BASKAYA VE OKÇUOĞLU/Türkiye Davası
(23536/94 ve 24408/94)
Strazburg
8 Temmuz 1999
USULĐ ĐSLEMLER
1. Dava, Sözlesme’nin 32 madde 1. fıkra ve 47. maddesinde öngörülen üç
aylık süre içinde, 17 Mart 1998 tarihinde Avrupa Đnsan Hakları Komisyonu
(“Komisyon”) tarafından Sözlesmenin[1] 19. maddesi uyarınca Mahkememize
sunulmustur. Türk vatandasları olan Sn. Fikret Baskaya ve Sn. Mehmet Selim
Okçuoğlu tarafından sırasıyla 22 Subat ve 9 Haziran 1994 tarihlerinde eski Madde
25 kapsamında Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Komisyon’a sunulmus olan
basvurulara (No. 23536/94 ve 24408/94) dayanmaktadır.
Komisyonun talebi Sözlesme’nin eski 44. ve 48. Maddelerine ve Türkiye
tarafından mahkemenin zorunlu yetkisinin tanındığı bildirgeye (Eski 46. Madde)
dayanmaktadır. Talebin amacı, dava esaslarının, davalı Devlet tarafından
Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrası ve 10. Maddesi kapsamındaki
yükümlülüklerin ihlalini ortaya koyup koymadığına iliskin bir kararın verilmesidir.
2. Mahkeme’nin Eski A[2] Đçtüzüğünün 33. Maddesinin 3. Fıkrasının (d) bendi
uyarınca yapılmıs olan sorusturmaya cevaben basvuranlar, adli takibata katılmak
istediklerini belirtmis ve kendilerini temsil etmek üzere bir avukat tayin etmislerdir
(Đçtüzük 30. madde).
3. 11 nolu Protokolün yürürlüğe girmesinden önce meydana gelebilecek usul
hususlarına iliskin islemleri yürütmek üzere kurulmus olan (Sözlesme’nin 43.
Maddesi ve eski Đçtüzük 21. madde) Dairenin Baskanı sıfatıyla, Türkiye
Cumhuriyeti (“Hükümet”) Temsilcisi, basvuranların avukatları, Sn. A. Erdoğan ve
Sn. E. E. Keskin, ve Komisyon Delegesinden takibatın organizasyonu hakkındaki
görüslerini bildirmelerini istemistir (Eski Đçtüzüğün 37. Madde 1 fıkrası ve 38.
Maddesi). Bunun sonucunda gönderilen talebe iliskin olarak Sekreter, basvuranların
ve Hükümetin görüslerini 14 Ekim 1998 tarihinde almıstır. 6 Aralık 1998 ile 5 Mart
1999 tarihleri arasında basvuranlar ve Hükümet, basvuranların adil tazmin
taleplerine iliskin ek görüslerini sunmuslardır. Basvuranların avukatlarına baskan
tarafından mahkeme huzurundaki yazılı prosedürde Türkçe dilini kullanma izni
verilmistir.
4. 11 Nolu Protokolün 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra ve
anılan Protokolün 5. Maddesinin 5. Fıkrası uyarınca dava Büyük Daireye
sunulmustur.
* Dısisleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî Đsler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmis olup,
gayrıresmî tercümedir.
22 Ekim 1998 tarihinde Sn. Wildhaber adaletin doğru sekilde tecelli edebilmesi
için, mevcut dava ile Türkiye aleyhinde diğer on iki dava olan: Karatas - Türkiye
(Basvuru no. 23168/94); Arslan - Türkiye (no. 23462/94); Polat - Türkiye (no.
23500/94); Ceylan - Türkiye (no. 23556/94); Okçuoğlu - Türkiye (no. 24246/94);
Gerger - Türkiye (no. 24919/94); Erdoğdu ve Đnce - Türkiye (no. 25067/94 ve
25068/94); Sürek - Türkiye no. 1 (no. 26682/95); Sürek ve Özdemir - Türkiye
(no. 23927/94 ve 24277/94); Sürek - Türkiye no. 2 (no. 24122/94);
Sürek - Türkiye no. 3 (no. 24735/94) ve Sürek - Türkiye no. 4 (no. 24762/94)
davalarına bakmak üzere tek bir Büyük Daire teskil edilmesine karar vermistir.
5. Bu amaca yönelik olarak olusturulan Heyet, Türkiye adına re’sen seçilen Sn. R.
Türmen (Sözlesmenin 27. Maddesinin 2. Fıkrası ve Mahkeme Đçtüzüğünün 24. Maddesinin
4. Fıkrası), Mahkeme Baskanı Sn. Wildhaber, Mahkeme Baskan Yardımcısı Sn. E. Palm ve
Bölümlerin Baskan Yardımcıları Sn. J.-P. Costa ve Sn. M. Fischbach (Sözlesmenin 27.
Maddesinin 3. Fıkrası ve Đçtüzüğün 24. Maddesinin 3 ve 5 (a) Fıkrası) katılımı ile
olusmustur. Heyetin tamamlanması için atanan diğer üyeler: Sn. A. Pastor Ridruejo, Sn. G.
Bonello, Sn. J. Makarczyk, Sn. P. Kuris, Sn. F. Tulkens, Sn. V. Straznicka, Sn. V.
Butkevych, Sn. J. Casadevall, Sn. H.S. Greve, Sn. A. B. Baka, Sn. R. Maruste ve Sn. S.
Botoucharova (Đçtüzüğün 24. Maddesinin 3. Fıkrası ve 100. Maddesinin 4. fıkrası).
19 Kasım 1998 tarihinde Sn. Wildhaber Đçtüzüğün 28. Maddesinin 4. Fıkrası uyarınca
Heyet tarafından verilen Oğur - Türkiye kararı ile ilgili olarak davadan çekilen Sn. Türmen’i
durusmaya katılmaktan muaf tutmustur. 16 Aralık 1998 tarihinde Hükümet ad hoc hakim
olarak Sn. F. Gölcüklü’nün atandığını Sekreterya’ya bildirmistir (29. Maddenin 1. Fıkrası).
Ardından davanın ileri asamalarına katılamayacak olan Sn. Botoucharova’nın yerine
Sn. K. Traja atanmıstır (Đçtüzüğün 24. Maddesinin 5. Fıkrasının (b) bendi).
6. Mahkeme’nin daveti üzerine (Đçtüzük 99. madde) Komisyon, heyet nezdindeki
takibata katılmak üzere üyelerinden biri olan Sn. D. Svaby’yi atamıstır.
7. 7 Ocak 1999 tarihinde Hükümet’in Ajan Yardımcısı Sn. D. Akçay,
Komisyon Delegesi ve basvuran temsilcileri Sn. A Erdoğan ve Sn. E. E. Keskin’e
danısılmasından sonra, Sözlesme’nin 38. Maddesinin 1 (a) Fıkrası uyarınca
görevlerinin ifasının bir durusma yapılmasını gerektirmediği kanaatine vararak
(Đçtüzük Madde 59, Fıkra 2) Heyet davanın durusmasız görülmesini
kararlastırmıstır.
8. 22 Ocak 1999 tarihinde, rapor sunan Hakimin talebi üzerine birinci basvuran
tarafından bazı dokümanlar sunulmustur (Đçtüzük Madde 49, fıkra 2 (a).
DAVA ESASLARI
I. DAVA ĐLE ĐLGĐLĐ OLAYLAR
A. Basvuranlar
9. Basvuranlar, Sn. Fikret Baskaya ve Mehemet Selim Okçuoğlu, Türk
vatandaslarıdır. Birinci anılan basvuran 1940 doğumlu olup, Ankara’da
yasamaktadır. Kendisi iktisat ve gazetecilik profesörüdür. Đkinci anılan basvuran
1964 doğumlu olup, Istanbul’da yasamaktadır. Kendisi Doz Basin Yayin Ltd. Sti
yayınevinin sahibidir.
B. Dava Konusu Makaleler
10. 1991 yılı Nisan ayında Doz Basin Yayin Ltd. Sti birinci basvuran tarafından
yazılmıs olan ve “Batılılasma, Çağdaslasma, Kalkınma - Paradigmanın Đflası /
Resmi Đdeolojinin Elestirisine Giris” baslığını tasıyan bir kitap yayınlamıstır.
Kitap 219 sayfadan olusmakta ve 370 referans içermektedir ve 1920’lerden bu
yana Türkiye’nin sosyo-ekonomik evrimini ve Devletin “resmi ideolojisinin” bir
analizini ve elestirilerini ele almaktadır. Đçindekiler bölümünde listelenen baslıklara
göre, yazar asağıdaki konuları ele almıstır: Entelektüeller ve Resmi Đdeoloji; Ulusal
Mücadelenin Özellikleri; Ulusal Mücadelenin Ulusal Özelliği Hususu; Comintern ve
Ulusal Mücadelenin Emperyalizm Karsıtı olup olmadığı; Mustafa Kemal ve
Tarihteki Rolü; Kemalist Rejimin Özellikleri; bir Orijinal Bonapartçılık Sekli;
Üretici Güçler ve Đktisadi Politikalar; Bonapartçı Rejim ve Kapital Birikimi;
Sınıfsız, Đmtiyazsız bir Halkçı Diktatörlük; Yeni Sömürgecilik Döneminde Sosyo-
Ekonomik Olusumun Evrimi; Seksenler: Satelitizasyon Sürecinin Kuvvetlenmesi;
Paradigmanın Çöküsü ve Đktisat Bilimi: Mevcut Eğilimleri Mesrulastırma Araçları.
11. Kitabın dava konusu bölümü asağıdaki paragrafları içermektedir:
“Kürt meselesi, Milli Mücadelenin [Türk Ulusal Kurtulus Savası
(1991-1922)] ve Türk sosyal olusumunun evrimine iliskin analizde önemli bir rol
oynamaktadır. Kürt sorunu ve Kürdistan’ın sömürgelestirilmesi gerçekten de çok
önemlidir ve bu nedenle bir baska kitabın konusunu teskil etmektedir. Ayrıca, sorun
sadece Türkiye ile de iliskili değildir. Bölgede bulunan dört devletin (Türkiye, Iran,
Irak, Suriye) yerel politikalarının olusumu (siyasi rejimlerin türü) ile birlikte bu dört
komsu Devlet arasındaki iliskilerin “özgün” niteliği bunu, karmasık bir husus haline
getirmektedir.
Kısıtlı da olsa, bu kitap planı ve kapsamı dahilinde sorunu ele almak
istememizin iki nedeni mevcuttur. Bunlar, resmi ideolojinin mantıksızlığı ve Milli
Mücadelenin gerçek özelliğinin ortaya konmasıdır. Bir baska deyisle, Kurtulus
Savası olarak sunulan seyin gerçekte bir “Kurtulus Hareketi” olup olmadığını
tartısmak [istemekteyiz]. Süphesiz ki, Kürdistan’ın (Sovyetler Birliği sınırları
içindeki küçük alanın göz ardı edilmesi halinde) dört farklı Devletin sınırları
dahilinde olması, emperyalistlere bu Dört Devlet üzerinde çok kolay “kontrol”
sağlamaktadır. Kürt sorunu, bölgedeki emperyalist statükonun korunması açısından
önemli olmasına rağmen, sorunun bu açıdan analizine burada girilmeyecektir [
sayfa 51]
...
Diğer yandan, Cumhuriyetin kurulusundan bu yana [1923] takip
edilmekte olan ırkçı inkar politikası, Türkiye’deki ırkçı hareketin gelisiminde önemli
bir etkeni teskil etmistir. Kürt Ulusunun “varolmadığı varsayımının” resmi
ideolojinin önemli bir unsurunu teskil etmesine rağmen bu, aynı zamanda söz
konusu ideolojinin en zayıf noktasını da teskil etmektedir. Var olan bir ulusun “akıl
ile yok edilmesi” mümkün değildir ve insanların saçma ve asılsız süphelerine
rağmen tarafsız gerçeklik varlığını sürdürmektedir. Tabi ki bu, saçma ve asılsız
süphelerin herhangi bir etkisi olmadığı anlamına gelmemektedir! Bunlardan
faydalananlar, bürokratik, akademik kariyerler, yüksek maaslar elde eden ve siyasi
arenanın basamaklarında yükselenler hiç bir zaman eksik olmamıstır... [sayfa 52]
...
