OĞUR /TÜRKĐYE DAVASI
OĞUR/Türkiye Davası
(21594/93)
Strazburg
20 Mayıs 1999
USULĐ ĐSLEMLER
1. Dava, Sözlesmenin eski 19. maddesinde belirtilen sekilde ve eski 32/1.
ve 47. Maddelerinde belirtilen üç aylık süre içinde Avrupa Đnsan Hakları
Komisyonu (Komisyon) tarafından 15 Aralık 1997 tarihinde Mahkeme'ye
getirilmistir. Dava, Türkiye Cumhuriyeti hakkında, Bn. Sariye Oğur adlı Türk
vatandası tarafından eski 25. Madde uyarınca 16 Mart 1993 tarihinde
Komisyona yapılan bir basvuruya (no. 21594/93) dayanmaktadır.
Komisyonun talebi 44.ve 48(a) Maddeleri ile Türkiye'nin Mahkemenin
zorunlu yargı yetkisini kabul ettiği (eski Madde 46) bildirimle ilgilidir. Talebin
amacı, bu davadaki olayların davalı Devletin Sözlesmenin 2. Maddesindeki
yükümlülüklerini ihlal edip etmediği yönünde bir karara varılmasıdır.
2. Eski Mahkeme Đç Tüzüğü A'nın 33/3(d) maddesine uygun olarak yapılan
sorusturmaya karsılık basvuran, davaya katılmak istediğini belirtmis ve
kendisini temsil etmek üzere Đstanbul barosu avukatlarından Sayın Hasip
Kaplan'ı görevlendirmistir (eski Kural 27/3). Mahkemenin o zamanki baskanı
olan Sayın R. Bernhardt tarafından avukata yazısmaları Türkçe yapması için
izin verilmistir (eski madde 27/3).
3. Aynı zamanda, Sn. Bernhardt'tan önce görev yapan Sn. R. Ryssdal,
yazısmaların düzenlenmesi hakkında, Türk Hükümeti Ajanı (Hükümet),
basvuranın avukatı ve Komisyon Delegesiyle görüs alısverisinde bulunmustur.
Sonuç olarak 9 Subat 1998 tarihinde verilen karara uygun olarak Sekreter, 23
Mart 1998 tarihinde basvuranın, 4 Haziran 1998'de Hükümetin görüslerini, 23
Kasım 1998 tarihinde Sözlesmenin 41. Maddesi gereğince basvuranın ek
iddialarını ve 4 Aralık 1998 tarihinde de bu iddialar hakkında Hükümet'in
görüslerini almıstır.
4. 11 No'lu Protokolün 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girmesinden
sonra ve Madde 5/5'in hükümlerine uygun olarak dava, Mahkemenin Büyük
Dairesine gönderilmistir. Büyük Daire, Türkiye adına seçilmis olan ex officio
yargıç Sn. Rıza Türmen (Sözlesmenin 27/2 Maddesi ve Mahkeme Đç
Tüzüğünün 24/4 Kuralı), Mahkeme Baskanı Sn. L. Wildhaber, Mahkeme Baskan
Yardımcısı Bn. E.Palm, Daire Baskan Yardımcıları Sn. M.Fishbach ve Sn. J.-
P.Costa isimli kisilerden (Sözlesmenin 27/3 Maddesi ve Kural 24/3 ve 5(a))
olusmustur. Büyük Daireyi tamamlamak için atanan diğer üyeler ise Sn. A.Pastor
Ridruejo, Sn. G.Bonello, Sn. J.Makarczyk, Sn. P.Küris, Bn. F.Tulkens, Bn.
V.Straznicka, Sn. V.Butkevych, Sn. J. Casadevall, Bn. H.S.Greve, Sn. A.Baka,
Sn. R.Maruste ve Bn. S.Botoucharova isimli kisilerdir. (Kural 24/3 ve 5(b) ve
Kural 100/4). Daha sonra yedek hakim Bn. N.Vajic, davanın ilerki safhalarında
yer alamayan Bn. Palm'ın yerine geçmistir (Kural 24/5(b) ve 28).
5. 19 Kasım 1998 tarihinde Sn. Wildhaber, Sn. Türmen'i oturumdan muaf
tutmus ve daha sonra Büyük Daire tarafından madde 28/4'e istinaden alınan bir
kararla adıgeçen geri çekilmistir.
17 Aralık 1998 tarihinde Hükümet, Profesör F. Gölcüklü'nün ad hoc
hakim olarak atandığı konusunda Sekreter'e bilgi vermistir (Sözlesmenin 27/2
Maddesi ve Kural 29/1).
6. Mahkemenin davetiyle (madde 99), Komisyon üyelerinden biri olan
Sn.M.Nowicki Büyük Daire önündeki prosedüre katılması için delege olarak
görevlendirilmistir.
7. Basvurana, Mahkemeye Türkçe hitap etmesi için izin veren Baskanın
kararı doğrultusunda (Kural 34/3), 3 Subat 1999 tarihinde Strazburg'daki
Đnsan Hakları Binasında halka açık bir durusma yapılmıstır.
Mahkeme önünde hazır bulunanlar:
(a) Hükümet adına
Bn. D.AKÇAY, Yardımcı Ajan
Sn. E.GENEL,
Sn. M.SOYSAL,
Bn. A.GÜNYAKTI,
Bn. M.GÜLSEN,
Sn. B.ÇALISKAN, Danısmanlar,
Bn. S.GÜZEL,Uzman;
(b) Komisyon adına
Sn. M.NOWICKI, Delege;
(c) Basvuran adına
Đstanbul Barosundan Sn. H.KAPLAN, Avukat.
Mahkeme, Sn. Nowicki, Sn. Kaplan ve Bn. Akçay'ın sunuslarını
dinlemistir.
OLAYLARA DAĐR
I. Davanın Kosulları
A. Basvuran
8. Basvuran, 1923 doğumlu bir Türk vatandası olup, olağanüstü
halin hüküm sürdüğü Siirt ilinin Sarıyaprak bölgesinde oturmaktadır.
Basvuran, güvenlik güçleri tarafından yapılan ve asağıda ayrıntılarının yeraldığı
bir operasyonda oğlunu kaybetmistir
B. Olaylar
9. Güvenlik güçleri 24 Aralık 1990 tarihinde Dağkonak köyüne altı
kilometre mesafede bulunan bir madene silahlı operasyon düzenlemislerdir.
Madende gece bekçisi olarak görev yapan basvuranın oğlu Musa Oğur nöbeti
sona ermek üzereyken sabah saat 6.30 civarında öldürülmüstür.
10. Hükümete göre, olay yeri, aralarında basvuranın oğlunun da
bulunduğu PKK (Kürdistan Đsçi Partisi) üyesi dört terörist tarafından bir
sığınak olarak kullanılmaktaydı. Musa Oğur güvenlik güçleri tarafından yapılan
uyarı atısları ile vurulmustur.
Basvurana göre oğlu sadece maden bölgesinde görev yapan güvenlik
görevlisiydi ve güvenlik güçleri tarafından uyarılmadan vurulup öldürülmüstü.
11. Musa Oğur'un öldürüldüğü gün, isvereni olan Mehmet Zeyrek,
Sırnak Cumhuriyet Savcısına olayı bildirmistir. Kendisi, personelinin,
kimliklerini bilmediği güvenlik görevlileri ve köy korucuları tarafından
vurulduğunu belirtmistir.
12. 26 Aralık 1990 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı asağıda gösterilen
kararı vermistir:
"Olay günü, PKK'ya mensubu yaralı bir teröristin Mehmet Zeyrek'in
madeninin yakınında saklandığı bilgisine dayanarak güvenlik güçleri ile köy
korucuları tarafından bir operasyon düzenlenmistir. Operasyon sırasında
Mehmet Zeyrek'e ait madendeki kepçe ve buldozerleri bekleyen bekçilerden biri
olan Musa Oğur, diğer bekçilerin yere çömelmis olmasına rağmen kendisi
sığındığı yerden çıktığı için güvenlik güçleri onun kaçmaya çalıstığını
zannederek ates açıp öldürmüslerdir. Cumhuriyet Savcısının sorusturmasıyla da
ilk deliller toplanmıstır.
Cumhuriyet Savcılığı, olağanüstü halin yürürlükte olduğu bölgelerde
valinin emri altında olan güvenlik güçlerinin faaliyetlerinin Memurin
Muhakematı Kanununa tabi olduğunu ve buna istinaden yargılama yetkisi
bulunmadığını bildirerek, dosyayı 26 Aralık 1990 tarihli bir yazıyla Sırnak Đl
Đdare Kurulu'na göndermistir
13. 15 Ağustos 1991 tarihinde Đl Đdare Kurulu, Đl Vali Yardımcısı ve
Hükümet'in çesitli kısımlarının yöneticileri tarafından imzalanan fakat
basvuranın avukatına tebliğ edilmeyen kararını vermistir. Đdare Kurulu 24 Aralık
1990 tarihindeki operasyonda görev alan güvenlik personeli aleyhinde
görevlilerine karsı ceza mahkemelerinde dava açılmamasına karar vermistir. Bu
görüse göre, suçlu olarak nitelendirilen mağdur söz konusu operasyonda uyarı
atısları yapıldıktan sonra vurulmustur. Ne dosyadaki delillerden ne de
tanıkların ifadelerinden ates edenin kimliğini kesin olarak saptamak mümkün
olmamıstır.
14. 19 Eylül 1991 tarihinde, iç hukuk gereği re'sen davanın havale edildiği
Yüksek Đdare Mahkemesi, 15 Ağustos 1991 tarihli kararı asağıdaki gerekçelerle
onaylamıstır:
"Memurların memurluk görevlerinden doğan ya da görevlerini yaptıkları
sırada islenen suçlardan dolayı Memurin Muhakemat Kanununa göre
yargılanacakları, ..., ilgili memur hakkında yapılacak sorusturmanın
idaresinden sorumlu olan bir sorusturma memurunun atanması hükme
bağlanmıstır.
Bir memur hakkında sorusturma yapılabilmesi için öncelikle, hakkında
sorusturma yapılan memurun kimliğinin sağlıklı bir biçimde saptanması
gerekir. Böyle bir saptama yapılamadığı takdirde sorusturma açılması, fezleke
düzenlenmesi ve yetkili kurulca karar verilmesi de olanaksız olur.
Sorusturma dosyasında mevcut bilgilere göre iddia konusu eylemi
kimin islediği belirlenememis bulunduğundan bu sorusturmanın
açılmaması gerekirdi. Ancak görevlendirilen muhakkik tarafından fezleke
düzenlenmis buna dayalı olarak da il yönetim kurulunca karar verilmis ise de,
sanıkları belli olmayan ve inceleme olanağı bulunmayan dosya hakkında
karar verilmesine yer olmadığı yolunda verilen il idare kurulu kararının bu
gerekçe ile onanmasına ve dosyanın yerine geri gönderilmesine oybirliğiyle
karar verilmistir."
15. Đdari sorusturma safhasında dosyanın, kurbanın yakın akrabaları
tarafından görülmesi ve içinde ne olduğunun bilinmesi mümkün olmadığından,
basvuranın avukatı, Sırnak Đl Đdare Kurulu Baskanı'ndan, 20 Ocak 1993 tarihli
bir yazıyla, gelismeler hakkında bilgi talep etmistir. Sırnak Valiliği 3 Subat
1993 tarihinde, davanın görülemeyeceğini içeren 15 Ağustos 1991 tarihli kararın
bir kopyasını avukata göndermistir. Yüksek Đdare Mahkemesi'nin kararı avukata
15 Mart 1993 tarihinde tebliğ edilmistir.
C. Komisyon tarafından derlenen deliller
1. Yazılı delilerl
16. Mahkeme önüne çıkanlar Musa Oğur'un ölümünün ardından yapılan
sorusturma ile ilgili çesitli belgeler sunmuslardır.
(a) Musa Oğur'un isvereni olan Mehmet Zeyrek'in 24 Aralık 1990
tarihinde Savcılık makamına verdiği ifade
17. Musa Oğur'un isvereni, adıgeçenin, kimliklerini bilmedikleri güvenlik
güçleri ve köy korucuları tarafından vurularak öldürüldüğünü iddia etmistir.
Öldürme nedenini bilmediğini fakat kurbanın gece bekçisi olarak çalıstığı ve
kendisinin de sahibi olduğu maden nedeniyle çıkarları engellenen bazı
kisiler tarafından gerçeklestirilmis olabileceğini zannetmektedir.
(b) 24 Aralık 1990 tarihinde güvenlik güçlerinin altı üyesi (operasyonda
görev alan) tarafından imzalanan ve piyade birliği teğmeni tarafından da
onaylanan olay raporu
18. Bu belge, operasyonda yer alan altı piyade birliği askeri ile teğmenleri
Đsmail Çağlayan tarafından 24 Aralık 1990 tarihinde meydana gelen olayın
ayrıntılı açıklamasını içermektedir. Olaylar, onların ifadeleriyle asağıdaki sekilde
gelismistir:
"23 Aralık 1990 tarihinde güvenlik güçleri ile çıkan bir çatısmada
yaralanan bir teröristin Dağkonak köyünün altı kilometre uzağındaki bir
tepedeki bir sığınakta barındığı duyumunu takiben üç tim olay yerine gitmistir.
Gece görüs cihazlarıyla sığınağı gözetleyen askerler tarafından bölge saat
04.30'da kontrol altına alınmıstır. Bu bölgede hareketlilik basladığında yoğun kar
yağısı ve sis altında sığınağa yaklastık. Sığınağa yaklasırken içeridekilere
etraflarının sarıldığını, kaçma sansları olmadığını ve bes dakika içinde
silahlarını bırakarak dısarı çıkmalarını söyledik. Bes dakika içinde bir gelisme
olmayınca havaya uyarı atesi açtık. Birisi sığınaktan çıkarak ates ederek
kaçmaya basladı. Dikkate alınmayan uyarılarımızdan sonra ates ettik fakat
karaltı gözden kayboldu... Hava aydınlanana kadar bekledik ve sığınağın
bulunduğu noktayı gördük… Onlara tekrar dısarıya çıkmalarını söyledikten
sonra sığınaktan üç kisi çıktı. Yaklasmalarını söyledik ve kendilerini
sorguladık. Daha sonra sığınağa girdik ve içeride üç av tüfeği ile yiyecek ve ilaç
bulduk. Dısarıda sığınağın onbes metre ilerisinde yaralı bir adam bulduk fakat
onu daha güvenli bir yere götürürken öldü. Sığınağın elli ve seksen metre
ilerisinde üç adet siper bulduk. Barut kokan bes adet av tüfeği kovanı ile bir tüfek
bulduk. Çevrede yapılan arastırmada sayıları tesbit edilemeyen ayak izlerine
rastladık fakat yağan karla kapandıkları için bunları takip edemedik. Ayak
izlerinin yaralı terörist ile yardımına gelen suç ortaklarına ait olabileceği
sonucuna vardık. Đlaçları incelediğimizde bunların hidrojen peroksit, ..., iki
adet gazlı bez ve bir miktar penisilin tozu olduklarını gördük. Olay derhal
Tugaya bildirildi, tahkikat heyetinin gelmesini bekledik, olay yerinin krokilerini
tanzim ettik ve bu rapor asağıda imzaları bulunanlar tarafından tanzim
edilmistir."
