SÜREK/Türkiye Davası*(No. 3)
(24735/94)
Strazburg
8 Temmuz 1999
USULĐ ĐSLEMLER
1. Dava, Sözlesme’nin 32. Maddesi’nin 1. fıkrası ve 47. Maddesinde
öngörülen üç aylık süre içinde, 17 Mart 1998 tarihinde Avrupa Đnsan Hakları
Komisyonu (“Komisyon”) tarafından, Sözlesme’nin eski 19. maddesi gereğince
kurulan Mahkememize sunulmustur. Dava bir Türk vatandası olan Sn. Kemal
Tekin Sürek tarafından, Sözlesme’nin eski 19. Maddesi uyarınca 20 Subat 1995
tarihinde Türkiye aleyhine Komisyona yapılan bir basvurudan (no. 24735/94)
kaynaklanmıstır.
Komisyon’un talebi Sözlesme’nin eski 44. ve 48 Maddelerine ve Türkiye
tarafından mahkemenin zorunlu yetkisinin tanındığı bildirgeye (Eski 46. Madde)
dayanmaktadır. Talebin amacı, dava esaslarının, davalı Devlet tarafından
Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrası ve 10. Maddesi kapsamındaki
yükümlülüklerin ihlalini ortaya koyup koymadığına iliskin bir kararın verilmesidir.
2. Mahkeme’nin Eski A Đçtüzüğünün 33. Maddesinin 3. fıkrasının (d) bendi
uyarınca yapılmıs olan sorusturmaya cevaben basvuran, adli takibata katılmak
istediğini belirtmis ve kendisini temsil etmek üzere bir avukat tayin etmistir (Đçtüzük
30). Eski Mahkemenin Baskanı Sn. R. Bernhardt tarafından anılan avukata sözlü
prosedürde Türkçe dilini kullanma izni verilmistir (Đçtüzük 27, 3. fıkrası). Daha
sonra yeni Mahkemenin Baskanı Sn. R. Wildhaber tarafından anılan avukata sözlü
prosedürde Türkçe dilini kullanma izni verilmistir (Đçtüzük 36, 5. fıkrası).
3. 11 nolu Protokolün yürürlüğe girmesinden önce meydana gelebilecek
usul hususlarına iliskin islemleri yürütmek üzere kurulmus olan (Sözlesme’nin 43.
Maddesi ve eski Đçtüzük 21) Dairenin Baskanı Sn. Bernhardt, Sekreter aracılığıyla
hareket ederek, Türkiye Cumhuriyeti (“Hükümet”) Temsilcisi, basvuranın avukatı
ve Komisyon Delegesine yazılı prosedürün organizasyonu hakkındaki görüslerini
bildirmelerini istemistir. Bunun üzerine gönderilen talebe iliskin olarak Sekreter,
Hükümet’in görüslerini 16 Eylül ve basvuranın görüslerini 14 Ekim 1998 tarihinde
almıstır. 26 Subat 1999 tarihinde Hükümet, basvuranın adil tazmin taleplerine
iliskin görüslerini ve 1 Mart tarihinde talebe iliskin görüslerini sunmustur.
4. 11 Nolu Protokolün 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girmesinden
sonra ve anılan Protokolün 5. maddesinin 5. fıkrası uyarınca dava Büyük Daireye
sunulmustur. 22 Ekim 1998 tarihinde Sn. Wildhaber adaletin doğru sekilde tecelli
edebilmesi için, mevcut dava ile Türkiye aleyhinde olan diğer on iki dava olan
Karatas – Türkiye (basvuru no. 23168/94); Arslan - Türkiye (no. 23462/94); Polat -
Türkiye (no. 23500/94); Ceylan - Türkiye (no. 23556/94); Okçuoğlu - Türkiye (no.
24146/94); Gerger - Türkiye (no. 24919/94); Erdoğdu ve Đnce - Türkiye (no.
25067/94 ve 25068/94); Baskaya ve Okçuoğlu - Türkiye (no. 23536/94 ve
24408/94); Sürek ile Özdemir - Türkiye (no. 23927/94 ve 24277/94); Sürek -Türkiye
No. 2 (no. 24122/94); Sürek - Türkiye no. 3 (no. 24735/94) ve Sürek - Türkiye no. 4
(no. 24762/94) davalarının birlestirilmesine karar vermistir.
5. Heyet Türkiye adına re’sen seçilen Sn. R. Türmen (Sözlesme’nin 27.
Maddesinin 2. Fıkrası ve Mahkeme Đçtüzüğünün 24. Maddesinin 4. Fıkrası),
Mahkeme Baskanı Sn. Wildhaber, Mahkeme Baskan Yardımcısı Sn. E. Palm ve
Bölümlerin Baskan Yardımcıları Sn. J.-P. Costa ve Sn. M. Fischbach (Sözlesme’nin
27. Maddesinin 3. Fıkrası ve Đçtüzük 24’ün 3 ve 5 (a)) Fıkrası) katılımı ile
olusmustur. Heyetin tamamlanması için katılan diğer üyeler; Sn. A. Pastor Ridruejo,
Sn. G. Bonello, Sn. J. Makarczyk, Sn. P. Kuris, Sn. F. Tulkens, Sn. V. Straznicka,
Sn. V. Butkevych, Sn. J. Casadevall, Sn. H.S. Greve, Sn. A.B. Baka, Sn. R. Maruste,
ve Sn. S. Botoucharova (Đçtüzüğün 24. Maddesinin 3. fıkrası ve 100. Maddesinin 4.
