Sürek/Türkiye Davası*
(26682/95)
Strazburg
8 Temmuz 1999
USULĐ ĐSLEMLER
1. Dava, Sözlesme’nin 32. Maddesi’nin 1. fıkrası ve 47. Maddesinde
öngörülen üç aylık süre içinde, 17 Mart 1998 tarihinde Avrupa Đnsan Hakları
Komisyonu (“Komisyon”) tarafından, Sözlesme’nin eski 19. maddesi gereğince
kurulan Mahkememize sunulmustur. Dava, bir Türk vatandası olan Bay Kemal
Tekin Sürek tarafından Sözlesme’nin eski 25. Maddesi uyarınca 20 Subat 1995
tarihinde Türkiye aleyhine Komisyona yapılan bir basvurudan (no. 26682/95)
kaynaklanmıstır.
Komisyon’un talebi Sözlesme’nin eski 44. ve 48 Maddelerine ve Türkiye
tarafından mahkemenin zorunlu yetkisinin tanındığı bildirgeye (Eski 46. Madde)
dayanmaktadır. Talebin amacı, dava esaslarının, davalı Devlet tarafından
Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrası ve 10. Maddesi kapsamındaki
yükümlülüklerin ihlalini ortaya koyup koymadığına iliskin bir kararın verilmesidir.
2. Mahkeme’nin Eski A Đçtüzüğünün 33. Maddesinin 3. fıkrasının, (d)
bendi uyarınca yapılmıs olan sorusturmaya cevaben basvuran, adli takibata katılmak
istediğini belirtmis ve kendisini temsil etmek üzere bir avukat tayin etmistir (Đçtüzük
30). Ardından yeni Mahkeme Baskanı Sn. R. Wildhaber tarafından anılan avukata
sözlü prosedürde Türkçe dilini kullanma iznini vermistir (Đçtüzük 36, 5. fıkrası).
3. 11 nolu Protokolün yürürlüğe girmesinden önce meydana gelebilecek
usul hususlarına iliskin islemleri yürütmek üzere kurulmus olan (Sözlesme’nin 43.
Maddesi ve eski Đçtüzük 21) Dairenin Baskanı Sn. Bernhardt, Sekreter aracılığıyla
hareket ederek, Türkiye Cumhuriyeti (“Hükümet”) Temsilcisi, basvuranın avukatı
ve Komisyon Delegesine yazılı prosedürün organizasyonu hakkındaki görüslerini
bildirmelerini istemistir. Bunun sonucunda gönderilen talebe iliskin olarak Sekreter,
basvuranın görüslerini 10 Temmuz ve Hükümetin görüslerini 17 Temmuz 1998
tarihlerinde almıstır. 26 Subat 1999 tarihinde hükümet, basvuranın adil tazmin
taleplerine iliskin görüslerini sunmustur.
4. 11 Nolu Protokolün 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girmesinden
sonra ve anılan Protokolün 5. maddesinin 5. fıkrası uyarınca Dava Büyük Daireye
sunulmustur. 22 Ekim 1998 tarihinde Sn. Wildhaber adaletin doğru sekilde tecelli
edilebilmesi için, mevcut dava ile Türkiye aleyhinde diğer on iki dava olan Karatas
– Türkiye (Basvuru no. 23168/94); Arslan - Türkiye (no. 23462/94); Polat -
Türkiye (no. 23500/94); Ceylan - Türkiye (no. 23556/94);
* Dısisleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî Đsler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmis olup,
gayrıresmî tercümedir.
Okçuoğlu - Türkiye (no. 24146/94); Gerger - Türkiye (no. 24919/94); Erdoğdu ve
Đnce - Türkiye (no. 25067/94 ve 25068/94); Baskaya ve Okçuoğlu - Türkiye (no.
23536/94 ve 24408/94); Sürek ile Özdemir - Türkiye (no. 23927/94 ve 24277/94);
Sürek - Türkiye No. 2 (no. 24122/94); Sürek - Türkiye no. 3 (no. 24735/94) ve
Sürek - Türkiye no. 4 (no. 24762/94) davalarının birlestirilmesine karar vermistir.
5. Bu amaca yönelik olarak olusturulan Heyet, Türkiye adına re’sen
seçilen Sn. R. Türmen’i (Sözlesme’nin 27. Maddesinin 2. Fıkrası ve Mahkeme
Đçtüzüğünün 24. Maddesinin 4. Fıkrası), Mahkeme Baskanı Sn. Wildhaber,
Mahkeme Baskan Yardımcısı Sn. E. Palm ve Bölümlerin Baskan Yardımcıları
Sn. J.-P. Costa ve Sn. M. Fischbach (Sözlesme’nin 27. Maddesinin 3. Fıkrası ve
Đçtüzüğün 24. Maddesinin 3 ve 5 (a) Fıkrası) katılımı ile olusmustur. Heyetin
tamamlanması için atanan diğer üyeler: Sn. A. Pastor Ridruejo, Sn. G. Bonello,
Sn. J. Makarczyk, Sn. P. Kuris, Sn. F. Tulkens, Sn. V. Straznicka, Sn. V. Butkevych,
Sn. J. Casadevall, Sn. H.S. Greve, Sn. A.B. Baka, Sn. R. Maruste, ve Sn. S.
Botoucharova (Đçtüzüğün 24. Maddesinin 3. fıkrası ve 100. Maddesinin 4. Fıkrası).
19 Kasım 1998 tarihinde Sn. Wildhaber Đçtüzüğün 28. Maddesinin 4.
Fıkrası uyarınca Heyet tarafından verilen Oğur – Türkiye (Basvuru No. 21594/93)
kararı ile ilgili olarak davadan çekilen Sn. Türmen’i durusmaya katılmaktan muaf
tutmustur. 16 Aralık 1998 tarihinde Hükümet ad hoc hakim olarak Sn. F.
Gölcüklü’nün atandığını Sekterya’ya bildirmistir (29. Maddenin 1. Fıkrası).
Ardından davanın ileri asamalarına katılamayacak olan Sn. Botoucharova’nın
yerine Sn. K. Traja atanmıstır (Đçtüzüğün 24. Maddesinin 5. Fıkrasının (b) bendi).
6. Mahkeme’nin daveti üzerine (Đçtüzük 99) Komisyon, Heyet nezdindeki
takibata katılmak üzere üyelerinden biri olan Sn. H. Danelius’u atamıstır.
7. Baskanın kararına uygun olarak durusma 1 Mart 1999 tarihinde Arslan –
Türkiye ve Ceylan – Türkiye davaları ile birlikte Strazburg Đnsan Hakları
Mahkemesinde gerçeklestirilmistir. Mahkeme durusma öncesinde bir hazırlık
toplantısı yapmıstır.
Mahkeme huzurunda bulunanlar:
(a) Hükümet adına
Sn. D. Tezcan, Ajan,
Sn. M. Özmen, Ajan Yardımcıları,
Sn. B. Çalıskan,
Sn. G. Akyüz,
Sn. A. Günyaktı,
Sn. F. Polat,
Sn. A. Emüler,
Sn. I. Batmaz Keremoğlu,
Sn. B. Yıldız,
Sn. Y. Özbek, Danısmanlar;
(b) Basvuran adına
Đstanbul Barosu’ndan Sn. H. Kaplan, Avukat
(c) Komisyon adına
Sn. H. Danelius, Delege.
Mahkeme Sn. Danelius, Sn. Kaplan ve Sn. Tezcan’ın beyanlarını
dinlemistir.
DAVA ESASLARI
I. Dava Konusu Olaylar
A. Basvuran
8. Basvuran 1957 doğumlu bir Türk vatandası olup, Đstanbul’da ikamet
etmektedir.
9. Đlgili tarihte basvuran Đstanbul’da Haberde Yorumda Gerçek isimli haftalık bir
dergiyi yayınlayan, Türk kökenli sınırlı sorumlu bir sirket olan Deniz Basın Yayın
Sanayi ve Ticaret Organizasyon’un baslıca hisse sahiplerinden biridir.
B. Dava Konusu Makaleler
10. 30 Ağustos 1992 tarihli 23. Sayıda “Silahlar Özgürlüğü
Engelleyemez” ve “Suç Bizim” baslıklı iki okuyucu makalesi yayınlanmıstır.
11. Makaleler söyledir (çeviri):
(a) “Silahlar Özgürlüğü Engelleyemez”
Kürdistan’da yükselmekte olan ulusal bağımsızlık savasında, fasist Türkiye’nin
ordusu bombardımanlarını sürdürmektedir. Büyük özveriler ile Gerçek muhabirleri
tarafından ortaya çıkarılan “Sırnak Katliamı”, bu haftanın bir baska somut örneği
olmustur.
Aslında Kürdistan’da sürdürülmekte olan zülüm, geçen birkaç yıl içinde
yasananın en kötüsüdür. Halepçe’de gerici BAAS yönetimi tarafından Güney
Kürdistanda yapılan katliam, su anda Kuzey Kürdistan’da yürütülmektedir. Sırnak
bunun somut bir kanıtıdır. Türkiye Cumhuriyeti Kürdistan’da provokasyona yol
açarak, bir katliama yönelmektedir. Birçok insan öldürülmüstür. Tanklar, toplar ve
bombalar ile yapılan 3 günlük bir saldırı sonunda Sırnak yerle bir edilmistir.
Ve burjuva basını tek vücut olarak bu katliamı yazmıstır. Burjuva basın
tarafından da belirtildiği üzere, sorulması gereken bir çok “cevapsız” soru
bulunmaktadır. Sırnak ile ilgili olarak, Sırnak saldırısı Kürtlerin kökünün kazınması
için Türkiye’de yürütülmekte olan en etkin kampanyadır. Fasizm daha birçok Sırnak
ile devamını getirecektir.
Ancak halkımızın, Kürdistan’daki ulusal mücadelesi artık kan dökülmesi, tanklar
ve toplar ile engellenmeyecek bir seviyeye ulasmıstır. Türkiye Cumhuriyeti
tarafından Kürtlerin ortadan kaldırılması için baslatılan her saldırı, bağımsızlık
mücadelesini yoğunlastırmaktadır. Her gün Bosna-Hersek’teki zulme dikkat çeken
Burjuvazi ve burjuvazinin itici basını, Kürdistan’da yürütülen acımasızlığı
görmezden gelmektedir. Doğal olarak, Bosna-Hersek’teki zulmün durdurulmasını
isteyen gerici fasistlerin Kürdistan’daki zulme dur demeleri beklenemez.
Evlerinden ve ana vatanlarından sürülen Kürt halkının kaybedecek bir seyi
yoktur. Ancak kazanacak çok seyi vardır.”
(b) “Suç Bizim
TC cinayet çetesi, “Türkiye Cumhuriyeti’nin korunması” gerekçesiyle
cinayetlerine devam etmektedir. Ancak insanlar olanlar karsısında uyanıp,
bilinçlenip, haklarını savunmayı öğrendikçe ve “verilmemesi halinde zorla
alacağımız” fikri halkın aklında filizlenip, gün geçtikçe büyüdüğü sürece cinayetler
de sürecektir…. Bu da, doğal olarak generaller, emperyalizmin kiralık katilleri ve
çift çeneli, göbekli, ensesi kalın Turgutlar, Süleymanlar ve Bülentlere göre
insanların beynine bu tohumları ekenlerden baslamalıdır…. Böylece 12 Mart
olayları, Böylece 12 Eylül olayları … Böylece darağaçları, böylece hapishaneler,
böylece 300 veya 400 yıla mahkum edilen insanlar. Böylece “Türkiye
Cumhuriyeti’ni korumak adına iskence odalarında” öldürülen insanlar. Böylece
Diyarbakır hapishanesinde öldürülen Mazlum Doğanlar… böylece kısa süre önce
resmi sekilde öldürülen devrimciler… TC cinayet çetesi cinayetlerine devam
etmektedir ve “devam edecektir”. Çünkü halkın uyanısı bir istek seli gibidir …
Böylece Zonguldak, böylece belediye isçileri, böylece kamu hizmetleri çalısanları
… Böylece Kürdistan..... “cinayet çeteleri” bu seli durdurabilir mi? Bu mektubun
baslığını görüp de, metin ile ne ilgisi olduğunu düsünenler olabilecektir.
Emperyalizmin “kiralık katilleri”, yani 12 Eylül darbesinin yazarları ve bunların
dün ve günümüzdeki varisleri, hala “demokrasi”yi arayanlar, geçmiste öyle ya da
böyle demokrasi ve özgürlük mücadelesine katılmıs olup da, su anda açıkça veya
dolaylı olarak geçmisteki eylemlerini elestirenler, kitlelerin kafasını karıstırıp,
parlamento sistemini ve hukuk devletini kurtulus yolu olarak temsil edenler, TC
cinayet çetesinin katliamlarına yesil ısık yakmaktadır.