(c) 24 Aralık 1990 tarihinde Teğmen Đsmail Çağlayan tarafından olay
yerinin el ile çizilmis krokisi (kroki)
19. Bu belge olay yerinin ayrıntılı çizimi ile sahısların bulundukları yerleri
göstermektedir. Buradan görüldüğü üzere, biri sığınağın solunda, biri sağında ve
biri de önünde olmak üzere güvenlik güçleri ve köy korucuları üç gruba
ayrılmıslardır. Bunlar sığınağa ve arkasına doğru birçok el ates etmislerdir.
Sığınağın solundaki güvenik güçlerine sığınak yönünden ates edilmistir.
(d) Sırnak Cumhuriyet Savcısı Ali Đhsan Demirel tarafından 24 Aralık
1990 tarihinde düzenlenen olay yeri denetleme tutanağı ve Musa Oğur'un
vücudundaki bulgula
20. Sırnak Cumhuriyet Savcısı olayları asağıdaki sekilde açıklamıstır:
"Bu sabah saat 10.00 sıralarında Sırnak Araköyü'nde Mehmet Zeyrek'e
ait kömür ocakları yakınlarında güvenlik güçleriyle silahlı çatısmaya giren bir
kisinin yaralanarak daha sonra da öldüğü ve cesedin olay yerinde bulunduğu
haberi üzerine biz, Cumhuriyet Savcısı Ali Đhsan Demirel, Adli Tabib
Namık Demiralay, Katip Yahya Bahsis ve Adli Tabib Yardımcısı Bilgin
Yılmaz saat 11.30 civarında olay yerine gitmeye karar verdik… Cesedi,
Mehmet Zeyrek'in kömür ocağındaki bir tepede gözden uzak bir yerde üzeri
battaniye ile örtülmüs olarak bulduk.
Cesedin çıplak olarak yapılan muayenesinden ölü katılığının henüz
olusmadığı, cesedin kısmen soğumus olduğu, üzerindeki leke ve izlerin henüz
maviye dönüsmediği, kursunun enseden kafatasının dört parmak altından
bes santimetre çapında bir delik açarak girdiği ve alnın üst kısmından saç
çizgisi hizasından kemiği parçalayarak üç santimetre çapında düzgün olmayan
bir delik açarak çıktığı anlasılmıstır. Kursun giris ve çıkıs deliklerinden kan
gelmekte olduğu, yüzünde kan lekelerinin bol miktarda olduğu ve kursunun
çıktığı delik civarında beyaz beyin dokusunun çıkmıs olduğu görüldü.
Adli Tabib Namık Demiralay mütaalasında sunları belirtmistir: "Arkada
oksipital bölgeden inerek önde frontal bölgeden çıkan atesli silah yarasının
yaptığı, sereblal zedelenmeye bağlı olarak ölüm meydana gelmistir. Ölüm
sebebi atesli silah yaralanmasına bağlı olup kesin olarak bellidir. Ölüme
olabilecek olusturabilecek baska bir süpheli bulgu da bulunmamaktadır. Bu
nedenle ceset üzerinde klasik otopsi yapılmasına gerek yoktur."
Bu sabah meydana gelen güvenlik kuvvetlerince yürütülen silahlı
operasyonda cesedi inceleyen adli tabibin kaydettiği gibi, Musa Oğur'un atesli
silah yarası ile yaralanıp ölmesi nedeniyle ceset üzerinde klasik otopsi
yapılmasına gerek yoktur. Ceset ailesine teslim edildi...
Olayın meydana gelis biçimi konusunda karara varabilmek için görgü
tanıklarının da hazır bulunmasıyla olay yerinde kesif yapıldı.
Sırnak Merkez Jandarma Karakolu komutanı olan Jandarma yetkili
subayı Aydın Gülsen teknik uzman olarak görevlendirildi.
Olayın meydana geldiği yer tesbit ve kontrol edildi.
Jandarma subayı tarafından sorgulanan tanıklardan biri olan Nazif Zeyrek
asağıdaki ifadeyi vermistir:
"Bu sabah saat 6.30 sıralarında su anda bulunduğumuz yerde Zeyrek
Madenciliğe ait kepçe ve dozerlerin korumasında dört arkadas görevli idik.
Daha önce bir buldozer yakılmıstı. O olaydan sonra biz bu yapmıs olduğumuz
kulübenin içerisinde ve yine gösterdiğimiz kulübeye yakın yerdeki
mevzilerde nöbet tutup araçları koruyorduk. Biz geceleri dört kisi burayı
beklemekten sorumluyuz. Bu sabah hava aydınlanmıstı. Araçların yakınındaki
bu klübede bulunuyorduk. Kalkıp namazlarımızı kıldık. Ölen Musa Oğur
yukarıdan keklik sesi geldiğini ve ava gideceğini söyledi. Ben gitmemesini
söyleyip engel oldum. O da gitmedi. Bir süre sonra kapıdan dısarıya çıkarak
bu göstermis olduğum tepe istikametine gitmisti. Kısa bir süre sonra silah sesleri
duyduk. Her taraftan silah sesleri geliyordu. Ben av tüfeği ile ates edecektim
fakat arkadasım engel oldu. Askerleri gördüm, bağırdım ve ates etmemelerini
söyledim. Silah sesleri kesildiğinde dısarı çıktık. Musa Oğur'un sesini duydum,
yaralı idi. Biz yaralı olduğu için, bu göstermis olduğum yerden götürüyorduk.
Yolda ölünce olduğu yere bıraktık.
Jandarma subayı tarafından sorgulanan baska bir tanık olan Salih Oğur
asağıdaki ifadeyi vermistir.
Diğer üç arkadasım gibi ben de Zeyrek Madenciliğin su göstermis
olduğum yerde bulunan araçlarını korumak için görevli idim. Araçları korumak
için bu yaptığım kulübenin içinde ve yakında kazdığımız mevzilerde geceleri
nöbet tutuyoruz. Bu sabah uyandığımızda, akrabam olan maktül Musa Oğur
keklik sesi duyduğunu ve ava gideceğini söyledi. Biz bunu yapmasına engel
olduk. Ne için gittiğini bilmiyorum fakat daha sonra dısarı çıktı. Belki de
tuvalet ihtiyacı içindir. Kısa bir süre sonra farklı yönlerden gelen silah sesleri
duyduk. Kar yağıyordu ve sis vardı. Gün yeni ağarmaya baslamıstı. Silah
sesleri nedeniyle dısarıya çıkmadık. Diğer taraftaki kapıdan ne olup bittiğini
görmeye çalıstık. Hava aydınlandığında dısarıda askerlerin olduğunu
görebiliyordum. Bakarken ileride bir asker gördük. Kendisine seslenerek kim
olduğumuzu söyledik. Askerler kulübeden dısarı çıkmamızı söylediler.
Gitmemizi istedikleri istikamete doğru yürümeye basladık. Musa Oğur'un
"Amca" diye bağırdığını duydum. Ona hemen ulasamadık. Askerler gelene
kadar onun yanına gidemedik. Yaralıydı ve konusamıyordu. Tedavi etmek için
onu size gösterdiğim yerden aldık. Fakat yolda öldüğü için orada bıraktık. Biz
ates etmedik. Musa'ya gelince o da dısarı çıktığında silahsızdı. Araçları
korumak için yakındaki mevzilerde nöbet tutuyoruz. Đlk mevzideki bos
kovanlar iki üç gün öncesine ait. Biz ates ettiğimizde bos kovanları mevzide
bırakmayız. Bugün hiçbirimiz ates etmedik.
Jandarma subayı tarafından sorgulanan baska bir tanık olan Salih Zeyrek
asağıdaki ifadeyi vermistir:
"Ben diğer arkadaslarımla bekçi olarak görevli idim. Bu sabah Musa
Oğur tuvalet ihtiyacını gidermek için dısarıya çıkmıstı. Üzerinde silah yoktu.
Bir müddet sonra silah sesleri duyduk. Musa "Amca" diye bağırdı. Silah sesleri
nedeniyle biz dısarıya çıkamadık. Dısarıya baktığımızda askerleri gördük.
Bunun üzerine, bağırmak suretiyle kendimizi tanıttık. Olay anında kar yağıyordu
ve sis vardı. Daha sonra diğer iki arkadasımla birlikte kulübeden çıkıp
askerlerin yanına gittik. Daha sonra Musa'nın silahla yaralandığını öğrendik.
Yaralı idi ve konusamıyordu. Nefes alısını duyabiliyorduk. Doktora
götürmek için kaldırıp tasıdık. Yolda nefes alması durunca öldüğünü anladık.
Öldüğü yerde bıraktık. Hiçbirimiz ates etmedi."
Tanıklar ve Teknik bilirkisi ile birlikte olay yerinin denetimi yapıldı. Olay
yerinde asağıdaki bulgulara rastladık: Mehmet Zeyrek'in madeni genis bir
bölgeye yayılmıstır; kulübeden bes altı metre uzaklıkta üç adet kepçe ve
buldozer bulunmaktadır; dağ yamacında tastan insa edilmis barakanın araziye
uydurulmus ve gizlenmis kapalı bir baraka olduğu ve içinde bekçilere ait
esyalar ile bir sobanın bulunduğu görüldü. Tanıkların ifadelerine göre ölen
kisinin yaralandığı yer ve silahın atıldığı yer incelendi. Bos mermi
kovanlarının olabileceği muhtemel yerler tarandı fakat bulunamadı. Ölen
kisinin ilk yaralandığı yeri inceledik. Tepeden asağı on-onbes adım yürüdük.
Gösterilen yerde bol miktarda kan lekelerine ve ölen kisiye ait olduğu sanılan
kırmızı bir sarık (basa sarılarak kullanılan) bulduk. Sarık üzerinde kursunun
girdiği ve çıktığı iki delik vardı. Sarığı aldık ve zapta geçirdik. Kulübenin
yakınında bekçilere ait olduğu bildirilen iki ayrı siper vardı. Siperlerde sekiz adet
bos kovan bulduk. Kovanlar alındı ve zapta geçirildi. Teknik bilirkisi: Olay yerini
inceledim ve tanıkları dinledim. Kulübenin, araçların, yaralı adamın ve
siperlerin yerlerini tek tek tesbit edip krokilerini çizdim. Bos kovanları
inceleyerek olay yerinin değisik açılardan fotoğraflarını çektim. Bu krokileri
ve fotoğrafları banyo edildikten sonra size ibraz edeceğim. Bos kovanları
incelediğimde, yeni olmadıklarını fakat iki-üç günlük olabileceklerini
zannediyorum. Bekçilerin, bana verilmis olan ikisi Hoglus marka olan
tüfeklerini incelediğimde barut lekeleri ve kokusuna rastladım. Bununla
birlikte bunun yeni olup olmadığının tesbiti mümkün değildir. Diğer iki
tüfekte yeni barut kokusuna ve barut lekesine rastlanmamıstır. Barakada
bulunan üç tüfek ise zapta geçirilerek inceleme için alınmıstır..."
Kendisine gösterilen tıbbi malzeme konusunda sorgulanan tıbbi uzman
bunların sıyrık ve yaraların tedavisine iliskin olduğunu belirtti.
Tanıklar daha sonra tıbbi malzeme konusunda sorgulandı. Salih Zeyrek
gönüllü olarak asağıdaki bilgileri verdi: Yaklasık on gün önce çalısma
saatlerinde burada düstüm ve parmağımdan yaralandım. Parmağımı tedavi
etmek için bunları getirttim. Bunlar bana aittir. Parmağımdaki yara hafif
olduğu için kendim tedavi ettim. Kendisi daha sonra bize yarasını gösterdi. Sol
elinin yüzük parmağının üst kısmında hafif bir yara olduğunu kaydettik. Adli
tabib ve tıbbi uzman yarayı inceleyerek: "Yaptığım gözlemler tanığın
elindeki yaranın hafif bir enfeksiyona sahip ve tedavi edilmis eski bir yara
olduğu sonucunu vermistir" dedi.
Görgü tanıklarının sorgulanmalarını ve olay yerinin incelenmesini
takiben teknik uzmana fotoğrafları banyo etmesi ve krokilere son seklini
vermesi için on gün süre verildi. Olay yerinde baska yapılacak bir islem
kalmadığı için sorusturmaya son verildi. Daireye dönülmesine karar verilerek
tutulan tutanak 24.12.1990 tarihinde saat 14.15'te birlikte imzalandı.
Aynı gün daha sonra, Cumhuriyet Savcısı, güvenlik güçleri ve köy
korucuları konusunda Mehmet Zeyrek'le görüsmüstür (bkz. yukarıdaki 17.
paragraf).
(e) 25 Aralık 1990 tarihinde Sırnak Cumhuriyet Savcısı Ali Đhsan
Demirel tarafından hazırlanan Musa Oğur'un civarında bulunan esya kayıtları
21. Bu belge "maktülün öldüğü yerde ve yakınında bulunan esyaları
içermektedir": sekiz saçma kovanı ve üzerinde kursunun girdiği ve çıktığı iki
delik bulunan kırmızı beyaz desenli bir kefi.
(f) Sırnak Merkez Jandarma Karakolu Komutanı Aydın Gülsen
tarafından hazırlanan 24 Aralık 1990 tarihinde güvenlik güçleri ile silahlı
çatısma ile ilgili 1 Ocak 1991 tarihli rapor
22. Sırnak Merkez Jandarma Karakolu komutanı olarak görev yapan ve
Cumhuriyet Savcısı tarafından teknik bilirkisi olarak görevlendirilen jandarma
yetkili subayı Aydın Gülsen, olay yerinde yaptığı inceleme sırasındaki
bulgularını asağıdaki sekilde ifade etmistir:
"Güvenlik güçlerinin temin ettiği bilginin doğru olup olmadığını
arastırmak için bölgeye gitmelerinden sonra Mehmet Zeyrek'in kömür
madeninde, PKK terör örgütü üyeleri ile güvenlik güçleri arasında çıkan silahlı
çatısmada yaralanarak ölen Musa Oğur'un ölümüne sebep olan yarasını
inceledim. Kalmakta olduğu barakayı ve etrafını, her ikisi de ayrı ayrı detay ve
genel görünümleriyle olacak sekilde krokilerde isaretledim.
