ŞENER TÜRKİYE DAVASI

SENER TÜRKĐYE'YE KARSI
(26680/95)
Strazburg
18 Temmuz 2000
USULĐ ĐSLEMLER
1. Dava, Mahkeme'ye 11 Eylül 1999 tarihinde Avrupa Đnsan Hakları
Komisyonu (Komisyon) tarafından sunulmustur. Dava, Türk vatandası Sn. Pelin
Sener tarafından ("basvuran") 7 Mart 1995 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti'ne karsı
Đnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Yönelik Sözlesme'nin
("Sözlesme") eski 25. Maddesi gereğince Komisyon'a sunulan (26680/95) nolu
basvurudan kaynaklanmaktadır.
2. Basvuran, Mahkeme huzurunda, Đstanbul'da görevini ifa etmekte olan Sn.
Kamil Tekin Sürek tarafından temsil edilmistir. Türk Hükümeti ("Hükümet")
Mahkeme huzurundaki islemler için bir ajan tayin etmemistir.
3. Komisyon'un Mahkeme'den talebi Sözlesme'nin eski 47. ve 48. Maddelerine
dayanmaktadır. Basvuranın çesitli sikayetleri hakkında karar verilmesi talep
edilmistir:
- Sözlesme'nin 10. Maddesi bağlamında, basvuranın mahkumiyeti ifade
özgürlüğüne haksız bir müdahale olusturmustur,
- Sözlesmenin 18. Maddesi bağlamında bu hakkın kullanılmasına getirilen
sınırlamalar, Sözlesmenin 10. Maddesinin 2. Paragrafında tayin edilen mesru
amaçlarla uyumlu değildi.
- Sözlesme'nin 6. Maddesinin 1. Paragrafı bağlamında, basvuranın davasına
bakan Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi bağımsız ve tarafsız bir Mahkeme
değildi.
4. Basvuru Üçüncü Bölüm'e gönderilmistir (Đç Tüzüğün 52. Maddesinin 1.
Paragrafı). Bu Bölüm içinde davayı inceleyecek olan Daire, (Sözlesmenin 27.
Maddesinin 1. Paragrafı) Mahkeme Đç Tüzüğünün 26. Maddesinin 1. Paragrafına
uygun olarak olusturulmustur. Türkiye ile ilgili olarak seçilen Sn. Rıza Türmen
davadaki görevinden çekilmistir. (Đç Tüzük 28. Madde). Hükümet bu nedenle onun
yerine Sn. Feyyaz Gölcüklü'yü ad hoc hakim olarak atamıstır. (Sözlesme'nin 27.
Maddesinin 2. Paragrafı ve Đç Tüzüğün 29. Maddesinin 1.paragrafı)
5. Tarafların görüsleri alındıktan sonra, Mahkeme, durusma yapılmasına gerek
olmadığına karar vermistir. Taraflar son görüslerini sunmuslardır.
OLAYLAR
I. Dava Sartları
A. Haberde Yorumda Gerçek Adlı Haftalık Dergide Yayınlanan
Makale
6. Basvuran, Đstanbul'da haftalık olarak yayınlanan Haberde Yorumda Gerçek
adlı bir derginin sahibi ve editörü idi.
7. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi 5 Eylül 1993 tarihinde, derginin 4
Eylül 1993 tarihli 23. sayısının, Aydın Đtirafı baslıklı bir makalenin bölücü
propaganda içermesi nedeniyle toplatılması kararını aldı. Sözkonusu makale
asağıdaki gibidir:
"Bir ulusun toptan yok edilmesini izliyoruz. Bir soykırım izliyoruz ki
bugüne kadar baska örneği görülmemis desek yanlıs olmaz.
Bir kirli savasın dislileri arasında inim inim inliyoruz Savasa karsı
çıkmak gerektiğini bildiğimiz halde öfkemizi haykırmak, kirli savas dislilerini
parçalamak yerine inim inim inliyoruz. Ağıt yakıyoruz sadece. Ölüme övgü dizmeye
çalısıyoruz ölüm sessizliğinde. Havanın esintisinden, yaprak hısırtısından
odalarımıza korku tasınıyor. Yüreklerimiz hop oturup hop kalkıyor. Ölüm
korkusunda ölüme övgü dizerken devlete teslim oluyoruz.
Klima esintisinde sıcak çaylarımızı yudumlarken yürüttüğümüz hararetli
tartısmalarımızda kavgacı kesiliyoruz birden. Ulusların kaderlerini tayin hakkı
diyoruz. Bu hakkın kullanılması önünde hiçbir engelin olmaması gerektiğinden söz
ediyoruz. Kürt realitesinin tanınmasının önemli bir adım olduğunu açıklamaya
çalısıyoruz. Ortadoğu'da savasın nedeni Amerikan emperyalizmidir. Ve biz savasa
karsı çıkmanın insanlığın bir gereği olduğunu düsünüyoruz. Namaz dağları,
Tendürek ve Nurhak ve daha niceleri bombalanıyor bu sırada. Kürdistan alev alev
yanıyor. Soykırım bütün hızıyla sürüyor. Renkli ekranlardan Bosna'da yasanan
vahseti izliyoruz.
Öfkeleniyoruz birden. Đnsan hakları savunucusu kesiliyoruz. Kimyasal silahlar
kullanılıyor Nurhak Dağlarında. "Tas üstünde tas bırakmayacağız" diyor askeri
yetkili. Bir ulusu toptan yoketme isteklerindeki kararlılık çınlıyor kulaklarımızda.
"Yalnız güneydoğuda değil batıda da operasyonların sürdürüleceğini, teröristlere
yardımcı olanların haklarından gelineceğini" ekliyor konusmasına ve tabi basının
kulağını çekmeyi de ihmal etmiyor. Đste burada, bu kirli savasın söylemlerimizdeki
yenilgiye mahkum akibetini, savasa karsı çıkmanın tek ama tek yolunun haklı
savasın yürütülmesi gerektiği doğrusunu unutuyoruz. Unutmak istiyoruz. Tendürek'e
düsen bomba, yüreğimizde patlıyor. "Yazık" diyor içimizden biri. "Bunca kanın
dökülmesi niye? Kürt ve Türk ulusları kardes değil mi ?" diye ekleyerek baslıyor
bilinen konusmasına.
Hep bu konusmayı bekliyormusuz da birbirimizden haberimiz yokmus meğer.
Her birimiz ayrı ayrı ve sanki farklı seyler söylüyormusuz gibi korkularımızı açığa
vuruyoruz. Askeri yetkilinin hizmetinde kusur etmemeye itina gösteriyoruz. Türk
sovenizminin asla onaylanmadığını ama Kürt sovenizminin de onaylanmayacağını
anlatıyoruz hep bir ağızdan. Ezilen ulusun sovenizminin olmayacağını bile bile lades
yapmaya çalısıyoruz. Kürt meselesinin çözümünde barısçıl yolların denenmesi
gerektiğini vaaz ediyor, çözümün ne olabileceğini tartısıyoruz, büyük piskinlikle.
