SEVTAP VEZNEDAROĞLU/Türkiye Davası
(32357/96)
Strazburg
11 Nisan 2000
USULĐ ĐSLEMLER
1. Davanın nedeni, bir Türk Vatandası olan Sevtap Veznedaroğlu’nun
("basvuran"), 06 Nisan 1996 tarihinde, Đnsan Haklarını ve Temel Hakları Korumaya
Dair Sözlesme'nin ("Sözlesme") eski 25.Maddesi uyarınca, Türkiye aleyhine Avrupa
Đnsan Hakları Komisyonu'na ("Komisyon") yaptığı basvurudur (basvuru no.
32357/96).
2. Basvuran, Diyarbakır’da faaliyet gösteren bir avukat olan Sezgin Tanrıkulu
tarafından temsil edilmektedir. Türk Hükümeti’ni ise Türkiye’nin Avrupa Konseyi
nezdindeki Olağanüstü ve Tam Yetkili Daimi Temsilcisi, Büyükelçi Sn. Alev Kılıç
temsil etmektedir.
3. Basvuran, Sözlesme’nin 3. maddesine aykırı olarak, polis gözetimindeyken
iskenceye maruz kaldığını iddia etmektedir.
4. Basvuru, 1 Kasım 1998 tarihinde Sözlesmeye ek 11 No’lu Protokol
yürürlüğe girdiğinde Mahkeme’ye devredilmistir.
5. Basvuru, Mahkeme'nin 1. Kısmına verilmis (Đçtüzük, 52. madde, 1.fıkra) ve
bu kısım içinde Davayı inceleyecek olan daire (Sözlesme'nin 27§1 maddesi),
Đçtüzüğün 26§1 maddesine uygun olarak tesekkül etmistir. Mahkeme'de Türkiye'yi
temsil eden Sn. Yargıç Rıza Türmen davadan çekilmistir. Bunun üzerine Hükümet
Sn. Feyyaz Gölcüklü'yü Sn. Rıza Türmen'in yerine ad hoc yargıç olarak atamıstır
(Sözlesme'nin 27§2 ve Đçtüzüğün 29§1 maddeleri).
6. 31 Ağustos 1999 tarihli bir kararla Daire, basvuruyu kabuledilebilir
bulmustur.
7. Basvuran ve Hükümet, davanın esasına iliskin görüslerini göndermislerdir
(Đçtüzük 59/1). Daire, taraflarla istisarede bulunduktan sonra, esasa iliskin durusma
yapılmasına gerek olmadığına (Đçtüzük 59/2) ve tarafların birbirlerinin görüslerini
yazılı olarak cevaplamasına karar vermistir.
OLAYLAR
I. Davaya Esas Teskil Eden Olaylar
8. Davaya esas teskil eden olaylar, tarafların sunduklarından hareketle asağıda
özetlenmistir. Hükümet, basvuranın iddiasına karsı çıkmaktadır.
* Dısisleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî Đsler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmis olup,
gayrıresmî tercümedir.
9. Basvuran, iddia edilen olay zamanda, Diyarbakır Üniversitesi’nde kamu
hukuku alanında arastırma görevlisidir ve Đnsan Hakları Derneği’nin Diyarbakır
subesinde il baskanı olan bir avukatla evlidir. Basvurana göre, kendisi, kocasının
konumu nedeniyle polis tarafından sürekli takip edilmektedir.
10. Basvuran, 4 Temmuz 1994 tarihinde saat 15 civarında, yasadısı PKK örgütü
üyesi olduğu süphesiyle, evindeyken 8 polis memuru tarafından tutuklanmıstır.
11. Basvuran, muayene edilmek üzere adli tıp doktoruna götürülmüs akabinde
gözleri kapatılarak bilinmeyen bir yerde hücreye kapatılmıstır. Bir süre sonra, tekrar
gözleri kapatılarak sorgulanmak için baska bir odaya götürülmüstür.