Sömürgelerdeki doğrudan siyasi-askeri-polis kontrolünün kaldırılması
ile sömürgeciliğin sona ereceğine inanılmaktaydı. Ancak günümüzde, üçüncü
dünyanın [doğal] kaynakları, sömürge dönemindekinden çok daha yüksek
hacimlerde emperyalist ülkelere tasınmaktadır. Bu nedenle, Türk Devleti ile
Kürdistan’a arasındaki iliski bir emperyalizmi bitiren sınıftan değildir. Ayrıca
siyasi, askeri, kültürel, ideolojik baskıyı içeren bir durumdan da bahsedilebilir. Bu
nedenle, doğrudan bir sömürge durumu yürürlüktedir.” [sayfa 59]
12. Kitabın 3 Mayıs 1991 tarihinde yayınlanmasının yargı mercilerine
sunulduğu görülmektedir.
C. Basvurana karsı yapılan ilk takibat asaması
13. 2 Ağustos 1991 tarihinde Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet Savcısı, söz konusu kitabın içeriğini dikkate alarak basvuran aleyhinde
bir iddianame hazırlamıstır. Kitabın yazarı sıfatıyla birinci basvuran, Terörle
Mücadele Yasasının (“1991 Yasası”) 8 (1) Maddesi uyarınca Devletin bölünmez
bütünlüğü aleyhinde propaganda yapmaktan suçlanmıstır. Đkinci basvuran ise
yayıncı sirketin sahibi olarak, 1991 Yasasının 8 (2) maddesi uyarınca suçlanmıstır.
Đddianamede, kitabın yukarıdaki 11. paragrafta belirtilen bölümlerinden alıntılar
yapmıstır.
14. Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yapılan takibatta basvuranlar suçlamaları
reddetmis ve beraatlarını talep etmislerdir.
Birinci basvuran, kitabının bir propaganda olarak kabul edilemeyecek bir
akademik çalısma olduğunu savunmustur. Bir profesör olarak arastırma yapma ve
sonuçlarını yayınlama görevinde olduğunu ve “gerçeklerin resmi seklini” kabul
etmeye zorlanamayacağını belirtmistir. Kitabı mahkemeler tarafından değil ancak
akademisyenler tarafından muhakeme edilebilecektir. Bir sahsın görüslerini ifade
etmesi nedeniyle yargılanması ve mahkum edilmesine izin verilmemelidir.
Đkinci basvuran da, kitabın sadece bir bölümünden yapılan alıntılar ile
tamamına iliskin bir değerlendirme yapılmasının mümkün olmayacağını öne
sürmüstür. 1991 Yasasının 8. Maddesinin Türk Anayasası ve Türkiye’nin
uluslararası yükümlülüklerine aykırı olduğunu iddia etmistir. Türkiye’de bir “Kürt
sorunu” vardır ve bu soruna iliskin yorumlar yapılması ve görüslerin belirtilmesi bir
suç olusturamaz.
15. 18 Mart 1992 tarihli bir nihai görüslerinde Cumhuriyet Savcısı birinci
basvuranın 1991 Yasasının 8 (1) Maddesi ve ikinci basvuranın ise 8 (2) Maddesi
uyarınca mahkum edilmesi ile birlikte kitabın tüm baskılarının toplatılması talebinde
bulunmustur. Cumhuriyet Savcısı suç tarihini 3 Mayıs 1991 olarak tespit etmistir.
16. 14 Ekim 1992 tarihinde Mahkeme tarafından basvuranların beraatına karar
verilmistir. Kitabın bir bütün olarak, propaganda unsuru tasımayan bir akademik
çalısma olduğu sonucuna varmıstır.
17. Karar Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmistir. Kitabın, Türk
topraklarının belli bir bölümünün “Kürdistan”a ait olduğu ve bunun Türkler
tarafından istila edilerek sömürge haline getirildiği iddiasını içerdiğini öne
sürmüstür. Kitabın gerçekte Devletin bölünmez bütünlüğüne karsı propaganda
yaptığı sonucuna ulasarak, kararın iptali isteminde bulunmustur.
18. 4 Subat 1993 tarihinde Yargıtay davaya bakan mahkemenin kararını iptal
ederek, davayı görülmek üzere mahkemesine geri göndermistir. Asağıdaki
gerekçeleri göstermistir:
“Kitabın 51’den 69’a kadar olan sayfalarındaki yazılarda [ ... ]
Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilindeki bir bölgenin, Kürt ulusuna ait olan
Kürdistan’ın bir parçası olduğu ve anılan toprakların Türkler tarafından istila
edildiği ve sömürge durumuna tabi tutulduğu belirtilmistir. Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi, elestiri sınırlarını asan ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bölünmez
bütünlüğü aleyhinde propaganda yapılmasına tekabül eden bu [yukarıdaki] ifadeyi
dikkate almaksızın sanıkları [her ikisini] “suçsuz” bulmustur.
Karar ... kanunlara aykırı olup, bu nedenle Cumhuriyet Savcısı
tarafından gösterilen temyiz gerekçeleri onanmıstır. Bu sebeple, oybirliği ile kararın
iptaline karar verilmistir.
D. Basvuranlar aleyhindeki takibatın ikinci asaması
19. 5 Ağustos 1993 tarihli kararında, Đstanbul Devlet güvenlik Mahkemesi
basvuranları söz konusu suçlamalardan suçlu bulmustur. Birinci basvuranı iki yıl
hapis cezası ve 50,000,000 Türk Lirası (TL) para cezasına ve ikinci basvuranı altı ay
hapis ve 50,000,000 TL para cezasına çarptırmıstır. Basvuranların yargılama
sırasındaki iyi halini de göz önüne alarak mahkeme birinci basvuranın cezasını bir
yıl sekiz ay hapis ve 41,666,666 TL para cezasına ve ikinci basvuranın cezasını bes
ay hapis ve 41,666,666 TL para cezasına indirmistir. Diğer yandan Mahkeme
Cumhuriyet Savcısının kitabın toplatılması istemini reddetmistir.
Mahkumiyetlerin desteklenmesi için, Mahkeme asağıdaki gerekçeleri öne
sürmüstür:
“Suç konusu kitabın incelenmesi üzerine;
51 ve 59. sayfalarda “Kürt meselesi, Milli Mücadelenin [Türk Ulusal
Kurtulus Savası (1991-1922)] ve Türk sosyal olusumunun evrimine iliskin analizde
önemli bir rol oynamaktadır. Kürt sorunu ve Kürdistan’ın sömürgelestirilmesi
gerçekten de çok önemlidir ve bu nedenle bir baska kitabın konusunu teskil
etmektedir. Ayrıca, sorun sadece Türkiye ile de iliskili değildir. Bölgede bulunan
dört devletin (Türkiye, Iran, Irak, Suriye) yerel politikalarının olusumu ...”, Kurtulus
Savası olarak sunulan seyin gerçekte bir “Kurtulus Hareketi” olup olmadığını
tartısmak. Süphesiz ki, Kürdistan’ın (Sovyetler Birliği sınırları içindeki küçük
alanın göz ardı edilmesi halinde) dört farklı Devletin sınırları dahilinde olması,
emperyalistlere bu Dört Devlet üzerinde çok kolay “kontrol” sağlamaktadır...”,
52. sayfada “Diğer yandan, Cumhuriyet’in kurulusundan bu yana
[1923] takip edilmekte olan ırkçı inkar politikası, Türkiye’deki ırkçı hareketin
gelisiminde önemli bir etkeni teskil etmistir... Var olan bir ulusun “akıl ile yok
edilmesi” mümkün değildir...”,
ve 59. sayfada “Türk Devleti ile Kürdistan arasındaki iliski bir
emperyalizmi bitiren sınıftan değildir. Ayrıca siyasi, askeri, kültürel, ideolojik
baskıyı içeren bir durumdan da bahsedilebilir. Bu nedenle, doğudan bir sömürge
durumu yürürlüktedir.”
ifadeleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin belli bir bölümünün Kürdistan
olarak tanımlandığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu bölgeyi sömürge olarak
yönettiğinin ilan edildiği ve böylece toprakları ve ulusu ile bölünmezliğine zarar
vermeye yönelik
propaganda yapmayı hedeflediği anlasılmıstır. Bu sebeple, sanığın kanıtlanan
eylemlerinin tabi olduğu 3713 Sayılı kanun hükümleri kapsamında asağıdaki
mahkumiyete karar verilmistir.
20. Basvuranlar kararı Yargıtay’da temyiz etmis ve bunun üzerine dava
durusmalı olarak görülmüstür. Basvuranlar Devlet Güvenlik Mahkemesi nezdinde
yapmıs oldukları savunmayı yinelerken, son anılan mahkemenin kitabı bir bütün
olarak ele almadığını ve kararını sadece bir bölümün değerlendirilmesi üzerine tesis
ettiğini vurgulamıstır. Birinci basvuran, 1991 Yasasının 8. Maddesinin Türk
Anayasası ve Sözlesmeye aykırı olduğunu ve bu hüküm uyarınca yargılanarak
mahkum edilemeyeceğini iddia etmistir. Ayrıca, 1991 Yasasının ilgili
hükümlerindeki yeterli açıklığın bulunmadığına iliskin önceki iddialarına da atıfta
bulunmustur. Đkinci basvuran, Madde 8 (2)’de sadece bir para cezasının öngörülmüs
olduğu gerekçesiyle mahkumiyetinin kanunlara aykırı olduğunu ileri sürmüstür.
21. 22 Aralık 1993 tarihinde tebliğ edilen, 16 Aralık 1993 tarihli kararıyla
Yargıtay tarafından Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin esasları onanmıs ve
temyiz talepleri reddedilmistir.
E. Müteakip gelismeler
22. 18 Mart 1994 tarihi itibarıyla birinci basvuran, Devlet Memurları
Kanununun (367 Sayılı Kanun) 98. Maddesinin 2. Fıkrası uyarınca Ankara
Üniversitesi’ndeki öğretim görevlisi görevinden atılmıstır. Đlgili karar, 1991 Yasası
kapsamındaki mahkumiyeti ile 20 ay hapis cezasına çarptırılmasına atıfta
bulunmustur.
23. 3 Ekim 1997 tarihinde Devlet Güvenlik Mahkemesi, söz konusu kitabın
altıncı baskısının toplatılması emrine iliskin savcılık istemini kabul etmistir.
24. Basvuranlar mahkumiyetlerini hapiste geçirmis ve para cezalarını
ödemistir. 27 Ekim 1995 tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile 1991 Yasasının
değistirilmesinden sonra, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi ikinci basvuranın
davasını yeniden incelemistir. 19 Nisan 1996 tarihinde, cezasının tamamlanmıs
olduğu gerekçesiyle Mahkeme, anılan değisikliklerin davada uygulanamayacağı
kararına varmıstır.
II. ĐLGĐLĐ ĐÇ HUKUK
A. Ceza Kanunu
1.Ceza Kanunu (765 Sayılı Kanun)
25. Ceza Kanununun ilgili maddeleri su sekildedir:
2. Madde, 2. Fıkra
“Bir cürüm veya kabahatin islendiği zamanın kanunu ile sonradan nesir
olunan kanunun hükümleri birbirinden farklı ise failin lehinde olan kanun tatbik ve
infaz olunur.”
36. Madde, 1. Fıkra
“Mahkumiyet halinde cürüm veya kabahatte kullanılan veya
kullanılmak üzere hazırlanan esya mahkemece zabıt ve müsadere olunur …”
2. Basın Kanunu ( 15 Temmuz 1950 Tarih ve 5680 Sayılı Kanun)
26. 1950 Tarihli Basın Kanunu’nun ilgili hükümleri söyledir:
3. Madde
“Gazetelere, haber ajansları nesriyatına ve belli aralıklarla
yayınlanan diğer bütün basılmıs eserlere bu Kanunda "mevkute" denir.