Emperyalizmin “sadık usaklarına” ve katılasmıs temsilcisine (temsilcilerine), bir
zamanlar “Milliyetçilerin suç islediğini bana söyletemezsiniz” deyip de bugün
“Bunlara muhabir diyemezsiniz”, “Kim gösterilere karsı? Kim kisinin haklarını talep
etmesine karsı? Tabi ki yürüyebilirler… Onlar benim isçilerim, köylülerim,
memurlarım” diyen ve Ankara’ya yürüyen memurların Ankara’nın göbeğinde
dövdürüp sonra “Polis doğru olanı yaptı” diyen ve sonunda grevleri aylarca
erteleyenlere sesleniyorum. Kafa ütüleyenler, firariler ve kitlelerin gerici
bilinçliliğini karıstıranlara, bu kisileri Kürdistan’a karsı olan tutumlarına göre
değerlendirerek, ne kadar “demokratik” olduklarını belirlemeye çalısanlara
sesleniyorum. Cinayet çetesinin suçu kanıtlanmıstır. Đnsanlar bunu kan ve can
tecrübesi ile görmekte ve fark etmektedir. Ama, ya demokrasi ve özgürlük
mücadelesini engelleyen o sarlatanların suçu … Evet ya onların suçu … Cinayet
çetesi tarafından islenen cinayetlerde pay sahibidirler … Onlara mutlu bir
“beraberlik” dileriz!”
C. Basvuran Aleyhindeki Suçlamalar
12. 21 Eylül 1992 tarihli iddianamesinde Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi Savcısı, derginin sahibi olarak basvuran ile birlikte makalenin editörünü
Devletin bölünmezliğine karsı propaganda yapmak ve halk arasında düsmanlık ve
nefreti tesvik etmek eylemleri ile suçlamıstır. Suçlamalar, Türk Ceza Kanunun 312.
Maddesi ve 1991 Tarihli Terörle Mücadele Kanununun (bundan böyle “1991 tarihli
kanun” olarak anılacaktır: bkz. asağıdaki 22. ve 24. paragraflar) 8. Maddesi
kapsamında yapılmıstır.
D. Basvuranın Mahkumiyeti
13. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi huzurundaki yargılamada
basvuran suçlamaları reddetmistir. Bir düsüncenin ifade edilmesinin bir suç teskil
edemeyeceğini iddia etmistir. Ayrıca, makalelerin derginin okurları tarafından
yazıldığını ve bu nedenle kendisinin sorumlu tutulamayacağını belirtmistir.
14. 12 Nisan 1993 tarihli kararında Mahkeme basvuranı, 1991 Tarihli
Kanunun 8. Maddesinin 1. fıkrası uyarınca suçlu bulmustur. Ceza Kanunun 312.
maddesi uyarınca mahkum edilmesine yer olmayacağına karar verilmistir. Mahkeme
önce basvuranı 200,000,000 Türk Lirası para cezasına çarptırmıstır. Ancak,
basvuranın mahkeme sırasındaki iyi halinden dolayı para cezası 166,666,666 Türk
Lirasına düsürülmüstür. Derginin editörü bes ay hapis cezası ile 83,333,333 Türk
Lirası para cezasına çarptırılmıstır.
15. Kararında mahkeme, suç tekil eden makalelerin 1991 Tarihli kanunun
8. maddesini ihlal ettiğini belirtmistir. Mahkeme, makalelerin Türkiye’nin güney
doğusundaki sekiz ilçeye bağımsız “Kürdistan” eyaleti seklinde gönderme
yapıldığını, Kürdistan Đsçi Partisinin (PKK) Türkiye Devletine karsı bir “ulusal
bağımsızlık savası” veren bir ulusal kurtulus hareketi olarak nitelendirildiği ve
bunun da Türkiye Devleti’nin bölge bütünlüğüne zarar verilmesine yönelik
propaganda seklinde değerlendirildiğini belirtmistir. Ek olarak mahkeme,
makalelerde ırkçı bazda ayrımcı ifadelere yer verildiğini tespit etmistir.
E. Basvuranın Mahkumiyeti Temyiz Etmesi ve Müteakip Takibat
16. Basvuran, yargılanması ve mahkum edilmesinin Đnsan Hakları ve
Temel Özgürlüklerinin Korunmasına iliskin Sözlesmenin 6. ve 10. Maddelerine
aykırı olduğu gerekçesi ile mahkumiyet kararını Yargıtayda temyiz etmistir. 1991
tarihli Yasanın 8. Bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia etmis ve söz
konusu makalelerin bölücü propaganda içerdiğini inkar etmistir. Ayrıca,
Mahkumiyete iliskin kararın verilmis olduğu durusmaya katılamadığını belirtmistir.
Gıyabında ve nihai savunması alınmaksızın verilen kararın kanunlara aykırı
olduğunu savunmustur.
17. 26 Kasım 1993 tarihinde Yargıtay, Devlet Güvenlik Mahkemesi
tarafından verilen para cezasının asırı olduğu sonucuna varmıs ve basvuranın
mahkumiyetini ve hapis cezasını bu sebeple bozmustur. Mahkeme, davayı tekrar
Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine sevk etmistir.
18. 12 Nisan 1994 tarihli kararında, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi
önce basvuranı 100,000,000 Türk Lirası para cezasına çarptırmıs sonra cezayı
83,333,333 Türk Lirasına düsürmüstür. Mahkumiyete iliskin gerekçe ise, 12 Nisan
1993 tarihli kararında uygulanan mantık ile aynı olmustur.
19. Basvuran kararı temyiz etmistir. Savunmasına dayanak olarak birinci
yargılamada kullandığı gerekçelere güvenmistir. Ayrıca, Devlet Güvenlik
Mahkemesinin savunmasını tam olarak dinlemeden mahkum ettiğini iddia etmistir.
20. 30 Eylül 1994 tarihinde, Yargıtay basvuruyu reddederek, Devlet
Güvenlik Mahkemesinin kararını ve delil tespitini onamıstır.
F. 1991 Tarihli Terörle Mücadele Kanundaki Yasama Değisikliklerinin
Etkisi
21. 27 Ekim 1995 tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile 1991 Kanununda
yapılan değisiklikler (bkz. asağıdaki 25. paragraf) sonrasında, Đstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesi basvuranın davasını re’sen yeniden incelemeye almıstır. 8
Mart 1996 tarihinde mahkeme, önceden verilen hapis cezasını onaylamıstır.
II. Đlgili Đç Hukuk
A. Ceza Kanunu
1. Ceza Kanunu (765 Sayılı Kanun)
22. Ceza Kanununun ilgili maddeleri su sekildedir:
2. Madde, 2. Fıkra
“Bir cürüm veya kabahatin islendiği zamanın kanunu ile sonradan nesir olunan
kanunun hükümleri birbirinden farklı ise failin lehinde olan kanun tatbik ve infaz
olunur. “
19. Madde
“Ağır para cezası, hakim tarafından karar verilmek üzere yirmi bin liradan yüz
milyon liraya kadar tayin olunacak bir paranın Devlet hazinesine ödenmesinden
ibarettir …”
36. Madde, 1. Fıkra
“Mahkumiyet halinde cürüm veya kabahatte kullanılan veya kullanılmak üzere
hazırlanan esya mahkemece zabıt ve müsadere olunur.
Madde 142
(12 Nisan 1991 tarih ve 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile
yürürlükten kaldırılmıstır)
“Yıkıcı propaganda
1. Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek veya
sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak yahut memleket içinde müesses iktisadi veya
sosyal temel nizamlardan her hangi birini devirmek veya devlet siyasi ve hukuki
nizamlarını topyekün yok etmek için her ne suretle olursa olsun propaganda yapan
kimse bes yıldan on yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.
2. Cumhuriyetçiliğe aykırı veya demokrasi prensiplerine aykırı olarak Devletin
tek bir fert veyahut bir zümre tarafından idare edilmesi için her ne suretle olursa
olsun propaganda yapan kimse bes yıldan on yıla kadar ağır hapis cezası ile
cezalandırılır.
3. Anayasanın tanıdığı kamu haklarını ırk mülahazasıyla kısmen veya tamamen
kaldırmayı hedef tutan veya milli duyguları yok etmek veya zayıflatmak için her ne
suretle olursa olsun propaganda yapan kimse bes yıldan on yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
…”
311. Madde, 2. Fıkra
“Bir suçun islenmesini aleni olarak tahrik
Tahrik, her türlü kitle haberlesme araçları, ses kayıt bantları, plak, film, gazete,
mecmua ile veya sair basın aletleriyle veya elle yazılıp çoğaltılarak yayınlanan veya
dağıtılan yazılar ile ya da umumi yerlerde levha ve ilan asmak suretiyle olursa,
yukarıdaki bentler uyarınca suçlu hakkında tayin olunacak ağır hapis ve hapis
cezaları bir misli artırılır. …”
312. Madde
Kanunun cürüm saydığı bir fiili açıkça öven veya iyi gördüğünü söyleyen veya
halkı kanuna itaatsizliğe tahrik eden kimse altı aydan iki yıla kadar hapis ve iki bin
liradan on bin liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur.
Halkı; sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düsmanlığa
açıkça tahrik eden kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis ve üç bin liradan on iki bin
liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu tahrik umumun emniyeti için
tehlikeli olabilecek bir sekilde yapıldığı takdirde faile verilecek ceza üçte birden
yarıya kadar artırılır.
Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları 311'inci maddenin ikinci fıkrasında sayılan
vasıtalarla isleyenlere verilecek cezalar bir misli artırılır.
2. Basın Kanunu (15 Temmuz 1950 Tarih ve 5680 Sayılı Kanun)
23. 1950 Tarihli Basın Kanunu’nun ilgili hükümleri söyledir:
3. Madde
Gazetelere, haber ajansları nesriyatına ve belli aralıklarla yayınlanan diğer
bütün basılmıs eserlere bu Kanunda "mevkute" denir.
Basılmıs eserlerin herkesin görebileceği veya girebileceği yerlerde
gösterilmesi veya asılması veya dağıtılması veya dinletilmesi veya satılması veya
satısa arzı "nesir" sayılır.
Fiilin ayrıca suç teskil etmesi hali müstesna olmak üzere, basın suçu nesir ile
vücut bulur.
Ek Madde 4(1)
“Ek birinci madde gereğince dağıtımın tedbir yoluyla mahkeme kararı
veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcılığının verdiği
karar … suretiyle önlendiği … hallerde, kanunun asıl suçlar için öngördüğü
cezaların üçte biri hükmolunur.”
3. Terörle Mücadele Kanunu (12 Nisan 1991 Tarih ve 3173 Sayılı Kanun)
24. 1991 Tarihli Terörle Mücadele Kanunun Đlgili Hükümleri su sekildedir:
6. Madde
“Đsim ve kimlik belirterek veya belirtmeyerek kime yönelik olduğunun
anlasılmasını sağlayacak surette kisilere karsı terör örgütleri tarafından suç
isleneceğini veya terörle mücadelede görev almıs kamu görevlilerinin hüviyetlerini
açıklayanlar veya yayınlayanlar veya bu yolla kisileri hedef gösterenler bes milyon
liradan on milyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.
Terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bes
milyon liradan on milyon liraya kadar ağır para cezası verilir.
…
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiillerin 5680 sayılı Basın Kanununun 3’üncü
maddesindeki mevkuteler vasıtasıyla islenmesi halinde, ayrıca sahiplerine de;
mevkute bir aydan az süreli ise bir önceki ay ortalama fiili satıs miktarının, aylık
veya bir aydan fazla süreli ise bir önceki fiili satıs miktarının, mevkute niteliğinde
bulunmayan basılı eserler ile yeni yayına giren mevkuteler hakkında ise, en yüksek
tirajlı günlük mevkutenin bir önceki ay ortalama satıs tutarının yüzde doksanı kadar
ağır para cezası verilir. Ancak, bu ceza elli milyon liradan az olamaz. Bu
mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek cezanın yarısı uygulanır.
8. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değistirilmeden önceki
hali)
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüs
kullanılan yöntem veya amaca bakılmaksızın, yapılamaz. Yapanlar hakkında iki
yıldan bes yıla kadar hapis ve elli milyon liradan yüz milyon liraya kadar ağır para
cezası hükmolunur.
Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun 5680 sayılı Basın Kanununun 3
üncü maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtası ile islenmesi halinde, ayrıca
sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay ortalama satıs
miktarının veya suçun mevkuteler haricinde basılı malzemeleri içermesi veya
mevkutenin yeni açılmıs olması durumunda en büyük tiraja sahip olan günlük
gazetenin bir önceki ay ortalama satıs miktarının2 yüzde doksanı kadar ağır para
cezası verilir. Ancak, bu para cezaları yüz milyon liradan az olamaz. Bu
mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek para cezasının yarısı
uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası
hükmolunur.
8. Madde
(27 Ekim 1995 tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değisik)
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüs
yapılamaz. Yapanlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yüz milyon liradan
üç yüz milyon liraya kadar ağır para cezası hükmolunur. Bu suçun mükerreren
islenmesi halinde, verilecek cezalar paraya çevrilemez.
Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun 5680 sayılı Basın Kanununun 3
üncü maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtası ile islenmesi halinde, ayrıca
sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay ortalama satıs
miktarının yüzde doksanı kadar ağır para cezası verilir. Ancak, bu para cezaları yüz
milyon liradan az olamaz. Bu mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine
verilecek para cezasının yarısı uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası
hükmolunur.
Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun ikinci fıkrada yazılı mevkuteler
dısında basılı eser ve sair kitle iletisim araçları ile islenmesi halinde, sorumluları ve
ayrıca kitle iletisim araçları sahipleri hakkında altı aydan iki yıla kadar hapis, yüz
milyon liradan üç yüz milyon liraya kadar ağır para cezası hükmolunur.
…”
13. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değistirilmeden önceki
hali)
“Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı verilen cezalar, para cezasına veya
tedbirlerden birine çevrilemez ve ertelenemez.”
13. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değisik)
“Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı verilen cezalar, para cezasına veya
tedbirlerden birine çevrilemez ve ertelenemez.”
“Ancak bu madde hükmü, 8’inci madde uyarınca verilen mahkumiyet kararları
için uygulanmaz.”
17. Madde
“Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanlardan, … sahsi hürriyeti
bağlayıcı cezalara mahkum edilmis olanlar hükümlülük süresinin 3/4'ünü çekmis
olup da iyi halli hükümlü niteliğinde bulundukları takdirde talepleri olmaksızın
sartla salıverilirler.
“Bu hükümlüler hakkında,647 sayılı Cezaların Đnfazı Hakkında Kanunun 19 uncu
maddesinin bir ve ikinci fıkraları … hükümleri uygulanmaz.”
4. 3713 Sayılı Kanunun 8. ve 13. Maddelerini değistiren 27 Ekim
1995 tarih ve
4126 Sayılı Kanun
25. 27 Ekim 1995 tarih ve 4126 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra
1991 Tarihli Terörle Mücadele Kanunu’nda asağıdaki değisiklikler yapılmıstır:
2. Maddeye iliskin geçici hükümler
“Mevcut Kanunun yürürlüğe girmesi üzerine, kararı veren mahkeme Terörle
Mücadele Kanununun (3713 Sayılı Kanun) 8. Maddesi uyarınca mahkum edilmis
olan sahsın davasını yeniden inceleyecek ve … 3713 Sayılı Kanunun 8. Maddesinde
yapılan değisikliğe uygun olarak anılan sahsa verilmis olan hapis cezasını yeniden
değerlendirecek ve 13 Temmuz 1965 tarih ve 647 Sayılı kanunun 4 ve 6.
maddelerinden faydalanması gerekip gerekmediği konusunda karar verecektir.”
5. 12.7.1997 tarihine kadar sorumlu müdür sıfatı ile islenen suçlara
iliskin dava ve cezaların ertelenmesine dair 14 Ağustos 1997 tarih ve 4304
sayılı kanun
26. Asağıdaki hükümler Basın Kanunu kapsamındaki suçlar ile ilgilidir:
1. Madde
“12.7.1997 tarihine kadar islenmis suçlar nedeniyle 5680 sayılı Basın Kanununun
16'ncı maddesi veya sair kanunlar hükümlerine göre sorumlu müdür sıfatıyla
mahkum edilmis bulunan kimselerin cezaların infazı ertelenmistir.
Halen cezalarını çekmekte bulunan sorumlu müdürler hakkında da birinci fıkra
hükmü uygulanır.
Đslenen suçlardan dolayı sorumlu müdür hakkında henüz takibata geçilmemis
veya hazırlık sorusturmasına girisilmis olmakla beraber dava açılmamıs veya son
sorusturma asamasına geçilmis olmakla beraber henüz hüküm kurulmamıs veya
verilen hüküm kesinlesmemis ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması
ertelenir.”
2. Madde
Haklarında 1 inci madde hükümleri uygulanmıs bulunan sorumlu müdürler,
ertelenme tarihinden itibaren üç yıl içerisinde islenen kasıtlı bir cürümden dolayı
sorumlu müdür sıfatıyla mahkum edildiklerinde ertelenen cezalar aynen
çektirilir.
…
Davanın açılması veya hükme bağlanmasının ertelenmis bulunduğu hallerde
ertelenme tarihinden itibaren üç yıllık süre içerisinde islenen kasıtlı bir suç nedeni
ile sorumlu müdür sıfatıyla mahkum olunduğunda, ertelenen suçtan dolayı dava
açılır veya ertelenmis olan davaya devam edilerek hüküm kurulur.
Üç yıllık süre, sorumlu müdür sıfatıyla yeniden kasıtlı bir cürümden mahkum
edilmeksizin geçirildiğinde, sorumlu müdür hakkındaki 12 Temmuz 1997 öncesine
iliskin mahkumiyet vaki olmamıs sayılır veya bu suçtan dolayı kamu davası açılmaz.
Açılmıs olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.
6. Cezaların Đnfazı Hakkında Kanun (13 Temmuz 1965 tarih ve 647 Sayılı
Kanun)
27. 1965 Tarihli Cezaların Đnfaz Kanunu asağıdaki hükümleri
içermektedir:
5. Madde
“Para cezası kanunda yazılı hadler arasında tayin olunacak bir miktar paranın
Devlet Hazinesine ödenmesinden ibarettir.”
…
Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içerisinde para cezasını
ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararıyla bir gün on bin lira sayılmak üzere
hapsedilir.
…
Para cezası yerine çektirilen hapis cezası 3 yılı geçemez. …”
19(1). Madde
“… sahsi hürriyeti bağlayıcı cezalara mahkum edilmis olanlar hükümlülük
süresinin yarısını çekmis olup da … iyi halli hükümlü niteliğinde bulundukları
takdirde, talepleri olmasa dahi sahsi sartla salıverilirler.”
7. Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu (1412 Sayılı Kanun)
28. Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu asağıdaki hükümleri içerir::
307. Madde
“Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur.
Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlıs tatbik edilmesi kanuna
muhalefettir.”
308. Madde
“Asağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmis sayılır.
1- Mahkemenin kanun dairesinde tesekkül etmemis olması,
2- Hakimlik vazifesine istirakten kanunen memnu olan bir hakimin hükme
istirak etmesi,
…”
B. Hükümet Tarafından Sunulan Đçtihatlar
29. Hükümet, özellikle dini hususlar (Ceza Kanununun 312. Maddesi)
olmak üzere, halkı husumet ve düsmanlığa tesvik etmek veya Devletin bölünmez
bütünlüğüne karsı propaganda yapmaktan (31713 Sayılı Kanunun 8. maddesi, bkz.
yukarıdaki paragraf 24) suçlanan sahıslara karsı yapılan suçlamaların geri alınması
yönündeki Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısının bazı kararlarının
suretlerini sunmustur. Suçların yayınlar vasıtasıyla islendiği davaların çoğunda,
savcının kararına gerekçe olarak gösterilen nedenler, davaların zaman asımına tabi
olduğu, suçun bilesen unsurlarından bazılarının tespit edilememesi veya yetersiz
kanıt gibi bulguları içermistir. Diğer gerekçeler ise söz konusu yayının dağıtılmamıs
olması, kanun dısı bir amacın olmaması, bir suçun islenmemis olması veya
sorumluların tanımlanamaması olmustur.
30. Ayrıca Hükümet, yukarıda anılan suçlardan yargılanan davalıların suçlu
bulunmadıkları davalara iliskin çesitli Devlet Güvenlik Mahkemesi kararlarını
sunmustur. Bunlar asağıda belirtilen kararlardır: 1991/23-75-132-177-100; 1992/33-
62-73-89-143; 1993/29-30-38-39-82-94-114; 1994/3-6-12-14-68-108-131-141-155-
171-172; 1995/1-25-29-37-48-64-67-84-88-92-96-101-120-124-134-135; 1996/2-8-
18-21-34-38-42-43-49-54-73-86-91-103-119-353; 1997/11-19-32-33-82-89-113-
118-130-140-148-152-153-154-187-191-200-606; 1998/6-8-50-51-56-85-162.
31. Kürt sorunu ile ilgili yazarlar aleyhindeki davalar ile ilgili olarak, bu
davalarda Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kararları “propaganda” yapılmamıs
olduğu, suçun unsurlarının birinin bulunmadığı veya kullanılan bilimsel, tarihi
ve/veya tarafsız özellikteki kelimelerin kullanımı gibi gerekçelere dayalı olmustur.
C. Devlet Güvenlik Mahkemeleri
32. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin adli organizasyonuna iliskin
anayasa hükümleri söyledir:
1. Anayasa
138. Madde, 1. ve 2. Fıkraları
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun
olarak vicdani kanaatlarına göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, …, … ve kisi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve
hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde
bulunamaz.”
139. Madde, 1. Fıkrası
“Hakimler ve savcılar azlolunamazlar, kendileri istemedikçe Anayasada
gösterilen yastan önce emekliye ayrılamaz…”
143. Madde, 1-5. Fıkraları
“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen ve
nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine islenen ve doğrudan doğruya
devletin iç ve dis güvenliğini etkileyen suçlara bakmak üzere Devlet Güvenlik
Mahkemeleri kurulacaktır.
Devlet Güvenlik Mahkemesinde bir baskan, iki asil ve iki yedek üye ile savcı ve
yeteri kadar savcı yardımcısı bulunur.
Baskan, bir asil ve bir yedek üye ile savcı, birinci sınıfa ayrılmıs hakim ve
Cumhuriyet savcıları arasından; bir asil ve bir yedek üye, birinci sınıf askeri
hakimler arasından; savcı yardımcıları ise Cumhuriyet savcıları ve askeri hakimler
arasından özel kanunlarında gösterilen usule göre atanır.
Devlet Güvenlik Mahkemesi Baskanı, üye ve yedek üyeleriyle savcı ve savcı
yardımcıları dört yıl için atanırlar, süresi bitenler yeniden atanabilirler.
Devlet Güvenlik Mahkemeleri kararlarının temyiz mercii Yargıtay’dır.
…”
145. Madde, 4. Fıkra
“Askeri yargı
Askeri hakimlerin özlük isleri ve yükümlülükleri … mahkemelerin bağımsızlığı,
hakimlik teminatı, askerlik hizmetinin gereklerine göre kanunla düzenlenir. Kanun,
ayrıca askeri hakimlerin yargı hizmeti dısındaki askeri hizmetler yönünden askeri
hizmetlerin gereklerine göre teskilatında görevli bulundukları komutanlık ile olan
iliskilerini de gösterir…”
2. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kurulus ve Yargılama Usulleri
Hakkındaki 2845 Sayılı Kanun
33. Anayasa’nın 143. Maddesine dayalı olarak, 2845 Sayılı Kanunun
Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile ilgili hükümleri su sekildedir:
1. 1. Madde
“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen ve
nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine islenen ve doğrudan doğruya
Devletin iç ve dıs güvenliğini ilgilendiren suçlara iliskin davalara bakmak üzere …
il merkezlerinde, bu illerin adlarıyla anılan Devlet güvenlik mahkemeleri
kurulmustur.”
3. Madde
“Devlet güvenlik mahkemeleri, bir baskan ile iki üyeden olusur ve ayrıca iki
yedek üye bulunur.”
5. Madde
“Devlet güvenlik mahkemesinin baskanı ve bir asıl bir yedek üyesi … adli yargı
hakimler arasından; bir asıl bir yedek üyesi birinci sınıfa ayrılmıs askeri hakimler
arasından … atanır.”
6. Madde, (2) ve (6) Fıkraları
“Askeri hakimler arasından üye,yedek üye ve Cumhuriyet savcı yardımcılarının
atanmaları, Askeri Hakimler Kanununda gösterilen usule göre yapılır.
Bu Kanun ve diğer kanunlardaki istisnalar saklı olmak üzere Devlet Güvenlik
Mahkemeleri baskan, üye ve yedek üyeleri … muvafakatları alınmadıkça dört yıldan
önce baska bir yere veya göreve atanamazlar.
.....
Devlet güvenlik mahkemelerinde görevli baskan, üye, yedek üye, Cumhuriyet
savcısı ve Cumhuriyet savcı yardımcıları hakkında kendi kanunlarına göre yapılacak
sorusturma sonunda görev yerlerinin değistirilmesine dair yetkili kurul veya
mercilerce karar verildiği takdirde, ilgili hakimin … görev yeri veya görevi, özel
kanunlarında gösterilen usule göre değistirilebilir.”
9. Madde, (1). Fıkrası, (a) Bendi
Devlet Güvenlik Mahkemeleri asağıdaki suçlarla ilgili davalara bakmakla
görevlidir.
(a) Türk Ceza Kanununun 312. Maddesinin 2. fıkrasında … yazılı suçlar,
…
(d) Anayasanın 120'nci maddesi gereğince Olağanüstü Hal Đlan Edilen
Bölgelerde, Olağanüstü Halin ilanına neden olan olaylara iliskin suçlar.
(e) “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen ve
nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine islenen ve doğrudan doğruya
devletin iç ve dıs güvenliğini etkileyen suçlar.