Gazetelerimizin sayfalarını Sündüz yaylasını basan "teröristlerin" kadınları,
teröristleri nasıl öldürdüklerini anlatan düzmece haberlerle dolduruyoruz. Basına
verilen brifingden kamuoyunun bilgisi olmadığı bilgisizliğiyle köse yazılarımızda
Kürt ve Türk vatandasların yüzyıllar boyunca kardesçe bir arada yasadığını oysa
"teröristlerin" emellerinin bu kardesliği yıkmak olduğunu anlatıyoruz demokratça!
Ve kara çalıyoruz özgürlük yürüyüsüne geçen Kürt köylüsünün tavrına.
Biz aydın insanlarız. Demokratlığı elden bırakmayız. Ama yalandan kim ölmüs
? Devlete hizmeti de esas alırız. Đnsanları aptal biliriz. Onca yıl mürekkep
yalamıslığımız bizi onlardan farklı kılar.
Bu bir itiraftır.
Biz aptalız"
B. Basvurana Karsı Yürütülen Adli Takibat
1. Basvurana Karsı Yapılan Suçlamalar
8. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı, 29 Eylül 1993 tarihli
iddianamesinde, basvuranı, yukarıda verilen makaleyi yayınlayarak devletin
bölünmez bütünlüğüne karsı bölücü propaganda yapmakla suçlamıstır. Suçlama
yapılırken, Terörle Mücadele Yasası'nın 8. Maddesi esas alınmıstır ( Bundan sonra
"1991 Yasası" olarak anılacaktır. Bkz. asağıdaki para. 18).
2. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Önündeki Adli Đslemler
9. Basvuran, Devlet Güvenlik Mahkemesi huzurunda kendisine atfedilen
suçlamaları reddetmistir. Makalenin bölücü propaganda içermediğini ifade etmistir.
Fotoğrafı gazetede yayınlanan makalenin yazarı hakkında hiçbir sorusturma
açılmadığı için, gazetenin sahibi ve sorumlu editörü olarak, asıl amacın derginin
yayınlanmasını cezalandırmak olduğunu belirtmistir. Basvuran, Sözlesmenin 10.
Maddesine gönderme yapmıs ve 1991 tarihli Yasanın 8. Maddesinin, Anayasa'ya ve
Sözlesme'ye aykırı olarak ifade özgürlüğünü kısıtladığını iddia etmistir.
3. Basvuranın Mahkumiyeti
10. Biri askeri hakim olmak üzere üç hakimden olusan Đstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesi, 5 Temmuz 1994 tarihli kararında basvuranı, 1991 tarihli
yasanın 8. Maddesinin 1. Paragrafına göre suçlu bulmustur. Mahkeme, basvuranı altı
ay hapse ve on aylık taksitlerle ödenmek üzere 50.000.000 TL para cezasına
çarptırmıstır. Ayrıca derginin ilgili sayısının toplatılması kararına da varmıstır.
11. Mahkeme, kararın gerekçesinde, sözkonusu makalenin Türk topraklarının
bir kısmını Kürdistan olarak nitelendirdiğini, orada yasayan insanların Kürt
vatandasları olduğunu, soykırım yapıldığını, Kürdistan olarak nitelendirilen
bölgenin bombalandığını, yakıldığını ve kimyasal silahların kullanıldığını iddia
ettiği seklinde karara varmıstır. Bu nedenlerle Mahkeme, devletin bütünlüğüne karsı
propaganda yaptığına karar vermistir.
4. Basvuranın Temyiz Dilekçesi
12. Basvuran mahkumiyet kararına karsı temyize basvurmustur. 30 Kasım 1994
tarihinde Yargıtay, basvuruyu reddetmistir. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin
kanıtlarını değerlendirmesini ve basvuranın savunmasını reddetme nedenlerini
onamıstır. 2 Ocak 1995 tarihinde karar basvurana tebliğ edilmistir.
5. Sonraki Gelismeler
13. 27 Ekim 1995 tarihinde 4126 sayılı yasayla 1991 tarihli yasada yapılan
değisikliklerin ardından, (bkz. asağıdaki para 19) Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi davayı ex officio tekrar incelemistir. 8 Mart 1996 tarihinde, Mahkeme,
basvurana aynı cezayı vermistir. Basvuru sahibi, temyize basvurmustur.
14. 10 Haziran 1997 tarihinde Yargıtay, Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi'nin basvuranın hapis cezasını para cezasına çevirmemesi nedeniyle, 8
Mart 1996 tarihli kararı bozmustur.
15. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, 25 Eylül 1997 tarihinde 14 Temmuz
1997 tarihli 4304 sayılı yasanın 1. Fıkrası gereğince nihai cezanın verilmesini
ertelemeye karar vermistir. Mahkeme aynı yasanın 2. Fıkrası gereğince, basvurana
karsı yapılan cezai islemlerin ertelenmesine ve bu kararın ardından üç yıl içinde bir
editör olarak kasıtlı bir suç islerse nihai cezanın verilmesine karar vermistir.
6. Yazarın Mahkum Edilmesi
16. 17 Kasım 1995 tarihinde Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, makalenin
yazarı Erhan Altun'u 1991 Yasasının 8. Maddesinin 1. Paragrafı gereğince suçlu
bulmustur. Mahkeme, Erhan Altun'u 1 yıl 1 ay ve 10 gün hapis cezasına ve
111,111,110 TL para cezasına çarptırmıstır. Fakat, Mahkeme, yazarın geçmisteki iyi
halini, gelecekte suç islemeyeceğini ve sabıkalı olmayısını gözönünde bulundurarak
cezanın ertelenmesine karar vermistir.
II. ĐLGĐLĐ ĐÇ HUKUK
17. Đlgili iç hukukun tam tanımı Sürek Türkiye (No 1) kararında bulunabilir
((GC), no 26682/95, para 23-36 AĐHM 1999-IV).
A. Terörle Mücadele Kanunu
18. 1991 Terörle Mücadele Yasası'nın 8. Maddesi, (12 Nisan 1991 tarihli 3713
nolu kanun ) kullanılan yöntemlerin ve niyetin ne olduğu önemsenmeksizin, yazılı
veya sözlü propaganda, toplantılar, dernekler ve gösteriler aracılığıyla Türkiye
Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne ve ulusal birliğine zarar verme suçu ile ilgilidir.