Basılmıs eserlerin herkesin görebileceği veya girebileceği
yerlerde gösterilmesi veya asılması veya dağıtılması veya dinletilmesi veya satılması
veya satısa arzı ‘nesir’ sayılır.
Fiilin ayrıca suç teskil etmesi hali müstesna olmak üzere, basın suçu
nesir ile vücut bulur.”
3. Terörle Mücadele Kanunu (12 Nisan 1991 Tarih ve 3713 Sayılı
Kanun)[3]
27. 1991 Tarihli Terörle Mücadele Kanunu’nun ilgili hükümleri su sekildedir:
8. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değistirilmeden önceki hali)
"[1] Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve
yürüyüs kullanılan yöntem veya amaca bakılmaksızın, yapılamaz. Yapanlar
hakkında iki yıldan bes yıla kadar hapis ve elli milyon liradan yüz milyon liraya
kadar ağır para cezası hükmolunur.
[2] Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun 5680 sayılı Basın
Kanununun 3’ üncü maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtası ile islenmesi halinde,
ayrıca sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay ortalama satıs
miktarının veya suçun mevkuteler haricinde basılı malzemeleri içermesi veya
mevkutenin yeni açılmıs olması durumunda en büyük tiraja sahip olan günlük
gazetenin bir önceki ay ortalama satıs miktarının[4] yüzde doksanı kadar ağır para
cezası verilir. Ancak, bu para cezaları yüz milyon liradan az olamaz. Bu
mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek para cezasının yarısı
uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası hükmolunur”
8. Madde
(27 Ekim 1995 tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değisik)
“[1] Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve
yürüyüs yapılamaz. Yapanlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yüz milyon
liradan üç yüz milyon liraya kadar ağır para cezası hükmolunur. Bu suçun
mükerreren islenmesi halinde, verilecek cezalar paraya çevrilemez.
[2] Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun 5680 sayılı Basın
Kanununun 3 üncü maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtası ile islenmesi halinde,
ayrıca sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay ortalama satıs
miktarının yüzde doksanı kadar ağır para cezası verilir. Ancak, bu para cezaları yüz
milyon liradan az olamaz. Bu mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine
verilecek para cezasının yarısı uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası
hükmolunur.
[3] Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun ikinci fıkrada yazılı
mevkuteler dısında basılı eser ve sair kitle iletisim araçları ile islenmesi halinde,
sorumluları ve ayrıca kitle iletisim araçları sahipleri hakkında altı aydan iki yıla
kadar hapis, yüz milyon liradan üç yüz milyon liraya kadar ağır para cezası
hükmolunur…
…”
Hükümet 8. Maddenin uygulanmasına iliskin içtihatları sunmus olup, bunlara
iliskin ayrıntılar isbu karar ile aynı tarihli olan sürek (No. 1) kararının 29.
paragrafında sunulmustur.
13. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değistirilmeden önceki hali)
“Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı verilen cezalar, para
cezasına veya tedbirlerden birine çevrilemez ve ertelenemez.”
13. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değisik)
“Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı verilen cezalar, para
cezasına veya tedbirlerden birine çevrilemez ve ertelenemez.
Ancak bu madde hükmü, 8’inci madde uyarınca verilen mahkumiyet
kararları için uygulanmaz.”
B. Devlet Güvenlik Mahkemeleri
28. Devlet Güvenlik Mahkemesinin kurulus ve usullerine iliskin ilgili yerel
kanunun özeti, isbu karar ile aynı tarihte verilmis olan Sürek – Türkiye (No. 1)
kararının 32-36. paragraflarında sunulmustur.
KOMĐSYON HUZURUNDA YAPILAN TAKĐBAT
29. Sn. Baskaya ve Sn. Okçuoğlu sırasıyla 22 Subat ve 9 Haziran 1994
tarihlerinde Komisyon’a basvurmustur. Her iki basvuran, suçlanan kitabın
yayınlanması gerekçesiyle mahkumiyetlerinin Sözlesme’nin 9. Madde (düsünce ve
vicdan özgürlüğü hakkı) ve 10. Madde (ifade özgürlüğü hakkı) hükümlerinin ihlal
edildiğini iddia etmislerdir. Basvuranlar ayrıca, 7. Madde (geriye dönük
cezalandırma yasağı) ve 6. Madde 1. fıkra (bağımsız ve tarafsız bir mahkemede
yargılanma hakkı) hükümlerine iliskin ihlallerden de sikayetçi olmuslardır. Birinci
basvuran, takibatın adil olmaması nedeniyle bu hüküm ile 6. Madde 2. Fıkra (suçu
sabit görülene kadar masum sayılma hakkı) hükmünün de ihlal edildiğini iddia
etmistir. Ek olarak ikinci basvuran, mahkumiyetinin 10. Madde bağlamında 14.
Maddenin (ayrım yasağı) de ihlalini içerdiğini iddia etmistir.
30. Komisyon basvuruları (no. 23536/94 ve 24408/94) sırasıyla 2 Eylül ve 14
Ekim 1996 tarihlerinde kabul edilebilir ilan etmistir. 13 Ocak 1998 tarihli raporunda
(eski 31. Madde) Komisyon, (oybirliği ile) basvuranların mahkumiyetlerinin 10.
Madde ve (31 oya karsı 1 oy ile) davalarının bağımsız ve tarafsız bir mahkemede
görülmemesi nedeniyle 6. Madde 1. fıkra hükümlerinin ihlalini teskil ettiği seklinde
görüs bildirmistir. Ayrıca komisyon 7. Madde ihlalinin birinci basvuran açısından
mevcut olmadığı (31 oya karsı 1 oy), ancak ikinci basvuran açısından mevcut
olduğu (oybirliğiyle) sonucuna ulasmıstır. 6. Madde kapsamında yapılan diğer
sikayetlerin incelenmesine yer olmadığına ve 10. madde bağlamında 14. Madde
kapsamındaki ikinci basvuranın sikayetinin ayrı bir husus teskil etmediği sonucuna
varmıstır.
Komisyonun görüsü ile rapor içinde bulunan bir muhalif görüsün tam metni bu
kararın ekinde sunulmustur1.
MAHKEMEYE YAPILAN NĐHAĐ SUNUMLAR
31. Basvuranlar, Mahkemeden sunmus oldukları görüslerinde muhatap
Devletin Sözlesmenin 6. Maddenin 1. fıkrası ile 7, 9 ve 10. Madde kapsamındaki
yükümlülüklerini ihlal ettiğine karar verilmesini talep etmistir. Birinci basvuran
ayrıca Mahkeme’den 3. ve 14 maddenin de ihlal edilmis olduğu kararının verilmesi
isteminde bulunmustur. Her iki basvuran kendilerine 41. madde kapsamında adil
tazminin tahsis edilmesini Mahkeme’den istemislerdir.
Hükümet kendi adına Mahkeme’den basvuranların sikayetlerini reddetmesini
istemistir.
HUKUK AÇISINDAN
I. MAHKEME NEZDĐNDEKĐ DAVA KAPSAMI
32. Birinci basvuran Mahkeme’ye verdiği dilekçesinde, kanaatine göre
hapishaneden yedi ay geç tahliye edildiği gerekçesi ile Sözlesme’nin 3. Maddesi
(asağılayıcı ceza yasağı) ve 14. Maddesinin (ayrım gözetme yasağı) ihlal edildiğini
iddia etmistir.
33. Ancak, bu yeni sikayetler davanın kabulüne iliskin Komisyon kararı
kapsamında değildir. Mahkeme’nin bu nedenle anılan taleplere bakma yetkisi
bulunmamaktadır (bakınız örneğin, 27 Kasım 1992 tarihli Olsson – Đsveç kararı (no.
2), A serisi, 250, s. 30-31, 75. madde).
II. SÖZLESME’NĐN 7. MADDESĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ
ĐDDĐASI
34. Sn. Baskaya ve Sn. Okçuoğlu, 1991 tarihli Terörle Mücadele Yasasının 8.
bölümünün sırasıyla 1 ve 2. fıkraları uyarınca mahkum edilmelerinin ve hüküm
giymelerinin, asağıdaki hükümleri içeren Sözlesme’nin 7. maddesini ihlal ettiğini
iddia etmislerdir:
1. Hiç kimse islendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre bir
suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum edilemez. Yine hiç kimseye,
suçun islendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
2. Bu madde, islendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan genel
hukuk ilkelerine göre suç sayılan bir fiil veya ihmalden suçlanan bir kimsenin
yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir.
Basvuru sahipleri, sözkonusu kitabın tamamen bir akademik arastırma
olduğundan dolayı uygulanmıs olan önlemlerin kanun dısı olduğunu iddia
etmislerdir. 1991 Yasasının 8. bölümündeki hükümlerin açık olmaması ve “Devletin
bölünmez bütünlüğüne karsı propaganda yapılması” terimindeki belirsizlik
sebebiyle ilgili tarihte anılan yayının bir suç olarak öngörülmesinin mümkün
olmadığını savunmuslardır. Basvuru sahipleri ayrıca yargılamanın birinci
asamasında Devlet Güvenlik Mahkemesinin, kitabın herhangi bir propaganda unsuru
içermeyen bir akademik çalısma olduğu gerekçesi ile kendilerine beraat kararı
verdiğini belirtmislerdir.
35. Hükümet anılan iddialara itiraz etmistir. Komisyon birinci basvuran
açısından 7. Maddenin ihlal edilmediğini ancak ikinci basvuran tarafından bir ihlalin
söz konusu olduğuna iliskin görüs bildirmistir.
36. Mahkeme, emsal kararına göre 7. Maddenin bir suçun ancak kanun
tarafından tanımlanıp, cezanın öngörebileceği (nullum crimen, nulla poena sine
lege) ilkesini ve ceza kanunun bir analoji ile kapsamlı sekilde sanığın aleyhine
yorumlanmaması ilkesini içerdiğini hatırlatmaktadır. Bu ilkelerden, suç ve ilgili
yaptırımın kanunlarda açık sekilde tanımlanması gerektiği sonucuna varmaktadır.
Bireyin ilgili hükmün metninin ve gerektiğinde mahkemelerin yorumunun yardımı
ile kendisinin suçtan sorumlu olmasına neden olabilecek hareket ve ihmallerinin
bilinir hale getirilmesi ile bu sart karsılanmaktadır.
“Hukuk”tan bahsederken 7. Madde, Sözlesmenin aynı terimin kullanıldığı
baska yerlerinde gönderme yaptığı aynı kavramı ima etmektedir ki, bu kamu hukuku
ile birlikte içtihat kararlarını de içerir ve basta erisim ve öngörülebilir olmak üzere
nitel gerekleri ima etmektedir (bakınız 15.11.1996 tarihli Cantoni – Fransa kararı,
1998-V Raporları, No. 20, ss. Madde 29; 22 Kasım 1995 tarihli S.W. ve C.R. –
Birlesik Kraliyet kararı, A Serisi, sırasıyla no. 335-B ve 335-C, ss. 41-42, 35.
Madde, ve ss. 68-69, 33. Madde).
37. Birinci basvuran açısından Komisyon bölüm 8 (1)’in, gerektiğinde uygun
yasal tavsiye sonrasında, konuya iliskin hareketlerini düzenlemesi açısından yeterli
ölçüde açık olduğunu ve böylece öngörülebilirlik sartının yerine getirilmis olduğu
kanaatındadır.
38. Đkinci basvuran açısından, Komisyon’un, mahkumiyetin “nullum crimen
sine lege” ilkesine uygunluğu konusunda süpheleri mevcuttur. Đlgili tarihte
yürürlükte olan haliyle bölüm 8 (2) süreli yayınlar dısındaki yayınlara bir gönderme
yapmasına rağmen, bu hükmün “propaganda suçunun” Basın Kanununun 3. bölümü
anlamında süreli yayınların yayınlanması ile isleneceğine iliskin bir genel hipotez
içeriyor gibi görünmektedir.