…”
27. Madde, 1. Fıkra
“Devlet Güvenlik mahkemesi kararlarının temyiz mercii Yargıtay’dır.”
34. Madde, 1. ve 2. Fıkra
“Devlet güvenlik mahkemelerinde göreve atanan askeri hakimlerin … özlük
islerinde, denetimlerinde, haklarında disiplin sorusturması açılması ve disiplin cezası
verilmesinde, sahsi ve görevle ilgili suçlarının sorusturma ve kovusturulmasında bu
… kendi mesleklerine ait kanunların ilgili hükümleri uygulanır. …
Askeri yargıya mensup hakimler hakkında verilecek Yargıtay notları ve adalet
müfettislerince … yapılacak sorusturmalara iliskin evrak Adalet Bakanlığına
gönderilir.
38. Madde
“Devlet güvenlik mahkemesinin yargı çevresinin tamamını veya bir kısmını
kapsayacak sekilde sıkıyönetim ilan edilmesi halinde o yargı çevresinde birden fazla
Devlet güvenlik mahkemesi olmak kaydıyla, Devlet güvenlik mahkemesi asağıdaki
esaslara göre sıkıyönetim askeri mahkemesine dönüstürülebilir…”
3. Askeri Hakimler Kanunu (357 Sayılı Kanun)
34. Askeri Hakimler Kanununun ilgili hükümleri asağıda sekildedir:
Ek Madde 7
“Devlet güvenlik mahkemesi üyeliği veya yedek üyeliği … görevlerine atanan
askeri hakim subayların rütbe terfii, rütbe kıdemliliği, kademe ilerlemesi
yapmalarını sağlayacak yeterlikleri, bu Kanunun ve 926 sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri Personel Kanununun hükümleri saklı kalmak sartı ile, asağıda belirtilen
sekilde düzenlenecek sicillerle saptanır.
a) Birinci sınıfa ayrılmıs üye ve yedek üye askeri hakimlere subay sicil belgesi
düzenlemeye ve sicil vermeye yetkili birinci sicil amiri Milli Savunma Bakanlığı
Müstesarı, ikinci sicil amiri Milli Savunma Bakanıdır.”
…”
Ek Madde 8
“Devlet güvenlik mahkemelerinin askeri yargıya mensup; mahkeme üyeleri …,
Genelkurmay Personel Baskanı, Adli Müsaviri ile atanacakların mensup olduğu
Kuvvet Komutanlığının personel baskanı ile adli müsaviri ve Milli Savunma
Bakanlığı Askeri Adalet Đsleri Baskanından olusan Kurul tarafından seçilir ve
usulüne uygun olarak atanırlar…”
16. Madde, 1. ve 3. Fıkra
“Askeri hakimlerin … atanmaları bu kanun hükümleri saklı kalmak sartıyla
Silahlı Kuvvetler mensuplarının nakil ve tayinleri hakkındaki hükümler esas
alınarak Milli Savunma Bakanı ve Basbakanın müsterek kararnamesi ile
Cumhurbaskanın onayına sunulur ve Resmi Gazete ile yayınlanır....
…
Askeri hakimlik kadrolarına yapılacak atamalarda … Askeri Yargıtay notları,
müfettis raporları ve idari üstlerce düzenlenen siciller göz önünde tutularak islem
yapılır.”
18. Madde, 1. Fıkra
“Askeri hakimler … maas dereceleri, maas yükselmeleri ve diğer özlük hakları
subaylar hakkındaki kanun hükümlerine tabidir.”
29. Madde
“Askeri Hakim subaylar hakkında Milli Savunma Bakanı tarafından, savunmaları
aldırılarak, asağıda açıklanan disiplin cezaları verilebilir:
A. Uyarma: Görevde daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir.
........
B. Kınama: Belli bir eylem veya davranısın kusurlu sayıldığının yazı ile
bildirilmesidir.
........
Bu cezalar kesin olup, ilgilinin kuvvet komutanlığındaki dosyası ile kıta sahsi
dosyasına konur, siciline islenir.”
38. Madde
“Askeri hakimler … görevlerini yaparlarken esiti adliye hakimlerinin ve
savcılarının özel kıyafetini tasırlar…”
4. Askeri Ceza Kanunun 112. Maddesi (22 Mayıs 1930)
35. 22 Mayıs 1930 tarihli Askeri Ceza Kanunun 112. Maddesi asağıdaki
hükümleri öngörmektedir:
“Memuriyetinin nüfuzunu suiistimal ile askeri mahkemeler üzerinde tesir
yapanlar bes seneye kadar hapsolunur.”
5. 4 Temmuz 1972 tarih ve 1602 Sayılı Yüksek Askeri Đdari Mahkemesi
Kanunu
36. 22. Madde kapsamında Askeri Yargıtay’ın Birinci Dairesi adli
kararlara iliskin basvurular ve basta mesleki terfi olmak üzere, subayların kisisel
durumu ile ilgili ihtilaflara dayalı zarar taleplerini inceleme yetkisine sahiptir.
KOMĐSYON HUZURUNDA YAPILAN TAKĐBAT
37. Bay Kamil Sürek Komisyona 20 Subat 1995 tarihinde basvurmustur.
Mahkumiyetinin ve almıs olduğu cezanın Sözlesmenin 10. Maddesi kapsamında
teminat altına alınan ifade özgürlüğüne iliskin mesru olmayan bir müdahale teskil
ettiğini ve Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrasına aykırı olarak, davasına bağımsız
ve tarafsız bir mahkeme tarafından bakılmadığı yönünde sikayetleri olmustur.
Ayrıca, kendisi aleyhinde yapılan ceza mahkemesinin makul bir sure içinde
sonuçlandırılmadığı ve bu nedenle 6. Maddenin 1. Fıkrasının ihlal edildiğini öne
sürmüstür.
38. Komisyon, basvuran tarafından iddia edilen ceza mahkemesinin
süresine iliskin sikayet hariç olmak üzere, basvurunun (no. 26682/95) kabul
edildiğini 14 Ekim 1996 tarihinde beyan etmistir. 11 Aralık 1997 tarihli raporunda
Komisyon, Sözlesmenin 10. Maddesinin ihlal edilmediğini (19’a karsı 13 oy) ancak
6. Maddenin 1. fıkrasının ihlal edildiğine (31’e karsı 1 oy) iliskin görüs belirtmistir.
Komisyonun görüsü ile birlikte rapor içinde bulunun üç ayrı görüsün tam metni bu
kararın ekinde sunulmustur.
MAHKEMEYE YAPILAN NĐHAĐ SUNUMLAR
39. Basvuran, Mahkeme’den muhatap Devletin Sözlesmenin 6. Maddesinin 1.
Fıkrası ve 10. Maddesi kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiğinin tespit
edilmesini ve kendisine adil tazminat verilmesini talep etmistir.
Hükümet kendi adına Mahkeme’den basvuranın sikayetlerini
reddetmesini istemistir.
HUKUK AÇISINDAN
I. Davanın Kapsamı
40. Mahkeme, basvuranın dilekçesinde kendisine iliskin ceza davasının
süresinin makul olmadığından sikayetçi olduğunu ve bunun da Sözlesmenin 6.
Maddesinin 1. fıkrasını ihlal ettiğini öne sürdüğünü dikkate almaktadır. Ancak, bu
talep Komisyon tarafından kabul edilmemistir (bkz. yukarıdaki paragraf 38) ve bu
nedenle Mahkeme’de mevcut davanın kapsamında ele alınamayacaktır (bkz. diğer
yetkililerin yanı sıra, 21 ocak 1999 tarihli Janowski – Polonya Kararı, 1999- Karar
ve Hükümleri Raporu, s. ..., Madde 19). Mahkeme bu nedenden dolayı basvuranın
temel sikayetine iliskin incelemeyi, 10. Madde kapsamında bulunan talebi ile
birlikte 6. Maddenin 1. Fıkrası kapsamında Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin
bağımsızlığı ve tarafsızlığına iliskin sikayeti ile sınırlı tutacaktır.
II. Sözlesmenin 10. Maddesinin Đhlal Edildiği Đddiası
41. Basvuran Sözlesme’nin 10. maddesi ile güvence altına alınmıs olan
ifade özgürlüğüne haklı sebep olmaksızın merciler tarafından müdahale edildiğini
iddia etmistir. Đlgili madde su sekildedir:
“1. Herkes ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğünü, kamu
otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırlan söz konusu olmaksızın haber veya fikir
alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin televizyon ve sinema
isletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir
toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak
bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, asayissizliğin veya suç
islenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, baskalarının ün ve haklarının
korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı
gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için kanunla öngörülen bazı
formalitelere sartlara,sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”
42. Hükümet, basvuru sahiplerinin ifade özgürlüklerine yapılan
müdahalenin 10. Maddenin ikinci paragrafı hükümleri uyarınca haklı sebebe
dayandırıldığını savunmustur. Komisyon Hükümet’in bu husustaki görüsüne
katılmaktadır.
A. Müdahalenin Mevcudiyeti
43. Basvuru sahiplerinin 1991 Tarihli Terörle Mücadele Yasası’nın
(“1991 Tarihli Yasa”) 8. bölümü uyarınca suçlu bulunup hüküm giymis olmaları
nedeniyle, basvuru sahiplerinin ifade özgürlüğü hakkına bir müdahalenin yapılmıs
olduğunun açık olduğunu ve bu konuda bir itirazın sunulmadığını kaydetmistir.
B. Müdahalenin Haklı Sebebe Dayanması
44. Müdahale, “kanunlar tarafından öngörüldüğü üzere”, 10. Maddenin 2.
fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya birkaçına dayandığı ve anılan hedef
veya hedeflerin elde edilmesi için bir demokratik toplumda gerekli olanların
haricinde, 10. Maddenin ihlalini teskil etmektedir. Mahkeme bu ölçütleri sırasıyla
inceleyecektir.
1. “Kanunlar Tarafından Öngörülme”
45. Basvuran 1991 Tarihli Kanunun bu sarta iliskin uygunluğu konusunda
herhangi bir görüs bildirmemistir. Bu hükmün yetkililerce muhalif basının
susturulması ve siddeti tesvik etmeyenler ve yasadısı örgütlerin nedenlerini
desteklemeyen veya Devletin bölünmesine taraftar olmayanlar da dahil olmak üzere,
görüs ve fikirlerin açıklanmasının cezalandırılması amacıyla kullanıldığını
belirtmekle yetinmistir.
46. Hükümet, basvuranın ifade özgürlüğüne yapılan müdahalelerin, basvuranın
mahkumiyetine sebebiyet verenler gibi bölücü propagandaların yapılmasını
engelleme amacına hizmet eden 1991 tarihli Yasanın 8. maddesine dayalı olduğunu
belirtmistir.
47. Komisyon Delegesi, Mahkeme huzurundaki durusmada 1991 Tarihli
Kanunun 8. Maddesinin hükümlerinin oldukça belirsiz olduğu ve kanunlar
tarafından öngörülen açıklık ve öngörülebilirlik sartlarını yerine getirip
getirmediğinin incelemeye tabi olabileceği seklinde görüs bildirmistir. Ancak,
Komisyon tarafından 8. maddenin basvuranın mahkumiyeti için yeterli hukuki
dayanak teskil ettiğinin kabul edildiğini bildirmis ve müdahalenin kanunlar
tarafından öngörüldüğü sonucuna varmıstır.
48. Mahkeme, Delegenin 1991 Tarihli Kanunun 8. Maddesinin belirsizliğine
iliskin endisesini dikkate almaktadır. Ancak Komisyon ile paralel olarak Mahkeme,
basvuranın mahkumiyetinin 1991 Tarihli Kanunun 8. maddesine dayalı olması
nedeniyle, dahası basvuran tarafından bu hususa özgü bir itirazın bulunmamasından
dolayı, basvuranın ifade özgürlüğüne iliskin müdahalenin “kanunlar tarafından
öngörülme” sartını yerine getirdiği görüsündedir.
2. Mesru amaç
49. Basvuran 1991 Tarihli Kanunun 8. Maddesinin muhalif basını
susturmak amacına yönelik olduğuna iliskin görüsünü yinelemistir. Dergisinde
yayınlanan mektupların devlet güvenliğine ve toprak bütünlüğüne karsı bir tehdit
veya siddete tesvik seklinde değerlendirilemeyeceğinden, kendisi aleyhinde
uygulanan önlemlerin Hükümet tarafından öne sürülen herhangi bir dayanağa bağlı
olmayacağını belirtmistir.
+50. Hükümet bu iddiayı reddetmistir. Basvuranın toprak bütünlüğü ve ulusun
birliği, kamu düzeni ve milli güvenliği tehdit eden makaleler ile bölücü propaganda
yapmak suçundan mahkum edildiğini belirtmistir. Bunların 10. Maddenin 2. fıkrası
kapsamında mesru amaçlar olduğunu savunmustur.
51. Komisyon kendi adına, basvuranın mahkumiyetinin yetkililerin yasadısı terör
faaliyetleri ile mücadele ve 10. Maddenin 2. Fıkrası kapsamında mesru amaçlar olan
milli güvenlik ve kamu emniyetinin korunmasına yönelik faaliyetlerin bir parçasını
teskil ettiğini belirtmistir.