Böyle bir suç isleyen kisiye hapis veya para cezası verilir, bu ceza bir editör için iki
yıl hapis ve üçyüz milyon Türk Lirası para cezasıdır.
19. 27 Ekim 1995 tarihli 4126 nolu Kanun, 8. Madde ile ilgili olarak mahkum
olan kisilerin davalarının, verilen hapis cezaları yerine baska ceza veya tedbirlerin
getirilmesini sağlayacak sekilde yeniden incelenmesi için 1991 Terörle Mücadele
Kanunu'nu değistirmistir. 12 Temmuz 1997 tarihinden önce 8. Maddeden hüküm
giyen editörlerin 14 Ağustos 1997 tarihli 4304 sayılı kanun gereğince baska suç
islememek kaydıyla cezalarının üç yıl süre ile tecil ettirilmesine karar verilmistir.
B. Devlet Güvenlik Mahkemeleri
20. Anayasanın 138. Maddesi hakimlerin görevlerini ifa ederken bağımsız
olmalarını gerektirmektedir. Devlet Güvenlik Mahkemeleri, "toprak bütünlüğüne ve
milli birliğe, bağımsız demokratik sisteme ve devletin iç ve dıs güvenliğini doğrudan
etkileyen suçlara" bakmak için Anayasanın 143. Maddesi gereğince kurulmustur.
21. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kurulusu ve Đsleyisi Hakkındaki 2845
nolu kanunun 5. ve 6. Maddeleri gereğince, bu mahkemeler bir baskan, iki üye ve iki
yedek üyeden olusuyor ve üyeler dört yıllık yenilenebilen süreler için
seçilebiliyordu. Đlgili zamanda üyelerden ve yedek üyelerden birer tanesi, birinci
dereceden askeri hakimlerden olusuyordu.
22. Devlet Güvenlik Mahkemesinin kararlarına karsı, Yargıtay'a basvurulur.
23. Askeri hakimlerin mesleki kariyerleri, sicilleri 357 sayılı Askeri Hakimler
Kanunu'nun Ek 7. Maddesi gereğince Milli Savunma Bakanlığı Müstesarı ya da
Milli Savunma Bakanı tarafından hazırlanan raporlara bağlıdır. Bu kanunun 8.
Maddesine göre askeri hakimler Genelkurmay Personel Baskanı, Adli Müsaviri ile
atanacakların mensup olduğu Kuvvet Komutanlığının Personel Baskanı ile adli
müsaviri ve Milli Savunma Bakanlığı Askeri Adalet Đsleri Baskanından olusan
Kurul tarafından seçilir ve usulüne uygun olarak atanırlar. Askeri Ceza Kanunu'nun
112 inci maddesine göre "memuriyetinin nüfuzunu suistimal ile askeri mahkemeler
üzerinde tesir yapmak suçtur. Askeri hakimlerin maasları ve disiplin ile ilgili
konularda yetki Adalet Bakanı'na aittir. (18 ve 29. Maddeler) Askeri hakimlerin
kariyerleri hakkında karar verecek olan son merci Yüksek Askeri Đdare
Mahkemesi'dir. (Yüksek Askeri Đdare Mahkemeleri Hakkında 4 Temmuz 1972
tarihli 1602 nolu kanunun 22. Maddesi )
24. 18 Haziran 1999 tarihli 4388 sayılı kanun ve 22 Haziran 1999 tarihli 4390
sayılı kanunlarla yapılan değisikliklerle Askeri Hakimlerin Devlet Güvenlik
Mahkemelerindeki görevleri sona ermistir.
HUKUK
I. Sözlesmenin 10. Maddesinin Đhlal Edildiği Đddiası
25. Basvuran, yetkililerin haksız bir sekilde asağıda verilen Sözlesmenin 10.
maddesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğüne müdahale ettiklerini iddia
etmistir:
"1. Herkes görüslerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak,
kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu
olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde,
devletlerin radyo, televizyon ve sinema isletmelerini bir izin rejimine bağlı
tutmalarına engel değildir.
2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir
toplumda, demokratik toplumlar niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak
bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve
suç islenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, baskalarının söhret ve haklarının
korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla
öngörülen bazı biçim kosullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir. "
26. Hükümet, basvuranın ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin 10. Maddenin
2. paragrafında belirtilen gerekçelerle haklı sebebe dayandığını iddia etmistir. Fakat,
Komisyon, basvuranın iddiasını kabul etmistir.
A. Müdahalenin Mevcudiyeti
27. Mahkeme, 1991 Terörle Mücadele Yasası'nın 8. Maddesi gereğince hüküm
giyip ceza verilmesi nedeniyle basvuranın ifade özgürlüğüne müdahale edildiğinin
süphesiz olduğuna karar vermistir.
B. Müdahalenin Haklı Sebebe Dayanması
28. Müdahale kanunla öngörülmüs olmasaydı, Sözlesmenin 10. Maddesinin 2.
Paragrafında bahsedilen mesru amaçlara uygun olmasaydı ve bu amaçlara ulasmak
için "demokratik toplumda gerekli" olmasaydı, Sözlesmenin 10. Maddesine aykırı
olurdu. Mahkeme, bu noktaları sırasıyla inceleyecektir.
1. Kanunla Öngörülmüs Olma
29. Basvuran bu konuda görüs sunmamıstır.
30. Hükümet, basvurana karsı alınan tedbirlerin, 1991 Terörle Mücadele
Yasasının 8. maddesine dayandığını savunmustur.
31. Komisyon, Hükümet'in görüsünü paylasmıs ve müdahalenin kanunla
öngörülmüs olduğunu tespit etmistir.
32. Mahkeme, Komisyon gibi, basvuranın mahkumiyeti Terörle Mücadele
Yasası'nın 8. Maddesine dayandığı ve özellikle de basvuran bu konuda görüs
belirtmediği için, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin kanunla öngörülmüs
olduğuna karar vermistir. (bkz. bu bağlamda, Sürek (No 1) Türkiye'ye Karsı Kararı
(GC), 26682/95, Para 48 AĐHK 1999-IV).
2. Mesru Amaç
33. Basvuran bu konuda görüs belirtmemistir.
34. Hükümet, sözkonusu müdahalenin amacının milli güvenliği ve kamu
emniyetini sağlamak olduğunu belirtmistir. Komisyon, bu görüsü kabul etmistir.
35. Mahkeme, Türkiye'nin güneydoğusundaki güvenlik durumunun
hassasiyetini ( bkz. yukarıdaki Sürek (No 1) Türkiye'ye Karsı Kararı para. 52) ve
yetkililerin siddeti artırabilecek fiillere karsı hazır olması gerekliliğini gözönüne
alarak, basvurana karsı alınan tedbirlerin, Hükümetin sözünü ettiği milli güvenliğin
korunması ve kamu emniyetinin sağlanması gibi amaçlar için gerekli olduğu
görüsündedir. Bu dava konusu olayların meydana geldiği dönemde, ayrılıkçı
hareketin, siddet kullanımına dayalı yöntemlere basvurduğu güneydoğu bölgesi için
bu doğrudur.