Cumhuriyet Savcısı Ali Đhsan Demirel olay yerini incelemeye gittiğinde,
olay yerinde bulunan delillerin, kan lekelerinin, maktüle ait esyaların ve diğer
bulguların yerlerini göstermek için krokiler hazırladım. Olay yerindeki bu
incelemeler esnasında asağıdaki notları aldım:
1. Silahlı çatısmanın olduğu 24 Aralık 1990 günü saat 6.30'da hava
sisliydi ve kar yağıyordu ve görüs mesafesi yer yer bes metrenin altında idi.
2. Silahlı çatısma Zeyrek'e ait madende çalısan is makinalarını
korumak için görevlendirilen bekçilerin bulunduğu yerde olmustur. Burası iki
duvarı tepeye yaslanmıs, diğer iki duvarı ise tastan yapılarak gizlenmis bir yer
olup, kötü hava sartları nedeniyle farkedilmesi ve kusatılması zor bir yerdi.
Barakadan ates eden ve kaçmaya çabalayan PKK terör örgütü üyeleri ile
güvenlik güçleri arasındaki silahlı çatısma esnasında, Musa Oğur basından
yaralanarak yere düsmüs ve on-oniki metre yerde yuvarlanmıstır. Bir uyarı
verildikten sonra barakadaki diğer kisiler silahsız olarak dısarı çıkarak teslim
olmuslardır.
3. Baraka yakınında, farklı mesafelerdeki muhtelif yerlerde, içlerinde bos
kovanların bulunduğu dört adet mevzi bulunmustur.
4. Bos kovanların bir ile üç günlük oldukları tesbit edildi. Barakada
bulunan silahların incelenmeleriyle bunların kullanılmıs oldukları anlasılmıstır.
5. Musa Oğur, görüs sartlarını farkedilir bir sekilde düsüren kötü
hava kosullarında, güvenlik güçlerinin barakadan yapılan atese karsılık
vermesiyle çapraz ates arasında kalarak yaralanarak ölmüstür.
6. Güvenlik güçleri olay yerine gelerek bos kovanları buldukları mevzileri
incelemislerdir. Bu mevzilerin PKK üyelerinin sığınmak ve silah gizlemek için
kullandıklarının aynısı olduklarını kaydetmislerdir.
7. Barakanın yapılıs tarzı, (güvenlik güçlerine) bunun bir sığınak
olduğu intibasını vermistir; hava sisliydi ve yoğun kar yağısı vardı ve mevziler
arazi boyunca yayılmıslardı; böyle bir durumda av tüfeğinden dahi olsa
yapılan bir atıs güvenlik güçlerini kolaylıkla yanlıs yönlendirebilirdi. Ayrıca
güvenlik güçlerinin, atılan kursunların barakadan mı yoksa PKK üyeleri
tarafından mı atıldığını ayırt etmelerine imkan olmadığı da vurgulanmalıdır.
8. Her iki tarafın olay hakkındaki ifadelerini de göz önünde tutarak,
Musa Oğur'un basından yaralanma sonucu öldüğü, kasten öldürülmediği fakat
çapraz ates arasında kaldığı sonucuna varılmıstır. Bu bilirkisi raporu ile
vardığım sonuç bundan ibarettir."
(g) 3 Ocak 19912 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından hazırlanan dava
dosyasındaki belgelerin listesi
23. Bu liste, Cumhuriyet savcısı 26 Aralık 1990 tarihli karar taslağını
hazırlarken, kullanabileceği belgeleri sıralamaktadır. (bkz. yukarıdaki 12.
Paragraf) Esasen bu, olay yeri inceleme raporu, Musa Oğur'a yapılan otopsi, 24
Aralık 1990 tarihinde delil olarak el konulan tıbbi malzemenin kaydı, 24 Aralık
1990 tarihinde Nazif Zeyrek, Salih Zeyrek ve Salih Oğur tarafından verilen
ifadeler ve 25 Aralık 1990 tarihinde Musa Oğur'un cesedi etrafında bulunan
ve delil olarak alınan esyaların kaydından olusmaktadır.
16 Ocak 1991 tarihinde Sırnak Merkez Jandarma Karakolu komutanı olay
hakkındaki raporunu ve krokisini bilgi için Sırnak Cumhuriyet Savcılığına
göndermistir.
(h) Đnceleme Memuru Celal Uymaz tarafından yapılan incelemeye ait
belgeler
24. 3 Ocak 1991 tarihinde Sırnak Valisi, Jandarma Yarbay Celal
Uymaz'a bir yazı göndererek, 24 Aralık 1990 tarihindeki olayların ön
incelemesini yapmak için inceleme subayı görevine devam etmesi talimatında
bulunmus ve dava dosyasını kendisine göndermistir. 22 Ocak 1991 tarihinde
Vali kendisine birkaç belge daha göndermistir. 30 Nisan 1991 tarihinde Vali
Yardımcısı Yarbay Uymaz'a bir yazı göndererek muamelelerin hızlandırılmasını
talep etmistir. 3 Ağustos 1991 tarihinde, sorusturma subayı tanıklar Salih Zeyrek
ve Salih Oğur'un ifadelerini almıstır. Zeyrek'in tercüman aracılığıyla alınan
ifadesi asağıdadır:
"Ben ve arkadaslarım Zeyrek madeninde bekçilik yapıyorduk. Olay
günü sabahı Musa Oğur tuvalet ihtiyacını gidermek için dısarı çıktı. Ben o
sırada
uyanıktım. Bu nedenle dısarı çıktığını gördüm. Birkaç saniye sonra silah
sesleri duyduk. Korkmustuk ve barakadan hemen dısarı çıkmadık. Dısarı
baktığımızda askerleri gördük. Bağırarak kim olduğumuz söyledik. Hava sisli ve
kar yağıslıydı. Barakadan çıkarak askerlere doğru gittik. Bize Musa'nın
yaralandığını söylediler. Yerde yatıyordu. Konusamıyordu. Yavas nefes
alıyordu. Biz hemen onu doktora götürmek için harekete geçtik fakat Musa
yolda öldü. Savcı ve adli tabib kendisini daha sonra muayene etti. Olay
esnasında hiçbirimiz ates etmedik."
Salih Oğur ifadesinde sunları söyledi:
"... Olay gününde Salih Zeyrek, Musa Oğur (maktül), Nazif Zeyrek ve
ben is makinalarını korumak için madendeydik. Bir barakada uyuduk ve gece
etraftaki siperlerde nöbet tuttuk. Saat 06.30'da uyandık. Benim akrabam olan
Musa Oğur keklik sesi duyduğunu ve dısarı çıkıp bakmak istediğini söyledi.
Biz gitmemesini söyledik. Tuvalet ihtiyacı için dısarı çıkacağını söyledi.
Hemen ardından silah sesleri duyduk. Yağmur yağıyordu ve sis vardı. Hemen
dısarı çıkmadık. Aydınlık olduğu için askerin olabileceğini düsündüm. Dısarı
baktığımda bir asker gördüm. Kendisine bağırarak kim olduğumuzu söyledik.
Askerler barakadan dısarı çıkmamızı söylediler. Dısarı çıktık ve askerlere
doğru yürüdük. O zaman Musa Oğur'un sesini duyduk. "Amca" diye
bağırıyordu. Hemen yanına gidemedik. Askerler yanımıza geldi ve birlikte
ona bakmaya gittik. Yaralanmıstı. Konusamıyordu. Hastaneye götürmek için
onu tasımaya çalıstık fakat yolda öldü. Onu orada bıraktık. Olay esnasında
hiçbirimiz ates etmedik. Musa dısarı çıktığında silahsızdı. Bizim görevimiz
siperlerde nöbet tutmak ve makinaları korumaktı. Đlk mevzide bulunan bos
kovanlar iki gün öncesine aitti. Biz kovanları her zaman düstüğü yerde
bırakırız."
(i) Ağustos 1991'de günü belli olmayan bir tarihte hazırlanan sorusturma
subayının raporu
25. Sorusturma subayı raporunda olayları asağıdaki sekilde tarif etmistir:
"Olayın meydana geldiği bölgede operasyon gerçeklestiren güvenlik
güçleri süpheli davranıslarda bulunan bir kisiyi fark ederek ona doğru uyarı
atısı yapmıslardır.
Tanık ifadeleri:
(a) Salih Oğur: Ben barakadaydım. Silah atısı bitince dısarıya çıktım.
Musa Oğur'un vurulduğunu gördüm. Bundan kısa bir süre sonra da öldü. Kimin
ates ettiğini bilmiyorum.
(b) Salih Zeyrek: Musa Oğur'u kimin vurduğunu bilmiyorum. Olayın
olduğu yerde askerler vardı. Onları tanımıyorum. Kimin ates ettiğini görmedim.
Sorusturma subayı: Musa Oğur'u kimin veya nasıl vurduğu bilinmemektedir.
Sorusturma subayı su sonuca varmıstır: "Musa Oğur'u kimin veya nasıl
vurduğu bilinmediğinden, sorusturma (cezai) açılmamasını teklif ediyorum."
(j) Sırnak Đl Đdare Mecsisinin dava dosyasındaki belgelerin listesi
26. Bu cetvel 15 Ağustos 1991 tarihli dava açılmasına gerek
olmadığına dair kararı alırken Đdare Kurulu tarafından kullanılabilecek
belgelerin listesidir (bkz. yukarıdaki 13. paragraf). Esasen, Cumhuriyet
Savcısının yargı yetkisinin bulunmadığına dair 26 Aralık 1990 tarihli kararı
ve kendi bürosuna ait belgeler hariç olmak üzere (bkz. yukarıdaki 12.
paragraf), kroki, 24 Aralık 1990 tarihli olay raporu (bkz. yukarıdaki 18.
paragraf) ve 1 Ocak 1991 tarihli bilirkisi raporundan (bkz. yukarıdaki 22.
paragraf) olusmaktadır.
2. Sözlü deliller
27. Komisyon'un üç delegesi 4,5 ve 6 Ekim 1995 tarihlerinde Ankara'da
asağıdaki ifadeleri almıslardır.
(a) Ali Đhsan Demirel
28. Bu tanık (1960 doğumlu) 1990 yılında Sırnak Cumhuriyet Savcısı
idi.
24 Aralık 1990 sabahı, bir doktor ve diğer resmi görevlilerle
birlikte olay yerine gitti. Musa Oğur'un ensesinden girerek alnından çıkan bir
kursunla vurulmus olduğunu gördü. Cesedin yanında mermi veya mermi kovanı
bulunamadı.
Musa Oğur'un isvereni olan Mehmet Zeyrek'i ve diğer maden
bekçilerinin ifadelerini aldı. Bekçiler silahlarını kullanmadıklarını söylediler.
29. Bu tanık açısından olaylar su sekilde cereyan etmistir: Arazi dağlık
ve hava sartları kötü (sisli ve kar yağıslı) olduğu için maktülün bulunduğu
barakayı görmek zordu. Birisi güvenlik güçlerine bölgede PKK mensupları
olduğunu söylemisti. Otuz ile elli kisi kadar bir birlik bunları tutuklamak için
bölgeye gitti. Olağan uyarılar yapıldıktan sonra uyarı atısları yapılırken
birisi barakadan çıkarak kaçmaya basladı. Daha sonra olay meydana geldi.
Güvenlik güçleri barakadan asağıda, maktüle otuz-elli metre arasında bir
mesafede olmalıydılar. Güvenlik güçleri barakayı kusatmamıstı. Onlar barakaya
doğru ilerlerken olay meydana geldi.
30. Tanığa göre, olay yerinde tüfekler ve mermiler vardı. Bazı bos
kovanlar yeniydi fakat bunların o gün mü yoksa daha önce mi atıldığı
konusunda kesin bir kanıya varamadı. Silahların balistik incelemeye tabi
tutulması talep edilmedi. Tanık operasyonu yöneten güvenlik güçleri
mensuplarının kimliklerini ve bunlara iliskin delilleri almamıstır. Bunu
yapmaya Đdare Kurulu'nun yetkili olduğu görüsündedir. Đdare Kurulu kararı
hakkında kendisine bilgi verilmemistir.
(b) Mehmet Zeyrek (telefonda alınan ifadesi)
31. Bu tanık (1958 doğumlu) olayın cereyan ettiği madenin sahibidir.
Musa Oğur'u tanıdığını söyledi.
24 Aralık 1990 tarihinde olay yerine giderek Cumhuriyet Savcısı'na
ifadesini vermistir. O zaman verdiği ifadesinin aynen geçerli olduğunu
söylemistir.
Söz konusu tanık, güvenlik güçlerinin bir muhbirden aldıkları bilgi
doğrultusunda hareket ettiklerini belirtmistir. PKK teröristlerinin barakayı
kullandıklarını güvenlik güçlerine bildiren kisilerin isimlerini ifadesinde
belirttiğini iddia etmistir. Bu kisilerin kendi ailesinden kisisel intikam
istekleriyle hareket ettiklerini söylemistir. Amaç güvenlik güçlerini yanlıs
yönlendirerek elli yıldan fazla bir zamandır süregelen kan davasını devam
ettirmekti.
Tanığa göre, bir tüfeğe sahip olan yeğeni Nazif Zeyrek haricindeki
bekçilerin hiçbirisinde silah yoktu. Yeğeni yine de hiç ates etmemisti.
(c) Mehmet Akay
32. Olayın olduğu zamanda bu tanık (1966 doğumlu) askerlik görevini
ifa etmekte olan bir piyade çavusu idi. Sırnak bölgesinde 15 aydır askerliğini
yapmakta idi. Operasyonu gerçeklestiren birliğin bir üyesi olarak bir görgü
tanığıdır ve 24 Aralık 1990 tarihli olay raporunu imzalayan altı kisiden birisidir
(bkz. yukarıdaki 18. paragraf).
33. Adı geçen tanık, Devran köyü yakınlarında teröristlerin bulunduğu
haberini aldıktan sonra, onyedi-onsekiz kisiden olusan birliğinin gece boyunca
barakanın etrafına yerlestiklerini belirtmistir. Birlik, bir tedbir olarak ikiye
ayrılmıstır. Hava sartları (kar) ve karanlık nedeniyle tek görebildikleri seyin
yaklasık ikiyüz metre ilerideki bir ısık olduğunu belirtmistir. Maden bölgesinde
olduklarını bilmemekteydiler. Đki-üç dakika üzerlerine ates edilmistir. Nereden
ates edildiğini bize söyleyememistir. Kalasnikof ve av tüfekleriyle ates
edildiğini hatırlamıstır.
Takım komutanı, piyade Teğmen Đsmail Çağlayan karsılık olarak
uyarı atısı yapmaları için adamlarına emir vermis ve bütün takım bunu yerine
getirmistir. Yaklasık üç-dört seri uyarı atısı yapılmıstır. Bağırmak suretiyle
sözlü uyarı yapılmamıstır. Karsılarında teröristlerin olduklarını
düsünmüslerdir.