52. Mahkeme, Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumunun hassasiyetini (Bkz.
25 Kasım 1997 tarihli Zana – Türkiye Kararı, 1997-VII Raporları, s. 2539, 10.
Madde) ve yetkililerin gereksiz siddeti destekleyecek hareketlere karsı tetikte olma
gereğini de dikkate alarak, basvuru sahibi aleyhinde alınan önlemlerin, basta ulusal
güvenliğin ve ülke bütünlüğünün korunması ve asayissizlik ve suçun önlenmesi
olmak üzere, Hükümet tarafından belirlenen belli amaçların uzantısı olduğu
kanaatına varmıstır. Bu durum özellikle bölücü faaliyetlerin siddet kullanımına
dayalı yöntemlere bağlı olduğu, dava konusu olayların cereyan ettiği tarihlerdeki
Güneydoğu Türkiye’deki durum için geçerlidir.
3. “Bir Demokratik Toplum için Zaruret”
(a) Mahkeme huzurunda bulunanların iddiaları
(i) Basvuran
53. Basvuran kendisinin yargılanmasının, hüküm giymesinin ve mahkum
edilmesinin ifade özgürlüğüne karsı mesru olmayan bir sekilde müdahale teskil
ettiğini iddia etmistir. Ayrıca, herhangi bir müdürlük sorumluluğu olmaksızın,
derginin sahibi olmasına rağmen, 1991 tarihli kanunun 8. maddesi kapsamında bir
terörist olarak cezalandırıldığını ifade etmistir.
54. Basvuran ayrıca, ne dergisinin ne de kendisinin terör örgütü ile herhangi bir
bağlantısı olmadığını ve dergide yayınlanan mektupların siddete tesvik etmediğini
veya terörizmi desteklemediğini veya suç unsuru teskil edecek sekilde bölücü
propaganda yapılmadığını iddia etmistir.
(ii) Hükümet
55. Hükümet basvuranın iddialarının esasına itiraz etmistir. Söz konusu
mektupların muhatap Devleti bir suç örgütü olarak tanımladığını ve dolaylı olarak
PKK’nın eylemlerini bir ulusal kurtulus faaliyetleri olarak betimlediğini belirtmistir.
Görüslerinde, bölücü propagandanın ister istemez siddeti tesvik ettiğini ve Türk
toplumu içindeki çesitli gruplar arasında husumeti provoke ettiğini, dolayısıyla insan
hakları ve demokrasiyi tehlikeye attığını belirtmistir.
Hükümet, derginin sahibi olarak basvuranın, nefreti ifade eden ve terör suçunu
öven, toprak bütünlüğü, ulusal birlik, güvenlik ve suç ve asayissizliğin önlenmesi
gibi ulusal topluluğun temel çıkarlarını tehlikeye atan mektupları yayınlamak
suretiyle bölücü propagandanın yapılmasına katıldığını belirtmistir.
56. Hükümet, 1991 Tarihli Yasanın 8. bölümü kapsamında basvurana karsı
alınan önlemlerin, bu alandaki otoritelerin inisiyatif marjına girdiğini, müdahalelerin
Sözlesme’nin 10. Maddesinin 2. fıkrası kapsamında mesru kılındığını belirtmistir.
(iii) Komisyon
57. Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumunu ve söz konusu
mektuplarda kullanılan dilin ileri düzeyde siddete tesvik olarak
değerlendirilebileceğini de dikkate alarak Komisyon, Muhatap Devletin
yetkililerinin, mektupların yayınlanmasının milli güvenlik ve kamu emniyeti
açısından zararlı görme hakkına sahip olduğu görüsündedir. Komisyon, derginin
sahibi olarak basvuranın mektupların yayınlanması ile ilgili görev ve sorumluluk
üstlenmis olduğu seklinde fikir yürütmüstür. Basvuranın mahkumiyeti ve hüküm
giymesi, yetkililerin değerlendirme marjı kapsamında bir tepki olan milli güvenlik
ve kamu emniyetinin korunması yönünde zorunlu bir sosyal ihtiyaca cevaben
yapılmıs orantılı islemler olarak kabul edilebilecektir. Bu nedenlerle Komisyon bu
davada 10. Maddenin ihlal edilmemis olduğu kanaatine varmıstır.
(b) Mahkeme’nin değerlendirmesi
58. Mahkeme, örneğin Zana – Türkiye kararı (yukarıda belirtilmistir, s. 2547-48,
51. madde) ve 21 Ocak 1999 tarihli Fressoz ve Roire – Fransa Kararında (1999-…
Raporları, s. …, 45. Madde) olduğu üzere, kararlarının dayandığı temel ilkeleri
vurgulamaktadır.
(i) Đfade özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve
toplumun ilerlemesi ve her bireyin özgüveni için gerekli temel sartlardan birini
teskil etmektedir. 10. Maddenin 2. paragrafı uyarınca bu kabul gören veya zararsız
veya kayıtsızlık içeren “bilgiler” veya “fikirler” için değil, aynı zamanda kırıcı, sok
edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar, bir “demokratik
toplumun” olmazsa olmaz çokseslilik, tolerans ve hosgörünün gerekleridir. 10.
Maddede belirtilen sekilde bu özgürlük, ancak harfiyen uyulması gereken ve ikna
edici bir sekilde tespit edilmesi gereken bazı istisnalara tabidir.
(ii) 10. Maddenin 2. Fıkrasında belirtilen anlamda “zaruri” sıfatı “acil bir sosyal
ihtiyaç” anlamındadır. Akit Devletler anılan ihtiyacın mevcut olup olmadığının
değerlendirilmesi konusunda belli bir marja sahiptir, ancak bağımsız bir mahkeme
tarafından verilenler de dahil olmak üzere, tabi olduğu yasama ve kararları
kapsayacak sekilde Avrupa denetimi ile iç içe olmalıdır. Mahkeme bu sebeple, bir
“sınırlamanın” Sözlesme’nin 10. Maddesinin güvencesinde olan ifade özgürlüğü ile
bağdasıp bağdasmadığı konusunda nihai kararı verme yetkisini haizdir.
(iii) Denetim yetkisinin uygulanmasında Mahkeme müdahaleyi, suçlanan ifadeler
ve bunların ifade edildiği bağlam da dahil olmak üzere, davayı bir bütün olarak ele
alarak incelemelidir. Đlk olarak müdahalenin “mesru amaçlar ile orantılı” ve ulusal
otoriteler tarafından anılan müdahalenin mesru gösterilmesi için belirtilen
gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığı tespit edilmelidir. Bunu yaparken de
Mahkeme, ulusal otoritelerin Madde 10 kapsamında bulunan ilkelere uygun
standartları uyguladığı ve ilgili bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine
dayalı oldukları konusunda olumlu kanaata varmalıdır.
59. Basvuranın sahibi olduğu dergi vasıtasıyla bölücü propaganda yapmak
suçundan mahkum edilmis olması nedeniyle, söz konusu müdahaleler ayrıca basının
bir siyasi demokrasinin düzgün sekilde islemesinin sağlanmasına iliskin temel
görevi bağlamında da dikkate alınmalıdır (birçok diğer otoritenin yanı sıra bkz., 8
Temmuz 1986 tarihli Lingens - Avusturya kararı, A Serisi, No. 103. s. 26, Madde
41; ve yukarıda anılan Fressoz ve Roite kararı, s. …, Madde 45). Basının, siddet
tehdidi karsısında milli güvenlik veya ülke bütünlüğünün korunması veya
asayissizlik veya suçun engellenmesi amacıyla konmus olan sınırlamaları asmaması
kaydıyla, bölücü olanlar da dahil olmak üzere, görüs ve siyasi hususlarda bilgi
vermesi bir zorunluluktur. Basının, anılan bilgileri ve fikirleri bildirme
zorunluluğunun yanı sıra, halkın da bunları almaya hakkı vardır. Basın özgürlüğü,
kamuoyuna siyasi liderlerin fikir ve tutumlarının kesfedilmesi ve bunlara iliskin bir
kanaat olusturulması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır (bkz. yukarıda anılan
Lingens kararı, s. 26, Madde 41-42).
60. Mahkeme, basvuranın dergisinin okuyucular tarafından sunulan iki
mektubu yayınlamıs olduğuna isaret etmektedir. Bu mektuplar, yetkililerin
güneydoğu Türkiye’deki askeri faaliyetlerini sert bir sekilde kınamıs ve özgürlük
ve bağımsızlık mücadelesinde Kürt halkına zulüm yapmakla suçlamıstır (bkz.
yukarıdaki paragraf 11). Silahlar Özgürlüğü Engelleyemez” baslıklı mektup, yazarı
tarafından Kürtlerin ortadan kaldırılması için yürütülen stratejik kampanyanın bir
bölümü olarak yetkililer tarafından kasten yapılmıs olduğu iddia edilen iki katliama
gönderme yapmaktadır. Kürtlerin özgürlüğünü kazanma azmini yineleyerek
sonlanmaktadır. Đkinci mektup olan “Suç Bizim”, Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının
demokrasi ve Cumhuriyet’in korunması adına muhaliflerin hapse atılma, iskence ve
öldürülmesine göz yumduğunu iddia etmektedir.
Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, 1991 tarihli Kanunun 8 maddesi
kapsamındaki basvuran aleyhine yapılan suçlamanın kanıtlanmıs olduğuna karar
vermistir (bkz. yukarıdaki 14. paragraf). Mahkeme, söz konusu mektupların
Türkiye’nin güneydoğusundaki alanları bağımsız bir “Kürdistan” devleti ve PKK’yı
ulusal bir kurtulus hareketi olarak tanımlayarak, Türkiye Devletinin toprak
bütünlüğünün zedelenmesine (bkz. yukarıdaki paragraf 15) yönelik kelimeler
içerdiğini tespit etmistir.
61. Yukarıda belirtilen müdahalenin gerekliliğinin değerlendirilmesi açısından,
yukarıda tespit edilen ilkeler ısığında (bkz. paragraf 58 ve 59), Mahkeme
Sözlesmenin 10. Maddesinin 2. fıkrasında kamu çıkarlarına iliskin siyasi
konusmalar veya sorunlara iliskin tartısmaların sınırlanmasına dair çok dar bir
kapsam olduğuna isaret etmektedir (bkz. 25 Kasım 1996 tarihli Wingrove – Birlesik
Kraliyet davası, 1996 Raporları-V, s. 1957, 58. Madde). Ayrıca, izin verilebilir
elestirilerin sınırları hükümet ile ilgili hususlarda, özel vatandaslar veya siyasetçiler
açısından daha genistir. Demokratik bir sistemdeki hareketler veya hükümetin
ihmalleri sadece yasama ve adli otoritelerin değil, aynı zamanda kamuoyunun da
yakın takibinde olmalıdır. Ayrıca, Hükümetin sahip olduğu egemen konum,
özellikle haksız saldırılar ve düsmanlarının elestirilerine cevap verilmesine iliskin
baska araçların bulunduğu durumlarda, cezai islemlere basvurulması konusunda bir
sınırlamanın uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte, kamu düzeninin
garantörleri sıfatıyla hareketle, ceza kanunu niteliğinde olanlar da dahil olmak üzere,
doğru tepkiyi verecek ve anılan ifadeler asılmadan önlemlerin benimsenmesi
Devlet otoritelerinin yetkisine açıktır (bkz. 9 Haziran 1998 tarihli Đncal – Türkiye
kararı, 1998-IV Raporları, s. 1567, 54. Madde). Son olarak, anılan sözler bir birey
veya bir kamu görevlisi veya bir nüfusun bir kesimine karsı bir siddeti tesvik ettiği
durumlarda Devlet otoriteleri, ifade özgürlüğüne iliskin müdahale gereğinin
incelenmesinde daha genis bir marja sahiptir.
62. Mahkeme, mektuplarda kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin yayınlanmıs
olduğu bağlam üzerinde özellikle duracaktır. Bağlam açısından, kendisine sunulan
davaların tarihçelerine, özellikle terörizmin engellenmesine iliskin sorunları dikkate
alacaktır. (bkz. yukarıda belirtilen Đncal – Türkiye kararı, s. 1568, 58. Madde).