12. Basvuran, yaklasık 15 polis tarafından sorgulanmıs ve PKK’yla bağlantı
kurmak ve örgüt için çalısmakla suçlanmıstır. Daha sonra soyulmus ve kollarından
asılmıstır. Ağzına ve cinsel organlarına elektrik verilmistir. Yarım saat sonra
bayıldığı için indirilmistir. Sorgulayıcılar, ölüm ve tecavüzle tehdit ederek,
kendisinden insan hakları konusunda çalısmamasını istemis ve akabinde tekrar
hücresine götürmüslerdir. Ertesi gün, yine iskenceye tabi tutulmus, ölüm ve
tecavüzle tehdit edilmistir. Đskence 4 gün boyunca sürmüs, ilk iki gün zarfında
yemesi için hiçbir sey verilmemis daha sonra ise sadece bir parça ekmekle birkaç
zeytin verilmistir.
13. Gözaltı esnasında basvurandan bazı belgeleri imzalaması istenmis, eğer
imzalamazsa iskence ve tecavüze maruz kalacağı söylenmistir. Basvuran belgeleri
imzalamıstır. Belgelerde, vücudundaki iskence izlerinin açıklaması yapılmakta ve
basvuranın PKK tarafından kullanılan bir yeri gösterirken düsmüs olduğu
söylenmektedir. Polisler basvuranın yaralarına merhem de sürmüslerdir.
14. 13 Temmuz 1994 tarihinde götürüldüğü adli tıp doktorunun raporu söyledir
: “Sevtap Veznedaroğlu’nun muayenesi üzerine, sol kolun üzerinde 1/1 cm ve sağ
kaval kemiği üzerinde 3/1 boyutlarında mor – renkli çürükler saptanmıstır”.
15. 15 Temmuz 1994 tarihinde, basvuran, polislerin esliğinde, Diyarbakır
Devlet Hastanesi’ne getirilmis ve burada da bir adli tıp doktorunun tetkikinden
geçmistir. Doktorun, 15 Temmuz 1994 tarihli raporunda da 13 Temmuz 1994 tarihli
raporun belirttiği çürüklere dikkat çekilmis, basvuranın hayati tehlike içinde
olmadığı ve çalısabilecek durumda olduğu kaydedilmistir.
16. 15 Temmuz 1994’te basvuran, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi
Savcısı önüne çıkartılmıstır. Basvuranın dosyasında, 4, 13 ve 15 Temmuz tarihli adli
tıp raporları da bulunmaktadır. Basvuran, savcının önünde de, ifadeyi
gözaltındayken baskı altında ve iskence tehdidiyle imzaladığı iddiasını
sürdürmüstür. Savcı, dosyaya, basvuranın, polise verdiği ifadeyi kabul etmediğini
islemistir.
17. Aynı gün basvuran, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne bağlı bir
yedek hakimin önüne çıkmıs, hakime polis tarafından alınan ifadeyi kabul
etmediğini “çünkü günlerce iskence ve baskı altında tutulduğunu.... polisin
bileklerini tutarak kendisini ifadeyi imzalamaya zorladığını” tekrarlamıstır.
Basvuranın ifadesi durusma zabıtlarına geçirilmistir. Hakim, basvuranın serbest
bırakılmasına karar vermistir. Savcı, basvuranın PKK üyesi olduğu gerekçesiyle
Diyarbakır DGM’de yargılanmasını talep etmistir.
18. 18 Temmuz 1994 tarihinde, basvuran, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi’nden 20 gün is göremezlik raporu almıstır. Rapora göre, basvuran
bronsitten muzdariptir.
19. Basvuran, Diyarbakır DGM tarafından yargılanmıs ve delil yetersizliği
nedeniyle beraat etmistir. Karar basvuranın gıyabında verilmistir. DGM, kararında,
basvuranın 13 Ekim 1994 tarihli durusmadaki ifadelerine ve zabıt kayıtlarına atıfta
bulunarak asağıdaki açıklamayı yapmıstır:
“ Sanık, polisteki ifadesinde kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmis
olmasına rağmen, yargı organları önünde, bunları baskı altında hatta iskenceyle
kabul ettiğini ve okumadan imzaladığını iddia etmistir.”
II. Đlgili Đç Hukuk
20. Türk Ceza Kanunu (TCK), bir kisiyi iskenceye ya da kötü muameleye tabi
tutmayı suç saymıstır (243. ve 245. maddeler, sonraki madde kamu görevlilerine
yönelik iddialara uygulanmaktadır).