Ayrıca, Komisyon bölüm 8 (2)’de ikinci basvuranın hapis cezasına
çarptırılmasına iliskin bir dayanak bulunmadığı ve dolayısıyla “nulla poena sine
lege” ilkesinin bu davada ihlal edildiği görüsündedir.
39. Mahkeme, sözkonusu alanda kesin bir hassasiyet ile kanunların
çerçevelenmesinin zor olabileceğini ve bir yayının Devletin bölünmez bütünlüğüne
karsı bölücü propaganda olup olmadığının ulusal mahkemelerce değerlendirilmesi
için belli ölçüde bir esnekliğin gerekli olabileceğini kabul etmektedir.
Ancak, net sekilde tasarlanmıs bir yasa hükmünde zorunlu bir adli yorumlama
unsuru mevcuttur. Her zaman süpheli noktaların açıklığa kavusturulması ve değisen
sartlara göre uyarlama yapılması gerekli olacaktır.
Basvuru sahipleri tarafından iddia edilenin aksine, 8. bölüm Devlet güvenlik
Mahkemesine suçun kapsamının yorumlanması için asırı kapsamlı bir insiyatif
vermemistir. Bölüm 8’in birinci alt bölümünde suçun bir tanımı mevcut olup,
cezaların öngörüldüğü ikinci alt bölüm suç kapsamında olan yayınların türleri ve
bunlardan kimlerin sorumlu olabileceğine iliskin göstergeler sunmustur.
Komisyon’un görüsünün aksine, Mahkeme yayınların ilgili tarihte açık sekilde
“süreli yayınlar dısındaki baskıları” da belirten bu hüküm kapsamına girdiği
konusunda herhangi bir süphenin mevcut olmadığı görüsündedir.
Ayrıca, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 8. bölüme iliskin yorum ve
uygulamalarının istinaf Mahkemesinde bir temyiz konusu teskil ettiği de dikkate
alınmalıdır. Gerçekte, Devlet güvenlik Mahkemesi’nde basvuru sahiplerinin
beraatından sonra ilk davalarda dayanak teskil eden ve basvuru sahiplerinin
mahkumiyetine yol açan Đstinaf Mahkemesi’nin yorumu olmustur.
40. Mahkeme’nin kanaatine göre, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından
ikinci dava serisinde basvuru sahiplerinin mahkumiyetine yol açan ve Đstinaf
Mahkemesi tarafından da onanan ilgili kanuna iliskin yorumlamanın , anılan
durumlar karsısında makul ölçüde öngörülebilenin haricine çıkmamıstır. Mahkeme,
1991 Tarihli Yasanın 8. bölümü kapsamında basvuru sahiplerinin mahkum
edilmesinde Sözlesme’nin 7. maddesi bünyesindeki nullum crimen sine lege
ilkesinin ihlali olmadığı sonucuna varmıstır.
41. Verilen cezaya iliskin olarak Mahkeme, bölüm 8 (1) kapsamında mahkum
edilen birinci basvurana ilgili hüküm kapsamında en düsük cezanın verilmis
olduğunu ve bunun da Sözlesme’nin 7. maddesine iliskin herhangi bir talebe yol
açamayacağına isaret etmektedir.
42. Diğer yandan ikinci basvuran, yayıncıların sadece para cezası ile
cezalandırılmasını ve editörlere iliskin cezaları açıkça öngören bölüm 8 (2)’nin bir
hükmü kapsamında hapis cezasına çarptırıldığından sikayetçi olmustur. Bu
bağlamda Hükümet, bölüm 8 (2)’nin yayıncılar açısından uygulanmasının normalde
bölüm 8 (1)’e göre ilgilinin lehinde olacağını vurgulamıstır. Durumun anılan sekilde
olduğu kabul edilse dahi, bölüm 8 (2)’nin editörler ve yayıncılara verilen cezalarına
iliskin özel bir hükümiçerdiği ve mevcut davada yayıncı basvurana verilen cezanın
aynı alt bölümde editörlerin cezalandırılmasına iliskin kural üzerine asırı kurguya
dayandığı görülmektedir.
Bu sartlar altında, Mahkeme ikinci basvurana uygulanan hapis cezasının 7.
Madde bünyesinde bulunan nulla poena sine lege ilkesi ile uyumlu olmadığını
düsünmektedir.
43. Sonuç olarak, birinci basvuran ile ilgili olarak Mahkeme mahkumiyet ve
ceza açısından Sözlesme’nin 7. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmıstır.
Đkinci basvuran ile ilgili olarak Mahkeme mahkumiyete iliskin olarak 7.
Maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıstır.
Ancak Mahkeme, hapis süresi ile ilgili kararın anılan Maddeyi ihlal ettiği
sonucuna varmıstır.
III. SÖZLESMENĐN 9. VE 10. MADDELERĐNĐN ĐHLAL
EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI
44. Basvuru sahipleri, mahkumiyet ve cezaları ile ilgili olarak sırasıyla
Sözlesme’nin 9. ve 10. maddeleri ile güvence altına alınmıs olan düsünce özgürlüğü
ve ifade özgürlüklerine haklı sebep olmaksızın merciler tarafından müdahale
edildiğini iddia etmislerdir.
Mahkeme de, Komisyon’un görüsüne paralel olarak, basvuru sahiplerinin
sikayetine iliskin olayların, asağıdaki hükümleri öngören 10. Madde kapsamında
incelenmesi gerektiği kanaatine varmıstır:
“1. Herkes ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğünü,
kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırlan söz konusu olmaksızın haber veya
fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin televizyon ve
sinema isletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler,
demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak,ulusal güvenliğin,
toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, asayissizliğin veya suç
islenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, baskalarının ün ve haklarının
korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı
gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için kanunla öngörülen bazı
formalitelere sartlara,sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”
45. Hükümet, basvuru sahiplerinin ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin
10. Madde’nin ikinci paragrafı hükümleri uyarınca haklı sebebe dayandırıldığını
savunmustur. Diğer yandan, Komisyon basvuru sahiplerinin iddialarını kabul
etmistir.
A. Müdahalenin Mevcudiyeti
46. Mahkeme basvuranların 1991 Tarihli Yasa’nın 8. bölümü uyarınca suçlu
bulunup hüküm giymis olmaları nedeniyle, basvuru sahiplerinin ifade özgürlüğü
hakkına bir müdahalenin yapılmıs olduğunun açık olduğunu ve bu konuda bir
itirazın sunulmadığını kaydetmistir.
B. Müdahalenin Haklı Sebebe Dayanması
47. Yukarıda anılan müdahaleler, “kanunlar tarafından öngörüldüğü üzere”, 10.
Madde’nin 2. fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayandığı ve anılan hedef veya hedeflerin elde edilmesi için bir demokratik
toplumda gerekli olanların haricinde, Madde 10 ihlallerini teskil etmektedir.
Mahkeme bu ölçütleri sırasıyla inceleyecektir.
1. “Kanunlar Tarafından Öngörülme”
48. Mahkeme huzurunda hazır bulunan taraflardan hiç biri, Madde 7
kapsamında talep edilenlere göre önemli ölçüde farklılık gösteren, 10. Maddenin 2.
fıkrası kapsamındaki “kanunlar tarafından öngörülme” gereğine iliskin bir iddia da
bulunmamıstır (bakınız yukarıdaki 33-34, 36-37 paragraflar).
49. Mahkeme kendi namına, iki hüküm kapsamındaki gereklerin büyük ölçüde
benzer olduğunu ve dolayısıyla yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı birinci
basvuranın mahkumiyet ve cezasının “kanun tarafından öngörüldüğü” sonucuna
varmıstır.
50. Đkinci basvuran ile ilgili olarak, Madde 7 ile dava ile ilgili olan 10.
Maddenin 2. fıkrası arasında bir fark mevcuttur. 7. madde kapsamında ilgili
hareketin “islenis tarihinde” bir suç unsuru teskil etmesi ceza verilmesine yönelik
bir sarttır. Bunun aksine 10. maddenin 2. fıkrasında müdahale teskil eden
önlemlerin uygulanma tarihi de söz konusudur ki, bu da mesruluk hususuna iliskin
bir durumdur.
51. Söz konusu davada, iddia edilen suç kitabın yayınlanmasıyla 3 Mayıs 1991
tarihinde islenmistir. Yukarıda Mahkeme, suçun islenir tarihinde yürürlükte olan
kanunun bu Madde kapsamındaki mesruluk sartını yeterince yerine getirmis olduğu
gerekçesi ile birinci basvuranda olduğu üzere ikinci basvuranın mahkumiyetinin 7.
maddeyi ihlal etmediği sonucuna varmıstır.
Ancak 27 Temmuz 1993 tarihi itibarıyla, ikinci basvuranın mahkumiyetini
öngören bölüm 8 (2)’nin yayıncılara iliskin hükmü Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilmistir. Dolayısıyla, suçun islenis tarihinde yürürlükte olan hüküm, ikinci
basvuranın mahkum edildiği 5 Ağustos 1993 tarihinde ve bu cezanın Đstinaf
Mahkemesi tarafından onandığı tarihte yürürlükten kalkmıstır.
Dolayısıyla, yetkili mahkemelerin “failin lehinde olan kanun tatbik ve infaz
olunur” hükmünü içeren Ceza Kanunu’nun 2. Maddesinin 2. fıkrasına uygun
davranmadığı tespit edilmistir (bakınız yukarıdaki 25. paragraf).
Bu tarihçe karsısında, Mahkeme ikinci basvuranın ne mahkumiyetinin ne de
cezasının kanunlar tarafından öngörüldüğü nedeniyle Sözlesme’nin 10. maddesinin
ihlal edildiği sonucuna varmıstır.
52. Yukarıda varılan sonuç dikkate alındığında, ilke olarak 10. Maddenin 2.
paragrafının gereklerinin ikinci basvuranın davasında uygunluğunun incelenmesi
gerekmemektedir (bakınız, 24 Nisan 1991 tarihli Huvig ve Kurslin – Fransa davası,
A Serisi, No. 176-A ve sırasıyla s. 25, 37. madde ve s. 57, 36. madde). Ancak,
sözkonusu sartlara iliskin iddia edilen uygunsuzluk her iki basvuranın sikayeti
açısından temel unsur teskil ettiğinden, Mahkeme basvuru sahipleri arasında ayrım
yapmaksızın bu hususları inceleyecektir.
2. Mesru amaç
53. Basvuru sahipleri, sikayet konusu müdahalenin amacının Devlet’in “resmi
görüsü” ile uyusmayan tüm fikirlerin susturulması olduğunu iddia etmislerdir.
54. Hükümet, basvuranlara karsı alınan önlemlerin 1991 Tarihli Yasanın 8.
bölümüne dayalı olduğunu tekrarlamıstır. Bu hükmün, ülke bütünlüğünün, ulusal
birliğin, milli güvenlik gibi hususların korunması ve asayissizlik ve suçun
önlenmesini amaçladığını bildirmistir. Basvuru sahiplerinin bu hususları tehdit eden
PKK’nın eylemlerini haklı çıkarmaya yönelik bölücü propaganda yaptıklarından
dolayı basvuru sahiplerinin mahkumiyetinin bu mesru hedefler uyarınca olduğunu
savunmustur.
55. Komisyon, basvuru sahiplerinin mahkumiyetinin, yetkililerin terörist
faaliyetler ile mücadele ve ulusal güvenlik ve kamu emniyetinin sağlanmasına
yönelik çalısmaların bir parçası olduğunu ve bunun da 10. maddenin 2. fıkrası
kapsamında mesru olduğu sonucuna varmıstır.
56. Mahkeme, Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumunun hassasiyetini
(Bakınız 25 Kasım 1997 tarihli Zana – Türkiye kararı, 1997-VII Raporları, s. 2539,
10. Madde) ve yetkililerin gereksiz siddeti destekleyecek hareketlere karsı tetikte
olma gereğini de dikkate alarak, basvuru sahipleri aleyhinde alınan önlemlerin, basta
ulusal güvenliğin ve ülke bütünlüğünün korunması ve asayissizlik ve suçun
önlenmesi olmak üzere Hükümet tarafından belirlenen belli amaçların uzantısı
olduğu kanaatine varmıstır. Bu durum özellikle bölücü faaliyetlerin siddet
kullanımına dayalı yöntemlere bağlı olduğu, dava konusu olayların cereyan ettiği
tarihlerdeki Güneydoğu Türkiye’deki durum için geçerlidir.