Mahkeme ilk olarak, “katliam”, “zulüm” ve “cinayet” gibi göndermelerin yanı
sıra, “Fasist Türk ordusu”, “TC cinayet çetesi” ve “emperyalizmin kiralık katilleri”
gibi etiketlerin kullanılması ile diğer tarafa kara bir leke vurulmasına iliskin açık bir
kasıt olduğunu kabul etmektedir. Mahkeme kanaatine göre söz konusu mektuplar,
temel duyguların çalkalandırılması ve halen ölümcül siddet seklinde kendini
göstermis olan bilesik önyargıların katılastırılması ile kanlı bir intikama çağrı
seklinde değerlendirilebilecektir. Ayrıca, mektupların 1985’ten buyana çok ciddi can
kayıpları ve bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hal ilan edilmesine sebebiyet
verecek sekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK
kuvvetleri arasında ciddi çatısmaların devam etmekte olduğu Güneydoğu
Türkiye’deki güvenlik durumu bağlamında yayınlanmıs olması da dikkate
alınmalıdır (bkz. yukarıda anılan Zana kararı, s. 2539, Madde 10). Bu bağlamda,
mektupların içeriğinin iddia edilen zulümlerin sorumlusu olarak gösterilenlere karsı
köklü ve mantık dısı bir nefret uyandırarak bölgede daha fazla siddete sebebiyet
verebilecek sekilde değerlendirilmelidir. Gerçekten de, okuyucuya iletilen mesaj,
saldırgan ülke karsısında siddete basvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur.
Ayrıca “Suç Bizim” baslıklı mektubun kisileri isimleri ile tanımlayarak, bunlara
karsı olan nefretin alevlendirildiği ve bu sahısların fiziksel siddet tehlikesine maruz
bırakıldığı da dikkate alınmalıdır (bkz. yukarıdaki paragraf 11). Mahkeme bu
açıdan, yetkililer tarafından Devletin toprak bütünlüğüne zarar verilmesi ile ilgili
gerekçelerin vurgulandığı basvuranın mahkumiyetine iliskin nedenleri, basvuranın
ifade özgürlüğü aleyhinde bir müdahale için ilgili ve yeterli bir dayanak olarak kabul
etmektedir. Mahkeme, “bilgi” ve “görüslerin” sadece kırıcı, sasırtıcı veya rahatsız
edici olmasının müdahalenin haklı gösterilmesi için yeterli olmayacağını
yinelemektedir (bkz. yukarıdaki paragraf 58). Mevcut davada söz konusu olan nefret
konusmaları ve siddetin yüceltilmesidir.
63. Basvuranın bu mektuplarda bulunan görüsler ile sahsen bağlantılı
olmadığının doğru olmasına rağmen, mektupların yazarlarına siddet ve nefretin
körüklenmesi için bir araç temin etmistir. Dergi ile sadece ticari açıdan bağlı olduğu
ve yazı isleri müdürlüğü sorumluluğu tasımadığı gerekçesi ile mektupların içeriğine
iliskin her türlü cezai sorumluluktan muaf tutulması gerektiği yönünde basvuran
tarafından ileri sürülen iddiayı reddetmektedir. Basvuran mal sahibi olup, bu
konumu itibarıyla derginin yazı isleri yönetimini sekillendirme hakkına sahiptir. Bu
nedenle, halk için bilgi toplanması ve dağıtılması konusunda derginin yazı isleri ve
muhabir personelinin görev ve sorumlulukları açısından vekaleten sorumlu olup, bu
durum da çatısma ve gerginlik durumlarında daha büyük önem tasımaktadır.
64. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında Mahkeme, derginin sahibi olarak
basvurana uygulanmıs olan cezanın bir “zorunlu sosyal” ihtiyacı karsılamak olarak
kabul edilebileceğini ve basvuranın mahkumiyeti için yetkililer tarafından verilen
mahkumiyetin “ilgili ve yeterli” olduğu sonucuna varmıstır. Ayrıca Mahkeme,
basvurana oldukça ılımlı bir para cezası olan 166,666,666 Türk Lirasının verilmis
olduğunu ve bu cezanın da sonradan yarıya, 83,333,333 Türk Lirasına düsürülmüs
olduğunu da dikkate almaktadır (bkz. yukarıdaki 14 ve 18. paragraflar).
65. Bu nedenlerden dolayı ve bu gibi davalarda ulusal yetkililerin sahip olduğu
takdir marjı da dikkate alınarak Mahkeme, söz konusu müdahalenin amaçlanan
mesru hedefler ile orantılı olduğu düsüncesindedir. Sonuç olarak, Sözlesmenin 10.
maddesi ihlal edilmemistir.
III. Sözlesmenin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının Đhlal Edildiği Đddiası
66. Basvuran, kendisini yargılayıp mahkum eden Devlet Güvenlik
Mahkemesinde bir askeri hakimin bulunmus olması nedeniyle Sözlesmenin 6.
Maddesinin 1. Fıkrası uyarınca adil yargılama hakkının ihlal edildiğinden sikayetçi
olmustur. 6. Maddenin 1. Fıkrası su sekildedir:
“Herkes, … kendisine yöneltilen herhangi bir suçlamanın karara bağlanması
konusunda, kanunla kurulmus bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının … adil … olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.”
67. Hükümet bu iddiaya itiraz etmis, ancak iddia Komisyon tarafından kabul
edilmistir.
68. Basvuran dilekçesinde, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi gibi Devlet
Güvenlik Mahkemelerine atanan askeri hakimlerin, Cumhurbaskanının onayına tabi
olmak üzere, Milli Savunma Bakanı ve Basbakanın ortak kararı ile atanmıs
olduklarından, yürütmeye bağlı olduklarını belirtmistir. Mesleki sicilleri ve terfileri
ile birlikte memuriyetlerine iliskin teminatın amirinin ve dolayısıyla ordunun
kontrolü altında olduğunu belirtmistir. Askeri hakimlerin amirine ve orduya karsı
bağlayan bağlar, askeri hakimlerin mahkemedeki islevlerini bağımsız ve tarafsız
olarak yerine getirmesini engellediğini öne sürmüstür. Basvuran ayrıca, amirlerinin
görüsleri ile ters bir görüsü benimsemelerinin imkansız olduğu gerekçesi ile askeri
hakimlerin ve dolayısıyla görev yaptıkları mahkemelerin bağımsızlık ve
tarafsızlığından ödün verildiğini vurgulamıstır
69. Basvuran, bu hususların Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin
bağımsızlık ve tarafsızlığını engellediğini ve kendisinin 6. Maddenin 1. Fıkrasına
aykırı olarak adil yargılama hakkından mahrum bırakıldığını belirtmistir.
70. Hükümet, Devlet Güvenlik Mahkemelerine askeri hakimlerin katılımına
iliskin kuralları ve anılan mahkemelerin 6. Maddenin 1. fıkrası anlamında
bağımsızlık ve tarafsızlık gereklerine tam uygunluğunun sağlanması için adli
islevlerin yerine getirilmesinde hak sahibi oldukları teminatları sunmustur.
Hükümet, askeri hakimlerin amirlerine karsı sorumlu oldukları yönündeki basvuru
sahiplerinin iddialarına itiraz etmistir. Đlk olarak, resmi bir görevlinin bir askeri
hakimin adli islevlerini yerine getiris seklini etkilemeye çalısmasının Askeri
Kanunun 112. maddesi uyarınca bir suç teskil ettiğini belirtmistir (bkz. yukarıdaki
35. paragraf). Đkinci olarak, değerlendirme raporları sadece askeri hakimlerin adli
olmayan görevlerinin yürütülmesine iliskin olduğunu belirtmistir. Đkinci olarak
basvuran tarafından belirtilen sicil raporlarının sadece askeri hakimlerin adli
olmayan görevlerindeki tutumlarına iliskin olduğunu belirtmistir. Askeri hakimler
sicil raporlarına erisim hakkına sahip olup, bunların içeriği konusunda Yüksek
Askeri Đdari Mahkeme’de dava açma hakkı verilmistir. Adli kapasitede hareket
ederken, bir askeri hakimin tam olarak bir sivil hakim seklinde değerlendirildiğini
savunmustur.
71. Ayrıca Hükümet, mahkemede askeri hakimlerin bulunması nedeniyle
basvuru sahiplerinin yargılamasının adil olma özelliğinin önyargıya tabi olmadığını
öne sürmüstür. Askeri hakimin hiyerarsik yetkilileri ve anılan hakimleri mahkemeye
atayan kamu yetkililerinin takibat veya davanın sonucuna iliskin herhangi bir etkiye
sahip olmadığını iddia etmislerdir. Ayrıca, basvuru sahiplerinin ilk mahkumiyeti,
temyiz üzerine davanın görüsülmesinden sonra Yargıtay tarafından iptal edilmistir.
Dava tekrar Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine sevk edildiğinde anılan
mahkeme yüksek mahkemenin kararına uymus ve müteakip kararı bağımsızlık ve
tarafsızlığının ihtilaf konusu olmadığı Yargıtayca onanmıstır (bkz. yukarıdaki 17-20
paragrafları).
72. Hükümet ayrıca, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Anayasanın 143. maddesi
uyarınca kurulmasının öngörüldüğü güvenlik bağlamının özellikle dikkate alınması
gerektiğini Mahkeme’ye bildirmistir. Silahlı kuvvetlerin terörle mücadele
kampanyası konusundaki deneyimi de dikkate alınarak, yetkililerin güvenlik ve
Devlet bütünlüğüne iliskin tehditler ile basa çıkabilmesi amacıyla gerekli uzmanlık
ve bilginin sağlanması için bir askeri hakimin katılımı ile anılan mahkemelerin
güçlendirilmesinin gerekli olduğunu düsündüklerini belirtmistir.
73. Komisyon, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin Sözlesme’nin 6.
Maddesinin 1. fıkrası uyarınca bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak kabul
edilemeyeceği sonucuna varmıstır. Komisyon bu görüsü ile ilgili olarak 25 Subat
1997 tarihinde benimsenen Đncal – Türkiye davası raporunun 31. Maddesi ve
görüsünü destekleyen nedenlere gönderme yapmıstır.
74. Mahkeme, 9 Haziran 1998 tarihli Đncal – Türkiye kararı (1998-IV Raporları,
s. 1547) ve 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar – Türkiye kararında (1998- Raporları, s.
…) mevcut dava için Hükümet tarafından öne sürülen hususlara benzer hususların
ele alınmıs olduğunu vurgulamaktadır. Anılan kararlarda Mahkeme, Devlet
Güvenlik Mahkemesinde bulunan askeri hakimlerin durumunun bağımsızlık ve
tarafsızlık açısından belli teminatları içerdiğini belirtmistir (bkz. yukarıda anılan
Đncal kararı, s. 1571, madde 65 ve yukarıda anılan 32. paragraf). Diğer yandan
Mahkeme, bu hakimlerin statüsünün bazı hususlarının bağımsızlık ve
tarafsızlıklarını tartısma konusu yaptığı kararına varmıstır (aynı yerde, Madde 68) :
örneğin, orduya ait görevliler olduğundan ve dolayısıyla amirinden emirler aldığı;
veya askeri disipline tabi kaldıkları; ve atamalarına iliskin kararların büyük ölçüde
idari yetkililer ve ordu tarafından alındığı gerçekleri (bkz. yukarıdaki 33-36.
paragraf).
75. Đncal kararında olduğu üzere Mahkeme görevinin, Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin kurulusunun gerekliliğini Hükümet tarafından öne sürülen haklı
sebepler ısığında tespit edilmesi olmadığı düsüncesindedir. Görevi, Đstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesinin isleyis seklinin Bay. Sürek’in adil yargılanma hakkını ihlal
edip etmediği, özellikle de tarafsız olarak incelendiğinde kendisini yargılayan
mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına iliskin haklı bir korkunun mevcut olup
olmadığının tespit edilmesidir (bkz. yukarıda anılan Đncal Kararı, s. 1572, Madde 70;
ve yukarıda anılan Çıraklar kararı, s. …, Madde 38).
Bu soruya iliskin olarak Mahkeme, mevcut basvuran gibi sivil olan Bay Đncal ve
Bay Çıraklar’ın davasında varılan sonuca varılmaması için herhangi bir neden
görmemektedir. Devletin toprak bütünlüğünü ve ulusal birliği zedelemeye yönelik
propaganda yapmak suçundan bir Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanan
basvuru sahiplerinin, Askeri Hakimler üyesi olan, düzenli bir askeri görevlinin
katılımını içeren bir heyet tarafından yargılanma konusunda endise içinde olmaları
anlasılır bir husustur (bkz., yukarıdaki 34. paragraf). Bu itibarla, yargılamanın ikinci
turunda Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin davanın özü ile herhangi bir
iliskisi olmayan hususlardan gereksiz yere etkilenebileceğini düsünmek için yeterli
sebepleri mevcuttur. Bir baska deyisle, basvuranın mahkemenin bağımsızlık ve
tarafsızlığına iliskin korkularının haklı sebebe dayandığı kabul edilebilir.
Yargıtaydaki yargılama da, ilgili mahkemenin tam yetkili olmaması nedeniyle bu
korkuların bertaraf edilmesini sağlayamamıstır (bkz. yukarıda anılan Đncal kararı, s.
1573, Madde 72 sonu).
76. Yukarıda anılan nedenlerden dolayı Mahkeme, 6. Maddenin 1. fıkrasının
ihlal edildiği kararına varmıstır.