21. Sikayetler, CMUK 151 ve 153 uyarınca, Cumhuriyet savcısına ya da yerel
idari makamlara yapılabilmektedir. Cumhuriyet savcısı ve polis kendilerine
bildirilen suçları arastırmakla yükümlüdür. Cumhuriyet savcısı, CMUK 148 ve 149
uyarınca sorusturma yürütülüp yürütülmeyeceğine karar verir. Sikayetçi, savcının
cezai kovusturmaya gerek olmadığına iliskin kararına itiraz edebilir.
22. Eğer bir suçun faili devlet görevlileri veya memurlar ise, yerel idare
kurulunun lüzum-u muhakeme kararı vermesi gerekmektedir. Đlgili yerel idare
kurulunun kararı Danıstay’da temyiz edilebilir ; men-i muhakeme kararları ise
kendiliğinden temyiz olunur.
HUKUK
I. Sözlesme’nin 3. maddesinin ihlali iddiası
23. Basvuran, Sözlesme’nin 3. maddesine aykırı olarak iskenceye maruz
kaldığını iddia etmektedir. 3. madde hükmü söyledir :
‘Hiç kimse iskenceye, insanlık dısı ya da onur kırıcı ceza veya islemlere tabi
tutulamaz.’
24. Basvuran, 4 -15 Temmuz 1994 tarihleri arasında gözaltında tutulduğunu ve
bu süre içersinde iskence ve kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmektedir.
Basvuranın Mahkeme’ye sunduğu görüse göre, yetkililere verdiği bu yöndeki
ifadeler Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin düzenlediği belge ile birlesince
iddialarının gerçek olduğu ortaya çıkmaktadır.
25. Hükümet, basvuranın iddiasını reddetmis ; basvuranın sikayetini
bildirmesini müteakip kendisine 20 günlük istirahat veren Dicle Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nin düzenlediği raporun sahte olup olmadığını incelemek üzere sorusturma
açıldığını vurgulamıstır. Sorusturma, ‘20’ günlük raporun abartılı olduğunu, çünkü
iki çürüğe bu uzunlukta bir istirahat verilmesini anlamakta zorluk çekildiğini ortaya
koymaktadır. Basvuran, zatürre sikayetiyle istirahat almıstır. Fakat yapılan
incelemede, hastane kayıtlarında basvurana verilmis bu tür bir belgenin kaydına
rastlanmamıstır. Hükümete göre, basvuran tarafından tek somut kanıt olarak sunulan
bu rapor sahtedir ve dolayısıyla dikkate alınmamalıdır.
26. Hükümet, basvuranın iskence gördüğüne iliskin iddiasının kanıttan yoksun
olduğunu ifade etmektedir. Kendisi, herhangi bir biçimde sikayetini kanıtlayamamıs
ve ellerinden asılarak kendisine elektrik soku verildiğine iliskin iddiasını teyit eder
nitelikte bir kanıt bulunamamıstır. Hiçbir destekleyici kanıtın bulunmamasından
dolayı, savcı, sikayeti incelemediği için kusurlu bulunamaz.
27. Basvuran, Hükümet’in raporun sahte olduğuna iliskin suçlamasını
reddetmektedir. Kendisi, Dahiliye Bölüm Baskanının Dicle Üniversitesi Tıp
Fakültesi Bashekimine yazdığı bir mektuptan bahsetmektedir. Söz konusu mektupta,
Dahiliye Bölüm Baskanı, basvuranın 18 Temmuz 1994 tarihinde ayakta muayene
edildiğini bu nedenle muayenesine iliskin herhangi bir kayıt tutulmadığını
Bashekim’e bildirmektedir. Bu mektubun bir nüshası Diyarbakır Devlet Güvenlik
Mahkemesi’ne ve basvurunun, davalı Hükümet’e bildirilmesini müteakip, talep
üzerine, ilgili bakanlığa tevdi edilmistir.
28. Mahkeme, Sözlesme’nin 3. maddesinin, demokratik bir toplumun temel
değerlerinden birini içerdiğini hatırlatır. Terörizm ve suçla mücadele gibi, çok
gerekli durumlarda bile, Sözlesme, kesin ifadelerle iskence, insanlık dısı ya da onur
kırıcı ceza veya muameleleri yasaklamaktadır. Sözlesme ile 1 ve 4 No’lu
protokollerdeki bazı maddelerin aksine, 3. madde herhangi bir istisna içermemekte
ve ulusun varlığını tehdit eden durumlarda bile 15.madde uyarınca 3.maddeyi ihlal
eder nitelikte tedbirlere izin verilmemektedir (bkz. 18 Aralık 1996 tarihli Aksoy-
Türkiye kararı, RD 1996-VI, s.2278, §62).
