mahkemeye Komisyonun kabul
edilebilirlik kararına ulasma asamasında bu sikayetin incelenmesine yer olmadığını
tespit ettiğini bildirmistir.
169. Mahkeme basvuranın iddialarını kanıtlamadığı görüsünde olup basvuranın
Sözlesmenin 2. ve 3. Maddesinin ihlali uygulaması olduğuna yönelik sikayetleri
reddettiğini hatırlatmaktadır (bkz. yukarıdaki paragraflar 108 ve 116). Mahkeme
basvuranın sunduğu delillerin Sözlesmenin 5. Maddesinin veya 13. Maddesinin
ihlali uygulaması olduğuna yönelik iddialarını kanıtladığına inanmamaktadır.
X. Sözlesmenin 50. Maddesinin Uygulanması
170. Basvuran asağıdaki sekildeki Sözlesmenin 50. Maddesi kapsamında gider
ve masrafların geri ödenmesi talebinin yanı sıra maddi zarar tazminatı talebinde
bulunmustur:
„Mahkeme, bir Yüksek Sözlesen Tarafın yargı mercileri veya herhangi baska
bir Resmi mercii tarafından verilmis olan bir kararın veya alınmıs olan bir tedbirin
bu Sözlesmeden doğan yükümlülüklere tamamen veya kısmen aykırı düstüğü
hükmüne varırsa ve eğer ilgili tarafın iç hukuku bu karar veya tedbirin sonuçlarını
ancak kısmen gidermeye elverisli ise, Mahkeme kararında gerektiği takdirde zarar
gören tarafa adil bir tatmin seklinde hükmolunur.“
A. Manevi Zarar
171. Basvuran hem kendisinin hem de oğlunun anılan ihlal uygulamalarının
yanı sıra Sözlesmenin belirli ihlallerinin mağduru olduklarını ileri sürmüstür.
Basvuran Mahkemeden asağıda belirtilen sekilde toplam 70,000 Sterlin (GBP)
tutarında tazminat talep etmistir: Oğlu için kaybolma olayı ve buna iliskin
güvenceler ile etkin sorusturma mekanizmalarının mevcut olmaması açısından
30,000 GBP; Oğlunun kaybolmasından ve oğlunun kaybolmasına iliskin olarak
etkin bir iç hukuk yolundan mahrum edilmesinden dolayı maruz kaldığı sıkıntı için
10,000 GBP ve her iki sahsın da Güneydoğu Türkiye’deki “kaybolmalar” olayının
mağdurları olması açısından tazmin için 30,000 GBP.
172. Komisyon Delegesi basvuran tarafından talep edilen tutara iliskin
herhangi bir sunumda bulunmamıstır.
173. Hükümet basvuranın oğlunun kaybolması ya da güneydoğu Türkiye’deki
Sözlesmenin ihlali uygulaması olduğuna yönelik iddialarını kanıtlamadığını ileri
sürmüstür. Ayrıca, basvuranın oğlunun kaybolması ve kendisinin maruz kaldığını
ileri sürdüğü sıkıntılar arasında herhangi bir bağ bulunmamaktadır. Bu sebeplerden
dolayı Hükümet Mahkemeden basvuranın asırı ve adil olmayan tazminat taleplerinin
reddini talep etmistir.
174. Mahkeme basvuranın oğlunun kaybolması açısından davalı Devlet
tarafından 5. Madde’nin ihlal edildiğinin tespit ettiğini hatırlatmaktadır. Söz konusu
ihlalin ağırlığı açısından basvuranın oğlunun lehine tazminat kararını verilmesi
gerektiği kanaatindedir. Mahkeme, basvurana ödenecek olan ve basvuran tarafından
oğlu ve oğlunun varisleri için tutulacak olan toplam 15,000 GBP meblağın tazminat
olarak ödenmesine karar vermistir.
175. Ayrıca, yetkililerin basvuranın oğlunun akıbetine iliskin gerçekleri
arastırmasında basvurana yardımcı olmadıkları ve bu hususun da basvuran açısından
3. ve 13. Madde’nin ihlalini teskil ettiği göz önünde bulundurularak, Mahkeme
basvuran lehine de tazminat kararının verilmesi gerektiği kanaatindedir. Buna göre
Mahkeme basvurana 10,000 GBP tutarında tazminatın ödenmesine karar vermistir.