3. “Bir Demokratik Toplum için Zaruret”
(a) Mahkeme huzurunda bulunanların iddiaları
(i) Basvuranlar ve Komisyon
57. Basvuru sahiplerinin de görüslerini paylastığı Komisyon, ifade
özgürlüğünün örneğin duruma iliskin arka plan nedenlerin incelenmesi veya
sorunların çözümlenmesine iliskin fikirlerin ifade edilmesi de dahil olmak üzere, söz
konusu röportajın temelde bir analitik özelliğe sahip olduğu kanaatındadır. Röportajı
veren kisinin Kürt sorunu ve ilgili hususlara iliskin görüslerini ılımlı bir sekilde
ifade ettiğini ve herhangi bir sekilde Kürt bölücü çabaları bağlamında siddet
kullanımı ile kendisini bağdastırmadığını belirtmistir. Komisyon, basvuru
sahiplerinin siddetin kullanımına iliskin bağlılıklarını belirten herhangi bir yorumu
eklemediğine dikkat çekmistir. Komisyon, basvuru sahipleri aleyhinde uygulanan
önlemlerin etkisinin önemli siyasi hususlar konusunda kamuoyu tartısmalarına
caydırıcılık teskil etmeye yönelik bir sansür olduğu kanaatındadır.
58. Ayrıca, basvuru sahipleri adli takibatın, bir kitap içinde yayınlanmıs
bilimsel arastırmaların görüsülmesi için uygun forum olmadığı ve bu hususun
entelektüeller, akademisyenler veya genel olarak okuyucuya bırakılması gerektiğini
öne sürmüstür. Basvuru sahipleri, Devlet’in “resmi ideolojisi” yerine yazarın kitabı
içinde ele aldığı konuya iliskin gerçeğin tespit edilmesine yönelik görüs ve çabaları
yansıtan bir arastırmanın yayınlanması nedeniyle cezalandırılmıs olduklarını
belirtmislerdir.
Her iki basvuran de kendilerine karsı uygulanan önlemin Madde 10
kapsamındaki haklarına haksız müdahale teskil ettiğini öne sürmüslerdir.
(ii) Hükümet
59. Hükümet kitabın yayınlanmasından sonra basvuru sahiplerinin mahkum
edilmesi ile Türk Mahkemelerinin basvuru sahiplerinin ifade özgürlüğü ile halkın,
aleni veya örtülü olarak demokratik rejimi yıkmaya yönelik hedefleri olan, silahlı
gruplara karsı korunma hakkı arasında adil bir dengenin sağlanmıs olduğunu
savunmustur. Türkiye’yi Kürdistan’ı ezen bir sömürgeci olarak tanımlayan kitabın
4. bölümünün Türkiye topraklarında yeni bir devletin olusturulmasını amaçlayan
PKK terörizmini haklı çıkarmaya çalıstığı anlamına gelmektedir. Baska bir deyisle,
PKK terör kampanyasına moral desteğinin sağlanması ile kitap siddete tesvik
etmektedir. Bu bağlamda, Hükümet kitaptan birkaç alıntı yapmıstır.
60. Hükümet, basvuru sahiplerine 1991 tarihli kanunun 8. bölümü kapsamında
uygulanan yaptırımın çesitli mesru çıkarlarının korunması için zorunlu bir ihtiyaca
tekabül ettiği görüsündedir. Kendilerine karsı alınmıs olan önlemler, bu alanda
yetkililerin değerlendirme marjı dahilinde olduğunu ve müdahalelerin Sözlesme’nin
10. Maddesinin 2 fıkrasınca haklı sebebe dayandığını savunmustur.
(b) Mahkeme’nin değerlendirmesi
61. Mahkeme, örneğin 25 Kasım tarihli Zana – Türkiye kararı (yukarıda anılan,
ss. 2547-48, Madde 51) ile 21 Ocak 1999 tarihli Fressoz ve Roire – Fransa kararında
(1999 Raporları, s. …, Madde 45) belirtildiği üzere 10. Maddeye iliskin kararların
temel ilkesini yinelemektedir.
(i) Đfade özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve
toplumun ilerlemesi ve her bireyin öz-güveni için gerekli temel sartlardan birini
teskil etmektedir. 10. Madde’nin 2. paragrafı uyarınca, bu kabul gören veya zararsız
veya kayıtsızlık içeren “bilgiler” veya “fikirler” için değil aynı zamanda kırıcı, sok
edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar, bir “demokratik
toplumun” olmazsa olmaz çokseslilik, tolerans ve hosgörünün gerekleridir. 10.
Maddede belirtilen sekilde bu özgürlük, ancak harfiyen uyulması gereken ve ikna
edici bir sekilde tespit edilmesi gereken bazı istisnalara tabidir.
(ii) 10. Madde’nin 2. Fıkrasında belirtilen anlamda “zaruri” sıfatı “acil bir
sosyal ihtiyaç” anlamındadır. Akit Devletler anılan ihtiyacın mevcut olup
olmadığının değerlendirilmesi konusunda belli bir marja sahiptir, ancak bağımsız bir
mahkeme tarafından verilenler de dahil olmak üzere, tabi olduğu yasama ve
kararları kapsayacak sekilde Avrupa denetimi ile iç içe olmalıdır. Mahkeme bu
sebeple, bir “sınırlamanın” Sözlesme’nin 10. Maddesinin güvencesinde olan ifade
özgürlüğü ile bağdasıp bağdasmadığı konusunda nihai kararı verme yetkisini
haizdir.
(iii) Denetim salahiyetinin uygulanmasında Mahkeme müdahaleyi, suçlanan
ifadeler ve bunların ifade edildiği bağlam da dahil olmak üzere davayı bir bütün
olarak ele alarak incelemelidir. Đlk olarak müdahalenin “mesru amaçlar ile orantılı”
ve ulusal otoriteler tarafından anılan müdahalenin mesru gösterilmesi için belirtilen
gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığı tespit edilmelidir. Bunu yaparken de
Mahkeme, ulusal otoritelerin Madde 10 kapsamında bulunan ilkelere uygun
standartları uyguladığı ve ilgili bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine
dayalı oldukları konusunda olumlu kanaate varmalıdır.
62. Mahkeme ayrıca Sözlesmenin 10. Maddesinin 2. fıkrasında kamu
çıkarlarına iliskin siyasi konusmalar veya sorunlara iliskin tartısmaların
sınırlanmasına dair çok dar bir kapsam olduğuna isaret etmektedir (bakınız 25
Kasım 1996 tarihli Wingrove – Birlesik Kraliyet davası, 1996 Raporları-V, s. 1957,
58. Madde). Ayrıca, izin verilebilir elestirilerin sınırları hükümet ile ilgili
hususlarda, özel sahıslar veya siyasetçiler açısından daha genistir. Demokratik bir
sistemdeki hareketler veya hükümetin ihmalleri sadece yasama ve adli otoritelerin
değil aynı zamanda kamuoyunun da yakın takibinde olmalıdır. Ayrıca, Hükümetin
sahip olduğu egemen konum, özellikle haksız saldırılar ve düsmanlarının
elestirilerine cevap verilmesine iliskin baska araçların bulunduğu durumlarda, cezai
islemlere basvurulması konusunda bir sınırlamanın uygulanmasını zorunlu
kılmaktadır. Bununla birlikte, kamu düzeninin garantörleri sıfatıyla hareketle, ceza
kanunu niteliğinde olanlar da dahil olmak üzere, doğru tepkiyi verecek ve anılan
ifadeler asılmadan önlemlerin benimsenmesi Devlet otoritelerinin yetkisine açıktır
(bakınız 9 Haziran 1998 tarihli Incal – Türkiye kararı, 1998-IV Raporları, s. 1567,
54. Madde). Son olarak, anılan sözler bir birey veya bir kamu görevlisi veya bir
nüfusun bir kesimine karsı bir siddeti tesvik ettiği durumlarda Devlet otoriteleri,
ifade özgürlüğüne iliskin müdahale gereğinin incelenmesinde daha genis bir marja
sahiptir.
63. Mahkeme, kitabın sözkonusu bölümlerinden kullanılan kelimeler ve bu
kelimelerin yayınlanmıs olduğu bağlam üzerinde özellikle duracaktır. Bu bağlam
açısından, kendisine sunulan davaların tarihçelerine, özellikle terörizmin
engellenmesine iliskin sorunları dikkate alacaktır. (bakınız yukarıda belirtilen Incal
– Türkiye kararı, s. 1568, 58. Madde).
64. Đlk olarak, ilgili bölümlerin Türkiye topraklarının bir bölümünü
“Kürdistan”a ait olarak tanımlayarak ve Türk Devleti tarafından bir sömürge olarak
istila edilmis olduğunu belirttiği dikkate alınmıstır. Türkiye “siyasi, askeri, kültürel
ve ideolojik” açılardan “Kürdistan”a baskı uyguluyor seklinde betimlenmistir.
Kürtlerin karsı karsıya kalmıs oldukları “ırkçı inkar politikası” “fasist bir hareketin”
gelistirilmesinde bir araç olarak kullanılmıstır.
Söz konusu bölümler, Kürt bölücülüğüne destek veriyor seklinde görülebilecek
siddetli ifadeler içerse dahi, yazar aynı zamanda Kürt sorununun karmasık olduğu
görüsüne yer vermistir. Sadece Türkiye’nin değil Đran, Irak ve Suriye’nin iç
siyasetleri ile birlikte bu dört komsu devlet arasındaki iliskilerin kendine özgü
niteliğine de iliskindir. Sözkonusu ifadeler, bir akademik arastırma içinde tarihi
açıdan Türkiye’nin sosyo ekonomik gelisimi ve bu ülke içindeki baskın siyasi
ideolojiye yer vermistir. Mahkeme, kitapta ifade edilen bu görüslerin siddeti tesvik
ettiğinin veya siddeti tesvik etmeye neden olabilecek sekilde yorumlanmasının
mümkün olmadığı kanaatındadır.
65. Mahkeme doğal olarak, yaklasık olarak 1985 yılından bu yana bölgenin
büyük bir çoğunluğunda olağanüstü hal ilan edilmesini gerektiren, çok ciddi can
kayıplarına yol açan, güvenlik kuvvetleri ile PKK elemanları arasında ciddi
olayların meydana geldiği bölgedeki güvenlik durumunu ciddilestirecek sözler ve
eylemler konusundaki otoritelerin endisesinin bilincindedir (bakınız yukarıda anılan
Zana kararı, s. 2539, 10-11. Maddeler). Ancak, sözkonusu davada yerel otoritelerin,
akademik ifade özgürlük hakkı (bakınız mutatis mutandis ile birlikte 25 Ağustos
1998 tarihli Hertel – Đsviçre kararı, 1998-VI Raporları, No. 87, ss. 2331-2332,
Madde 50) ve kendileri açsısından her ne kadar kabul edilemez olursa olsun
güneydoğu Türkiye’deki durumun farklı bir bakıs açısından bildirilmesine iliskin
kamu haklarını yeterli ölçüde dikkate almadığı anlasılmaktadır. Mahkeme, ilgili
olmasına rağmen basvuru sahiplerinin suçlu bulunarak cezalandırılmasına gerekçe
gösterilen nedenlerin anılanların ifade özgürlüğüne müdahaleyi mesru kılmadığı
kanaatındadır.