29. Mahkeme, bir durumun, Sözlesme’nin 3.maddesi kapsamında
değerlendirilebilmesi için kötü muamelenin asgari düzeyde sertliğe varması
gerektiği hususunu hatırlatır. Bu asgari düzeyin değerlendirilmesi izafidir ; olayın
sartlarına bağlı olabileceği gibi, muamelenin süresine, fiziksel ve ruhsal etkilerine ve
bazı durumlarda da cinsiyet, yas ve mağdurun sağlık durumuna bağlı olabilmektedir.
Özgürlüğünden mahrum bırakılan bireyin durumunda ise, kendi eylem ve tavırları
mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe, zora basvurmak, insan onurunu
zedelemekte ve ilke olarak 3. maddede öngörülen hakkın ihlal edilmesi anlamına
gelmektedir (bkz. 9 Haziran 1998 tarihli Tekin-Türkiye kararı, RD 1998-IV,
ss.1517-18, §§ 52 ve 53).
30. Mahkeme, Hükümet’in basvuranın gözaltında tutulduğu sırada meydana
gelen çürükleri inkar etmediğine dikkat çekmektedir. Lakin Hükümet, bu çürüklerin
küçüklüğüne isaret ederek bunların sikayetçi olunan muamelenin ağırlığıyla
bağdasmadığını vurgulamaktadır. Mahkeme, kendisine sunulan kanıtlarla,
basvuranın yaralanmasına polisin yol açıp açmadığına ya da iddia edildiği ölçüde
iskenceye maruz kalınıp kalınmadığına karar vermeyi olanaksız bulmaktadır.
Mahkemeyi ikna edecek, davaya esas teskil eden olayları açıklığa kavusturacak ya
da basvuranın iddialarını kanıtlayacak bir tanık dinleme durusması da
gerçeklesmemistir (bkz. 25 Eylül 1997 tarihli Aydın-Türkiye kararı, RD 1997-VI,
p.1189, § 73).
31. Aynı zamanda Mahkeme, basvuranın vücudundaki çürüklerin makul bir
açıklamasının olup olmadığının ya da maruz kaldığını iddia ettiği muamelenin
yetkililerin, sikayetleri incelemeyi savsaklamasından kaynaklanıp
kaynaklanmadığının belirlenmesindeki zorluğa dikkat çekmektedir.
32. Bu bağlamda Mahkeme, bir birey, polis ya da diğer devlet görevlilerince
hukuk dısı ve 3.maddeye aykırı bir muameleye tabi tutulduğunu iddia ettiğinde –ki
bu hüküm Sözlesme’nin 1.maddesinde öngörülen devletin ‘kendi yetki alanı içinde
bulunan herkese Sözlesme’de tanınan hak ve özgürlükleri tanıma’ yükümüyle
birlesince- bu iddia zımnen, sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılmasıyla
sonuçlanan etkili bir sorusturmayı zorunlu kıldığını tekrarlar (bkz. 28 Eylül 1998
tarihli Assenov-Bulgaristan kararı, RD 1998-VII, s.3290 §102). Eğer bu
gerçeklesmemisse, iskence, insanlık dısı ya da onur kırıcı muamele veya cezanın
genel olarak yasaklanması, temel önemine rağmen, uygulamada etkisiz kılınabilecek
ve bazı durumlarda fiili ceza bağısıklığına sahip devlet görevlilerinin, denetimleri
altındaki bireylerin haklarını çiğnemeleri mümkün olabilecektir (ibid.).
33. Mahkeme, 15 Temmuz 1994 tarihinde, basvuranın, savcıya ve Diyarbakır
DGM’ne bağlı yedek hakime iskence gördüğüne iliskin iddiada bulunmus olduğuna
dikkat çekmektedir (bkz. üstte 16. ve 17. paragraflar). Savcıya sunulan dosya,
basvuranın, 4, 13 ve 15 Temmuz 1994 tarihindeki muayene sonuçlarını ihtiva
etmektedir. 13 ve 15 Temmuz 1994 tarihli raporlar basvuranın kol ve bacağındaki
çürükleri göstermektedir. Yedek hakim de basvuranın gözaltındayken iskence
gördüğüne iliskin ifadesini durusmadaki zabıtlara geçirmistir.