B. Masraflar ve Giderler
176. Basvuran Sözlesme kurumları nezdinde kendisinin ve oğlunun haklarına
iliskin olarak tahakkuk eden masraf ve giderlere yönelik olarak toplam 25,453.44
GBP talebinde bulunmustur. Basvuran Mahkemeye asağıdaki dökümü sunmustur:
Birlesik Kraliyet avukatlarının mesleki ücretleri (GBP 19,285.42); Türk avukatlar
tarafından talep edilen mesleki ücretler (GBP 825); idari giderler (GBP 70.22);
Türkiye’de ödenen idari masraflar (GBP 1,050); Kürdistan Đnsan Hakları Projesi
tarafından temin edilen arastırma ve idari destek (“KHRP”) (GBP 2,400); KHRP’ine
ödenmis olan posta, telekomünikasyon ve diğer giderler (GBP 635); KHRP’nin
sözlü ve yazılı tercüme masrafları (GBP 690); delegelerin durusmasına katılmaya
iliskin tercüman masrafları (GBP 275.60); delegelerin durusmasına katılmaya iliskin
Türk avukatların masrafları (GBP 122.20); ve rapor ve arastırma masrafları (GBP
100).
177. Komisyon Delegesi iddiaya iliskin olarak herhangi bir yorumda
bulunmamıstır.
178. Hükümet basvuranı geri ödeme yapma yükümlülüğünü ret etmistir. Đlk
olarak, Diyarbakır Đnsan Hakları Derneği iç yasal sistemden kaçınma ve yerel
mahkemelerin basvuranın sikayetlerine iliskin karar verme fırsatından alıkonma
konularında aracı olmustur. Đkinci olarak, Sözlesme takibatlarına Türk uyruklu
olmayan avukatların katılmasının haklı olduğu kanıtlanmamıstır ve sadece davanın
masraflarının artırılmasına hizmet etmektedir.
179. Mahkeme bu davada sunulan hususların belirgin derecede karmasık
olduğunu ve basvuranın yasal temsilcileri açısından önemli bir geçmis incelemesi ve
arastırması gerektirdiğini belirtmektedir. Basvuranın kendi yasal temsilcisini atama
konusunda özgür olduğu göz önünde bulundurularak, Sn. Kurt’un insan haklarının
uluslararası korunması konusunda uzman olan Birlesik Kraliyet avukatlarına
basvurması elestirilemez. Basvuran tarafından sunulan döküm göz önünde
bulundurulup, adil bazda değerlendirilerek Mahkeme Birlesik Kraliyet avukatları ve
Türk avukatları tarafından tahakkuk edebilecek her türlü katma değer vergisi ile
birlikte talep edilen masraf ve giderlere karsılık 15,000 GBP’nin halihazırda dikkate
alınmıs olan Avrupa Konseyinin yasal yardımı yoluyla elde edilen tutarın mahsup
edilmesi kaydıyla tazminat olarak ödenmesine karar vermistir.
180. Diğer taraftan, Mahkeme KHRP adına yapılan ve davanın
hazırlanmasında anılan teskilatın yer almasına iliskin herhangi bir ayrıntıyı
içermeyen talebin (3,725 GBP) esasları konusunda ikna olmamıstır. Buna uygun
olarak iddianın bu bölümü reddedilmistir.
C. Temerrüt Faizi
181. Mahkemeye sunulan bilgilere uygun olarak mevcut kararın kabul
tarihinde Birlesik Kraliyet’te uygulanan yasal faiz oranı yıllık %8’dir.
YUKARIDA BELĐRTĐLEN GEREKÇELERE DAYANARAK,
MAHKEME
1. Basvuranın basvurusunun geçerliliğine yönelik Hükümetin ön itirazının
oybirliği ile reddine;
2. Đç hukuk yollarının tüketilmediğine iliskin Hükümetin ön itirazının
oybirliği ile reddine;
3. Sözlesme’nin 2. Maddesi kapsamında basvuranın sikayetine iliskin bir
karar verilmesine yer olmadığının oybirliği ile kabulüne;
4. Sözlesme’nin 3. Maddesi kapsamındaki basvuranın oğlu ile ilgili
sikayetine iliskin bir karar verilmesine yer olmadığının oybirliği ile kabulüne;
5. Sözlesmenin 5. Maddesinin ihlal edildiğinin üçe karsı altı oyla
kabulüne;
6. Basvuranın kendisi açısından Sözlesme’nin 3. Maddesinin ihlal
edildiğinin üçe karsı altı oy ile kabulüne;
7. Sözlesme’nin 13. Maddesinin ihlal edildiğinin ikiye karsı yedi oy ile
kabulüne;
8. Sözlesme’nin 2, 3 ve 5. Maddeleri ile birlikte ele alınan Sözlesme’nin
14. Maddesinin ihlal edilmediğinin oybirliği ile kabulüne;
9. Sözlesme’nin 18. Maddesinin ihlal edilmediğinin oybirliği ile kabulüne;