3. "Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olması"
(a) Tarafların Argümanları
(i) Basvuran
36. Basvuran, yazmadığı bir makale için cezalandırılmasının adaletsiz olduğunu
belirtmistir. Basvuran, sözkonusu makalenin demokrasiyi ve insan haklarını
övdüğünü ve aydınların insan haklarını savunurken daha cesur olmaları gerektiğini
belirtmistir. Makalenin terörizme ve siddete basvurmayı savunmadığını fakat aksine
insanlara karsı terörizmin kullanılmasını elestirdiğini ifade etmistir. Basvuranın
görüsüne göre, kendisine karsı alınan tedbirler, Sözlesmenin 10. Maddesi ile garanti
altına alınan hakkına haksız ve denk olmayan bir müdahale olusturmustur.
(ii) Hükümet
37. Hükümet, sözkonusu makale, devlete karsı terör siddetini savunduğu için,
basvuranın bölücü propaganda yaptığını savunmustur. Đddialarını desteklemek için
Hükümet, makaleden bazı bölümler almıs ve "savasa karsı çıkmanın tek ama tek
yolunun haklı savasın yürütülmesi gerektiği doğrusunu unutuyoruz" ifadesinin
siddetin tesvik edildiğinin açık bir delili olduğunu iddia etmistir. Hükümet'in
görüsüne göre makalenin yazarı, aydınların "masum kürt köylüleri" "terörist" olarak
tanımlamasını ve özgürlük yürüyüslerine kara çalmasını elestirmistir.
Hükümet'in görüsüne göre, makalenin mesajı Kürt meselesinin çözülmesi için
tek yolun devlete karsı terörün desteklenmesi ve aydınların bu tür fiillere destek
vermesi gerektiğidir. Hükümet, siddetli bir terörizm kampanyası bağlamında
basvuranın terörü destekleyen bölücü propaganda yapmaktan uzak durmus olması
gerektiğini belirtmistir. Basvuranın Terörle Mücadele Kanununun 8. Maddesi
gereğince, mahkum edilmesinin doğru bir karar olduğunu ve alınan tedbirlerin
yetkililerin takdir marjı dahilinde olduğunu belirtmistir. Bu yüzden müdahale
Sözlesmenin 10. Maddesinin 2. Paragrafı gereğince haklı sebebe dayanmaktadır.
Hükümet, daha sonra basın yoluyla islenen suçlar için daha hafif cezaların
verilmesini öngören 14 Ağustos 1997 tarihli 4304 sayılı kanunun yürürlüğe
girmesinin ardından, basvurana nihai bir ceza verilmesinin ertelendiğini belirtmistir.
(iii) Komisyon
38. Komisyon, bir aydın tarafından kaleme alınan makalenin, Türkiye'nin
mensei Kürt olan nüfusa yönelik uyguladığı politikayı sert bir sekilde elestirdiğini
belirtmistir. Yazar Kürt meselesi ile ilgili görüslerini dile getirmis ve bölücü hareket
bağlamında kuvvet kullanılması fikrini kendisi benimsememistir. Komisyon'un
görüsüne göre, basvurana karsı alınan önlemler gelecekte benzer fikirlerin
yayınlanması konusunda caydırıcı etki yaratması amacını gütmekte ve sansür
niteliği tasımaktadır. Komisyon bu nedenle Sözlesme'nin 10. Maddesinin ihlal
edildiğini tespit etmistir.
(b) Mahkeme'nin Değerlendirmesi
39. Mahkeme, 25 Kasım 1997 tarihli Zana-Türkiye (Hüküm ve Karar Raporları
1997-VII, s. 2547-48, para. 51) ve Sürek (No 1) (bkz. para.51) kararlarında,
içtihatlarındaki Sözlesmenin 10. Maddesi ile ilgili temel kuralları özetlediğini
hatırlatmıstır.
(i) Đfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temelini ve her bireyin
kendini gelistirmesi ve tatmin olması için en önemli sartlardan birini olusturur.
Sözlesmenin 10. Maddesinin 2. Paragrafı sadece zararsız olan düsünceler için değil,
aynı zamanda rahatsızlık verici, zararlı düsünceler için de geçerlidir. Bütün bunlar
demokratik bir toplumun özellikleri olan çoğulculuk ve hosgörünün gerekleridir.
Sözlesmenin 10. Maddesinde belirtildiği gibi, bu özgürlük çok dikkatli bir sekilde
yorumlanması gereken bazı istisnalara tabidir.
(ii) Sözlesmenin 10. Maddesinin 2. Paragrafının anlamı dahilindeki "gerekli"
kelimesi "acil bir sosyal ihtiyacın" varlığını vurgulamaktadır. Sözlesmeci devletlerin
böyle bir ihtiyacın varolduğuna karar verirken sahip olduğu belli bir takdir sınırı
vardır ancak yasaları ve bağımsız bir mahkeme tarafından verilen kararlar da dahil
olmak üzere ve bu yasaları uygulayan kararları da kapsayacak sekilde Mahkeme'nin
denetimi ile uyum içindedir. Bu nedenle Mahkemenin, Sözlesmenin 10. Maddesi ile
güvence altına alınan ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamanın uygun olup olmadığı
konusunda nihai bir karar verme yetkisi mevcuttur.
(iii) Mahkeme, denetim yetkisini kullanırken müdahaleyi makalenin içeriği ve
hangi kapsam içinde kullanıldığını da dikkate almak suretiyle, bir bütün olarak ele
alarak incelemelidir. Özellikle de müdahalenin "takip edilen mesru amaç ile orantılı
olup olmadığı" ve ulusal otoriteler tarafından müdahaleyi savunmak için gösterilen
nedenlerin "ilgili ve yeterli" olup olmadığı konusunda karar vermelidir.
Mahkeme, bu bağlamda müdahalenin orantılı olup olmadığı konusu
değerlendirilirken, verilen cezaların siddetini de dikkate almalıdır. (bkz. Ceylan
Türkiye Kararı, (GC), No 23556/94, para. 49, AĐHK 1999-IV). Mahkeme, bu
sekilde davranarak, ulusal yetkililerin 10. Maddede belirtilen kurallara uygun
standartlar uyguladığı ve ayrıca ilgili olayların kabuledilebilir bir değerlendirmesine
dayandıkları konusunda kendini ikna etmelidir.