66. Ayrıca, Mahkeme basvuru sahiplerine uygulanan cezaların ağırlığı –
özellikle de Sn. Baskaya ve Sn. Okçuoğlu’nun sırasıyla bir yıl sekiz ay ve bes ay
olmak üzere hapis cezası ile cezalandırılmıs olması ve önemli düzeylerde para
cezalarına çarptırılmalarını sasırtıcı bulmustur (bakınız paragraf 20). Ayrıca, kitabın
baskıları otoriteler tarafından toplatılmıs ve Sn. Baskaya üniversite profesörlüğü
görevinden atılmıstır (bakınız yukarıdaki 22-23. paragraflar).
Mahkeme bu bağlamda, müdahalenin orantılı olup olmadığının
değerlendirilmesinde uygulanmıs olan cezaların niteliği ve ağırlığının da dikkate
alınması gerektiği görüsündedir.
67. Yukarıdaki hususlar dikkate alınarak, Mahkeme basvuru sahiplerinin
mahkumiyeti ve ceza verilmesinin amaçlanan hedefler açısından orantısız ve bu
bağlamda bir demokratik toplumda gereksiz olduğu kararına varmıstır. Bu durumda
ve her iki basvuran açısından Sözlesmenin 10. Maddesine iliskin bir ihlal söz
konusudur.
IV. SÖZLESME’NĐN 6. MADDESĐNĐN 1. FIKRASININ ĐHLAL
EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI
A. Hükümetin ön itirazı (iç hukuk yollarının tüketilmemesi)
68. Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan yazıda basvuru sahiplerinin,
davalarının bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından görülmediğine iliskin
sikayeti yerel mahkemeler nezdinde dile getirmemis olması nedeniyle Sözlesme’nin
35. Maddesinde gerekli görülen basvuru mercilerinin tüketilmemis olduğunu
savunmustur.
69. Mahkeme Muhatap Hükümetin ön itirazlarını, davanın kabulüne iliskin ilk
inceleme asamasında en azından, özü açısından ve yeterli açıklıkta dile getirmis
olduğu ölçüde tanıdığına isaret etmektedir (bakınız, örneğin 23 Eylül 1998 tarihli
Aytekin – Türkiye Kararı, Kararlar ve Hükümler Raporları 1998-VII, s. …, Madde
77).
70. Mahkeme, Komisyon nezdinde Hükümetin Sn. Baskaya ile ilgili olarak
basvuru yollarının tüketilmediği yönünde bir itiraz da bulunmadığını, ancak Sn.
Okçuoğlu’nun davasına kabul asamasında bir itirazın yapıldığını (21 Subat 1996
tarihli mütalaa ile) kaydetmektedir. Komisyon kabule iliskin kararlarında
Hükümet’in basvuru yollarının tüketilmediğine iliskin itirazını belirtmeksizin,
sırasıyla 2 Eylül ve 14 Ekim 1996 tarihlerinde Sn. Baskaya ve Sn. Okçuoğlu’nun
basvurularını kabul ettiğini bildirmistir. Anılan ikinci tarihte Komisyon iki
basvurunun birlestirilmesine karar vermistir.
Hükümet’in ikinci basvuran durumunda itirazda bulunmasına karsı bir estopel
bulunmadığı bariz iken, Mahkeme’nin birinci basvuran açısından da durumun böyle
olup olmadığına iliskin süpheleri mevcuttur. Ancak, Devlet Güvenlik
Mahkemesi’nin bağımsızlık ve tarafsızlığına karsı açılan bir konunun muhatap
Devlet içinde ilgili mahkemenin anayasal durumu karsısında basarısızlıkla
sonuçlanacağından dolayı, bu hususun tespiti yoluna gitmemistir (bakınız paragraf
28). Mahkeme’nin içtihat hukukuna göre, yetersiz veya etkisiz basvuru yollarına
basvurulmasına iliskin bir yükümlülük mevcut değildir (bakınız 16 Eylül 1996
tarihli Akdivar ve Diğerleri – Türkiye kararı, Raporlar 1996-IV, s. 1210, Madde
67).
Buna göre, hükümet’in ön itirazının reddedilmesi gerekmektedir.
B. Basvuru Sahiplerinin Sikayetlerinin Esası
71. Basvuru sahipleri, Devlet Güvenlik Mahkemesinde bulunan ve
yargılanması ve mahkum edilmesine neden olan askeri hakim nedeniyle
Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1 Fıkrasına aykırı olarak adil yargılama hakkından
mahrum edildiği konusunda sikayette bulunmustur. Đlgili olduğu ölçüde 6.
Maddenin 1. fıkrası asağıdaki hükümleri içermektedir:
“Herkes, … kendisine yöneltilen herhangi bir suçlamanın karara
bağlanması konusunda, kanunla kurulmus bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının … adil … olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.”
72. Hükümet bu iddiaya itiraz etmis, ancak Komisyon tarafından iddia kabul
edilmistir.
73. Basvuru sahipleri dilekçelerinde, Đstanbul Devlet güvenlik Mahkemesi gibi
Devlet Güvenlik Mahkemelerin atanan askeri hakimlerin, Cumhurbaskanının
onayına tabi olarak Basbakan ile Savunma Bakanının ortak kararı ile atanmıs
olduğundan idareye bağımlı olduğunu belirtmistir. Basvuru sahipleri ayrıca, amir
yetkililerinin görüsüne ters olan görüsleri benimseyemeyeceği gerekçesiyle askeri
hakimlerinin ve dolayısıyla görevde bulundukları mahkemelerin bağımsızlığı ve
tarafsızlığından ödün verildiğini vurgulamıstır. Basvuru sahipleri sivil olup,
davalarına askeri hakimlerin katılmasının bir sivil davasına askeri müdahale
seklinde kabul edilebileceğini savunmustur.
Basvuru sahipleri, bu hususların Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin
bağımsızlık ve tarafsızlığını zedelediğini ve kendilerinin 6. Maddenin 1. fıkrasına
aykırı olarak adil yargılama hakkını engellediğini savunmuslardır.
74. Hükümet, Devlet Güvenlik Mahkemelerine askeri hakimlerin katılımına
iliskin kuralları ve anılan mahkemelerin 6. Maddenin 1. fıkrası anlamında
bağımsızlık ve tarafsızlık gereklerine tam uygunluğunun sağlanması için adli
islevlerin yerine getirilmesinde hak sahibi oldukları teminatları sunmustur. Hükümet
askeri hakimlerin amirlerine karsı sorumlu oldukları yönündeki basvuru sahiplerinin
iddialarına itiraz etmistir. Đlk olarak, resmi bir görevlinin bir askeri hakimin adli
islevlerini yerine getiris seklini etkilemeye çalısmasının Askeri Kanunun 112.
maddesi uyarınca bir suç teskil ettiğini belirtmistir (bakınız yukarıdaki 28. paragraf).
Đkinci olarak, değerlendirme raporları sadece askeri hakimlerin adli olmayan
görevlerinin yürütülmesine iliskin olduğunu belirtmistir. Askeri hakimler sicil
raporlarına erisim hakkına sahip olup, bunların içeriği konusunda Yüksek Askeri
Đdari Mahkeme’de dava açma hakkı verilmistir (aynı madde). Adli kapasitede
hareket ederken, bir askeri hakimin tam olarak bir sivil hakim seklinde
değerlendirildiğini savunmustur.
75. Ayrıca Hükümet, mahkemede askeri hakimlerin bulunması nedeniyle
basvuru sahiplerinin yargılamasının adil olma özelliğinin önyargıya tabi olmadığını
öne sürmüstür. Askeri hakimin hiyerarsik yetkilileri ve anılan hakimleri mahkemeye
atayan kamu yetkililerinin takibat veya davanın sonucuna iliskin herhangi bir etkiye
sahip olmadığını iddia etmislerdir. Ayrıca, askeri hakimde dahil olmak üzere Devlet
güvenlik Mahkemesinin üyelerinin çoğunluğunun mahkemenin birinci asamasında
basvuru sahiplerinin beraatı için oy kullanmıslardır. Basvuru sahipleri ancak,
bağımsızlık ve tarafsızlığının ihtilaf konusu olmadığı Đstinaf Mahkemesinden sonra
ikinci asamada beraatı iptal ettiği ve yeniden incelenmek üzere davayı açtığını
belirtmislerdir (bakınız yukarıdaki 17-20 paragrafları).
76. Hükümet ayrıca, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Anayasanın 143.
maddesi uyarınca kurulmasının öngörüldüğü güvenlik bağlamının özellikle dikkate
alınması gerektiğini Mahkeme’ye bildirmistir. Silahlı kuvvetlerin terörle mücadele
kampanyası konusundaki deneyimi de dikkate alınarak, yetkililerin güvenlik ve
Devlet bütünlüğüne iliskin tehditler ile basa çıkabilmesi için olan gerekli uzmanlık
ve bilginin sağlanması için bir askeri hakimin katılımı ile anılan mahkemelerin
güçlendirilmesinin gerekli olduğunu düsündüklerini belirtmistir.
77. Komisyon, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin Sözlesme’nin 6.
Maddesinin 1. fıkrası uyarınca bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak kabul
edilemeyeceği sonucuna varmıstır. Komisyon bu görüsü ile ilgili olarak 25 Subat
1997 tarihinde benimsenen Incal – Türkiye davası raporunun 31. Maddesi ve
görüsünü destekleyen nedenlere gönderme yapmıstır.
78. Mahkeme, 9 Haziran 1998 tarihli Incal – Türkiye kararı (1998-IV
Raporları, s. 1504) ve 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar – Türkiye kararında (1998-
Raporları, s. …) mevcut dava için Hükümet tarafından öne sürülen hususlara benzer
hususların ele alınmıs olduğunu vurgulamaktadır. Anılan kararlarda Mahkeme,
Devlet Güvenlik Mahkemesinde bulunan askeri hakimlerin durumunun bağımsızlık
ve tarafsızlık açısından belli teminatları içerdiğini belirtmistir (bakınız yukarıda
anılan Incal kararı, s. 1571, madde 65). Diğer yandan Mahkeme, bu hakimlerin
statüsünün bazı hususlarının bağımsızlık ve tarafsızlıklarını tartısma konusu yaptığı
kararına varmıstır (aynı yerde, Madde 68) : örneğin, orduya ait görevliler
olduğundan ve dolayısıyla amirinden emirler aldığı; veya askeri disipline tabi
kaldıkları; ve atamalarına iliskin kararların büyük ölçüde idari yetkililer ve ordu
tarafından alındığı gerçekleri (bakınız yukarıdaki 28. paragraf).
79. Incal kararında olduğu üzere Mahkeme görevinin, Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin kurulusunun gerekliliğini Hükümet tarafından öne sürülen haklı
sebepler ısığında tespit edilmesi olmadığı düsüncesindedir. Görevi, Đstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesinin isleyis seklinin Sn. Baskaya ve Sn. Okçuoğlu’nun adil
yargılanma hakkını ihlal edip etmediği, özellikle de tarafsız olarak incelendiğinde
kendilerini yargılayan mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına iliskin haklı bir
korkunun mevcut olup olmadığını tespit etmektir (bakınız yukarıda anılan Incal
Kararı, s. 1572, Madde 70; ve yukarıda anılan Çıraklar kararı, s. …, Madde 38).
Bu soruya iliskin olarak, Mahkeme mevcut basvuru sahipleri gibi sivil olan Sn.
Incal ve Sn. Çıraklar’ın davasında varılan sonuca varılmaması için herhangi bir
neden görmemektedir. Devletin toprak bütünlüğünü ve ulusal birliği zedelemeye
yönelik propaganda yapma suçundan bir Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanan
basvuru sahiplerinin, Askeri Hukuk Dairesi üyesi olan bir düzenli askeri görevlisinin
katılımını içeren bir heyet tarafından yargılanma konusunda endise içinde olmaları
anlasılır bir husustur (bakınız, yukarıda anılan Sürek 1. nolu kararın 34. paragrafı).