Hava aydınlandığında tanık, teğmen ve takımın diğer iki üyesi barakaya
yaklasmıslardır. Terörist olduğunu zannetikleri kisinin yerde ölü olarak yattığını
görmüslerdir. Ceset barakadan onbes-yirmi metre uzakta idi. Yanında silah
yoktu. Sonra telsizden bu kisiye ates eden olup olmadığını sordular ve
kimsenin ates etmediği cevabını aldılar. Barakada üç tüfek, bu tüfeklere ait çok
sayıda fisek, tıbbi malzeme (sargı bezi ve yara bandı) ve erzak (pirinç seker ve
un) bulmuslardır. Tanık bu malzemelerin ve yiyecek stokunun Cudi dağındaki
PKK militanlarının yaptığı gibi fazla miktarda olduğunu (bir aileye iki yıl yetecek
kadar) belirtmistir.
34. Tanığa göre, maktülü, takım üyelerinden hiçbiri vurmus olamazdı.
Bu iddiayı desteklemek için takım üyeleriyle maktül arasındaki mesafeyi
(yaklasık ikiyüz metre), hava sartlarını (kar) ve öldürmek için ates edilmesini
yasaklayan bu tür operasyonlarla ilgili kuralları öne sürmüstür. Takımdan hiç
kimse maktülün bulunduğu yöne ates ettiğini itiraf etmemistir.
Tanık, takımda karanlıkta hareket eden hedefleri görmeleri için gece
görüs tertibatı bulunduğunu belirtmistir.
35. Tanık, orada kömür madeni bulunduğu veya gece bekçilerinin görev
yaptığı konusunda bilgi almadıklarını ifade etmistir. Orada teröristlerin
bulunduğu konusunda onlara bilgi verenlerin, silahlı kuvvetleri suçlamak
isteyenler oldukları sonucunu çıkarmıstır. Ayrıca, Cudi dağlarının PKK'nın en
çok kullandığı uğrak yerlerinden biri olduğunu açıklamıstır.
Maden bekçilerinin barakası ile PKK tarafından sık sık gizlenme amacıyla
kullanılan barakalar arasında fark olmadığı görüsündedir.
Bu tür operasyonlarda görev alan askerlerin kimliklerinin açıklanmasının
hayatlarını tehlikeye sokabileceği görüsünü de eklemistir.
(d) Ahmet Serif Aka
36. Olayın meydana geldiği zamanda bu tanık (1969 doğumlu)
askerliğini yapmakta olan bir onbasıydı. Askerliğinin onüçüncü-ondördüncü
aylarındaydı. Operasyonu gerçeklestiren birliğin bir üyesi olarak bir görgü
tanığıdır ve 24 Aralık 1990 tarihli olay raporunu imzalayan altı kisiden birisidir.
37. Tanık, takımının, aldığı istihbarata dayanarak, gün ağarmadan önce,
bazı PKK üyelerine baskın yapmak için harekata giristiğini belirtmistir.Takım,
muvazzaf subay olan Teğmen Đsmail Çağlayan'ın komutasındaki onsekiz kisiden
olusmaktadır.
Adamlar bir barınaktan ısık geldiğini görmüslerdir. Gün ağarmadan
önce, takım arkadasları birinin barakadan çıkarak kaçtığını görmüslerdir.
Teğmen Çağlayan ona teslim olması için bağırmıstır. Av tüfeği ve kalasnikof
atesi baslamıstır.Tanık, bulunduğu yeri terkederek bir tepeyi tırmanmıs ve
kendini ağaçlık bir alanda bulmustur. Yukarı baktığında kaçmakta olan
adamın kendisine kalasnikof ile ates ettiğini görmüstür.Tanık önce kaçmıs,
toparlandıktan sonra takımdaki yerine geri dönmüstür. Takımın baska bir üyesi
dolu olan silahını kendisine doğrultunca ona indirmesi için bağırmak zorunda
kalmıstır.Silah atısı devam etmistir. Teğmen Çağlayan teröristlerin bulunduğu
yöne doğru tekrar sözlü uyarıda bulunmus ve iki-üç kisi barakadan çıkmıstır.
Teröristlerden biri yaralanmıs ya da ölmüstür. Barakada çok miktarlarda ilaç,
giyim esyası ve buna benzer malzeme bulunmustur.
38. Tanığa göre komutanın emri doğrultusunda sadece takımın bir üyesi
havaya uyarı atısı yapmıstır. Sn. Akay'ın takımın bütün üyelerinin uyarı
atısı yaptığına dair ifadesi hatırlatıldığında ise bunun mümkün olabileceğini
ve tam olarak kimin ates ettiğini bilmediğini söylemistir. Komutanın yüksek
sesle bağırdığını da hatırlayamamıstır.
Birbirlerinden elli metre aralıklarla yerde yatan askerler gibi kendisinin
de uyarı atısı emrini duymadığını belirtmistir. Onsekiz askerden olusan tüm
takım herbiri birbirinden elli metre mesafede olacak sekilde bir çizgi üzerinde
yayılmıslardı. Uyarı atısı yapıldığını en yakındaki arkadası tarafından
kendisine telsizle değil sahsen bildirilmistir. Askerlerle baraka arasındaki
mesafe yaklasık 800 ile 1000 metre arasındaydı.
39. Tanık, maktülün silahlı olup olmadığını hatırlamadığını söylemistir.
Ya barakada ya da maktülün yakınında bir tüfeğin ateslendiğini belli belirsiz
hatırladığını belirtmistir. Barakada baska silahların bulunup bulunmadığı
konusunda ise emin değildir. Olay yerinde kalasnikof bulunmadığını fakat
teröristlerin kaçarken bunları yanlarında götürdüklerini düsünmektedir. Tanık,
kalasnikof sesini tanıyamayacağını, fakat subayların tanıyacağını söylemistir.
Tanık maktülün hangi kursunla vurulduğunu da bilmemektedir. Askerler
tarafından yapılan uyarı atıslarının maktülü vuramayacağı, zira bu atısların
havaya yapıldığını söylemistir. Tanık, izli mermi kullanıldığından bunları
görebildiğini ve nereden atıldığının saptanabildiği için bu atısların barakanın
bulunduğu yerden yapıldığından emin olduğunu söylemistir.
Tanık, ancak hava aydınlandığında fabrikayı gördüğünü ve kömür
madeninde bulunduğunu farkettiğini belirtmistir.
(e) Celal Uymaz
40. Tanık, (1946 doğumlu) olayın olduğu tarihte Sırnak Jandarma
Komutanlığında istihbarat ve kamu güvenliği komutanı olarak görev yapan bir
yarbaydır. Olayın olduğu tarihten yaklasık iki hafta sonra sorusturmayı
yönetmek için vali tarafından sorusturma subayı olarak atandığını belirtmistir.
41. Kendi açısından olayların gelisimi söyledir; Güvenlik güçleri
tarafından yaralı bir PKK teröristinin bölgede saklandığı haberi alınmıstır.
Terörist olduğunu zannettikleri Musa Oğur'un bulunduğu yöne doğru uyarı atısı
yapmıslardır. Güvenlik güçleri daha sonra Sırnak kömür madenlerini korumakla
görevli madende bulunan ellidört güvenlik görevlisi ile birlikte ates
açmıslardır. Bununla birlikte maktülü öldürmek gibi bir niyetleri yoktur,
aksi takdirde birden fazla kursunla vurulmus olması gerekirdi. Amaçları,
kaçmaya çalısan bir süpheliyi tutuklamaktı. Maktülün uyarı atısı ile vurulması
bir kazaydı. Tanığa göre maktülün ensesinden vurulması uyarılara karsı
kaçmaya çalısan birinin vurulmasını göstermektedir. Güvenlik güçleri
barakanın sağına, soluna ve önüne doğru yayılmıslardı.
42. Tanığa göre, söz konusu olayın sartlarında güvenlik güçleri bir
süpheliye en az üç uyarı vermek için emir almıslardı. Sözlü olarak uyarmak
için yüksek sesle bağırmıslar ve durmasını emretmislerdi. Eğer süpheli itaat
etmezse, atesli silah kullanmadan dipçik, süngü veya fiziksel olarak zaptetme
yoluyla etkisiz hale getirilmelidir. Söz konusu olayda süpheli ile güvenlik
güçleri arasında kayda değer bir uzaklık bulunduğundan, güvenlik güçleri onu
durdurmak için havaya ates etmek zorunda kalmıslardır.
Tanık, maktüle durması için ates edildiğini Cumhuriyet savcısının
kaydettiğini doğrulamıstır. Yapılan atısların öldürme amacı tasımadığı seklinde
cevap vermistir.
Olayın meydana geldiği hava sartlarında (kar, sis ve karanlık) gece
görüs techizatı olmadan bir hedefi vurabilmenin teknik olarak imkansız
olduğunu iddia etmistir. Tanık, konuslandırılan piyade birliğinde
karanlıkta görmelerini sağlayacak kızılötesi gözlüklerin bulunduğunu kabul
etmistir. Tanığa göre bunlar hedefin tam yerini görmek için değil araziyi
gözetlemek için kullanılmaktadır.
Tanık, güvenlik güçlerinin, Sırnak kömür madeninde çalısan güvenlik
görevlilerinin ve bekçilerin G3 tüfeklerle donanmıs olduklarını belirtmistir.
Aynı zamanda bu kisilerin av tüfeği kullanma hakları da vardı. Tanığa göre
olay yerinde bulunan av tüfeklerinden hiçbiri ruhsatlı değildi.
43. Tanık, sorusturmayı ön inceleme maksadıyla hazırlanan belgelere
(olay raporu, Cumhuriyet savcısının yetkisizlik kararı, adli tıp raporu vb.)
ve isverenin kimliklerini doğruladığı iki maden bekçisi Salih Zeyrek ve
Salih Oğur'un sözlü ifadelerine dayanarak sürdürmüstür. Tanık olay yerine
gitmemistir.
Operasyonda yeralan güvenlik güçleri görevlilerinin kimliklerinin
belirlenmesine gerek görmediğini belirtmistir. Sayıca çok fazla olmaları ve
buna ek olarak köy korucuları ile Sırnak kömür madeninin ellidört güvenlik
görevlisinin de bulunması nedeniyle tanık bunların hiçbirini sorgulamamıstır.
Olay raporunun operasyonda yeralan takım üyelerinin isim veya numaralarını
içerdiğini doğrulamasına ve bu kisileri jandarma tugayına sorgulamak
maksadıyla çağırabilme imkanı bulunmasına rağmen, olay raporunu imzalayan
bu kisilerle de mülakat yapmaya gerek görmemistir. Operasyonda yeralan
köy korucularının kimliklerini de tesbit etmemistir. Olay raporuna güvenmesi
ve olayın üzerinden iki hafta geçmesi nedeniyle balistik inceleme talep
etmemistir.
Tanık, uyarı atısları yapıldığına dair raporundaki bulguların olay raporuna
dayandığını itiraf etmistir. Olay raporunu imzalayan güvenlik güçlerinin altı
üyesinin görgü tanığı olduklarını doğrulamasına rağmen, onların ates edip
etmediği ispat edilemediğinden, bunlarla mülakat yapmaya gerek görmemistir.
(f) Nurettin Güven
44. Bu tanık, (1952 doğumlu) Aralık 1990'da Siirt'te görev yapmaktaydı.
1991'de Sırnak Vali yardımcısı olarak, 15 Ağustos 1991 tarihinde güvenlik
güçleri üyeleri için dava açılamayacağına karar veren Sırnak Đl Đdare
Kurulu'na Valinin yerine baskanlık etmistir. Kendisi sahsen olay yerine
gitmemistir.
45. Tanık, Memurin Muhakematı Kanununu asağıdaki sekilde
tanımlamıstır. Vali, delilleri toplayarak bulguları Đdare Meclisine sunan bir
sorusturma subayı görevlendirmistir. Olay, Đdare Kurulu üyelerinin, üzerinde
yorum yaptığı bir oturumunda ele alınmıstır. Sorusturma subayı bu oturuma
katılmamıstır. Kovusturma açılıp açılmaması konusundaki karar çoğunluğun
oylarıyla alınmıstır. Bu karar, dosya incelendikten sonra onaylayacak veya
reddedecek olan Yüksek Đdare Mahkemesi'ne sevkedilmistir. Olağanüstü
halin uygulandığı bölgelerde, kamu görevlilerine karsı cezai muameleleri
düzenleyen özel kurallar uygulanmaktadır. Olağanüstü hal, demokratik süreç
içerisinde TBMM'nde çoğunluğun oyuyla ilan edilmistir.
46. Tanık, bu tür operasyonları gerçeklestiren takımların komutanlarının
isimlerini tesbit etmenin mümkün olduğunu itiraf etmistir. Güvenlik güçlerinin
sadece kendilerini korumak için ates ettiklerini de eklemistir.
(g) Cengizhan Uysal
47. Bu tanık (1949 doğumlu) 1991'de Sırnak Halk Sağlık müdürü
olarak görev yapmaktaydı. 15 Ağustos 1991 tarihinde sorusturma
açılamayacağına karar veren Sırnak Đdare Meclisinin bir üyesiydi. Kendisi
sahsen olay yerine gitmemistir.
48. Tanık olayın ayrıntılarını hatırlamamıstır. Kendisi o sıralarda bu tür
olayların sık sık meydana geldiğini ve sorumluların kimliklerini tesbit etmenin
mümkün olmadığı sonucuna varmanın Đl Đdare Kurulu'nun bir uygulaması
olduğunu belirtmistir.
Tanık, Đl Đdare Kurulu'nun kararının, sorusturma subayı (vali tarafından
görevlendirilen) tarafından dosyaya konulan belgelere dayandığını ve kurula
kendi sorusturmasını yürütmek için kesin yetki verilmediğini açıklamıstır.
Sorusturma yapma görev ve yetkisi valiye aittir. Đl Đdare Kurulu üyeleri
hiyerarsik olarak valinin altındadır. Đdare Kurulu üyeleri ayda bir kere toplansa
da, bazen hiç toplanmamıstır.Bu olayda, vali taslak kararı imzalamaları için
üyelere göndermistir. Đdare Kurulu toplandığında, vali veya onun temsilcisi,
kurula baskanlık ederdi. Kurul Sekreteri dosyayı okur. Kurul üyeleri dosyayı
inceleyebilirler. Bunlar daha sonra görüs bildirmeleri ve taslak kararı
imzalamaları için çağırılırlar. Teorik olarak valinin teklif ettiği sonuçlara itiraz
edebilirlerdi. Sonucun doğruluğu konusunda ikna olmamıs olanlar ek
sorusturma yapılmasını talep edebilirler. Fakat sonuçta prosedür valiye olan
güvene dayanmaktaydı. Ya üyeler ikna olup kararı imzalamıstı ya da bunlar
kararı imzalamak isteyenlerle yer değistirmislerdi. Uygulamada, vali
tarafından gönderilen bu sekildeki bir kararın imzalanmaması düsünülemezdi.