IV. Sözlesme’nin 41. Maddesinin Uygulanması
77. Basvuran yerel ve Sözlesme mahkeme gider ve masraflarının geri
ödenmesinin yanı sıra, maddi ve manevi zarara iliskin tazminat talebinde
bulunmustur. Sözlesme’nin 41. Maddesi bu açıdan asağıdakileri öngörmektedir:
“Mahkeme tarafından Sözlesme veya protokollerinin ihlal edildiğinin tespit
edilmesi ve ilgili Yüksek Akit Tarafın iç hukukunun sadece kısmi bir tazminatı
öngörmesi durumunda, Mahkeme gerektiğinde mağdur olan tarafın adil sekilde
tazmin edilmesini öngörebilir.”
A. Maddi Zarar
78. Basvuran (a) kendisine uygulanan ve kendisi tarafından ödenen para
cezası (bkz. yukarıdaki 18. paragraf) ve (b) yerel mahkemelerde davanın takibinde
tahakkuk eden giderlerin tazmin edilmesi için 150,000 Fransız Frangı tutarında
tazminat talebinde bulunmustur. Talep edilen meblağ tahakkuk eden faizi içermekte
olup, muhatap Devlette bulunan yüksek enflasyon oranını dikkate almıs ve döviz kur
oranları bazında hesaplanmıstır.
79. Hükümet, basvuranın sadece 83,333,333 Türk Lirası tutarında bir para
cezasına çarptırıldığı ve anılan cezayı aylık taksitler halinde ödemesine izin verilmis
olması gerekçesi ile talep edilen meblağın fahis olduğunu savunmustur. Hükümet
ayrıca sahsen yapılan harcamaların desteklenmesi için basvuranın herhangi bir
ayrıntı sunmadığına isaret etmistir.
80. Komisyon Delegesi talep edilen meblağa iliskin olarak durusmada görüs
belirtmemistir.
81. Mahkeme, muhatap Devlet’in basvuranın mahkumiyeti ve verilen ceza
açısından 10. Maddeyi ihlal etmediğinin tespit edilmesine bağlı kalınmaksızın, 6.
Maddenin 1. fıkrasına uygun olarak yürütülen bir yargılamanın sonucunun nasıl
olabileceğine iliskin görüs bildirememektedir. Bu sartlar altında basvuranın talebinin
reddi gerekmektedir.
B. Manevi Zarar
82. Basvuran bir avukat olarak kariyerine, bir terör suçlusu olarak
sabıkalı olması nedeniyle zarar verildiğini iddia etmistir. Mahkeme’den manevi
tazminat olarak FRF 100,000 tutarında bir meblağın tespit edilmesini talep etmistir.
83. Hükümet, Mahkeme tarafından bu davada bir ihlalin tespit edilmesi
durumunda bu tespitin kendi basına adil tazmin teskil edeceğini belirtmistir.
84. Komisyon Delegesi, basvuranın talebinin bu hususuna iliskin olarak
durusmada görüs belirtmemistir.
85. Mahkeme, mevcut davada 10. Maddenin ihlal edilmediğine iliskin bir karara
vardığını hatırlatmaktadır. 6. Maddenin 1. Fıkrası kapsamında bir ihlal olduğunun
tespit edilmesinin, basvuranın manevi zarara iliskin adil tazmini sağlayacağı
kanaatindedir.
C. Masraf ve Giderler
86. Basvuran, yerel mahkemeler ile birlikte davanın Sözlesme kurumları
huzuruna getirilmesine iliskin yasal gider ve ücretleri (çeviri, posta, yazısma ve
seyahat giderleri) talep etmistir. Bu meblağı FRF 90,000 olarak değerlendirmistir.
Komisyon ve Mahkeme huzurunda yapılan takibat ile ilgili olarak avukatının
ücretlerinin Türkiye Barolar birliğinin asgari ücret çizelgesi bazında hesaplandığını
belirtmistir. Basvuran talep edilen meblağın Türkiye’deki yüksek enflasyon
seviyesini dikkate aldığını ve mevcut döviz kurları bazında hesaplandığını
belirtmistir.
87. Hükümet, talep edilen meblağların yerel mahkemelerde Türk avukatları
tarafından kazanılan ücretlere kıyasla abartılı olduğunu ve usulüne uygun olarak
doğrulanmadığını bildirmistir. Davanın basit bir dava olduğunu ve mahkemede
kendi dilini kullanma hakkına sahip olan basvuranın avukatının fazla bir emek
harcamadığını belirtmistir. Muhatap Devlet’teki sosyo ekonomik durum dikkate
alınarak, haksız bir zenginlik kaynağı teskil edebilecek bir kararın verilmemesi
yönünde uyarıda bulunmustur.
88. Komisyon Delegesi talep edilen meblağa iliskin olarak durusmada herhangi
bir görüs bildirmemistir.
89. Mahkeme sadece Sözlesmenin 6. Maddesinin 1. Fıkrası kapsamında bir
ihlalin tespit edildiğine isaret etmektedir. Ayrıca Mahkeme, basvuranın avukatının
benzeri olaylara dayalı olarak Sözlesmenin 6. ve 10. Maddesi kapsamındaki
sikayetlerin Mahkeme huzuruna getirilmesine iliskin hazırlıkları yürütmüs olduğunu
dikkate almaktadır. Adil bazda karara vararak ve emsal kararı 25 Mart 1999 tarihli
Nikolava – Bulgaristan kararında (1999 Raporları, s. …, Madde 79) belirlenen
ölçütü de dikkate alarak, basvurana FRF 10,000 tutarının ödenmesine karar
vermistir.
D. Temerrüt Faizi
90. Mahkeme isbu kararın düzenlenmis olduğu tarihte, eldeki verilere
göre tespit edilmis olan yıllık %3.47 oranına tekabül eden Fransa’da uygulanan
yasal faiz oranının uygulanmasının yerinde olacağı kanaatine varmıstır.
YUKARIDA BELĐRTĐLEN GEREKÇELERE DAYANARAK MAHKEME
1. Sözlesmenin 10. maddesinin ihlal edilmediğinin on bire karsı altı oy ile
kabulüne;
2. Sözlesmenin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğinin on altıya karsı
bir oy ile kabulüne;
3. Sözlesmenin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının ihlal edildiğine iliskin kararın,
basvuran tarafından iddia edilen manevi tazminat açısından kendi basına adil
tazmin teskil ettiğinin on altı oya karsı bir oy ile kabulüne;
4. Oybirliği ile,
(a) Üç ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan kur üzerinden Türk lirasına
çevrilmek üzere masraf ve giderler için 10,000 (on bin) Fransız frangı tutarının
davalı Devlet’ten tahsil edilerek basvurana ödenmesine
(b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden ödeme tarihine
dek bu tutarlar için yıllık %3.47 faiz oranı uygulanmasına;
5. Basvuranın adil tazminata iliskin diğer taleplerinin oybirliği ile reddine;
iliskin alınan isbu karar Đngilizce ve Fransızca dillerinde olmak üzere, 8 Temmuz
1999 tarihinde Strazburg’da bulunan Đnsan Hakları Binası’ndaki halka açık
oturumda tefhim edilmistir.
Đmza: Luzius Wildhaber
Baskan
Đmza: Paul Mahoney
Sekreter Yardımcısı
Sn. Wildhaber’in bir bildirgesi ile birlikte Sözlesmenin 45. Maddesinin 2. Fıkrası
ile Mahkeme Đçtüzüğünün 74. Maddesinin 2. Fırkası uyarınca bu karara asağıda
belirtilen serhler eklenmistir.
(a) Sn. Palm’ın kısmi muhalefet serhi;
(b) Sn. Bonello’nun kısmen muhalefet serhi;
(c) Sn. Tulkens, Sn. Casadevall ve Sn. Greve’nin müsterek, kısmi
muhalefet serhi.
(d) Sn. Fisbach’ın kısmi muhalefet serhi;
(e) Sn. Gölcüklü’nün kısmi muhalefet serhi;
Paraf: L. W.
Paraf: P.J. M.
HAKĐM WĐLDHABER’ĐN BĐLDĐRGESĐ
9 Haziran 1998 tarihli Đncal – Türkiye Kararında (1998 Raporları, s.
1547) Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının ihlaline iliskin oylamada karsı oy
kullanmıs olmama rağmen, mevcut davada Mahkeme’nin çoğunluğu tarafından
ulasılan görüsü benimsemek durumundayım.
HAKĐM PALM’IN KISMĐMUHALEFET SERHĐ
Mahkeme’nin mevcut davada 6. Maddenin 1. Fıkrasının ihlal edildiği
yönündeki kararına katılmaktayım. Karsı görüsüm, 10. Maddenin ihlal edilip
edilmediğine iliskin incelemede genel olarak benimsenen yaklasıma iliskindir.
Çoğunluğun söz konusu mektuplar içinde kullanılan sert ve kırıcı olduğunu kabul
ettiğim kelimeler üzerine çok fazla ağırlık verdiği ve kelimelerin genel olarak
kullanıldığı bağlama ve bunların olası etkilerine yeterli önemin verilmediği
kanaatindeyim. Söz konusu kelimelerin genel suçlayıcı tonu ve altında yatan siddet
ile okuyucuyu sok ettiği ve rahatsız ettiği süphesizdir. Ancak Mahkememiz
tarafından vurgulandığı üzere, bir demokraside “kavga” sözleri bile 10. madde
kapsamında korunabilecektir. Mevcut davada mesele, anılan “siddet” ve kırıcı
konusmanın Sözlesme kapsamında korunmaktan çıktığı noktanın Mahkeme
tarafından tespit edilmesinde uygulanan yaklasımdır.
Bu soruya benim cevabım, kullanılmıs olan siddetli ve sok edici tonu üzerine
daha az ve konusmanın yapılmıs olduğu bağlama iliskin ortama daha fazla ağırlık
verilmesini sağlamaktadır. Dil, siddetin körüklenmesi ve tahrik etmek amacıyla mı
kullanılmıstır? Bu yönde hakiki ve gerçek bir tehlike mevcut mudur? Bu soruların
cevabı, her davaya özgü genel bağlamı olusturan farklı tabakaların ölçülü bir sekilde
değerlendirilmesini gerektirmektedir.
Baska gerekçeler ile karsı görüste olmus olmama rağmen, eski Mahkeme’nin
Zana davasında 10. Maddenin ihlal edilmediği yönünde karar verildiğinde
uygulanan yaklasımdır. Zana davasında basvuran, bir röportaj esnasında PKK’ya
olan desteğini belirtmistir. Mahkeme (1) röportajın ilgili zamanda bölgede asırı
gerginliğin hakim olduğu güneydoğu Türkiye’de PKK tarafından cinayet
saldırılarının yürütülmüs olduğu zamana denk geldiği; (2) basvuranın, güneydoğu
Türkiye’nin en önemli sehri olan Diyarbakır Belediye Baskanı olduğu; (3) röportajın
büyük bir günlük ulusal gazetede yayınlanmıs olduğu, ilgili bölgede halihazırda
mevcut olan tehlikeli durumu körükleyecek sekilde değerlendirilmesi gerektiğini
dikkate alarak, konusmanın yapıldığı bağlamı incelemistir (bkz. 25 Kasım 1997
tarihli Zana – Türkiye kararı , 59 ve 60. paragraflar, 1999-VII Raporları, s. 2549).
Bu yaklasım, mevcut davaya uygulandığında, bence asağıdaki unsurlar önem
kazanmaktadır. Đlk olarak, basvuran Ceza Kanununun 312. Maddesi uyarınca nefrete
tesvikten değil, Ceza Kanununun 8. Maddesinin 1. fıkrası uyarınca bölücü
propaganda yapmak suçundan yargılanmıstır (bkz. 13-20. paragrafları). Aslında
Mahkeme, basvuranın 312. Maddesi kapsamında “mahkum edilmesine yer
olmadığına” karar vermistir (bkz. kararın 14. paragrafı). Đkinci olarak basvuran
derginin sadece en büyük pay sahibi olup, söz konusu mektupların ne yazarı ne de
söz konusu malzemelerin seçiminden sorumlu yazı isleri müdürüdür. Bu nedenle
kendisi okuyucu mektuplarının yayınlanmasına iliskin sorumluluk zincirinde asağı
sıralardadır. Ayrıca kendisi (ne de yazarlar), Zana davasında olduğu gibi kamuoyu
üzerinde etkiye sahip önemli sahsiyetler değildir. Üçüncü olarak dergi güneydoğu
Türkiye’deki çatısma bölgesinden çok uzakta, Đstanbul’da yayınlanmıstır. Son olarak
okuyucular tarafından yazılan mektuplar bir dergide merkezi veya ana konuma sahip
değildir ve özelliği itibarıyla sınırlı etkiye sahiptir. Ayrıca, halktan fertlerin
yayınlanmak üzere yazdıkları mektuplarında profesyonel muhabirlere göre daha
doğrudan ve sert stil kullanacakları gerçeğine bir pay bırakılmalıdır.
Anılan bu etkenlerin bilesimi, söz konusu ifadenin nefret veya siddete tesvik
açısından gerçek veya hakiki bir tehlike olusturmadığı ve basvuranın körükleyici
tonundan ziyade mektuplar içindeki siyasi mesaj nedeniyle cezalandırıldığı
kanaatine ulasmama neden olmaktadır. Bu sebeple, mevcut davada 10. maddenin
ihlal edilmis olduğu görüsündeyim.