Bu itibarla, yargılamanın birinci asamasında beraat etmelerine bakılmaksızın,
yargılamanın ikinci asamasında Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin davanın
özü ile herhangi bir iliskisi olmayan hususlardan gereksiz yere etkilenebileceğini
düsünmek için yeterli sebepleri mevcuttur. Bir baska deyisle, basvuru sahiplerinin
mahkemenin bağımsızlık ve tarafsızlığına iliskin korkularının haklı sebebe
dayandığı kabul edilebilir. Đstinaf Mahkemesindeki yargılama da, ilgili mahkemenin
tam yetkili olmaması nedeniyle bu korkuların bertaraf edilmesini sağlayamamıstır
(bakınız yukarıda anılan Incal kararı, s. 1573, Madde 72 sonu).
80. Yukarıda anılan nedenlerden dolayı 6. Maddenin 1. fıkrasının ihlal edildiği
kararına varmıstır.
V. 6. MADDENĐN 1. VE 2. FIKRASI ĐLE 14. MADDENĐN ĐHLAL
EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐALARI
81. Komisyon huzurunda birinci basvuran, yerel mahkemelerin kitabını
tamamen incelemediği gerekçesi ile 6. Maddenin 1. fıkrası kapsamındaki adil
yargılama hakkının ihlal edildiğinden sikayetçi olmustur. Ayrıca, Madde 7
kapsamındaki sikayetindeki aynı hususa iliskin olarak, 6. Maddenin 2. fıkrasında
öngörülen “suçluluğu kanıtlanana kadar masum kabul edilme” hakkının ihlal
edildiğini iddia etmistir. Sözlesme ile ilgili öne sürülen diğer Sözlesme hususlarında
varılan sonuçlar nedeniyle Komisyon bu iddiaların incelenmesini gerekli
görmemistir.
Mahkeme ayrıca ikinci basvuranın da Komisyon asamasında, temelde 10.
madde kapsamındaki sikayetinde belirtilen aynı durumlar nedeniyle, eski Maddeye
iliskin olarak 14. Maddenin ihlale edildiğini iddia etmistir. Komisyon bu hükümler
birlikte ele alındığında ayrı bir hususun meydana gelmediği sonucuna varmıstır.
Ancak, basvuru sahipleri yukarıdaki sikayetlerini Mahkeme huzurunda dile
getirmemisler ve Mahkeme ise bu hususların incelenmesine re’sen karar verilmesine
yer olmadığı sonucuna varmıstır.
VI. SÖZLESME’NĐN 41. MADDESĐNĐN UYGULANMASI
82. Basvuru sahipleri iç hukukun ve Sözlesmedeki mahkeme gider ve
masraflarının geri ödenmesinin yanı sıra maddi ve manevi zarara iliskin tazminat
talebinde bulunmustur. Sözlesme’nin 41. Maddesi bu açıdan asağıdakileri
öngörmektedir:
“Mahkeme tarafından Sözlesme veya protokollerinin ihlal edildiğinin
tespit edilmesi ve ilgili Yüksek Akit Tarafın yerel hukukunun sadece kısmi bir
tazminatı öngörmesi durumunda, Mahkeme gerektiğinde mağdur olan tarafın adil
sekilde tazmin edilmesini öngörebilir.”
A. Maddi zarar
83. Birinci basvuran, görevine son verilmesi ve normal emeklilik yasından 13
sene önce emekliye ayrılmak zorunda kalması nedeniyle gelir ve emeklilik
ikramiyesi kaybının tazmin edilmesi için 500,000 Fransız Frangı (FRF) talep
etmistir.
Ayrıca, 70,000 adet kitap satısı üzerinden tahmini %15 oranında gelir kaybı için
420,000 FRF talebinde bulunmustur. Kitabın yasaklanarak, toplatılma emrinin
verildiği tarihte 30,000 adet basılmıs olup, aksi halde 70,000 adedin daha
basılabileceği iddia edilmistir.
84. Đkinci basvuran, birinci basvuranın hesaplarına gönderme yaparak, kitabın
satısından elde edilecek %20’lik kar kaybının tazminini talep etmistir. Birinci
basvuran tarafından yapılan hesaplamalara göre ikinci basvuranın kaybının yaklasık
440,000 FRF olduğu hesaplanmaktadır.
85. Ayrıca her iki basvuran, para cezası olarak ödemis oldukları 41,666,666 TL
tutarında bir tazminat talebinde bulunmustur. Birinci basvurana göre 7,400 FRF’na
tekabül etmektedir.
86. Hükümet yukarıdaki taleplere itiraz etmistir. Basvuranın erken emeklilik
nedeniyle herhangi bir ekonomik zarara uğramadığını savunmustur. 1998’den bu
yana emeklilik maası aldığını ve Türkiye’de erken emekliler için yaygın olduğu
üzere baska bir istihdam sekline basvurmasına engel teskil eden herhangi bir
hususun bulunmadığını belirtmistir.
Kitap satısına iliskin iddia edilen satıs gelirleri ile ilgili olarak, kitabın 100,000
adet satacağı yönündeki iddianın tamamen dayanaktan yoksun olduğunu belirtmistir.
Türkiye’deki en iyi satan kitapların bile bu kadar yüksek bir satısa ulasmadığı
bildirilmistir.
87. Komisyon Delegesi bu hususta herhangi bir görüs bildirmemistir.
88. Mahkeme, iddia edilen maddi zarar ile birinci ve ikinci basvuranın 10.
Madde kapsamındaki haklarının ihlali ile ikinci basvuranın 7. Madde kapsamındaki
haklarının ihlali arasında bir neden sonuç iliskisi olduğu kararına varmıstır. Basvuru
sahiplerine uygulanmıs olan ve kendileri tarafından ödenmis olan para cezalarının
kendilerine geri ödenmesi gerekmektedir. Diğer yandan Mahkeme, birinci
basvuranın Üniversitedeki görevinden atılması ve birinci basvuran ile ikinci
basvuranın söz konusu kitabın gelecekteki satıslarına iliskin gelir kayıpları
konusundaki zararların tespiti için sunulan delillerin yeterli olmadığı görüsündedir.
Adil bazda bir değerlendirme yapılarak, Mahkeme maddi zararlar için birinci
basvurana 67,400 FRF ve ikinci basvurana 17,400 FRF tutarında bir tazminatı
uygun görmüstür.
B. Manevi Zarar
89. Birinci basvuran Sn. Baskaya, mahkum edilmesi ve 15-20 ay hapis yatmıs
olması nedeniyle meydana gelen mağduriyetin tazmini için 1,000,000 FRF
talebinde bulunmustur. Akademik kariyerinde ilerleme iliskin mesru beklentileri
mevcut iken, bu önlemler Üniversitedeki görevine son verilmesine neden olmustur.
Önlemler, sadece akademik ve entelektüel hayatını etkilemekle kalmamıs, aynı
zamanda siyasette etkin sekilde rol alma ve seçimlere katılma olanağını da ortadan
kaldırmıstır.
90. Đkinci basvuran, herhangi bir meblağ belirtmeksizin ceza davası,
mahkumiyeti ve hapis yatmasından kaynaklanan zararın tazmin edilmesini talep
etmistir.
91. Hükümet, ihlale iliskin bir tespitin yapılmasının Sözlesme’nin 41. Maddesi
kapsamında adil tazmin teskil edeceği, mağduriyet iddialarının temelsiz olduğu ve
birinci basvuran tarafından talep edilen meblağın çok yüksek olduğu görüsündedir.
92. Komisyon delegesi bu konuda görüs bildirmemistir.
93. Mahkeme her iki basvuru sahiplerinin, yalnızca Mahkeme tarafından
ihlallerin tespit edilmesi ile tazmin edilebilecek düzeyin ötesinde sıkıntı ile
karsılastıkları düsüncesindedir. Mevcut davada tespit edilen ihlallerin özünü de
dikkate alıp adil bir bazda karara vararak manevi tazminat kapsamında birinci
basvurana 40,000 FRF ve ikinci basvurana 45,000 FRF tutarında bir ödemeyi uygun
görmüstür.
C. Yasal Giderler
94. Birinci basvuran yerel takibata iliskin giderleri için açık sekilde 250,000
FRF ve Sözlesme kurumları nezdindeki giderleri için 100,000 FRF tutarında bir
ödeme talebinde bulunmustur.
95. Đkinci basvuran Mahkeme’den, kendisinin avukatı ile 25,000 Amerikan
Doları ödenmesine iliskin sözlesmesini dikkate almasını istemistir.
96. Hükümet, talep edilen meblağların yerel mahkemelerde Türk avukatları
tarafından kazanılan ücretlere kıyasla abartılı olduğunu ve usulüne uygun olarak
doğrulanmadığını bildirmistir.
97. Komisyon delegesi görüs bildirmemistir.
98. Mahkeme yukarıda anılan talepleri emsal kararında tespit edilen ölçütler
ısığı altında özellikle de Sözlesmenin ihlalinin önlenmesi veya düzeltilmesi için
anılan masraf ve giderlerin gerçekten ve zorunlu olarak tahakkuk etmis ve nicelik
açısından makul olup olmadığı inceleyecektir. Nicelik açısından, belli ölçüde
yardımcı olma ihtimali olmasına karsın Mahkeme kendisinin yerel ölçekler ve
uygulamalara bağlı olmadığı görüsündedir. (birçok diğer otoritenin yanı sıra, 13
Temmuz 1995 tarihli Tolstoy – Birlesik Kraliyet kararı, A Serisi, No. 316, s. 83,
Madde 77 ve 25 Mart 1999 tarihli Nikolava – Bulgaristan kararı, 1999 Raporları, s.
…, Madde 79). Mahkeme, taleplerin dayanaktan yoksun ve asırı olduğu yönündeki
Hükümet’in görüsüne büyük ölçüde katılmaktadır. Bu durum özellikle de, davanın
esasına iliskin görüslerini mahkemeye sunmamıs olan ikinci basvuran açısından
geçerlidir. Adil bazda karara vararak Mahkeme birinci ve ikinci basvuru
sahiplerine, masraf ve gideler kalemleri kapsamında sırasıyla 22,000 FRF ve 15,000
FRF ödenmesini kararlastırmıstır.
D. Temerrüt Faizi
99. Mahkeme isbu kararın düzenlenmis olduğu tarihte, eldeki verilere göre
tespit edilmis olan yıllık %3.47 oranına tekabül eden Fransa’da uygulanan yasal
faiz oranının uygulanmasının yerinde olacağı kanaatine varmıstır.
YUKARIDA BELĐRTĐLEN GEREKÇELERE DAYANARAK
MAHKEME
1. Birinci basvuranın Sözlesme’nin 3. Maddesi ve 14. maddesinin
incelenmesine iliskin salahiyete sahip olmadığının oy birliği ile kabulüne;
2. Sözlesme’nin 7. maddesinin birinci basvuran açısından ihlal
edilmediğinin oybirliği ile kabulüne;
3. Sözlesme’nin 7. maddesinin ikinci basvuran açısından ihlal
edildiğinin oybirliği ile kabulüne;
4. Sözlesme’nin 10. maddesinin her iki basvuran açısından ihlal
edildiğinin oybirliği ile kabulüne;
5. Basvuru sahiplerinin Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. fıkrası
kapsamındaki sikayetine iliskin olarak iç hukuk yollarının tüketilmediğine iliskin
Hükümet’in ön itirazının oy birliği ile reddine;
6. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlığı ve
tarafsızlığına iliskin olarak Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının ihlal edildiğine
iliskin iddianın altıya karsı bir oy ile kabulüne;
7. Basvuranlar tarafından Sözlesme’nin 10. Maddesi ile bağlantılı
olarak 14. Madde ve 6. Maddenin 1. ve 2. Fıkrası kapsamındaki diğer taleplerin
incelenmesine, oybirliği ile gerek olmadığına;
8. Oybirliği ile
(a) Üç ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan kur üzerinden Türk
lirasına çevrilmek üzere, davalı devlet tarafından birinci ve ikinci basvuru
sahiplerine:
(i) Maddi zarar için sırasıyla 67,400 (altmıs yedi bin dört yüz) ve 17,400 (on
yedi bin dört yüz) Fransız Frangının;
(ii) Manevi zarar için sırasıyla 40,000 (kırk bin) ve 45,000 (kırk bes bin)
Fransız Frangının;
(iii) yasal giderler için sırasıyla 22,000 (yirmi iki bin) ve 15,000 (onbes bin)
Fransız frangı tutarının ödenmesine;
(b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden ödeme tarihine
dek bu tutarlar için yıllık %3.47 faiz oranı uygulanmasına;
9. Adil tazminata iliskin basvuru sahiplerinin diğer taleplerinin
oybirliği ile reddine
iliskin alınan isbu karar Đngilizce ve Fransızca olmak üzere, 8 Temmuz 1999
tarihinde Strazburg’da bulunan Đnsan Hakları Binası’ndaki halka açık oturumda
tefhim edilmistir.