34. Mahkeme, basvuranın iskence gördüğüne iliskin ısrarının, dosyadaki tıbbi
kanıtla birlikte, savcının sorusturma açması için yeterli olması gerektiği
kanaatindedir. Dahası basvuran, 4-15 Temmuz 1994 tarihleri arasında gözaltında
tutulmustur. Fakat, basvurandan daha ayrıntılı bilgi edinilmesi yönünde herhangi bir
adım atılmadığı gibi, iskence iddialarına konu olan polis memurları da
sorgulanmamıstır (bkz üsstte 16. paragraf).
35. Mahkeme, basvuranın bu sartlar altında, iskence gördüğüne iliskin iddiasına
dayanak olusturduğu kanaatindedir. Basvuranın, yargılama asamasında da
iddialarında ısrar ettiği unutulmamalıdır (bkz. üstte 19. paragraf). Basvuranın
iddialarına yönelik olarak, yetkililerin sergiledikleri atalet, Sözlesme’nin 3.
maddesinin kendilerine yüklediği usuli sorumluluğa aykırıdır. Sonuç olarak,
Mahkeme, davalı Devlet, basvuranın iskence iddialarını sorusturma görevini yerine
getirmediği için 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıstır.
II. Sözlesme’nin 41. Maddesinin Uygulanması
36. Sözlesme’nin 41. maddesi asağıdaki gibidir :
‘Mahkeme, isbu Sözlesme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve
ilgili Yüksek Sözlesmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi
edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar
gören tarafın tatminine hükmeder.’
A. Uğranılan Zararlar
37. Basvuran, uzun gözaltı süresi boyunca uğradığı mağduriyete, basgösteren
psikolojik sorunlara, akademik kariyerinin ve kendisine yönelik suçlamalar
nedeniyle saygınlığının zarar görmesine iliskin olarak 100,000 ABD Doları tutarında
manevi tazminat talep etmistir.
38. Hükümet bu talebe iliskin herhangi bir görüs bildirmemistir.
39. Mahkeme, davalı Devlet görevlilerinin, basvuranın iddialarını
arastırmadıkları için Sözlesme’nin 3. maddesinin ihlal edildiği kanaatindedir. Bu
iddiaların doğruluğuna iliskin herhangi bir sonuca varamamıstır. Usule iliskin
olarak,3. maddenin ihlal edildiğine iliskin bir bulgunun, tek basına, basvuranın
uğradığı manevi zarar için adil tatmine gerekçe olusturamayacağı düsünülmektedir.
Mahkemeye göre, basvuran, yetkililerin, sikayetine iliskin olarak sergiledikleri
ilgisizlik nedeniyle bir ölçüde hayal kırıklığına uğramıs ve acı çekmistir.
Hakkaniyete uygun olarak yapılan değerlendirme sonucu, basvurana 2,000 ABD
Doları verilmesi uygun bulunmustur.
B. Masraflar
40. Basvuran, davasını Sözlesme kurumları önüne getirebilmek için yaptığı
harcamaları karsılamak üzere 221,000,000 TL talep etmektedir. Bu miktar, posta,
faks ve çeviri giderlerini içermektedir. Yargılama masraflarına gelince, basvuran, bu
dava için avukatının 70 saat çalıstığını iddia etmekte ve Đstanbul Barosunun asgari
ücret tarifesine dayanarak isbu çalısma saatleri için 7,000 ABD doları talep
etmektedir.
41. Hükümet bu taleplere iliskin herhangi bir görüs bildirmemistir.
42. Basvuran, yapılan masrafların gerçekten yapılıp yapılmadığı ve bunların
yapılmasının gerekli olup olmadığı husususun belirlenebilmesini mümkün kılacak
herhangi bir kanıt sunmamıstır. Yargılama masraflarına iliskin tutarı da Mahkeme
abartılı bulmaktadır. Mahkeme, basvurana, yüklenebilecek KDV’yle birlikte 1,000
ABD Doları verilmesini kararlastırmıstır.