10. Davalı Devlet’in Sözlesme’nin 25. Maddesi, 1. Fıkrası kapsamındaki
yükümlülüklerini yerine getiremediğinin üçe karsı altı oy ile kabulüne;
11. (a) Üç ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan kur üzerinden Türk
Lirasına çevrilecek olan ve basvuran tarafından oğlu ve oğlunun varisleri için
tutulacak olan 15,000 (on bes bin) Sterlin’in manevi tazminat olarak davalı Devlet
tarafından basvurana ödenmesinin;
(b) Üç ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan kur üzerinden Türk
Lirasına çevrilecek olan ve 10,000 (on bin) sterlin’in manevi tazminat olarak davalı
Devlet tarafından basvurana ödenmesinin;
(c) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden ödeme
tarihine dek bu tutarlar için yıllık %8 faiz oranının uygulanmasının;
sekize karsı bir oyla kabulüne;
12. (a) Üç ay içerisinde masraf ve giderlere karsılık 15,000 (on bes bin)
Sterlinin tahakkuk edebilecek her türlü katma değer vergisi ile birlikte, karar
tarihinde geçerli olan kur üzerinden Sterline çevrilecek olan 27,763 (yirmi yedi bin
yedi yüz altmıs üç) Fransız Frangı tutarın mahsup edilmesi kaydıyla davalı Devlet
tarafından basvurana ödenmesinin;
(b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden ödeme
tarihine dek bu tutar için yıllık % 8 faiz oranının uygulanmasının;
sekize karsı bir oy ile kabulüne;
13. Adil tazmin konusunda basvuranın diğer taleplerinin reddine
iliskin isbu kararı Đngilizce ve Fransızca olmak üzere, 25 Mayıs 1998 tarihinde
Strazburg’da bulunan Đnsan Hakları Binası’ndaki halka açık oturumda sunulmustur.
Đmza: Rudolf
BERNHARDT
Baskan
Đmza: Herbert PETZOLD
Sekreter
Sözlesme’nin 51. Maddesinin 2. Fıkrası ve Mahkeme A Đçtüzüğünün 53.
Maddesinin 2. Fıkrası uyarınca asağıda belirtilenlere ait ayrı serhler isbu Kararın
ekinde sunulmustur:
(a) Sn. Matscher’in kısmi muhalefet serhi;
(b) Sn. Gölcüklü’nün muhalefet serhi;
(c) Sn. Pettiti’nn muhalefet serhi.
HAKĐM MATSCHER’IN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
(geçici tercüme)
Komisyon’un bu tür davalarda karsı karsıya kaldığı zorlukların bilincindeyim
ve mevcut davada Komisyonun Mahkeme tarafından da kabul edilen esasları tespit
etme seklinin çok yüzeysel ve yetersiz olduğu kanaatindeyim ve bu esasların
incelenmesinin çok belirgin bir sekilde yetersiz olduğunu, çünkü bir ihlalin tespitine
yönelik olarak yeterli bir sağlam zemin temin etmediğini düsünmekteyim. Ayrıca,
Komisyon tespitlerinin özetinin (bkz. Kararın 45-53 paragrafları) dikkatli sekilde
incelenmesi de, ayrıntıya girmeme gerek kalmaksızın bu görüsü desteklemektedir.
Yerel yetkililer veya Komisyon delegeleri tarafından dinlenen tanıklardan
hiçbiri basvuranın oğlunun askerler tarafından alındığını söyleyememistir; sadece
basvuranın durumun böyle olduğuna “gerçekten ve dürüst bir sekilde inandığı”
gerçeği (bkz. Paragraf 53), özellikle tanıklardan çoğunun bunun tersini ifade
etmesinden ya da bu bağlamda davanın can alıcı hususu ile kisisel olarak doğrudan
bir bilgilerinin olmadıklarını beyan etmis olmalarından dolayı bir delil teskil
etmemektedir.
Sonuç olarak, burada, Mentes ve Diğerleri - Türkiye davasında olduğu gibi
(28 Kasım 1997 tarihli karar, Hüküm ve Kararlar Raporu 1997-VIII), basvuran
büyük oranda tüm makul süphelerin ötesinde iddialarının gerçekliğini
kanıtlayamamıstır.
Farklı bir konuya iliskin olarak 13. Madde’nin ihlalinin tespiti lehine oy
kullanmıs bulunmaktayım çünkü bu kadar ciddi bir davada davalı Devlet gerçek ve
ayrıntılı bir sorusturma gerçeklestirememistir.
HAKĐM GÖLCÜKLÜ’NÜN MUHALEFET SERHĐ
(geçici tercüme)
13. Maddeye iliskin son paragraf hariç olmak üzere Kurt - Türkiye davasındaki
Hakim Matscher’in muhalefet serhine tamamen katılmaktayım.