HAKĐM BONELLO’NUN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
Yerel mercilerce basvuranın ifade özgürlüğüne uygulanan müdahalenin
bir demokratik topluluk içinde haklı sebebe dayandığının tespit edilmesi için
Mahkeme tarafından uygulanan ölçütü onaylamadığımdan 10. Maddenin ihlal
edildiği yönünde oy kullanmıs bulunmaktayım.
Mevcut dava ile siddette tesvikin söz konusu olduğu daha önceki Türk ifade
özgürlüğü davalarında Mahkeme tarafından uygulanan genel ölçütün asağıdaki
sekilde olduğu gözlemlenmektedir: Basvuran tarafından yayınlanan yazılar siddeti
desteklediğinde veya kıskırttığında, ulusal mahkemeler tarafından verilen
mahkumiyet kararları bir demokratik topluluk içinde haklı sebebe dayanmaktadır.
Ben bu ölçütün yetersiz olduğu gerekçesi ile buna katılmamaktayım.
Sadece tesvik “açık ve mevcut tehlike” yaratması durumunda bu tür siddete
tesviklerin yerel yetkililerce cezalandırılmasının demokratik bir toplumda makul
gerekçelere dayandırılabileceğini düsünmekteyim. Güç kullanmaya çağrı
entelektüellestirilip soyutlanarak, asıl ya da gelecekteki siddet odaklarından zaman
ve mekan olarak uzaklastırıldığında, ifade özgürlüğü temel hakkı genel olarak
baskın çıkacaktır.
Yasa ve asayisin dengesini bozma eğilimindeki kelimeler için tüm zamanların en
güçlü anayasa hukukçularından biri tarafından söylenen sözleri yinelemek isterim:
“Ülkenin kurtarılması için derhal bir kontrolün yapılmasını gerektiren kanunun
mesru ve zorunlu amaçlarını yakın bir gelecekte tehdit etmedikleri sürece
beğenmediğimiz ve ölüm tasıdığına inandığımız görüslerin ifade edilmesini kontrol
etmekten kendimizi daima alıkoymalıyız.”
Đfade özgürlüğünün teminat altına alınması, bir devletin güç kullanma
taraftarlığını, bu tür taraftarlığın gelecekteki kanunsuzluğu teskil etme ya da tesvik
etmeye yönelik olduğu ya da bu tür bir eylemi tesvik etme ya da meydana getirme
eğiliminde olduğu durumlar hariç olmak üzere, yasaklamasına ya da men etmesine
izin vermemektedir. Bu bir yakınlık ve derece sorunudur.
Đfade özgürlüğünün kısıtlanmasını haklı sebeplere dayayan mevcut ve
belirgin bir tehlikenin tespit edilmesini desteklemek amacıyla, kısa sürede ortaya
çıkacak ciddi bir siddetin beklenip beklenmediğinin ya da savunulup
savunulmadığının ya da basvuranın geçmisteki eyleminin siddet taraftarlığının en
kısa zamanda ve zarar verici eylemleri yaratacağı hususuna inanılması ile ilgili
olarak sebep teskil edip etmediğinin tespit edilmesi gereklidir.
Bazılarının ölüme gebe görünmesine rağmen, Basvuranın suçlandığı kelimelerin
hiçbirinin ulusal düzen üzerinde büyük etki yaratacak tehdit olusturma potansiyeline
sahip olduğu görüsü, benim açımdan açık değildir. Aynı zamanda bu ifadelerin
sindirilmesinin Türkiye’nin kurtarılması için kaçınılmaz olduğu görüsünü de
onaylamamaktayım. Bırakın belirgin ve mevcut olanını, hiçbir tehlike
olusturmamıslardır. Kısacası, Mahkeme basvuranın ceza mahkemeleri tarafından
mahkumiyetine göz yumması durumunda ifade özgürlüğünün bozulmasını
desteklemis olacaktır.
Özet olarak, “algılanan kötü niyetin etkisinin tam olarak tartısmaya fırsat
kalmadan meydana gelecek sekilde çok yakın durumlar haricinde, konusmalardan
kaynaklanan hiçbir tehlike bariz ve mevcut olarak nitelendirilmez. Kötü niyetin
engellenmesi için eğitim süreci vasıtasıyla tartısılarak, yanlıslık ve mantıksızlıkların
bariz hale getirilmesi için yeterli zaman olduğunda uygulanacak çözüm, zorla kabul
ettirilen sessizlikten ziyade, konusmak olmalıdır.”
Ayrıca, sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrası kapsamında bir ihlalin
tespit edilmesinin, basvuran tarafından iddia edilen manevi zarar açısından adil
tazmin teskil ettiği yönündeki çoğunluğun görüsüne katılmıyorum. Anılan
tazminatın her hangi bir hukuk mahkemesi tarafından yetersiz olduğu ve 29 Nisan
1999 tarihli Aquilina – Malta davası ekinde bulunan kısmi muhalefet serhimde
ayrıntılı sekilde belirtildiği üzere Sözlesme’nin açık hükümleri ile reddedildiği
kanaatindeyim.
HAKĐMLER PALM, TULKENS, CASADEVALL VE GREVE’ĐN
MÜSTEREK KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
(Geçici çeviri)
Çoğunluk ile aynı sekilde Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrasına iliskin
bir ihlalin olduğu yönünde oy kullanmıs bulunmaktayız. Ancak, çoğunluğun aksine
mevcut davada 10. maddenin de ihlal edildiği görüsündeyiz. Görüsümüz özellikle
asağıdaki hususlara dayanmaktadır.
1. Bir yandan Mahkeme, bir yandan basın özgürlüğünün “… bölücü olanlar da
dahil olmak üzere siyasi meselelere iliskin bilgi ve görüslerin bildirilmesi …”
imkanını sağlaması gerektiğini vurgularken (bkz. kararın 59. paragrafı) diğer
yandan söz konusu mektuplar için “…temel duyguların çalkalandırılması ve halen
ölümcül siddet seklinde kendini göstermis olan bilesik önyargıların katılastırılması
ile kanlı bir intikama çağrı seklinde değerlendirilebilecektir...” seklinde tespitte
bulunmaktadır (paragraf 62). Söz konusu mektupların bağlam dahilinde
okunmasının gerekli olmasının yanı sıra, kullanılmıs olan terimlerin tam ve tarafsız
olarak değerlendirilmesinin ve nasıl yorumlanması gerektiğinin tespit edilmesinin
zor olduğu kanaatindeyiz. Sözlesme tarafından korunmakta olan ifade özgürlüğü,
sadece ciddi suçların islenmesine yönelik doğrudan bir provokasyon olduğunda
engellenebilecektir.
2. Ayrıca mevcut davadaki Mahkeme analizinin Arslan, Ceylan ve üçü Sn. Sürek
ile ilgili olmak üzere diğer birkaç dava ile olan sonuçlar ile çeliskili olduğu
kanaatindeyiz. Anılan tüm bu davalar ifade ve bilgi alma özgürlüğü ile ilgilidir.
Mahkeme, siyasi demeçlerin değerlendirilmesi açısından bu davalar arasında
herhangi bir ayrım yapmamakta ve Türk yetkililerinin eylemlerini sert ve kesin
sekilde elestirmektedir; bu davaların hiçbirinde Sözlesme’nin 10. Maddesi için bir
istisna yapılmasını gerekli görmemistir. Özellikle diğer kararlarda değil de, bu
kararın 62. paragrafında çoğunluk tarafından belirtildiği üzere “… okuyucuya
iletilen mesajın siddete basvurmanın bir saldırgan karsısında gerekli ve haklı bir
nefsi müdafaa yöntemi olduğu” seklinde neden bir tespit yapıldığını
anlayamamaktayız.
3. 1. Nolu Sürek davası Zana davasına göre önemli farklılık göstermektedir
çünkü Zana davasında basvuranın beyanları belirsiz olmayıp, “… ilgili zamanda
asırı gerginliğin olduğu güneydoğu Türkiye’de PKK tarafından sivillere katliam
saldırılarının düzenlendiği bir dönem…” ile kesismektedir ve Sn. Zana bir siyasi
figür olup, Diyarbakır’ın eski belediye baskanıdır, bu nedenle aleni yorumların
“ilgili bölgedeki zaten gergin olan durumu körükleyebilecek” sekilde
nitelendirilebilecektir (bkz. Zana kararı, Madde 59-60). Mevcut davada Bay Sürek,
derginin okurları tarafından yazılmıs olan söz konusu mektupların yazarı bile
değildir.
4. Çoğunluk tarafından değerlendirmede kullanılan ölçüt (bkz. kararın 59 ve 61.
paragrafları) ve Mahkeme tarafından düzenli olarak 10. Maddenin 2. paragrafının,
ifade özgürlüğüne çok dar bir sınırlama getirecek sekilde harfiyen uygulanması
gerektiğinin vurgulanmıs olması nedeniyle Mahkeme tarafından basvuranın ifade
özgürlüğüne iliskin haksız bir müdahalenin ve dolayısıyla 10. Maddenin ihlal
edildiğinin tespit edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
HAKĐM FĐCHBACH’IN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
(Geçici çevirisi)
6. Maddenin 1. Fıkrasının ihlaline iliskin hususta çoğunluk ile birlikte oy
kullanmıs olmakla birlikte, Mahkeme’nin 10. Maddenin ihlal edilmediği yönünde
bir karara neden olan mantığa katılmadığı üzülerek bildirmek durumundayım.
Bariz olarak, insanları bir birey, bir Devlet temsilcisi veya nüfusun bir kesimine
karsı siddet kullanmaya tesvik eden yorumlara iliskin ifade özgürlüğü davalarında
müdahalenin gerekli olup olmadığı hususunun değerlendirilmesinde ulusal
yetkililere daha genis bir marj tanıyan, Mahkemenin emsal kararına katılmaktayım.
Ancak, okuyucular tarafından yazılan iki makalede siddetin kullanılması yönünde
bir tesvik tespit edememis bulunmaktayım. 1985 yılından bu yanan güneydoğu
Türkiye’de baskın olan durum açısından, ancak bu sekilde bir tutumun Sözlesme
tarafından teminat altına alınan ifade özgürlüğünün sınırlarının asılması anlamına
geleceği görüsündeyim. Bölgede meydana gelenlerin sert ve sok edici ifadeler ile
tanımlamaktan baska hiç bir sey yapmayan basvuran, Mahkeme tarafından hosgörü
sınırları dahilinde ve dolayısıyla 10. Maddenin istisnaları kapsamı haricinde kabul
edilen diğer davalardaki yorumlardan daha fazlasını söylememistir (bkz. Ceylan –
Türkiye davası ile Arslan – Türkiye kararları).
Bu sebeple mevcut davada 10. Maddenin ihlal edilmis olduğu görüsündeyim.
HAKĐM GÖLCÜKLÜ’NÜN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
(Geçici çeviri)
Mahkemede bir askeri hakimin bulunması nedeniyle, ilgili hüküm kapsamında
Devlet Güvenlik Mahkemesinin “bağımsız ve tarafsız” olmadığı gerekçesi ile 6.
Maddenin ihlal edildiği yönündeki Mahkeme’nin çoğunluk görüsüne katılmadığımı
büyük bir üzüntü içinde belirtmek isterim. Bu bağlamda, 9 Haziran 1998 tarihli Đncal
Türkiye kararında sayın hakimler Sn. Thsr Vilhjalmsson, Sn. Matscher, Sn. Foighel,
Sn. John Freeland, Sn. Lopes Rocha, Sn. Wildhaber ve Sn. Gotchev ile müstereken
ve 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar- Türkiye kararında münferiden belirtmis olduğum
muhalif görüsüme gönderme yapmaktayım. Đkisi sivil olan üç hakimden olusan bir
mahkemede bir askeri hakimin mevcudiyetinin, askeri olmayan (sivil) adli düzeyde
bulunan ve kararları Yargıtayın incelemesine tabi olan Devlet Güvenlik
Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlığını herhangi bir sekilde etkilemediğine
iliskin görüsüm sabittir.
(1) Çoğunluğun kararının dıstan görünüsler kuramının haklı olmayan bir
uzantısından kaynaklandığını; (2) kararın 79. paragrafında çoğunluk tarafından
belirtildiği üzere, “... bir Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanan basvuru
sahiplerinin, Askeri Hakimler üyesi olan bir düzenli askeri görevlinin katılımını
içeren bir heyet tarafından yargılanma konusunda endise içinde olmaları anlasılır bir
husustur” demesi ve bunu basitçe önceki Đncal kararına dayandırmasının (Çıraklar
kararı, Đncal kararında belirtilenin sadece bir tekrarı niteliğindedir) yeterli olmadığını
(3) çoğunluğun görüsünün soyut olduğu ve bu nedenle haklı çıkarılabilmesi için
hem gerçekler hem de hukuk açısından daha iyi desteklenmis olması gerektiğini
vurgulamak isterim.