C. Temerrüt Faizi
43. Mahkeme, ödenmesine karar verilen ABD Doları tutarı üzerinden yıllık %
6 temerrüt faizi isletilmesinin uygun olacağını düsünmektedir.
Bu Sebeplerden Dolayı, Mahkeme, Oybirliğiyle,
1. Davalı Devlet görevlilerinin, basvuranın iskence iddialarını arastırmadıkları
için Sözlesme’nin 3. maddesinin ihlal edildiğinin kabulüne,
2. (a) Üç ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan kur üzerinden Türk Lirasına
çevrilmek üzere, davalı devlet tarafından basvurana,
(i) Manevi zarar için 2,000 (ikibin) ABD Doları,
(ii)Yargılama masrafları için, yüklenebilecek KDV’yle birlikte 1,000 (bin)
ABD Doları ödenmesine,,
(b) Yukarıdaki miktarların üçaylık sürenin bitiminden sonra ödenmesi halinde
yıllık % 6 tutarında basit faiz uygulanmasına,
3. Basvuranın adil tatmine iliskin diğer taleplerinin reddine karar vermistir.
Đsbu karar Đngilizce olarak verilmis ve 11 Nisan 2000 tarihinde, Đçtüzüğün
77.maddesinin 2.ve 3. fıkraları uyarınca yazılı olarak tefhim edilmistir.
Erik Fribergh Christos
Rozakis
Sekreter Baskan
Sözlesme’nin 45/2 ve Đçtüzüğün 74/2 maddeleri uyarınca Sn. Bonello’nun
kısmi muhalefet serhi bu karara eklenmistir.
SN.BONELLO’NUN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
1. Mahkeme, oybirliğiyle, Türk yetkililerin, basvuranın iskence gördüğüne
iliskin sikayetini sorusturmadıkları gerekçesiyle 3.maddenin ihlal edildiği sonucuna
varmıs fakat ‘kendisine sunulan kanıtlarla, basvuranın yaralanmasına polisin yol
açıp açmadığına ya da iddia edildiği ölçüde iskenceye maruz kalınıp kalınmadığına
karar vermeyi olanaksız bulmustur’(1). Diğer bir deyisle, Mahkeme basvuranın
iddiasını reddetmis ve iskenceye ve insanlık dısı muameleye tabi tutulduğuna dair
‘kanıt’ı tatminkar bulmamıstır. Bu görüse katılmıyorum.
2. Basvuranın bilinmeyen bir yerde polis tarafından sorgulanmasından önce,
kendisi bir adli tıp doktorunun muayenesinden geçmis ve vücudunda herhangi bir
travma emaresine rastlanmamıstır (2).
3. Basvuran, sorusturma esnasında soyulduğunu, ellerinden asıldığını, ağzına ve
cinsel organlarına elektrik verildiğini ve ölüm ve tecavüzle tehdit edildiğini iddia
etmektedir. Bu uygulama müteakip üç gün boyunca tekrarlanmıstır. Đlk iki gün
boyunca basvurana hiç yemek verilmemistir (3).
4. Basvuran, yasadısı PKK örgütü üyesi olduğunu kabul ettiği bir ‘ifade’yi
ölüm ve tecavüz tehdidi altında imzaladığını iddia etmektedir. Adı geçen ifade,
basvuranın vücudundaki çürüklerin düsmeden mütevellit olduğuna iliskin bir ifade
de içermektedir (4).
5. Sorgulama bittikten bir hafta sonra fakat halen polis gözetimindeyken, iki
ayrı doktorun muayenesinden geçen basvuranın kolunda ve bacağında, mor renkli
çürükler tesbit edilmistir (5).
6. Basvuran, gözaltından çıkmadan önce, hem savcıya hem de DGM’ye
kendisine polis tarafından iskence yapıldığına ve ifadesinin iskenceyle alındığına
iliskin sikayette bulunmustur (6).
7. Basvuran, PKK üyesi olma suçlamasıyla yargılanmıstır. Basvuran’ın imzalı
ifadesine karsın, DGM, basvuranın ifadesinin cebren ve iskenceyle alınmıs olduğuna
dikkat çekerek, delil yetersizliği gerekçesiyle kendisini serbest bırakmıstır (7).