40. Mahkeme, ayrıca yukarıda bahsedilen Sürek (No 1) kararında (para.61)
siyasi konusmalara veya kamu çıkarını ilgilendiren tartısmalara getirilen
sınırlamaların, Sözlesmenin 10. Maddesinin 2. Paragrafı bağlamındaki alanının dar
olduğunu tekrarladığını gözlemlemistir. Ayrıca, Hükümet'e yönelik olarak
yapılmasına müsaade edilen elestirinin sınırı, bir kimse veya bir politikacı hakkında
yapılan elestirinin sınırından daha genistir. Demokratik bir sistemde Hükümet'in
fiilleri veya ihmalleri sadece yasanın ve adli yetkililerin değil aynı zamanda
kamuoyunun da incelemesine açık olmalıdır.
Ayrıca Hükümet'in sahip olduğu dominant pozisyon, kendisine karsı yönelen
haksız elestirilere ve saldırılara cevap vermek için baska yolların mevcut olduğu
durumlarda, cezai islemlere basvurma konusunda çekimser davranmasını
gerektirmektedir. Ancak yetkili devlet otoritelerine kamu düzeninin garantörleri
olarak, ceza hukuku niteliğinde bile olsa, bu tür olaylara uygun bir sekilde ve asırıya
gitmeden tepki verilmesini sağlayacak nitelikte tedbir almalarının yolu açıktır. (bkz.
9 Haziran 1998 tarihli Incal Türkiye Kararı, Raporlar 1998-IV, s. 1567, para. 54).
Son olarak, bu tür olaylar, insanları siddet kullanmaya tahrik ettiğinde, devlet
yetkilileri ifade özgürlüğüne müdahale etme ihtiyacının ortaya çıktığı durumları
incelerken sahip oldukları genis takdir yetkisinden faydalanırlar.
41. Basvuran editörü olduğu dergi aracılığıyla bölücü propaganda yapmakla
suçlandığı için, sözkonusu müdahale, siyasi politikanın düzgün bir sekilde
islemesinde basının sahip olduğu önemli rol gözönüne alınarak incelenmelidir. (bkz.
diğer kararlar arasında 8 Temmuz 1986 tarihli Lingens Avusturya Kararı, Dizi A, no
103, s. 26, para.41 ve yukarıda bahsedilen Sürek (No 1) Kararı, para. 59). Basının,
siddet tehditine karsı veya kamu düzeninin sağlanması veya suçun önlenmesi
amacıyla milli güvenlik ve toprak bütünlüğü gibi devletin çıkarlarının korunmasını
sağlamak için belirlenen sınırları asmamasının gerekli olmasına rağmen, bölücü
olanlar da dahil olmak üzere siyasi konular hakkında bilgi verme sorumluluğu
vardır. Basının görevi bu tür bilgi ve düsünceleri kamuoyuna iletmektir ve bunları
öğrenmek de kamuoyunun hakkıdır. Basın özgürlüğü, halkın siyasi liderlerin
düsünce ve bakıs açıları hakkında bir fikir olusturmalarını sağlayan en önemli
yöntemlerden birisidir. (bkz. Lingens Kararı, s. 26, para. 41-42).
42. Mahkeme, medya tarafından ifa edilen ifade özgürlüğünün yanısıra, görev
ve sorumlulukların çatısma ve gerilim durumlarında çok önemli olduğunu da
vurgulamıstır. Devlete karsı siddete tahrik eden düsüncelerin yayınlanması konusu
özel bir dikkat gerektirmektedir; aksi taktirde basın siddetin artırılması ve kin ve
nefret duyguları ile dolu söylemlerin dağıtımı için bir araç haline gelebilir. Aynı
zamanda, bu tür düsüncelerin belirtilen sekilde nitelendirilemeyeceği durumlarda,
Sözlesen Taraflar, toprak bütünlüğünün veya milli güvenliğini korunması veya
suçun önlenmesi ve kamu düzeninin sağlanmasını referans alarak, medyaya ceza
kanununun ağırlığını yüklemek suretiyle, kamuoyunun bilgilendirilme hakkına
sınırlama getiremez. (bkz. Erdoğdu Đnce Kararı, (GC), no 25067/94, para. 54, AĐHK
1999-IV).
43. Mahkeme, ayrıca kendisine sunulan davaların evveliyatını özellikle de
terörle mücadele ile bağlantılı problemleri dikkate almaktadır. (bkz. Karatas Türkiye
Kararı (GC), no 23168/94, para. 51, AĐHK 1999-IV). Bu konuda, Mahkeme, Türk
yetkililerin onbes yıldan beri Türkiye'de devam etmekte olan rahatsızlıkları
artırabileceğini düsündükleri görüslerin yayılması hakkındaki endiselerine dikkati
çekmistir.
44. Mahkeme, basvuranın dergisinde, bir aydın tarafından yazılan ve Kürt
sorunu üzerindeki düsüncelerini ifade eden bir makalenin yayınlandığını belirtmistir.
Sözkonusu makale, Hükümet'in politikasını ve güvenlik güçlerinin mensei Kürt olan
nüfusa yaklasım tarzlarını sert bir dille elestirmistir. Aydınların ve Türk basınının "
Kürt köylülerin özgürlük yürüyüsüne " kara çaldığını iddia etmis ve yetkililerin Kürt
sorununa bakısını elestirmistir. Yazar, Kürt gerçeğinin tanınmasını ve askeri
yönteme basvurmak yerine Kürt sorununun çözülmesi için barısçı yöntemlerin
kullanılmasını istemistir. Kardes milletler olduğu için, Kürtler ve Türkler arasındaki
silahlı çatısmalarda kan dökülmesinden dolayı çok üzgün olduğunu belirtmistir.
Ayrıca Kürt ve Türk sovenizmi de dahil olmak üzere bütün sovenizm türlerine karsı
olduğunu ifade etmistir.
45. Mahkeme, ek olarak Hükümet'in gösterdiği örnekte olduğu gibi bazı
terimlerin agresif olmasına rağmen, makalenin bir bütün olarak incelendiğinde
siddeti övmediğini belirtmistir. Đnsanları siddete, nefrete, intikam almaya veya
silahlı bir direnise tahrik ve tesvik etmemistir. Aksine, makale silahlı mücadeleye
son verilmesini istemis ve Kürt meselesini entellektüel bir açıdan analiz etmistir.
Mahkeme'nin görüsüne göre bütün bunlar düsünülmesi gereken önemli önemli
konulardır. (bkz. Ceylan Türkiye Kararı, para. 36).
Ayrıca Mahkeme, basvuranın Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesince siddete
tahrik ettiği için değil, Türkiye'nin belli bir kısmını Kürdistan olarak adlandırmak
suretiyle bölücü propaganda yapmakla ve o bölgede yasayan mensei Kürt olan
nüfusun baskıya maruz kaldığını iddia ettiği için mahkum edildiğini gözlemlemistir.