49. Tanık, söz konusu olaydaki ortada görülecek dava
bulunmadığına dair kararın resmi bir hüküm olmaktan çok, kamu görevlileri
hakkında cezai islem yapılmaması ve muhtemel sanıkların teshis edilmesi
amacıyla dosyanın savcıya gönderilmemesi için bir karar olduğunu kabul
etmistir. Kendisi davanın sonucundan haberdar edilmemistir.
Tanık aynı zamanda kömür ocaklarında yapılan operasyonlara komuta
eden subayın kimliğinin Jandarma tarafından bilindiğini belirtmistir.
(h) Hakkında Celp Çıkarılan Tanıklar
50. Asağıdaki tanıklar, Komisyon tarafından celp çıkarıldığı halde
durusmaya gelmemislerdir: Basvuran ve maktülün annesi Bn. Sariye Oğur, Sn.
Nazif Zeyrek, Sn. Salih Seyrek ve maden bekçisi Sn. Salih Oğur ve 24 Aralık
1990 tarihindeki operasyonda görev alan diğer güvenlik görevlileri.
II. Đlgili Đç Hukuk
A. Cezai Sorusturma
51. Ceza Kanununda adam öldürmenin (Madde 448-455) ve adam
öldürmeye tesebbüs etmenin (Madde 61-62) her türü suç teskil eder. Yetkili
makamların dikkatine getirilen bu tür suçları olusturabilecek davranıs ve
ihmallere karsı yürütülen bir ön sorusturmayla ilgili olarak yetkili
makamların yükümlülükleri Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu'nun 151-153
Maddelerinde belirtilmistir. Đslenen suçlar, cumhuriyet savcılığına bildirilebildiği
gibi, güvenlik güçleri üyeleri ile yetkililerine de bildirilebilir. Sikayet yazılı ya
da sözlü olarak yapılabilir. Eğer sözlü olarak yapılırsa yetkili makam bunu
kaydetmelidir (Madde 151).
Sayet bir ölümün doğal sebeplerden dolayı olmadığına dair delil
mevcutsa, olaydan haberdar edilen güvenlik güçlerinin cumhuriyet savcısını
veya ceza mahkemesi hakimini haberdar etmesi gerekir (Madde 152). Ceza
Kanununun 235. maddesi gereğince görevinin gereği olarak haberdar olduğu
bir suçu polise veya cumhuriyet savcılığına bildirmeyen bir kamu görevlisi
hapis cezasına maruz kalır.
Bir suçun islendiği yönünde süphe uyandıracak bir durumda ne sekilde
olursa olsun haberdar edilen bir cumhuriyet savcısı sorusturma yapılıp
yapılmamasına karar verebilmek için olayları arastırmakla yükümlüdür (Ceza
Muhakemeleri Usul Kanunu'nun 153. maddesi).
52. Sayet süphelenilen suçlu bir kamu görevlisi ise ve suç, görevi
esnasında meydana gelmisse olayın ön sorusturması, cumhuriyet savcısının
yargı yetkisini sorusturmanın o asamasında kısıtlayan Devlet
Memurlarının Yargılanması Hakkındaki 1914 sayılı Kanun'a göre yapılır. Bu tür
olaylarda ön sorusturmayı yönetmeye ve dava açılıp açılmamasına karar vermeye
valinin baskanlığını yaptığı ilgili yerel Đl Đdare Kurulu (süphelinin durumuna
göre ilçe veya il) yetkilidir. Söz konusu olayda harekatı gerçeklestiren güvenlik
güçleri, valinin komutası altındaydı. Lüzum-u muhakeme kararı verilirse olayı
arastırma yetkisi cumhuriyet savcısına aittir.
Đdare Kurulu'nun verdiği karara karsı, Yüksek Đdare Mahkemesi'ne
basvurulabilir. Sayet men-i muhakeme kararı verilirse, olay re'sen, baska bir
karara gerek kalmaksızın mahkemeye havale edilir.
53. Olağanüstü hal bölge valisinin yetkisini belirleyen 10 Temmuz 1987
tarihli 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4. Maddesinin (i) paragrafı
gereğince, valinin otoritesi altında bulunan güvenlik güçleri üyelerine de 1914
sayılı kanun tatbik olunur (bkz. yukarıda 52. paragraf).
54. Eğer süpheli silahlı kuvvetlerin bir üyesi ise uygulanacak
kanun, suçun niteliği ile belirlenir. Sayet bu suç Askeri Ceza Kanunu (Kanun
no.1632) kapsamındaki bir "askeri suç" ise, cezai prosedür, ilke olarak, Askeri
Mahkemelerin Kurulusu ve Đsleyisi hakkındaki 353 sayılı kanuna göre
düzenlenir. Bir Silahlı kuvvetler mensubu adi bir suçla suçlandığı zaman
genellikle Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur (bkz.
Anayasanın 145/1 Maddesi ve 353 sayılı kanunun 9-14 maddeleri).
Bir silahlı kuvvetler mensubunun, verilen bir emire karsı gelerek baska
birinin hayatını tehlikeye sokması Askeri Ceza Kanununa göre suç teskil eder
(Madde 89). Bu tür olaylarda sivil sikayetçiler sikayetlerini Ceza Muhakemeleri
Usul Kanununda (bkz. yukarıdaki para. 51) belirtilen makamlara ya da
suçlunun amirine yapabilirler.
B. Cezai Suçlardan Doğan Hukuki ve Đdari Yükümlülük
55. Đdare, Yargılama Usulü Hakkındaki 2577 sayılı kanunun 13.
maddesine göre, yetkili makamların sorumlu olduğu bir fiil neticesinde zarara
uğrayan herkes, kisiye verilen zararın sürmesi halinde, iddia edilen davranısın
yapıldığı tarihten itibaren bir yıl içinde tazminat talep edebilir. Eğer talebin
tamamı veya bir kısmı reddedilirse ya da sikayete rağmen altmıs gün içinde
cevap alınamazsa, bu kisi idari dava baslatabilir.
56. Anayasanın 125. Maddesi 1. ve 7. paragrafları asağıdadır:
"Đdarenin her türlü eylem ve islemlerine karsı yargı yolu açıktır.."
...
Đdare kendi eylem ve islemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür."
Sayet belirli bir davanın sartları, Devletin yetkili makamlarına
atfedilebilen bir haksız fiilin varlığına gerek kalmaksızın, kamu düzenini
sürdürme, kamu emniyetini sağlama veya insanların hayatını ya da
mülklerini koruma yükümlülüklerini yerine getiremediğini gösteriyorsa,
faaliyete geçen bu hüküm, Devletin tam sorumluluğunu belirler. Bu nedenle, bu
kurallara göre, kimliği belirlenemeyen kisiler tarafından islenen bir fiilin
sonucu olarak zarara uğramıs herhangi bir kisi tazminat için yetkili makamları
sorumlu tutabilir.
57. 16 Aralık 1990 tarihli 430 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 8. maddesi bu bağlamda asağıdaki hükmü açıkça belirtir:
" Bu Kanun Hükmünde Kararname ile Olağanüstü Hal Bölge Valisi'ne ve
olağanüstü hal bölgesi dahilindeki il valilerine tanınan yetkilerin kullanılması ile
ilgili her türlü karar ve tasarruflarından dolayı bunlar hakkındaki cezai mali veya
hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı
merciine basvurulamaz. Kisilerin sebepsiz uğradıkları zararlardan dolayı
Devletten tazminat talep etme hakları saklıdır. "
Olağanüstü hal hakkındaki 25 Ekim 1983 tarihli 2935 sayılı kanunun 1.
ek maddesi asağıdaki ifadeyi içermektedir:
"... verdiği yetkilerin kullanılmasından dolayı tazminat davaları idare
aleyhine idari yargıda açılır…"
58. Borçlar Kanunu'na göre, yasadısı veya haksız bir fiilin nedeniyle zarar
gören kimse, maddi zarar (Madde 41-46) ve manevi zarar (Madde 47) için dava
açabilir. Ceza Mahkemesinin suçun niteliği hakkındaki bulguları ya da hükmü,
sivil mahkemeleri bağlamaz (Madde 53).
Bununla birlikte, devlet görevlileri hakkındaki 657 sayılı kanunun 13. maddesi
gereğince, kamu hukukuna göre, görev esnasında meydana gelen bir fiilin
sonucu olarak zarar gören kisi, ilke olarak doğrudan devlet memuruna değil,
sadece o kisinin isvereni olan makama karsı dava açabilir (bkz. Anayasanın
129/5 Maddesi ve Borçlar Kanunu'nun 55. ve 100. Maddeleri). Fakat bu kesin
bir kural değildir. Đslenen bir fiilin yasadısı veya haksız olduğu ve idari bir
fiil ya da eylem olmadığı anlasılırsa, hukuk mahkemeleri, memurun isvereni
olarak müsterek sorumluluk esasına göre yetkili makama karsı dava açma
hakkı saklı kalarak, zararlar için ilgili memura karsı bir tazminata izin
verebilirler (Borçlar Kanunu Madde 50).
KOMĐSYON ÖNÜNDEKĐ ĐSLEMLER
59. Basvuran, Komisyon'a 16 Mart 1993 tarihinde basvurmustur.
Basvuran, Sözlesmenin 2. maddesine aykırı olarak, 24 Aralık 1991 tarihinde bir
operasyon sırasında güvenlik güçlerinin oğlunu öldürdüklerini iddia etmistir.
60. Komisyon, basvuruyu (no.21594/93) 30 Ağustos 1994 tarihinde
kabul edilebilir bulmustur. Komisyon, 30 Ekim 1997 tarihli raporunda
(Madde 31), 2. maddenin ihlal edildiği yönündeki görüsünü bire karsı otuziki
oyla kabul etmistir. Raporda yeralan Komisyon görüsünün ve karsı görüslerin
tam metinleri bu karara ek olarak eklenmistir.
MAHKEMEYE SON SUNUSLAR
61. Basvuran görüsünde, Mahkeme'den, 2. maddenin ihlal edildiği ve
kendisine adil bir tazminat verilmesi yönünde talepte bulunmustur.
62. Hükümet görüsünde ise basvuranın iç hukuk yollarını
tüketmediğinin ve 2. maddenin ihlal edilmediğinin Mahkeme tarafından
karara alınmasını talep etmistir.
HUKUKA DAĐR
I. Sözlesmenin 2. Maddesinin Đhlal Edildiği Đddiası
A. Hükümetin Ön Đtirazları
1. Đç hukuk yollarının tüketilmemesi
63. Hükümet, Komisyon önünde olduğu gibi, Mahkeme önünde de
basvuranın Türk hukuku tarafından kendisine tanınan iç hukuk yollarını
tüketmediği görüsünü sürdürmüstür.
Öncelikle, bu davada ele alınan sorusturmanın açılmasına neden olan
sikayetin basvuran tarafından değil de, maktülün isvereni tarafından yapılmıs
olması nedeniyle basvuranın mevcut cezai yolları tükettiği söylenemez.
Basvuranın amacının, maktülün ölümünün bir is kazası sonucu olduğunun
resmi olarak ortaya konması gibi isvereninkinden oldukça farklı bir amacı
olduğu göz önünde tutulursa, isverenin bu davranısıyla basvuranın kullanacağı
bir iç hukuk yolunu denk tutmak zor olacaktır ve bu nedenle mahkeme isvereni
ihmalden veya suç olusturan fiilden sorumlu tutamaz. Basvuranın ilk tepkisi,
avukatı Sn. Kaplan'a 28 Aralık 1990 tarihinde talimat vermesine rağmen,
olaydan üç seneden fazla bir zaman sonra 20 Ocak 1993 (bkz. paragraf 15)
tarihinde Sırnak Đl Đdare Kurulu baskanından bilgi talep etmek olmustur.
Buna ek olarak, Hükümet, basvuranın kendisini Türk hukukunda
özellikle hukuki ve idari konularda mevcut olan diğer çözümlerin dısında
tuttuğunu belirtmistir. Đdari hukukta Hükümet, Anayasanın 125. Maddesi
çerçevesinde, Mahkemeye sundukları ve kendi görüslerine göre hukuk yollarının
etkili olduğunu gösteren içtihatların çokluğuna atıfta bulunmustur. Hükümet,
Mahkeme tarafından verilen Cardot Fransa'ya Karsı (19 Mart 1991, Seri A
no.200), Ahmet Sadık Yunanistan'a Karsı (15 Kasım 1996, Hüküm ve Karar
raporları 1996-V, s.1638) ve Aytekin Türkiye'ye Karsı (23 Eylül 1998 Raporlar
1998-...) kararlarına dayanarak, basvuranın iç hukuk yollarını tüketmediği
için kabul edilemez olduğu görüsünü ileri sürmüstür.
64. Basvuran, oğlunun ölümünden sonra Sırnak Cumhuriyet
savcısından sorusturma açmasını talep ettiğini iddia etmistir. Basvuran sonuç
olarak iç hukuk yollarını tükettiği kanısındadır.
65. Komisyon kabuledilebilirlik kararında basvuranın iç hukuk
yollarının tükeltilmesi gerekliliğini yerine getirdiği görüsünü ifade etmistir.
66. Mahkeme, Yasa Türkiye'ye karsı davasındaki 2 Eylül 1998 tarihli
kararında, basvuranın, bu davada Hükümet tarafından ileri sürülen aynı hukuki ve
idari yollara basvurmasının gerekli olmadığı sonucuna vardığına isaret
etmektedir. (Raporlar 1998-..., s. ..., /75).
Devlet görevlilerinin sorumlu olduğu yasadısı fiiller nedeniyle zarara
uğranılması dolayısıyla açılan davada, davacı, öncelikle, maruz kaldığı haksız fiil
ile zarar arasında nedensel bir illiyet bağı kurmakla beraber, haksız fiili yaptığına
inanılan kisinin kimliğini de tespit etmelidir. Bununla birlikte söz konusu davada
(bkz yukarıdaki 14. paragraf) basvuranın sikayetine konu olan fiillerin failleri
bilinmemektedir (bkz. yukarıda yeralan karar, para.73).
Đkinci olarak, Anayasanın 125. maddesiyle sağlanan idari hukuk
yaptırımıyla ilgili olarak mahkeme, bunun, yasadısı fiillerden sorumlu
görevlilerinin kimliklerinin tespit edilmesini ön sart olarak gerektirmeyen,
devletin tam sorumluluğuna dayalı bir hukuk yolu olduğunu belirtmistir.Bununla
birlikte, taraf devletlerin ölümle sonuçlanan olaylar için Sözlesmenin 2. ve 13.
maddelerine göre yapmakla yükümlü oldukları sorusturmaların sorumluları
tesbit etme ve cezalandırma amacına yönelik olması gerekir (bkz. yukarıdaki
karar para.75). Bu yükümlülük sadece zararların tazmin edilmesiyle yerine
getirilemez. Aksi takdirde, sayet devletin tam sorumluluğuna dayanan bir fiil, 2.
veya 13. Maddeler kapsamındaki sikayetler için tüketilmesi gereken bir iç hukuk
yolu olarak kabuledilecek olursa, devletin ölümle sonuçlanan saldırının
suçlularını arama yükümlülüğü ortadan kalkabilir (bkz. yukarıdaki karar para.