Anılan Maddeye iliskin olarak, ihlal olmadığı yönünde oy kullanmıs
bulunmaktayım, çünkü iddia edilen hususular tüm makul süphelerin ötesinde
kanıtlanmamıstır ve ek olarak basvuranın 13. Madde kapsamındaki sikayeti
basvuranın oğlunun kaybolmasına yönelik olarak yeterli ve etkin bir sorusturmanın
bulunmadığını belirttiğinden, anılan Madde kapsamında farklı herhangi bir husus
ortaya çıkmamaktadır. Bu açıdan Kaya - Türkiye davasındaki muhalefet serhimdeki
ayrıntılara atıfta bulunmaktayım (19 Subat 1998 tarihli karar, Kararlar ve Hükümler
Raporu 1998-I).
HAKĐM PETTITI’NĐN MUHALEFET SERHĐ
(geçici tercüme)
5. ve 13. Maddeye iliskin yürürlükteki hükümlere yönelik olarak azınlıkla
birlikte ve 2, 3, 14 ve 18. Maddeler konusundaki yürürlükteki hükümlere yönelik
olarak da çoğunlukla birlikte oy kullandım. Kisisel olarak Sn. Kurt açısından, 3. ve
25. Maddeye iliskin yürürlükteki hükümlere yönelik olarak azınlık ile birlikte oy
verdim.
Çoğunluğun muhakemesine katılmadığımdan dolayı mevcut davada ihlal tespit
etmemis bulunmaktayım (5. Madde).
Çoğunluk Fransız ve Belçika ceza mahkemelerinde uygulanan sahsi
mahkumiyet (“kisisel mahkumiyet”) standardını kullanarak davayı ciddi bir suçtan
(“suç”) suçlanan kisiyi yargılayan uluslararası ceza mahkemesiymisçesine davayı
ele almıstır. Fakat anılan türden metin örneği tüm tanıkların ifadelerine karsılık
ifadesi tartılan bireyin yargılanmasına iliskindir.
Kurt davası varsayıma dayalı bir kaybolmaya iliskindir. Normal ceza hukuku
kapsamında, kaybolmalar, kaçma, hatalı tutukluluk veya kaçırılma durumlarını
içerebilir.
Uluslararası kamu hukuku kapsamında sistematik siyasi kaybolmalar politikası
Brezilya, Sili, Arjantin vs.‘de olduğu gibi mevcut olabilir.
Bu durumda, özellikle Avrupa Đskenceyi Önleme Komitesi tarafından teyit
edilmeleri halinde, ilgili Devlet aleyhine basvuruda bulunmak Avrupa Konseyinin
bir yada daha fazla üye devletinin görevidir. Sorundan kaçınmak üzere bir birey
tarafından yapılan basvuruya dayalı olarak kararı Mahkemenin sorumluluğuna
bırakmak korkakça bir davranıs olacaktır. Bir Devlet tarafından yapılacak olan
basvuru durumun nesnel ve ayrıntılı olarak incelenmesine olanak sağlayacak
uluslararası bölgesel bir sorusturma için vesile olacaktır. Dava hem güvenlik
operasyonları hem de bunların uygulanmasının ve sürdürülmesinin onaylanması
açısından ordu, jandarma veya polis tarafından verilen talimatlara iliskin olmus
olsaydı ihlal tespitinde bulunabilirdim. Bu durum Đrlanda - Birlesik Kraliyet (18
Ocak 1978 tarihli karar, Seri A. No. 25) ile McCann ve Diğerleri - Birlesik Kraliyet
(27 Eylül 1995 tarihi karar, Seri A no. 324) davalarında tespit edilen yetkililerin
durumu kapsamında olabilirdi (yetersiz emir ve denetim, ihmal ve inceleme
eksikliği).
Avrupa Đnsan Hakları Sözlesmesi sisteminde, Devletlerin kendilerini teskil eden
yetkililerinin hatalarından sorumlu olmaları, Mahkemenin sorumlu yetkilileri ve
polisi veya ordu birimlerini tespit etmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Kurt
davası her durumda yetersizdir çünkü Hague Uluslararası Ceza Mahkemesi
nezdindeki davalarda gerçeklestirilen türden herhangi bir sorusturma
bulunmamaktadır ve önemli tanıklardan biri ve jandarma birimlerindeki komuta
yetkisine sahip subaylar davada ifade vermemistir. Komisyon’un kendisi de
süpheleri olduğunu itiraf etmistir. Mahkeme çoğunluğu kisisel mahkumiyete dayalı
olarak sürdürülen tutukluluk hipotezine dayalı olarak tahminlerde bulunmaktadır.
Bu durum, benim görüsüme göre “toplumsal değerlere aykırıdır” çünkü bu dava
tüm makul süphelerin ötesinde hakimleri ikna eden nesnel kanıt ve dokümanları
gerektiren 5. Madde kapsamında içtihada dayalı olarak karara bağlanabilecek
niteliktedir; fakat hem dokümanlar hem de tanıklar bu davada yetersizdir.
Ayrıca, Kurt davası Đnter-Amerika Mahkemesi kararları ile sonuçlanandan
farklı bir bağlamda gerçeklesmistir.