Bu konuda Mahkeme, ulusal yetkililerin, nekadar kötü olursa olsun, güneydoğudaki
duruma değisik bir açıdan bakma konusunda halkın bilgilendirilmesi gerekliliğine
önem vermediği görüsündedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, makaledeki
düsüncelerin siddete tahrik ettiği söylenemez. Bu sebeple, Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi'nin basvuranı mahkum etmesi ile ilgili olarak gösterdiği sebepler, ifade
özgürlüğüne yapılan müdahaleyi savunmak için yeterli değildir.
46. Mahkeme, ayrıca basvurana nihai bir ceza verilmesinin ertelenmesine
rağmen, kendisine ağır bir ceza verilmesi riski ile karsı karsıya kalmıstır. (bkz.
Erdoğdu Đnce Türkiye Kararı, para. 53). Mahkeme'nin görüsüne göre, Sözlesme'nin
ihlal edilmesinden dolayı, ulusal yetkililer basvurana tazminat verilmesini
sağlamadığı müddetçe, basvuranın lehine bir karar vermek, onu "mağdur"
statüsünden kurtarmak için yeterli değildir. (bkz. Öztürk/Türkiye Kararı) (GC) no.
22479/93, para. 73, AĐHK, 1999-VI).
Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi kararı takiben üç yıl içinde editör sıfatı ile
suç islememesi sartıyla nihai ceza verilmesini durdurmustur. (bkz. yukarıdaki para.
15). Basvuranın bu sarta uymaması durumunda, otomatik olarak cezalandırılacaktır.
Baska bir deyisle sözkonusu karar onu "mağdur" statüsünden kurtarmamıstır.
Aksine cezanın sarta bağlı olarak ertelenmesi kararı basvuranın isini bir editör
olarak sınırlandırma ve varlığı inkar edilemeyen kamuoyunda belli bir yere sahip
konular hakkında kamuoyunu bilgilendirme ve görüs bildirme kabiliyetini
sınırlandırma etkisi yapmıstır. (bkz.AĐHK 2000'de yayınlanacak Erdoğdu Türkiye'ye
Karsı Kararı; bkz. ayrıca mutatis mutandis 25 Ağustos 1998 tarihli Hertel Đsviçre'ye
Karsı Kararı, Raporlar 1998-VI, s. 2331, para.50)
47. Yukarıdaki değerlendirmelere bağlı olarak, basvuranın mahkumiyeti takip
edilen amaçlarla orantılı değildir ve bu yüzden demokratik bir toplumda gerekli
değildir. Bu sebeple Sözlesmenin 10. Maddesi ihlal edilmistir.
II. Sözlesmenin 6. Maddesinin 1. Paragrafının Đhlal Edildiği Đddiası
48. Basvuran kendisini yargılayan Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde
askeri hakim bulunduğu için adil yargılanmadığını ve bu durumun, ilgili kısmın
asağıda verilen Sözlesmenin 6. Maddesinin 1. Paragrafını ihlal ettiğini iddia
etmistir.
"Herkes, gerek……. gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmus bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının… …. görülmesini istemek hakkına sahiptir."
49. Hükümet bu iddiayı reddetmis, fakat Komisyon kabul etmistir.
50. Basvuranın görüsüne göre, ilgili zamanda uygulanan kurallar gereğince
Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görevlendirilen askeri hakimler atanmaları ve
kariyerleri konusunda idareye ve orduya bağlıdırlar. Bu yüzden, askeri hakimlerin
bağları görevlerini tarafsız ve bağımsız olarak gerçeklestirmelerini imkansız
kılmaktadır. Basvuran ayrıca, askeri hakimlerin ve görev yaptıkları mahkemelerin
bağımsızlık ve tarafsızlıklarının, bu hakimler komutanlarının görüslerinden farklı bir
görüs benimseyemeyecekleri için, mümkün olmayacağını vurgulamıstır.
Basvuran, bu düsüncelerin Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin
bağımsızlığına ve tarafsızlığına zarar verdiğini ve Sözlesmenin 6. Maddesinin 1.
Paragrafını ihlal edecek surette adil bir yargılama yapılmasını engellediğini ifade
etmistir.
51. Hükümet, ilgili zamanda Devlet Güvenlik Mahkemelerine askeri hakimlerin
atanması hakkında yürürlükte olan kuralların ve görevlerini ifa ederken
faydalandıkları güvencelerin, bu Mahkemelerin Sözlesmenin 6. Maddesinin 1.
Paragrafının anlamı dahilindeki bağımsızlık ve tarafsızlık ile ilgili gerekliliklere
tamamiyle uygun olduğunu belirtmistir. Hükümet, basvuranın iddiasının Hükümet,
basvuranın askeri hakimlerin üstlerine karsı sorumlu olduğu seklindeki iddiaya itiraz
etmistir. Öncelikle Askeri Ceza Kanunu'nun 112. Maddesine göre, "memuriyetinin
nüfuzunu suistimal ile askeri mahkemeler üzerinde tesir yapmak" suçtur (bkz. para.
23). Đkinci olarak, askeri hakimlerin kariyerleri ile ilgili değerlendirmeler, adli
olmayan görevleri hakkındadır. Askeri hakimler haklarında hazırlanan raporları
inceleme ve içeriği hakkındaki itirazları için Yüksek Askeri Đdare Mahkemesine
basvurma hakkına sahiptir (bkz para. 23). Askeri hakim, adli görevini ifa ederken
sivil hakimler gibi değerlendirilirler.
52. Hükümet, Devlet Güvenlik Mahkemesinde askeri hakimin görev almasının
basvuran hakkında adil bir yargılama yapılmasına zarar vermediğini eklemistir. Ne
askeri hakimin üstlerinin ne de kendisini mahkemeye atayan kamu yetkililerinin
dava hakkındaki muamelelerden ya da sonucundan faydalanacağı bir çıkarı yoktur.
Hükümet, Anayasanın 143. Maddesi gereğince Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin kurulması kararının alınmasını gerekli kılan güvenlik ile ilgili
duruma Mahkemenin özel bir önem vermesi gerekliliğini vurgulamıstır. Terörizme
karsı mücadelede güvenlik güçlerinin tecrübesinin ısığı altında yetkililer, güvenliğe
ve devletin bütünlüğüne karsı olusan tehditin üstesinden gelmek amacıyla, bu
mahkemelere bilgi ve tecrübesinden yararlanmak üzere askeri hakimin dahil
edilerek mahkemelerin kuvvetlendirilmesinin gerekli olduğu görüsündedirler.