74).
Mahkeme bu davada, yukarıdaki tespitlerinden ayrılmak için sebep
görmemektedir.
67. Bu davadaki olaylarla ilgili olarak, sorusturma ilgili muamelelerin
basvuran tarafından değil, maktülün isvereni tarafından yapılmıs olması
nedeniyle (bkz. yukarıdaki 11. paragraf) Mahkeme, iç hukuk yollarının
tüketilmesi kuralındaki amacın, bu ihlallerin Mahkeme önüne getirilmeden önce
genellikle mahkemeler aracılığıyla taraf devletlere bunların önüne geçmesi ve
düzeltmesi için olanak sağlamak olduğu görüsünü sürdürmüstür (bkz.
Mahkemenin resmi raporlarının 37. paragrafında yayınlanacak olan 21 Ocak
1999 tarihli Fressoz ve Roire Fransaya Karsı kararı). Bu davada sikayetin
maktülün isvereni tarafından yapılmasının basvuran tarafından
yapılmasıyla aynı sonucu olusturduğu, baska bir deyisle cezai sorusturma
baslatıldığı için, mahkeme iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının gereğinin
yerine getirildiği kanısındadır.
2. Estopel
68. Hükümet, basvuranın, davet edildiği halde Ankara'da tanıkların
ifadesini almakla görevli bulunan Komisyon Delegesi önünde hazır bulunmadığı
için kendi iddialarını ileri sürmek hakkından vareste tutulması gerektiğini ileri
sürmüstür.
69. Mahkeme, Hükümet'in Komisyon önünde bu konuyu dile getirmemesi
nedeniyle, bu itirazı Mahkeme önünde de savunamayacağı görüsündedir.
Konunun esasıyla ilgili olarak Mahkeme, ilke olarak bir basvuranın
Sözlesme kurumları önüne bizzat çıkmamıs olması gerçeğinin basvuranın
basvurusunu sürdürmesi sartıyla - ki bu davada bunu açıkça gerçeklestirmistirbasvuranın
daha önce ileri sürdüğü sikayetlerin geçerliliğini etkilemediğini
göz önünde tutar.
70. Sonuç olarak Hükümetin ön itirazı reddedilmelidir.
B. Davanın Esası
71. Basvuran güvenlik güçleri mensuplarının 24 Aralık 1990 tarihinde
yaptıkları bir operasyonda oğlunu öldürdüklerini ve onun ölümüyle ilgili
olarak etkili bir adli sorusturma yapılmadığını iddia etmistir. Basvuran
asağıda yeralan Sözlesmenin 2. Maddesinin ihlal edildiğinden sikayetçi
olmustur
"1. Herkesin yasama hakkı kanunla korunur. Kanunun ölüm cezası ile
cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın
yerine getirilmesi dısında hiç kimse kasten öldürülemez.
2. Öldürme asağıdaki durumlardan birinde kuvvete basvurmanın kesin
zorunluluk haline gelmesi sonucunda meydana gelmisse, bu maddenin ihlali
suretiyle yapılmıs sayılmaz:
a) Bir kimsenin kanundısı siddete karsı korunması;
b) Kanuna uygun olarak tutuklama yapılması veya kanuna uygun olarak
tutuklu bulunan bir kisinin kaçmasının önlenmesi;
c) Ayaklanma veya isyanın, kanuna uygun olarak bastırılması."
72. Komisyon bu iddiayı kabul ederken, Hükümet reddetmistir.
1. Basvuranın oğlunun ölümü
73. Basvuran, oğlu Musa Oğur'un gece bekçilerinin kaldığı barakadan
yalnız basına çıktığında güvenlik güçleri tarafından uyarılmadan atılan bir
kursunla öldüğünü iddia etmistir. Basvurana göre tanıkların ifadeleri,
maktülun PKK üyesi olduğu ve güvenlik güçlerinin, gece bekçilerinin
sığındıkları yerden yapılan saldırıya karsılık vermek zorunda kaldıkları
yönündeki Hükümetin görüsünü inandırıcı olmaktan yoksun bırakmıstır.
74. Komisyon, güvenlik güçlerinin, PKK mensupları, maktül veya
barınakta bulunan diğer sahıslar tarafından yapılan bir saldırıya karsılık
vermek zorunda kalmadıklarının; maktülün kaçmadığının; silah kullanmadan
önce yüksek sesli bir uyarı yapılmadığının; ve Musa Oğur'un güvenlik
güçleri tarafından uyarı atısı niteliğinde olmayan bir atısla ölümcül olarak
yaralandığının doğruluğunun ortaya konduğunu kabul etmistir.
75. Hükümet, güvenlik güçleri mensuplarının esas amaçlarının kendilerine
verilen bilgi ve talimatlar doğrultusunda bir teröristi tutuklamak olduğunu
ileri sürmüstür. Hükümet'e göre güvenlik güçleri, kendilerini ates altında
buldukları için, kaçmakta olan basvuranın oğlunun maalesef yaralanarak
ölmesine neden olan uyarı atısları yapmak zorunda kalmıslardır. Birinin bir uyarı
atısıyla vurulmus olması gerçeği, görüs mesafesinin az olması ve zeminin
çamurlu olmasından dolayı atıs açısının çok dar olması gibi olağanüstü sartların
olaya hakim olmasıyla açıklanmıstır.
Hükümete göre güvenlik güçlerinin kasten öldürmek amacı tasımadığı
hususu kanıtlanmıstır. Güvenlik güçlerinin sayıca fazla olmaları nedeniyle ciddi
bir silahlı çatısmaya rağmen daha büyük olayların meydana gelmesi önlenmis
ve olumsuz hava sartları ile zemine rağmen operasyonun iyi organize edildiği
görülmüstür. Güvenlik güçlerinin güç kullanmalarının gerçekten gerekli
olmadığı konusu tartısma götürmeyecek sekilde ispatlanmamıstır.
Ayrıca, Hükümet, PKK sempatizanı olduğunu belirttikleri Sn. Cengizhan
Uysal (bkz. yukarıdaki paragraf 47) tarafından sunulan ifadenin doğruluğuna
karsı çıkmıstır.
76. Mahkeme, Sözlesmeye Ek 11 No'lu Protokolün 1 Kasım 1998
tarihinde yürürlüğe girmesinden önceki Sözlesme sistemine göre, olayların
kanıtlanması ve doğrulanmasının Komisyona ait bir husus olduğu görüsünü
tekrarlamıstır (bkz. eski maddeler 28/1 ve 31). Mahkeme bu konuda sadece
istisnai durumlarda kendi yetkisini kullanacaktır. Bununla beraber, Komisyonun
olaylarla ilgili tesbitlerine bağlı değildir ve önündeki tüm verilerin ısığında
kendi görüsünü saptamada serbesttir (bkz. yukarıdaki Yasa Türkiye'ye Karsı
kararı s. ..., para.93).
Mahkeme, tarafların sundukları yeni delillerin yokluğunda Komisyon
tarafından toplanan delillere dayanacak edecek fakat bunların önemini ve
etkilerini kendisi değerlendirecektir.
77. Mahkeme ilk olarak, taraflardan hiçbirinin, maktülün güvenlik
güçleri tarafından atılan bir kursunla öldüğüne itiraz etmemis olduğunu göz
önünde tutar. Anlasmazlık, o kursunun bir uyarı atısından mı, yoksa doğrudan
maktüle mi yönelik olduğu ve atısın yapıldığı sartlar ile ilgilidir.
78. Mahkeme, daha sonra, Sözlesmenin 2. Maddesinin 2. paragrafında
tanımlanmıs olan istisnaların, bu hükmün kasıtlı öldürme olaylarını da kapsadığı
görüsünü tekrarlamaktadır. 2.Maddenin metni bir bütün olarak ele alındığında,
2. Paragraf, birini kasten öldürmeye müsade eden durumları değil, istemeyerek
yasamdan mahrumiyetle sonuçlanabilecek "kuvvet kullanımına" izin veren
durumları da tanımlar. Bununla birlikte kuvvet kullanımı, alt paragraflar (a), (b)
veya (c)'de belirtilen amaçlardan birine ulasmak için "kesinlikle gerekli"
olmalıdır.
Bu bağlamda, 2.Maddenin 2. Paragrafındaki "kesinlikle gerekli"
teriminin kullanılması, Sözlesmenin 8-11 Maddelerinin 2. paragrafındaki idari
islemin "demokratik bir toplumda" gerekli olup olmadığına karar
verilirken, gereklilik konusundaki testin daha titiz ve zorlayıcı olması
gerektiğine isaret eder. Özellikle kullanılan kuvvet, alt paragraflar 2(a), (b)
ve (c)'de belirtilen ulasılmak istenen amaçlarla kesinlikle orantılı olmalıdır.
Demokratik bir toplumda bu hükmün önemi dikkate alındığında,
Mahkeme karar verirken, sadece gücü elinde bulunduran devlet görevlilerinin
fillerini değil, aynı zamanda bu fiillerin planlaması ve kontrolü de dahil olmak
üzere, olayı çevreleyen kosulları da dikkate alarak, ölüme neden olan kuvvetin
kullanıldığı durumları dikkate almalıdır. (bkz. 27 Eylül 1995 tarihli McCann ve
Diğerleri Đngiltere'ye Karsı Kararı, Dizi A, no. 324, s. 46, para. 148-50)
79. Bu nedenle Mahkeme, bu basvuruda güvenlik güçleri tarafından
maktüle karsı güç kullanmanın tümüyle gerekli ve bu nedenle 2. maddenin 2.
paragrafıyla belirlenen amaçlardan birisiyle, ki bu olayın sartlarıyla ilgili
olanlar "bir bireyin yasadısı siddetten korunması ve "yasal bir tutuklamanın
gerçeklestirilmesi"dir, orantılı olup olmadığını göz önünde tutmalıdır.
80. Bu bağlamda, Hükümete göre, güvenlik güçlerinin amacının bir
terörist olduğu düsünülen maktülü tutuklamak olduğu hatırlanmalıdır.
Güvenlik güçleri, kaçmaya çalıstığı iddia edilen Musa Oğur'a isabet eden uyarı
atısı ile cevap verdikleri büyük bir silahlı saldırıyla karsı karsıya kalmıslardır.
Kaza, olayların meydana geldiği yerdeki kötü görüs sartları, sis ve meyilli arazi
yapısı ile açıklanmıstır.
81. Komisyon gibi Mahkeme de, sorgulanan bütün tanıklar arasında
sadece güvenlik güçleri mensuplarının silahlı bir saldırıya hedef olduklarını
belirttiklerini ifade etmistir. (bkz. yukarıdaki 33, 37 ve 41. paragraflar). Kabul
edileceği üzere, Sırnak Savcısı tarafından atanan teknik uzman, raporunda,
güvenlik güçleri ile barakadan ates ederek kaçmaya çalısan PKK teröristleri
arasında karsılıklı çatısma yasandığını belirtmis, fakat bu ifadenin dayandırıldığı
olaylardan bahsetmemistir. (bkz. yukarıdaki 22. Paragraf)
Diğer taraftan, Cumhuriyet Savcılığı 26 Aralık 1990 tarihli kararında,
güvenlik güçlerine karsı bir saldırıdan bahsetmemis, Musa Oğur'un barakayı
terkettikten sonra ihtiyacını gidermek için yere çömeldiğinde güvenlik güçlerinin
onun kaçmaya çalıstığını zannederek, ates ederek öldürdüklerini belirtmistir.
(bkz. yukarıdaki 12. Paragraf).
Olaydan hemen önce maktül ile birlikte olan gece bekçilerinin hepsi,
Musa Oğur'un tuvalet ihtiyacını gidermek için yalnız olarak barakadan dısarı
çıktığını söylemisler ve Musa Oğur'un ölümüne neden olan atesten ne önce, ne de
sonra barakada bulunan av tüfeklerini kullanmadıklarını ifade etmislerdir. (bkz.
yukarıdaki 28. paragraf). Bu bağlamda Mahkeme, Sırnak Cumhuriyet Savcısı
tarafından, cesedin bulunduğu yerde mermi veya mermi kovanına rastlanmadığı
(bkz. yukarıdaki 20. Paragraf); hususunun sözlü olarak teyit edildiğini
belirtmistir. (bkz. yukarıdaki 28. Paragraf). Savcı tarafından siperlerde iki veya üç
günlük olan 8 bos kovan bulunmustur.(bkz.yukarıdaki 20. Ve 30. Paragraflar).
Son olarak, söz konusu operasyonda güvenlik güçleri mensuplarından hiçbirinin
yaralanmadığı anlasılmıstır.
Sonuç olarak Mahkeme, olay yerinde güvenlik güçlerinin herhangi bir
silahlı saldırıya maruz kaldıklarını belirleyecek yeterli delil bulunmadığını göz
önünde tutar.
82. Mahkeme, muhakkik olarak Vali tarafından atanmıs olan Jandarma
Yarbay Celal Uymaz'a göre, güvenlik güçleri bu olaydaki gibi benzer sartlar
altında süphelilere bağırmak suretiyle en az üç sözlü uyarı yapılması için talimat
almıslardı. (bkz. yukarıdaki 42. Paragraf) Mahkemeye göre, bu olayda olduğu
gibi karanlıkta ve sis altında engebeli bir arazide bu önlemler özellikle gereklidir.
Sorgulanan tanıklardan birisi, bu olayda sözlü uyarı yapıldığını (bkz.
yukarıdaki 37. Paragraf), bir baskası ise uyarı yapılmadığını ve üçüncü tanık ise
ne olduğunu hatırlayamadığını ifade etmistir. (bkz. yukarıdaki 33. Ve 38.
Paragraflar).
Mahkeme, sonuç olarak güvenlik güçlerinin bu gibi olaylarda gerekli olan
uyarıları yaptıkları konusunda yeterli delil bulunmadığı sonucuna varmıstır.
Tanıklardan birçoğu, basvuranın oğlunun ölümüne bir uyarı atısının neden
olduğunu belirtmisler (bkz. yukarıdaki 29, 33-34, 38 ve 442. Paragraflar) ve
Hükümet görüsünde Musa Oğur kaçmakta olduğu için, merminin ensesine isabet
ettiğini belirtmistir.