Đmza: Luzius WILDHABER
Baskan
Đmza: Paul MAHONEY
Sekreter
Sn. Wildhaber’in bir bildirgesi ile birlikte Sözlesmenin 45. Maddesinin 2.
Fıkrası ile Mahkeme Kurallarının 74. Kuralının 2. Fırkası uyarınca bu karara asağıda
belirtilen serhler eklenmistir:
(a) Sn. Palm, Bayan Tulkens, Sn. Fischbach, Sn. Casadevall ve Sn. Greve’nin
müsterek mutabakat serhi;
(b) Sn. Bonello’nun mutabakat serhi;
(c) Sn. Gölcüklü’nün kısmi muhalefet serhi.
Paraf: L. W.
Paraf: P. J. M.
HAKĐM WILDHABER’ĐN BĐLDĐRGESĐ
9 Haziran 1998 tarihli Incal-Türkiye kararında (1998 Raporları, s. 1547)
Sözlesme’nin 6. Maddesi’nin 1. Fıkrasının ihlaline iliskin oylamada karsı oy
kullanmıs olmama rağmen, mevcut davada Mahkeme’nin çoğunluğu tarafından
ulasılan görüsü benimsemek durumundayım.
HAKĐM Palm, Tulkens, Fischbach, Casadevall VE greve’NĐN
MÜSTEREK MUTABAKAT SERHĐ
Sürek - Türkiye (no. 1) davasında Hakim Palm’ın kısmi muhalefet serhinde
öngörülen daha kapsamlı yaklasımı kullanarak aynı sonuca varsak da, mevcut
davada Mahkeme’nin 10. Maddenin ihlal edildiğine iliskin kararını paylasıyoruz.
Bizim görüsümüze göre, muhatap Devlete açılan bu tarz davalarda 10. Madde
hususunun değerlendirilmesi sırasında yayında kullanılan kelimeler üzerinde çok
fazla durulmakta ancak bu kelimelerin kullanıldığı genel bağlam ve bunların olası
etkilerine yeterli dikkat verilmemektedir. Süphesiz ki söz konusu dil çok sert hatta
siddetli olabilir. Ancak demokrasilerde, Mahkemenin de vurguladığı üzere,
“savasçı” kelimeler bile 10. Madde ile koruma altına alınabilir.
Mahkemenin emsal davalarında ortaya çıkan siyasi konusmalara daha genis
koruma uygulanmasıyla aynı doğrultuda bir diğer yaklasım ise kullanılan
kelimelerin kıskırtıcı yapısına daha az önem verip bu konusmanın yapıldığı
bağlamsal durumun unsurlarına daha fazla önem vermektir. Kullanılan dil siddeti
kıskırtmak ya da tahrik etmeyi mi amaçlamaktadır? Bu duruma yol açabilecek
gerçek ve hakiki bir risk var mıdır? Bu sorulara verilecek yanıtlar her davanın
kosullarında genel bağlamı olusturan çok sayıda farklı asamanın ölçülü bir sekilde
değerlendirilmesini gerektirmektedir. Baska sorular da sorulmalıdır. Suç teskil eden
metnin yazarı toplum içerisinde kendi kullandığı kelimelerin etkisini artırabilecek ve
toplumu etkileyebilecek bir kisi midir? Yayına, söz konusu konusmanın etkisini
artırabilecek önemli bir gazetede ya da baska bir ortamda ün sağlayacak sekilde yer
verilmis midir? Kelimeler siddetin tam ortasında mıdır yoksa siddete yakın mıdır?
Sok eden ve hakarette bulunan - 10. Maddeyle korunan - dil ile demokratik bir
toplumda hosgörü hakkını azaltan dil arasında ayrım yapabilmek sadece suç teskil
eden kelimelerin ortaya çıktığı bağlamın dikkatli bir incelemesiyle olabilir.
HAKĐM Bonello’NUN MUTABAKAT SERHĐ
Çoğunluk ile birlikte 10. Maddenin ihlal edildiği yönünde oy kullandım, ancak
Mahkemenin, yerel yetkililerin basvuranların ifade özgürlüğü hakkına yaptıkları
müdahalenin demokratik bir toplumda haklı gösterilip gösterilemeyeceğini
belirlemek için uyguladığı ilk ölçütü onaylamıyorum.
Bu dava ve siddete tahrikin söz konusu olduğu daha önceki Türkiye’de ifade
özgürlüğü davaları boyunca, Mahkeme tarafından belirlenen en yaygın ölçüt sudur:
basvuranlar tarafından yayınlanan yazılar siddet kullanımını destekliyorsa ya da
tesvik ediyorsa basvuranların ulusal mahkemelerce mahkum edilmeleri demokratik
bir toplumda haklı sebebe dayanmaktadır.
Ben bu ölçütü yetersiz olarak değerlendiriyorum. Siddeti tahrik eden kisilerin
ulusal yetkililerce cezalandırılmalarının sadece eğer bu tahrik “açık ve mevcut bir
tehlike” yaratıyorsa, demokratik bir toplumda haklı sebebe dayandırılabileceği
kanaatindeyim. Güç kullanımı soyutsa ve zamanla gerçek veya olası siddetin
merkezinden kalkıyorsa, ifade özgürlüğü hakkı geçerli olmalıdır
Bu noktada gelmis geçmis en önemli anayasa hukukçusunun kanunu ve düzeni
bozabilecek kelimeler hakkında söylediklerini hatırlatmak istiyorum: “Ülkenin
kurtarılması için derhal bir kontrolün yapılmasını gerektiren kanunun mesru ve
zorunlu amaçlarını yakın bir gelecekte tehdit etmedikleri sürece beğenmediğimiz ve
ölüm tasıdığına inandığımız görüslerin ifade edilmesini kontrol etmekten kendimizi
daima alıkoymalıyız.”[5]
Đfade özgürlüğünün garanti altına alınması bir devlete güç kullanımını
savunmayı yasaklama hakkı vermez; ancak böyle bir savunma olası bir kanunsuzluk
yaratıyorsa ya da bunu tahrik ediyorsa ve böyle bir hareketi tesvik ediyorsa durum
faklı olacaktır.[6] Bu bir olasılık ve derece sorunudur[7].
Đfade özgürlüğünün kısıtlanmasını haklı gösteren açık ve mevcut bir tehlike
bulunduğu görüsünü desteklemek için, ciddi bir tehlikenin beklenildiği ya da
savunulduğu ya da basvuranın geçmisteki hareketlerinin kendisinin siddet taraftarı
olmasının acil ve ağır hareketler doğuracağına inanılması için haklı sebep
sağlayacağı gösterilmelidir.[8]
Bazıları tarafından ölüme gebe oldukları düsünülse de, basvuranların
suçlandıkları kelimeler bana göre, kamu düzenini tehdit eden korkunç etkilere sahip
değildir. Türkiye’nin kurtulması için bu ifadelerin derhal bastırılmasının kaçınılmaz
olduğu görüsü de benim için bir sey ifade etmemektedir. Bu ifadeler ne açık ne de
mevcut herhangi bir tehlike olusturmamaktadır.
Özet olarak, “konusmalardan doğan hiç bir tehlike açık ve mevcut sayılamaz,
korkulan tehlike tam bir değerlendirme yapılmadan ortaya çıkabilecek kadar yakın
olmadıkça. Değerlendirme yapılarak yalanlar ve yanlıslıklar ile mücadele için
zaman olduğunda, tehlikeyi eğitim yoluyla engellemek için yapılacak sey daha fazla
konusmaktır, zorla susmak değil”[9].
HAKĐM GÖLCÜKLÜ’NÜN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
(Geçici çeviri)
Mahkemede bir askeri hakimin bulunması nedeniyle, ilgili hüküm kapsamında
Devlet güvenlik Mahkemesinin “bağımsız ve tarafsız” olmadığı gerekçesi ile 6.
Maddenin 1. Fıkrasının ihlal edildiği yönündeki Mahkeme’nin çoğunluk görüsüne
katılmadığımı büyük bir üzüntü içinde belirtmek isterim. Bu bağlamda, 9 Haziran
1998 tarihli Incal Türkiye kararında sayın hakimler Sn. Thor Vilhjalmsson, Sn.
Matscher, Sn. Foighel, Sn. John Freeland, Sn. Lopes Rocha, Sn. Wildhaber ve Sn.
Gotchev ile müstereken ve 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar- Türkiye kararında
münferiden belirtmis olduğum muhalif görüsüme gönderme yapmaktayım. Đkisi sivil
olan üç hakimden olusan bir mahkemede bir askeri hakimin mevcudiyetinin, askeri
olmayan (sivil) adli düzeyde bulunan ve kararları Yargıtayın incelemesine tabi olan
Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlığını herhangi bir sekilde
etkilemediğine iliskin görüsüm sabittir.
Sunları tekrar vurgulamak istiyorum: (1) çoğunluğun kararı dıs görünüm
teorisinin haksız olarak genisletilmesinden kaynaklanmaktadır; (2) kararın 79.
paragrafında çoğunluğun yaptığı gibi, “basvuranların Askeri mahkemenin bir üyesi
olan bir ordu yetkilisinin yer aldığı bir hakimler kurulu tarafından yargılanmaktan
endise duymaları gerektiğinin anlasılabilir olduğunu” söylemek ve sonra da sadece
Incal örneğini (Çıraklar kararı Incal kararında söylenenlerin tekrarından ibarettir)
dayanak göstermek yeterli değildi;. ve (3) çoğunluğun serhi soyuttur ve bu yüzden
de hem hakikatlara dayanarak hem de yasal olarak desteklenmelidir.
3. 19. Maddeyi değistiren 11 No’lu Protokolün yürürlüğe girmesinden itibaren
Mahkeme sürekli bazda faaliyet göstermistir.
[2] Sekreteryanın Notu: A Đçtüzüğü, 9 nolu Protokolün yürürlüğe girmesinden
önce (1 Ekim 1994) Mahkemeye sunulan davalar ile anılan tarih itibarıyla 31 Ekim
1998 tarihine kadar ilgili Protokole tabi olmayan Devletler ile ilgili davalar için
geçerlidir.
[3] Terörizm faaliyetlerinin engellenmesi amacıyla yürürlüğe girmis olan bu
kanun, Ceza Kanununda “terörizm fiilleri” veya “terörizm amacıyla islenen fiiller”
(3. ve 4. maddeler) olarak tanımlanan ve anılan kanuna tabi olan çesitli suçlara
iliskindir.
[4] Đtalik yazılı olan bölüm 31 Mart 1992 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı ile
çıkarılmıs, 23 Ocak 1993 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıs ve 27 Temmuz
1993’te yürürlükten kaldırılmıstır.
1. Sekreterya Notu: Uygulama nedenlerinden dolayı bu ek, sadece kararın
baskılı sürümünde verilecek olup (Mahkeme’nin seçkin karar ve hükümlerine iliskin
resmi raporlar), ancak Komisyon Raporunun bir sureti Sekreterya’dan temin
edilebilecektir.
[5] Abrahams - Birlesik Devletler davası Hakimi Oliver Wendell Holmes, 250
U.S. 616 (1919) 630.
[6] Brandenburg - Ohio, 395 U.S. 444 (1969) 447.
[7] Schenck - Birlesik Devletler 294 U.S. 47 (1919) 52
[8] Whitney - California, 274 U.S. 357 (1927) 376.
[9] Whitney - California davası hakimi Louis D. Brandeis, 274 U.S. 357 (1927)
377.