8. Çoğunluğun, basvuranın polis tarafından iskence gördüğü ve kisiliğinin
incindiği iddiasını kanıtlayamadığı sonucuna vararak, her mahkemenin esinlenmesi
gereken kanıt kurallarının bazı temel ve hayati unsurlarını gözardı ettiğine
inanıyorum.
9. Öncelikle, bu Mahkeme, müteaddid defalar su çıkarımda bulunmustur : ‘Bir
birey, gözaltına alındığı sırada sağlığı yerindeyse, fakat incitilmis ve yaralı bir halde
serbest bırakılmıssa, bu yaralanmaların nasıl meydana geldiğine iliskin olarak makul
bir açıklama yapma görevi devletindir’.[1] Bu da açıkça ortaya koymaktadır ki
tutuklama esnasında mevcut olmayan yaralanmaların varlığında, iskence ve insanlık
dısı muamele iddialarını kanıtlamak basvurana düsmemektedir. Bu yaralanmalara
‘makul bir açıklama’ getirecek kanıtları sunma görevi Devlet’indir. Bu davada,
Devlet, açıklama getirme adına hiçbir sey yapmamıstır. Kanıtlama sorumluluğunun
değismesi bu kararda gözardı edilen birinci kanıtsal kuraldır.
10. Đkincisi, kanıt standardıyla ilgili önemli bir zorunluluk da aynı sekilde
gözardı edilmistir. Bu davada Mahkeme, basvuranın ‘makul süphenin ötesindeki’
iskence iddialarını kanıtlama sorumluluğunu açıkça ifade etmemistir. Fakat bu,
iskence ve insanlık dısı muamele iddialarında, simdiye kadar, Mahkeme’nin aradığı
bir kanıt standardıdır ; bu kanıtsal zorunluluk sonucunda, Mahkeme’nin,
basvurandan ‘makul süphenin ötesindeki’ iddialarını kanıtlamasını beklediği
açıktır.[2]
11. Çoğunluğun, kanıtlama yükümlülüğünün Devlet’in yerine getirmesi gereken
bir görev olduğuna iliskin kuralı uygulamamasından bağımsız olarak, ben,
Mahkeme tarafından sart kosulan kanıt standardının, hukuken savunulanamaz ve
pratikte de uygulanamaz olduğu kanaatindeyim.
12. ‘Makul süphenin ötesi’ni kanıtlamak, cezai sorumluluk olusturabilmek için
azami bir standardı yansıtmaktadır. Kimse, suçu ‘makul süphenin ötesi’nde
olmadıkça, özgürlüğünden mahrum bırakılamaz. Ben de bu zorunlu standardı
tereddütsüz olarak onaylıyorum. Fakat yargısal sorusturmanın diğer alanlarında,
kanıt standardı, izlenen amaçla orantılı olmalıdır : Gerçeğin arastırılmasında, cezai
konularda en yüksek kesinlik derecesi ; diğer konularda makul derecede bir olasılık.
13. Birbiriyle çelisen kararlar veren Mahkeme, (1) kanıtlama yükümünün kime
ait olduğunu, (2) hukuki varsayımların, çelisen iddialardan biri lehine yorumlanıp
yorumlanamayacağını, (3) çelisen kararlardan hangisinin daha makul ve güvenilir
olduğunu kararlastırma yükümü altındadır. Kanaatime göre, ‘hukuk’ davasında,
‘makul süphenin ötesi’ni kanıtlamak, sadece yapay bir gerekliliktir. Gerçekten, ceza
davası dısındaki islerde, ‘makul süphenin ötesi’ni kanıtlama gerekliliğinin mevcut
olduğu tek mahkeme Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi’dir.
14. Đskence mağduru olduklarını iddia edenlerden, ‘makul süphenin
ötesi’ndekileri kanıtlamalarını beklemek onları, karsılanması imkansız olduğu kadar
adaletsiz de olan bir yük altına sokmak anlamına gelmektedir. Bildiğim kadarıyla,
bağımsız gözlemzilerin iskenceye tanık olmalarına izin verilmez. Đskencenin
belgeleri de iskence bittikten sonra 3 nüsha olarak dağıtılmaz. Mağdurlar, baskıcı ve
acılı bir yalnızlık içinde sinip kalırken, sorgulama timleri emirleri altındaki sınırsız
güçle olan biteni inkar edebilmenin ürkütücülüğü içinde olurlar. Mağdurun tek
basına kalmıs sikayeti, mutlaka, birçok destekleyici inkarla çürütülür.