83. Mahkeme, uyarı atıs tanımının süphelinin yaralanmaması için, silah ile
hemen hemen dikey olarak havaya yapılan atıslar olduğunu belirtmistir.(bkz.
yukarıdaki 39. Paragraf). Söz konusu olayda görüs sartları zayıf olduğundan,
buna daha fazla gerek vardı. Bundan dolayı tek bir uyarı atısının maktülün
ensesine isabet etmesini tasavvur etmek oldukça zordur. Bu bağlamda, güvenlik
güçleri üyelerinden birisine göre, askerler birbirlerinden elli metre aralıkla
mevzilenmislerdi ve telsiz bağlantıları yoktu. Bu da operasyonun yönetilmesini
ve emirlerin iletilmesini zor bir hale getirmis olmalıydı (bkz.yukarıdaki
38.paragraf).
Mahkeme sonuç olarak, Musa Oğur'un bir uyarı atısı ile ölmüs olduğunu
dikkate almıs olsa bile, söz konusu atısın, maktülün kaçıp kaçmadığına
bakılmaksızın, bunun bağıslanamaz bir dikkatsizlik neticesinde kötü yapılmıs bir
atıs olduğunu göz önünde tutmustur.
84. Özetle, operasyonun planlanmasında ve uygulanmasındaki simdiye
kadar görülen tüm eksiklikler, yasadısı siddetten korunmak veya maktülü
tutuklamak için Musa Oğur'a karsı kuvvet kullanılmasının ne uygun, ne de
kesinlikle gerekli olmadığı sonucuna varmak için yeterlidir. Bu itibarla 2.
Maddenin ihlali söz konusudur.
2. Ulusal Makamlar tarafından yapılan sorusturmalar
85. Basvuran, üstlerine karsı sorumlu olan ve avukat olmayan kisilerden
olusan Đdari Kurulun, Memurin Muhakemat Kanununa dayanarak, 24 Aralık
1990 tarihindeki olayın sorumlularını korumak için her seyi yaptığını belirtmistir.
(bkz yukarıdaki 52. Paragraf) Basvuran görüsünde, bu suçtan sorumlu olanları
korumak için idari makamların harcadığı çabanın açıkca görüldüğünü ifade
etmistir. Bu bağlamda basvuran, operasyonda görev alan güvenlik güçleri (bkz.
yukarıdaki 43. Paragraf) mensuplarının kimliklerinin tesbiti ve sorgulanmasına
gerek olmadığı görüsünde olan muhakkikin ifadesi ve Mehmet Akay'ın askerlerin
kimliklerinin açıklanmasının onların hayatlarını tehlikeye sokacağı seklindeki
ifadesi de dahil olmak üzere birçok tanığın ifadelerine atıfta bulunmustur. (bkz..
yukarıdaki 35.paragraf)
86. Komisyon, basvuranın oğlunun ölümüyle ilgili ulusal düzeyde
yürütülen sorusturmanın bağımsız makamlarca yapılmadığı, eksiksiz olmadığı ve
basvuranların buna dahil edilmediğini göz önünde tutar. Komisyonun görüsü,
devletin "yasam hakkını hukuk yoluyla koruması" yükümlülüğünü yerine
getirmediği yönündedir.
87. Hükümet, Musa Oğur'un ölümü ile ilgili sorusturmanın kosulları
hakkında görüs bildirmemistir.
88. Mahkeme, Sözlesmenin 2. maddesi bağlamındaki yasam hakkını
koruma yükümlülüğü ile 1. Maddesindeki Devletin yargı yetkisi altında olan
herkesin sözlesmede tanımlanmıs olan hak ve özgürlüklerini güvence altına
almak olan esas görevinin, kisilerin kuvvet kullanımı sonucu öldürülmeleri
durumunda, etkili resmi bir sorusturmanın yapılmasının gerekli olduğunu
tekrarlamıstır. Bu sorusturma, sorumluların tesbit edilmesi ve cezalandırılması
yönünde olmalıdır. (bkz. yukarıda söz konusu Yasa Türkiye'ye Karsı davası,
s..…., para.98, ve 28 Ekim 1998 tarihli Assenov Bulgaristan'a Karsı davası,
Raporlar 1998-….,s….,para.102)
89. Mahkeme, Sırnak Cumhuriyet Savcısının, olay yerini incelerken,
sadece maktülün cesedi ile ilgili bulguları not almak, olay yerini incelemek
suretiyle krokisini çizmek, olayları yeniden canlandırmak ve her biri maktülün is
arkadası olan üç gece bekçisini sorgulamakla sınırlı kaldığını gözlemlemistir.
(bkz. yukarıdaki 20. Paragraf)
Savcı, raporunda, silah yarasınının ölümün kesin nedeni olduğu ve
bulgulardan hiçbirinin baska bir sebebe isaret etmemesinden dolayı otopsi
yapılmasına gerek olmadığını özellikle belirtmistir. (bkz. yukarıdaki 20. Paragraf)
Burada belirtilmelidir ki, bu tür bir olayda sayet bir otopsi yapılmıs olsaydı, ates
eden kisinin yaklasık olarak bulunduğu yer ve vurulma anında aralarındaki
mesafe gibi değerli bilgiler sağlanabilecekti.
Aynı rapor sadece sekiz bos kovan, av tüfekleri ve bir miktar barut
bulunduğunu belirtmekle beraber, bu delillerden hiçbiri ayrıntılı bir incelemeye
tabi tutulmamıstır. Raporda, bos kovanlarla ilgili olarak, kovanların iki-üç günlük
oldukları, barutla ilgili olarak ise yeni olup olmadığını anlamanın imkansız
olduğundan baska bir ayrıntıya değinilmemistir. (bkz. yukarıdaki 20. Paragraf).
Yine burada da uygun bir incelemenin yapılmıs olması özellikle de balistik bir
inceleme, bunların tam olarak ne zaman kullanıldıklarını ortaya çıkarabilirdi.
Olay yerinde savcı tarafından sorgulanan tanıkların hepsi gece bekçileriydiler.
Sorusturma sırasında, operasyonda yer alan güvenlik güçleri üyelerinden hiçbirisi
sorgulanmamıstır.
Son olarak, savcının isteği doğrultusunda hazırlanmıs olan uzman raporu
eksik olup bulguların çoğu kanıtlarla desteklenmemistir.
90. Đdari sorusturma makamları tarafından yapılan daha sonraki
sorusturmalar da, yine otopsi ve balistik incelemelerin yapılmamıs ve
operasyonda yeralan güvenlik güçleri üyelerinden hiçbirisinin, isimlerinin
bilinmesine rağmen sorgulanmaması nedeniyle yukarıdaki belirtilen eksikliklere
çözüm getirmekten uzaktır (bkz. yukarıdaki 42.ve 49. Paragraflar). Öldürücü atısı
yapan kisinin kimliğinin belirlenmesi için ciddi bir girisim yapılmamıs olmasına
rağmen tanıklardan birçoğunun ifadeleri atısın güvenlik güçleri tarafından
yapıldığını belirtmistir.
91. Bütün olaylarda, Sözlesmenin 2. Maddesi bağlamında bağımsız bir
sorusturmanın yetkili makamlar tarafından gerçeklestirildiği konusunda ciddi
kuskular ortaya çıkmıstır. Mahkeme valinin atadığı muhakkikin bir jandarma
yarbayı olduğunu ve sorusturmasını yaptığı güvenlik güçlerinin, komuta
zincirinin bir alt halkasını teskil ettiğini not etmistir. Yapılan islemlerin söz
konusu güvenlik güçlerine karsı yapılıp yapılmaması konusunda karar verme
sorumluluğunu tasıyan idari kurul ise, ilçenin kıdemli memurlarından olusur ve
baskanlığını da güvenlik güçlerinin yaptıkları operasyonlardan idari olarak
sorumlu olan vali yapar. Bu bağlamda, Sırnak Đl Đdare Kurulu üyelerinden birinin,
Valiye itiraz etme olasılığının mevcut olmadığına iliskin ifadesi göz önüne
alınmalıdır. Üyeler ya kendisi tarafından hazırlanan kararı imzalarlar, ya da
imzalamaya istekli üyelerle yerlerini değistirirler. (bkz. yukarıdaki 48 paragraf).
92. Son olarak, idari sorusturma boyunca, dava dosyası, maktülün
yakınları tarafından ulasılabilir değildi (bkz. yukarıdaki 15. Paragraf) Yüksek
Đdare Mahkemesi 15 Ağustos 1991 tarihli kararıyla, Đdare Mahkemesi ise 15
Ağustos 1991 tarihli kararıyla bu hususa hükmetmistir. 15 Ağustos 1991 tarihli
kararın basvuranın avukatına tebliğ edilmemis olması nedeniyle, basvuran
Yüksek Đdare Mahkemesi'ne temyiz için basvurma olasılığından mahrum
kalmıstır.
93. Sonuç olarak, bu olaydaki sorusturmalar söz konusu olayların
sorumlularını ortaya çıkaracak ve cezalandıracak kapasitede etkin sorusmalar
olarak algılanamaz. Bu nedenle burada da 2. Maddenin ihlali söz konusudur.
II. Sözlesmenin 41. Maddesinin Uygulanması
94. Basvuran, 41. Maddeye göre adil tazminat talebinde bulunmustur.
41.madde asağıdaki sekildedir:
"Mahkeme, isbu Sözlesme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse
ve ilgili Yüksek Sözlesmeci tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi
edebiliyorsa, Mahkeme gerektiği taktirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar
gören tarafın tatminine hükmeder."
A. Verilen Zarar
95. Gördüğü zararla ilgili olarak basvuran 400.000 Fransız Frangı (FF)
maddi ve 100.000 FF da manevi olmak üzere toplam 500.000 FF tazminat talep
etmistir. Basvuran, gece bekçisi olarak çalısarak ailenin geçimini sağlayan
oğlunun ölümünden beri hiçbir maddi desteği bulunmadığına da isaret etmistir.
96. Hükümet, iç hukuk yolları tüketilmediği veya basvuranın 2. Maddenin
ihlalinin mağduru olmaması nedeniyle tazminatın hak edilmediğini ileri
sürmüstür. Hükümet buna alternatif olarak, basvuranın iddialarının, uygun
görüldüğü takdirde, Türk idare mahkemeleri önüne getirilmesi gerektiğini
belirtmistir. Hükümet'e göre, Mahkeme tazminata karar vermemelidir. Olaylarla
ilgili iddialar bilinçsiz abartılı ve temelsiz olup, maddi ve manevi zararların
değerlendirilmesi ile basvuranın sosyo-ekonomik durumu ve bulunduğu bölge ile
ilgili yeterli ayrıntılardan yoksundur.
97. Komisyon delegesi konuyu Mahkemenin takdirine bırakmayı tercih
etmistir.
98. Mağdurun haklarının ihlal edilmesi nedeniyle, iç hukuk yollarını
tüketmesinin ardından Sözlesme organlarına basvurusunu yaptıktan sonra, adil
tazminat kararını alamadan, ikinci kez kendisinden iç hukuk yollarını
tüketmesinin talep edilmesi halinde, Sözlesmenin islemler için tayin ettiği toplam
sürenin insan haklarının etkin bir sekilde korunması fikri ile bağdasmayacağı
seklinde, daha önceden Mahkeme tarafından alınmıs bir karar mevcuttur. Böyle
bir gereklilik Sözlesmenin amacı ile uygun olmayan bir durum ortaya koyar. (bkz
10 Mart 1972 tarihli de Wilde, Ooms ve Versyp Belçika Kararı (50. Madde ),
Dizi A no. 14, s. 9, para. 16).
Mahkeme, vardığı sonuçların 2. Maddeye uygun olduğunu ve olayların
üzerinden sekiz yıldan daha fazla bir süre geçtiğini de göz önünde tutarak,
basvuranın tazminat talebi hakkında karar verilmesini gerektirdiğini dikkate alır.
Maddi zararla ilgili olarak, dosya, basvuranın oğlunun gece bekçiliğinden
edindiği gelirle, basvurana verdiği maddi desteğin miktarıyla, ailesinin
olusumuyla veya buna bağlı kosullarla ilgili bilgi içermemektedir. Bu nedenle
Mahkeme bu baslık altında talep edilen tazminata hükmedemez. (Tüzük 60-2).
Manevi zararla ilgili olarak, Mahkeme basvuranın 2. Maddenin iki kere
ihlal edilmesiyle süphesiz olarak ciddi biçimde acı çektiğini göz önünde tutar.
Kendisi sadece oğlunu kaybetmekle kalmayıp, sorusturmayı yöneten makamların
dikkatten yoksun oluslarına da çaresizce sahit olmustur. Mahkeme manevi zarar
için adil bir tazminatın 100.000 Fransız Frangı olacağı kanısındadır.
B. Masraf ve Harcamalar
99. Kendisinin ulusal makamlar ve Sözlesme kurumları önündeki
temsil masrafları ve harcamalarıyla ilgili olarak basvuran 240.000 Fransız Frangı
talep etmistir. Bu miktar, basvuranın üç avukat ile temsil edildiği Ankara ve
Strazburg'daki tanık dinleme durusmalarının masraflarını ve Strazburg'dan
gönderilen evrakların tercüme edilmesi gibi önemli masrafları da kapsamaktadır.
100. Hükümet bunun herhangi bir isimli belgeye dayanmayan yüksek bir
miktar olduğu görüsündedir.
101. Komisyon Delegesi bu konuyu Mahkemenin takdirine bırakmayı
tercih etmistir.
102. Mahkeme, avukatın ödeme talebine konu olan hizmetlerin kaç saat
olduğunun basvuran tarafından incelenmediğini de göz önünde tutar. Mahkeme iç
tüzüğünün 60-2 maddesi gereğince bu talebi olduğu sekliyle kabuledemez.
Kararını, adil bir değerlendirme yaparak, masraf ve harcamalara istinaden,
içinden basvurana yasal yardım olarak ödenen 18.830 Fransız Frangı düsülecek
olan 30.000 Fransız Frangına hükmetmistir.
C. Temerrüt Faizi
103. Mahkeme, bu kararın kabul edildiği tarihte Fransa'da uygulanan
yasal faizin (yıllık %3.47) uygun olacağı görüsündedir.
MAHKEME BU NEDENLERDEN DOLAYI;
1. Hükümetin ilk itirazlarını oybirliğiyle reddeder;
2. Basvuranın oğlunun ölümüne neden olan operasyonun planlanması ve
uygulanmasıyla ilgili olarak Sözlesmenin 2.Maddesinin ihlal edildiğine bire
karsı onaltı oyla karar vermistir;
3. Ulusal makamlar tarafından yapılan sorusturmalarla ilgili olarak Sözlesmenin
2. Maddesinin ihlal edildiğine karar vermistir;
1. Bire karsı onaltı oyla,
(a) Davalı devletin basvurana, üç ay içinde, ödemenin yapıldığı tarihteki
kurdan Türk lirasına çevrilmek suretiyle asağıdaki miktarları
ödemesine:
(i) Manevi zararlar için 100.000 (yüzbin) Fransız Frangı;
(ii) Masraf ve harcamalar için, 18.830 (onsekizbinsekizyüzotuz)
düsülmek suretiyle 30.000 (otuzbin) Fransız Frangı ve KDV;
(b) Yukarıda söz konusu üç ayın bitiminden ödeme tarihine kadar geçen
süre için yıllık %3,47 faiz uygulanmasına, karar vermistir.