53. Hükümet, daha sonra, Sözlesmenin gereklerine uyulmasını sağlamak
amacıyla 18 Haziran 1999 tarihli 4388 nolu kanunla ve 22 Haziran 1999 tarihli 4390
sayılı kanunla askeri hakimlerin Devlet Güvenlik Mahkemelerindeki görevine son
vermistir. Hükümet, yapılan değisikliklerden sonra Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin sadece sivil hakimlerden olustuğunu belirtmistir.
54. Komisyon, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin Sözlesmenin 6.
Maddesinin 1. Paragrafı açısından bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak
nitelendirilemeyeceği sonucuna varmıstır. Komisyon bu konuda 9 Haziran 1998
tarihli Incal Türkiye Kararına ve bu kararı destekleyen atıfta bulunmustur (Raporlar
1998-IV).
55. Mahkeme, 18 Haziran 1999 tarihli 4388 sayılı kanunla ve 22 Haziran 1999
tarihli 4390 sayılı kanunla Devlet Güvenlik Mahkemeleri sisteminde yapılan
değisikliklere dikkati çekmistir. Fakat, bu dava ile ilgili olarak, Mahkeme
değerlendirmesini, ilgili zamanda yürürlükte olan kanunlara ve basvuranı yargılayıp
mahkum eden Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin olusumuna göre yapmalıdır.
56. Hükümet, yukarda bahsedilen 9 Haziran 1998 tarihli Incal Türkiye
Kararında (s. 1547) ve 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar Türkiye Kararında (Raporlar
1998 - VII, S. 3071) bu davada gündeme getirdiği benzer argümanlarla ilgilendiğini
tekrarlamıstır. Bu kararlarda Mahkeme, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görevli
askeri hakimlerin statülerinin bağımsızlık ve tarafsızlık için bazı güvenceler
sağladığını belirtmistir (bkz. yukarıda bahsedilen Incal Kararı, s. 1571, para. 65).
Diğer taraftan Mahkeme, bu hakimlerin statülerinin bazı yanlarının bağımsızlık ve
tarafsızlık konusunu süpheli hale getirdiğini saptamıstır.(ibid. prg. 68). Örneğin
emirleri Đdareden alan orduya bağlı olmaları, askeri disipline tabi olmaları,
atanmaları ile ilgili kararların büyük ölçüde idari yetkililer ve de ordu tarafından
alınması (bkz. prg. 23).Basvuran, görüslerinde bu noktalara değinmistir.
57. Incal Kararında olduğu gibi Mahkeme, görevinin Hükümet tarafından
sunulan sebeplerin ısığında, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması gerekliliği
konusunda karar vermek olmadığı görüsündedir. Mahkemenin görevi, Đstanbul
Devlet Güvenlik Mahkemesinin çalısma seklinin, basvuranın adil yargılanma
hakkını ihlal edip etmediği ve özellikle de basvuranın, kendisini yargılayan
mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığından endise duymak için haklı bir nedeni
olup olmadığı konusunda karar vermek olduğu görüsündedir. (bkz. yukarıda
bahsedilen Incal Kararı, s. 1572, prg. 70 ve yukarıda bahsedilen Çıraklar Kararı, s.
3072, prg. 38).
Mahkeme bu konu ile ilgili olarak, sözkonusu basran gibi her ikisi de sivil olan
Incal ve Çıraklar kararlarından farklı bir karara varmaya neden görmemistir.
Devletin milli birliğine ve kamu emniyetine zarar vermeyi amaçlayan propaganda
yapmaktan Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanan basvuranın, askeri hakimin
de bulunduğu bir mahkemece yargılanması konusunda endise duyması anlasılabilir
bir durumdur. Bu konu hakkında, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin dava ile
ilgili olmayan konulardan etkileneceğinden endise duyması mümkündür. Baska bir
deyisle, basvuranın mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili endiselerinin
objektif olarak bakıldığında haklı olduğu söylenebilir. Yargıtay'da devam etmekte
olan islemler, bu mahkeme tam yetkiye sahip olmadığı için söz konusu endiseleri
giderememistir. (bkz. yukarıdaki Incal Kararı, s. 1573, prg. 72).
58. Bu nedenlerden dolayı Mahkeme, Sözlesme'nin 6. Maddesinin 1.
Paragrafının ihlal edildiğini tespit etmistir.
III. Sözlesmenin 18. Maddesinin Đhlal Edildiği Đddiası
59. Basvuran 1991 Terörle Mücadele Yasası'nın 8. Maddesi gereğince ifade
özgürlüğüne getirilen sınırlamaların Sözlesmenin 10. Maddesinin 2. Paragrafında
belirtilen mesru amaçlarla uyum içinde olmadığını ve bu yüzden de asağıda verilen
18. Maddeye ters düstüğünü iddia etmistir.
"Bu Sözlesmenin hükümleri gereğince, sözü edilen hak ve özgürlüklere
getirilen sınırlamalar ancak öngörülen amaçlar için uygulanabilir".
60. Hükümet görüslerinde bu iddialar hakkında yorumda bulunmamıstır.
61. Komisyon, basvuranın ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamaların
Sözlesmenin 10. Maddesinin 2. Paragrafında belirtilen mesru amaçlarla uyum içinde
olduğunu tespit etmistir. Bu yüzden Sözlesmenin 18. Maddesi ihlal edilmemistir.
62. Mahkeme de Komisyon'un görüsünden ayrılmak için bir neden
görmemistir. Mahkeme de 18. Maddenin ihlal edilmediği görüsündedir.
IV. SÖZLESMENĐN 41. MADDESĐNĐN UYGULANMASI
63. Basvuran, asağıda verilen Sözlesmenin 41. Maddesi gereğince adil tazmin
talebinde bulunmustur.
"Mahkeme isbu Sözlesme ve Protokollarının ihlal edildiğine karar verirse ve
ilgili Yüksek Sözlesmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi
edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği taktirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar
gören tarafın tatminine hükmeder".
A. Zarar
64. Basvuran maddi zarar talebinde bulunmamıs, fakat manevi zarar için 30,000
Fransız Frangı talep etmistir. Kendisine karsı açılan ceza davası yüzünden
Almanya'ya gitmek üzere ülkesini terketmek zorunda kaldığını ve Almanya'da bir
göçmen olarak yasamak zorunda bırakıldığını iddia etmistir.
65. Hükümet, basvuranın iddiasına karsılık yorumda bulunmamıstır.
66. Mahkeme, basvuranın yargılanması ve mahkumiyeti ile ilgili olarak sıkıntı
ve strese maruz kaldığı görüsündedir. Mahkeme adil karar vererek, talep ettiği
30.000 Fransız Frangına hükmetmistir.
B. Masraf ve Giderler
67. Basvuran ayrıca, 5,000 Fransız Frangı çeviriler, posta ücretleri ve kırtasiye
giderleri için, 15,000 Fransız Frangı da avukat masraflarını karsılamak üzere masraf
ve giderler için toplam 20,000 Fransız Frangı talep etmistir.