15. Mahkeme’nin iskence mağdurlarından mutlak bir kanıt istemesi, iskence
olaylarının çoğunda mündemiç olan ‘esitsiz silahların’ ödüllendirilmesi ve
güçlendirilmesidir.
16. Üçüncüsü, Mahkeme, güvenilirlik sorununu saptırmıstır. Mahkeme’nin,
kötü bir sicile sahip olan güvenlik güçlerine, onların mağdurlarından daha fazla
inanmak ve güven duymak için mücbir sebepleri olup olmadığını sormak isterim.Bir
insan hakları savunucusunun karısı olmaktan baska, basvuranın vücut bütünlüğüne
ve onuruna saldırıda bulunmak için herhangi bir iddia isnad edilememistir. Bu
olayda sorulması gereken soru olayları hangi tarafın daha güvenilir bir biçimde
sunacağı olmalıydı. Güvenlik güçleri mi ?
17. Dördüncüsü, Mahkeme’nin basvuranın, müteaddid defalar soyularak, askıya
asılarak, ölüm ve tecavüzle tehdit edilerek ve yemek verilmeyerek iskenceye maruz
tutulduğuna iliskin iddiasını kanıtlamak için kendisinden ne tür ‘kanıt’ istediğini
öngörmek zordur. Yine sorulması gereken soru : iki taraftan hangisinin daha
güvenilir gerekçelere dayandığı olmalıydı.
18. Sahsen cevap konusunda benim çok az tereddütüm olurdu. Çoğunluğun
benimle farklı düsündüğü ortaya çıkıyor. Mahkeme’nin kararı elestirilemez –eğer
güvenilirlik değerlendirmenize, birçok kez bu Mahkeme tarafından öldürme, iskence
ve insanlık dısı muamelelerden ötürü suçlu bulunmus güvenlik güçlerine inanıp da
basvurana inanılmayacağı ve güvenilmeyeceği önermesinden baslarsanız.
19. Son olarak, Mahkeme, oybirliğiyle, davalı devletin basvuranın iskence
gördüğüne iliskin sikayetini sorusturmadığı için 3. maddenin ihlal edildiği kararına
varmıstır. Bir baska deyisle, Mahkeme, davalı Devlet’i gerçekleri saptama görevini
yerine getirmek için kanıtları ortaya çıkarma sorumluluğunu yerine getirmemekten
suçlu bulmustur. Fakat, delil yetersizliğinin davalı devletin hatası olduğu kararını
verdikten sonra bu yetersizliğin sonuçlarını basvurana yansıtmıstır. Basvuran,
Sözlesme’nin kanıt toplama yükümlülüğünü devlete yüklediği bir durumda yeterli
kanıtı toplayamadığı gerekçesiyle cezalandırılmıstır. Dolayısıyla, karar verme
tekniği olarak bunu anlamam mümkün değildir.
(1) 30.Paragraf
(2) 11.Paragraf
(3)12.Paragraf
(4)13.Paragraf
(5)14.Paragraf
(6)16. ve 17.Paragraflar
(7)19.Paragraf
[1] 28 Temmuz 1999 tarihli Selmouni-Fransa kararı § 87 (yayımlanacak); 4
Aralık 1995 tarihli Ribitsch-Avusturya Kararı, A 336 §34 ; 27 Ağustos 1992 tarihli
Tomasi-Fransa kararı, A 241-A, §§ 108-111.
[2] Đlk olarak 18 Ocak 1978 tarihli Đrlanda-Đngiltere kararında bahsedilmistir,
A25 §162, bunu 6 Nisan 2000 tarihli Labita-Đtalya kararı takip etmistir, § 121
(yayınlanacak). Daha fazla bilgi için bkz . 3. Maddeye iliskin davalarda ‘makul
süphenin ötesi’ kanıt standardının yetersizliği üzerine yazılmıs bir eser olan Essays
on the Developing Law of Human Rights, Martinus Nijhoff, p.158.