2. Adil tazminat için yapılan diğer taleplerin reddedilmesine bire karsı
onaltı oyla karar vermistir.
Đngilizce ve Fransızca olarak hazırlanmıs ve 20 Mayıs 1999 tarihinde
Strazburg'daki
Đnsan Hakları Binasındaki halka açık durusmada tefhim edilmistir.
Paul MAHONEY Luzius
WILDHABER
Sekreter Yardımcısı
Baskan
Sözlesmenin 45. Maddesinin 2. Paragrafına ve Mahkeme Đçtüzüğünün 74.
Maddesinin 2. Paragrafına uygun olarak asağıdaki görüsler bu karara ek olarak
sunulmustur:
(a) Sn. Bonello'nun kısmi muhalefet serhi;
(b) Sn. Gölcüklü'nün kısmi muhalefet serhi.
L.W. P.M.
HAKĐM BONELLO'NUN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
Bu dava ile ilgili olarak Mahkeme, Türk yetkililerin basvuranın oğlunun
ölümüne neden olacak sekilde tedbir almamıs olması ve güvenlik güçleri
tarafından ciddi bir sorusturma yürütmemesi gibi birçok sebeple yasama hakkının
ihlal edildiğini tespit etmistir.
Mahkeme, maktülün annesine manevi zarar için tazminata hükmetmis,
fakat, su sebeplerle maddi tazminat verilmesini uygun görmemistir: "Maddi zarar
ile ilgili olarak, dosya, basvuranın oğlunun gece bekçisi olarak gelirinin ne kadar
olduğu, annesine sağladığı maddi destek, ailesinin kaç kisiden olustuğu ve diğer
ilgili sartlar hakkında bilgi içermemektedir." Bu nedenle Mahkeme, bu baslık
altında tazminata hükmedemez. (Đçtüzük 60/2)
Bu durumu son derece rahatsız edici buluyorum. Bu devlet terörü ile ilgili
sasırtıcı bir davadır. Bir sorusturma yapıldığı izlenimi verilerek, olayın örtbas
edildiği pervasızca islenen bir cinayettir. Çoğunluk, bu rezalete, bence beceriksiz
bir sekilde riayet edilen kanunlara sığınarak tepki göstermistir.
Basvuranın oğlu öldürüldüğünde 30 yasında idi ve bir madende gece
bekçisi olarak çalısıyordu. Hükümet'in itiraz etmediği bir ifadeye göre "ailesi
onun kazandığı para ile geçiniyordu…". Basvurana ( annesi) Sosyal Güvenlik
Fonu'nda tazminat ödenmemisti (ölümünden sonra)…". Maktülün annesi
maddi tazminat için, 500,000 Fransız Frangı talep etmistir. Fakat, hiç para
alamamıstır.
Basvuranın, Mahkeme Đçtüzüğü'nün 60. Maddesinin 2. Paragrafının
gerektirdiği sekilde "destekleyici belgeler ve deliller ile birlikte yapılan bütün
talepleri detayları ile" sunmadığı tartısmasızdır. Fakat, bu sartlar altında, bu
durumun basvuranın talebinin tamamıyla red edilmesine yol açabileceğine
inanmıyorum.
Öncelikle, Tüzüğün söz konusu maddesi, basvuranın iddialarını
destekleyecek belge ve delil sunmaması halinde, Mahkeme'nin "talebi kısmen
veya tamamen reddedebileceğini" ortaya koymaktadır. Bu durum Mahkeme'nin
talebi kabul edip etmeme konusunda tam bir takdir yetkisine sahip olduğunu
açıkça ortaya koymaktadır. Bu sok edici davada Đnsan Hakları Mahkemesi takdir
yetkisini kullanmıstır. Bu yetkiyi, insan haklarını ihlal edenin lehine ve bu ihlalin
kurbanı durumunda olan kisinin aleyhine kullanmıstır.
Đkinci olarak, aynı madde, Mahkeme'yi islemlerin herhangi bir
asamasında "adil bir tazminat talebi hakkında tarafları yorum yapmaya davet
etme konusunda yetkili kılar. " Đnanıyorum ki maddi zarar ile ilgili olarak ,
Mahkeme, maddi zarar ile ilgili talep konusunda sunulan belgelerde eksiklik
olduğunu fark ettiğinde basvuranı talebi ile ilgili detayları sunmaya davet
etmeliydi.
Mahkeme'nin tazminat kararını esas konusundaki karardan sonraki bir
asamaya bıraktığı ilk defa olmamıstır. Tarihinde birçok kez Mahkeme, mağdurun
uğradığı zarar ile ilgili olarak dosyanın yetersiz bilgi içerdiği görüsünde
olduğunda, ya 50. Maddenin (Simdiki 41. Madde) uygulanması konusunun "karar
için hazır olmadığı " seklinde bir bulgu tespit etmis ya da "adil bazda" zararları
değerlendirmeye devam etmistir. Mahkeme bu sekilde karar aldığı birçok örneği
takip edebilirdi, fakat, bu sekilde davranmamıstır.
Gerçekte, çoğunluğun, basvuranın maddi tazminat talebi ile ilgili olarak,
adil bazda değerlendirme yapabilecek durumda olduğuna inanıyorum.
Mahkemeler iki seye dayanarak tespitte bulunurlar: kanıtlar ve tahminler. Bu
davada, Mahkeme, kanıtların yokluğunda, maktülün en azından güneydoğuda
geçerli asgari ücret kadar geliri olduğunu göz önünde bulundurabilirdi.
Bu çoğunluğa karsı bariz olan güvenilir ve makul bir tahmindi, aksini
ispat etmek Hükümet'in isidir. Kararın aksine, kayıtlar, maktülün ailesinin "onun
kazandığı parayla geçindiğini " göstermektedir. Basvuranın oğlunun ölümünden
önce kazandığı asgari ücret Mahkeme tarafından hesaba katılarak zararlar adil
bazda hesaplanmıs olsaydı zarar hiçbir sekilde söz konusu olmayacaktı.
Geçen yıl, iddia edilen maddi zarar konusunda basvuranların delil
sunmadığı bir davada Mahkeme, bu davada olduğundan çok daha farklı bir tutum
izlemistir : Mahkeme, maddi tazminat olarak belirlenen meblağın "esitlik
ilkesine" dayandığını belirtmistir. Mahkeme sunları ifade etmistir:
"Basvuranlar kaybettikleri mallarının miktarı ve değeri ile ilgili taleplerini
belgelerle veya diğer kanıtlarla desteklemedikleri için, Mahkeme meblağı
belirlerken iyi bir değerlendirme yapmalı ve esitlik temeline dayanmalıdır".
Mahkeme, basvuranlara yaklasık olarak 40,000 Đngiliz Sterlini verilmesini
uygun görmüstür.
Mahkeme'nin simdi neden içtihatlarında ortaya konulanların tersini
yaptığını ve "esitlik kurallarının" neden bazılarını desteklediğini, bazılarını ise
neden desteklemediğini anlayamıyorum.
Mahkeme, ne de olsa, basvuranın maddi zarar talebini doğrulayacak
verilerin yokluğunda, maddi zararlar hakkında esit bazda yaptığı kendi
değerlendirmesine tekrar tekrar basvurmustur. Son davalardan birinde, bir
mimar, idari islemlerin uzun sürmesinin mesleki anlamda sahip olduğu söhrete
zarar verdiğini ve bunun sonucunda da müsterilerini kaybettiğini belirtmistir.
Bayan Oğur gibi o da kanıtlamadığı halde, maddi tazminat talebinde
bulunmustur. Aynı sekilde, Bayan Oğur'un durumunda olduğu gibi, talebini
destekleyememistir. Fakat, Bayan Oğur'un aksine kendisine "esit bazda "
tazminat verilmesine hükmedilmistir. Çoğunluğun, yasam hakkının kaybının,
müsterilerin kaybından daha az üzüntü verici olduğu seklinde bir görüs
benimsediğini düsünmek istemiyorum.
Bu davada yasama hakkını koruma altına almakla sorumlu olan Devlet,
küçük bir araba fiatı kadar ödeme yaparak genç bir insanın hayatını kayıtsız bir
sekilde gözden çıkarmıstır-cinayet için neredeyse eğlence vergisi için ödenen
miktar kadar ödeme yapılmıstır. Strazburg'da insan hayatı ucuz, adam öldürmek
ise büyük bir pazarlık gibi görünüyor.
AD HOC HAKĐM GÖLCÜKLÜ'NÜN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
(Çeviri)
Basvuranın oğlunun ölümü hakkındaki ulusal düzeyde yürütülen
sorusturmanın yetersizliği ile ilgili olarak, Mahkeme üyelerinin çoğunluğunun
bulgularını ve görüslerini kabul ediyorum.
Fakat, basvuranın oğlu Musa Oğur'un ölümü hakkındaki özel sartlar ile ilgili
çoğunluğun görüsünü paylasamadığım için, ya da Komisyon tarafından tespit
edilen ve değerlendirilen olaylar hakkında varmıs oldukları sonuçlara
katılamayacağım için üzgünüm. Komisyon'un olaylarla ilgili tespitlerini
benimsemesine rağmen, bunları farklı sekilde yorumlayabilir ve Komisyon'un
varmıs olduğu sonuçtan farklı bir sonuca varabilirdi. Komisyon'un " …
yukarıdaki bulgular ile ilgili olarak, (bkz. para. 177, 114 .. basvuranın oğlunun
ölümünü çevreleyen sartlar açık olmaktan çok uzaktır " (Komisyon
Raporu'nun 146. Paragrafı) seklindeki görüsü en basta benimsemis olduğunu
belirtmek zorundayım. Bu ifade gözönüne alındığında, " Musa Oğur'a karsı
kuvvet kullanılmasının denk olmadığı ve kisiyi yasadısı siddete karsı korumak ya
da kurbanı tutuklamak için gerekli olmadığı" sonucuna varmasının nasıl mümkün
olduğunu anlamakta zorluk çekiyorum. (Kararın 84. Paragrafı)? Benim görüsüme
göre, Musa Oğur'a karsı "kuvvet kullanılması" söz konusu değildir; PKK'nın
büyüdüğü bir bölgede, PKK teröristlerine karsı güvenlik güçlerinin bir operasyon
düzenlemesi kesinlikle gereklidir ve mesrudur; terörizm onbinlerce masum
insanın hayatını kaybetmesine neden olmustur. Musa Oğur'un ölümünü
çevreleyen olaylar bu yüzden olayların evveliyatı ve güneydoğudaki özel durum
dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
Mahkeme, McCann ve Diğerleri Đngiltere'ye Karsı Kararı'nda su karara
varmıstır: ".. Devletin Sözlesme'nin 2. Paragrafının 2. Maddesi ile ortaya konan
amaçlardan birini takip etmesi için Devlet görevlilerinin kuvvet kullanmasının
birtakım iyi nedenlerle o zaman için geçerli olduğuna inanılan ve bu temellere
dayandırılan madde ile savunulabileceğine karar vermistir, fakat daha sonra
yanıldığı ortaya çıkmaktadır. Aksi sekilde karar vermek, Devletin ve kanunları
uygulayan personelin üzerinde görevini ifa ederken yük olusturur. Belki de kendi
hayatlarının veya baskalarının hayatlarının tehlikeye girmesine neden olur.
Yetkililerin davanın sartları ile ilgili olarak ikilem ile karsı karsıya
kalmaları, askerlerin davranısları bu maddenin ihlal edildiğini ortaya koymaz."
(27 Eylül 1995 tarihli karar, Dizi A, No. 324, s. 58, para. 200). Mutatis mutandis,
bu görüsler bu dava ile ilgilidir ve geçerlidir. Tarafların tartıstığı olaylar hesaba
katılmasa bile, coğrafi sartlar ve hava sartları - eğimli kaygan zemin, safak
zamanında etrafın tam aydınlanmamıs olması, yoğun sis, kar fırtınası, vb. - zaten
yüksek risk tasıyan operasyonu daha da karmasık hale getirdiği tartısmasızdır.
Cudi Dağlarının PKK üyelerinin uğrak yeri olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır. (bkz. kararın 33,35,75, 80, 82 ve 85. Paragrafları) Özetle,
Mahkeme, iddia edilen olayların meydana geldiği özel sartları ve Komisyon
arastırmasının da itiraz etmediği ulusal sorusturmanın bulgularını da yeterli
derecede dikkate almamıstır
Her halu karda, Komisyon'un arastırması basvuran tarafın davetine
rağmen görgü tanıkları durusmada hazır bulunmadıkları için, beklenen sonuçları
veremez Basvuran islemlerin hiçbir asamasında Komisyon önünde ve ulusal
otoriteler önünde hazır bulunmamıstır. (Komisyon Raporu, para. 87)
Davadaki önemli bir son nokta da söyledir: Avukat tarafından temsil
edilmesine rağmen, basvuran kendisi dava boyunca aktif olmamıs, beklemeyi
tercih etmis ve sahsi tesebbüste bulunmamıstır. Bu noktada, basvuranın
muameleler sırasında orada bulunmasına rağmen, Mahkeme'nin iç hukuk
yollarını tüketmeyen tarafa ceza verdiği 23 Eylül 1998 tarihli Aytekin Türkiye
Kararı'nı hatırlatmıstır. Aytekin Kararı'nda iç hukuk yollarının tüketilmediği
sonucuna varan Mahkeme, Oğur Davası'nda da, basvuran tarafın bu iç hukuk
yollarını tüketmek için çaba harcamamıs olması nedeniyle daha ısrarcı
davranabilirdi.
Bu sebeple, gerçeklerin ısığında, kuvvet kullanmanın 2. Maddenin anlamı
dahilinde gerekli olmadığı, takip edilen amaca orantılı olmadığı ve bir ihlalin söz
konusu olduğu sonucuna varmanın mümkün olmadığı görüsündeyim.
Sözlesmenin 41. Maddesinin uygulanması ile ilgili olarak, Mahkeme,
manevi tazminat için 100,000 Fransız Frangına hükmetmistir. Benzer davalarda
Mahkeme, (eski), 2. Maddenin ihlal edildiğini tespit ettiğinde, manevi tazminat
baslığı altında hükmedilen meblağ, yasama standartları Türk Lirasının satın alma
gücü göz önüne alınarak esit bazda 50.000 ve 60.000 Fransız Frangı arasında idi.
Mahkeme, örneğin, Yasa Türkiye Kararı'nda (2 Eylül 1998) 2,000 Đngiliz
Sterlini'ne; Güleç Türkiye Kararı'nda (27 Temmuz 1998) 50,000 Fransız
Frangına; Ergi Türkiye Kararı'nda (28 Temmuz 1998) 6,000 Đngiliz Sterlini'ne
hükmetmistir.