68. Hükümet, talep hakkında görüs belirtmemistir.
69. Talep kanıtlarla desteklenmediği için, Mahkeme, basvurana masraf ve
giderler için 10.000 Fransız Frangı ödenmesini uygun bulmustur.
C. Gecikme Faizi
70. Mahkemeye sunulan bilgiye göre, bu kararın verildiği tarihte Fransa'da
uygulanan yıllık faiz oranı % 2.74'tür.
Mahkeme, yukarıdaki nedenlerden dolayı,
1. 1'e karsı 6 oyla 10. Maddenin ihlal edildiğine;
2. 1'e karsı 6 oyla 6. Maddenin 1.paragrafının ihlal edildiğine;
3. Oybirliğiyle 18. Maddenin ihlal edilmediğine;
4. 1'e karsı 6 oyla;
(a) Sorumlu Devlet'in üç ay içinde basvurana asağıdaki meblağları ödemesine:
(i) Manevi Tazminat için 30,000 (otuz bin )Fransız Frangı;
(ii) Yargılama masrafları için 10,000 (on bin ) Fransız Frangı;
(b) Yukarıdaki üç aylık sürenin asılması halinde yıllık % 2.74 basit faiz
oranının uygulanmasına;
5. Oybirliğiyle; basvuranın adil tazmin talebinin geri kalan kısmının reddine;
Karar vermistir.
Karar Đngilizce olarak hazırlanmıs olup, Mahkeme iç tüzüğünün 77. Maddesinin
2. Ve 3. Paragrafları gereğince 18 Temmuz 2000 tarihli bir yazı ile tebliğ edilmistir.
Sözlesmenin 45. Maddesinin 2. Paragrafına ve Mahkeme Đç Tüzüğünün 74.
Maddesinin 2. Paragrafına uygun olarak Sn. Gölcüklü'nün muhalefet serhi bu karara
eklenmistir.
J.P.C.
S.D.
YARGIÇ GÖLCÜKLÜ'NÜN MUHALEFET SERHĐ
Asağıda belirtilen nedenlerden dolayı, bu davada oyumu çoğunlukla birlikte
kullanmadım.
1. 10. Madde ile ilgili olarak, öncelikle çoğunluğun görüsünü etkileyen çok
önemli bir tespitden; sözkonusu makalenin Đngilizce'ye çevirisi hakkındaki
gözlemden söz etmek istiyorum. Sözkonusu makalenin çevirisinin iki ayrı versiyonu
mevcuttur - birisi Komisyon Raporu'nun 20. Paragrafında diğeri Mahkeme Kararının
7. Paragrafında yeralmıstır. Ancak iki versiyon da yazarın düsüncelerini doğru
yansıtmamıs ve bu düsüncelere sadık kalmamıstır. Bu durumda, Mahkeme'nin
sağlıklı bir sonuca ulasması mümkün müdür?
2. Bir bütün olarak incelendiğinde makalenin zayıf bir Türkçe ile yazıldığı,
sözkonusu zamanda Hükümet tarafından uygulanan politika bağlamında Kürt
sorununun çözümü hakkında yazarın görüsünü, olaylarla ilgili gerçekler ve
medyanın görüslerini yansıttığı görülmektedir. Yazar alaycı bir dil kullanarak küçük
duruma düsürerek soruna barısçı bir çözüm arayan ve bu konuda ısrarlı olan Kürt
aydınların tavır ve davranıslarını elestirmistir. Bütün bunların aldatıcı ve hilekar
olduğu görüsünü benimseyerek, bağımsız bir Kürt Devletinin kurulmasını
desteklemelerini ve bunun gerçeklesmesi için savasmak dahil ellerinden gelen
herseyi yapmalarını baska bir deyisle PKK teröristlerinin savasını desteklemelerini
istemistir. Benim görüsüme göre bu durum, güneydoğuda hakim olan terör atmosferi
içinde siddete tahrik ve tesviğin sözkonusu olduğunun açık bir göstergesidir.
3. Kabul edilmelidir ki, basvuranı mahkum eden kararda Đstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesi "siddete tahrik ve tesvik" konusuna değinmeden (bkz. kararın
45. Paragrafı) sadece bölücü hareket ve propagandadan bahsetmistir. Yazar,
makalesinde asıl amacı- bir Kürt Devletinin kurulması- saptamıs ve bunu
açıklamıstır. Barısçı yoldan gidilmesini elestirerek devam etmis ve terör
hareketlerini kullanarak mücadele etmeyi savunmustur. Bu durum siddete tahrik ve
tesviğin sözkonusu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yazarın görüsüne göre,
siddet bölücü hareket ve siyaset için vazgeçilmez bir unsurdur.
4. Mahkemenin daha önce de belirttiği gibi, ülkede mevcut durumla doğrudan
bağlantı halinde olan ulusal yetkililer tarafından yapılan değerlendirmenin,
kendilerine daha fazla takdir yetkisi sağlandığı için, uluslararası mahkemeye kıyasla
daha çok ağırlığa sahip olması gerektiği görüsündeyim.
5. Son olarak, düsünce ve ifade özgürlüğü sözkonusu olduğunda içtihatların
takip edilmesi gerektiğinden sözedilebilir mi? Benim görüsüme göre, ifade edilen
her düsünce hem içerik hem de biçim açısından tek olduğu için, Sözlesmenin 10.
Maddesinin 2. paragrafı bağlamında değerlendirilmesinde her türlü özel durum
dikkate alınmalıdır.
6. 6. maddenin 1. paragrafı ile ilgili olarak, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
kurulusu hakkındaki bir değisikliğin ardından sözkonusu problemin çözülmüs
olmasına rağmen, Mahkeme, değerlendirmesini ilgili zamanda hüküm sürmekte olan
durumla sınırlamıstır. (bkz. kararın 55. Paragrafı). Bu noktada, Mahkemenin 7 kararı
ile birlikte 9 Haziran 1998 tarihli Incal Kararı'ndaki ve 8 Temmuz 1999 tarihli
Okçuoğlu Türkiye Kararındaki muhalefet serhlerime değinmek istiyorum. Bu
davada çoğunluğun vardığı sonucun Incal Kararında da olduğu gibi, "görünüm
teorisinin" yanlıs ve haksız bir uzantısı olduğunu vurgulamak istiyorum.
7. Sonuç olarak, sorumlu Devlete yüklenebilir bir ihlalin mevcut olduğunu
tespit etmedim.

Eklenmiş Dosya : şener türkiye davası