Fıkrası).
19 Kasım 1998 tarihinde, Đçtüzüğün 28. Maddesinin 4. Fıkrası uyarınca
Heyet tarafından verilen Oğur – Türkiye (Basvuru No. 21594/93) kararı ile ilgili
olarak davadan çekilen Sn. Türmen’i durusmaya katılmaktan muaf tutmustur. 16
Aralık 1998 tarihinde Hükümet ad hoc hakim olarak Sn. F. Gölcüklü’nün atandığını
Sekterya’ya bildirmistir (29. Maddenin 1. Fıkrası).
Daha sonra davanın ileri asamalarına katılamayacak olan Sn.
Botoucharova’nın yerine Sn. K. Traja atanmıstır (Đçtüzüğün 24. Maddesinin 5.
Fıkrasının (b) bendi).
6. Mahkeme’nin daveti üzerine (Đçtüzük Madde 99) Komisyon, Heyet
nezdindeki takibata katılmak üzere üyelerinden biri olan Sn. D. Svaby’i atamıstır.
Komisyon müteakibinde sözlü durusmada Komisyon’un temsil edilmeyeceğini
Sekreteryaya bildirmistir. 16 Subat 1999 tarihinde görüsleri delege tarafından yazılı
olarak sunulmustur.
7. Baskanın kararına uygun olarak durusma, 3 Mart 1999 tarihinde Sürek
– Türkiye 4 Nolu Davası ile birlikte Strazburg Đnsan Hakları Mahkemesinde
gerçeklestirilmistir. Mahkeme durusma öncesinde bir hazırlık toplantısı yapmıstır.
Mahkeme huzurunda bulunanlar:
(a) Hükümet adına
Sn. D. Tezcan, Ajan,
Sn. D. Akcay, Ortak Ajan,
Sn. B. Çalıskan,
Sn. G. Akyüz,
Sn. A. Günyaktı,
Sn. F. Polat,
Sn. A. Emüler,
Sn. I. Batmaz Keremoğlu,
Sn. B. Yıldız,
Sn. Y. Özbek, Danısmanlar;
(b) Basvuran adına
Đstanbul Barosu’ndan Sn. H. Kaplan, Avukat
Mahkeme Sn. Tezcan ile Sn. Kaplan’ın beyanlarını dinlemistir.
DAVA ESASLARI
I. Dava Konusu Olaylar
A. Basvuran
8. Basvuran 1957 doğumlu bir Türk vatandası olup, Đstanbul’da ikamet
etmektedir.
9. Đlgili tarihte basvuran Đstanbul’da Haberde Yorumda Gerçek isimli haftalık bir
dergiyi yayınlayan, Türk kökenli sınırlı sorumlu bir sirket olan Deniz Basın Yayın
Sanayi ve Ticaret Organizasyon’un baslıca hisse sahiplerinden biridir.
B. Dava Konusu Haber Yorumları
10. 9 Ocak 1993 tarihli 42. Sayıda “Botan’da fakir köylüler toprak
ağalarını istimlak ediyor” baslıklı haber yorumu yayımlanmıstır.
Bu haber yorumunun ilgili bölümleri su sekildedir:
“...
‘Merkezi Botan olan depremin dalgaları Kürdistan’ın tamamına ulasmıstır. Bir
havuza atılan tasın meydana getirdiği dalgalar gibi büyüyen ulusal bağımsızlık
mücadelesi, simdiden dalgalar halinde Botan’ı geçmis olup, silahlı mücadelenin
etkin cephesinde bulunan 8 ilin 50 ilçesini kucaklamaktadır.’
PKK [Kürdistan Đsçi Partisi] kaynakları, Kürdistan’daki bağımsızlık mücadelesini
kısaca su sekilde tanımlamaktadır: anılan 8 il (ilçeleri ile birlikte) Hakkari, Sırnak,
Mardin, Batman, Urfa ve Diyarbakır olarak adlandırılırken, Van, Malatya, Bitlis,
Mus, Gaziantep ve ilçeleri savasa kısmen katılıyor seklinde tanımlanmaktadır.
Yaklasık olarak 4,5 ila 5 milyon Kürdün yasamakta olduğu Botan bölgesinde,
ulusal kurtulus hareketinin yükselmesi ile gelisen halk hareketleri 1990-92 yıllarında
yoğun darbelerde bulunmustur. Bölgede ulasılan siyasi nokta Devlet’in hemen
hemen isleyemez hale geldiğidir. …
Siyasi anlamda Devlet tarafından terk edilen alan, tasra bölgelerinde PKK ve
kentlerde H.E.P. teskilatları tarafından isgal edilmistir. …
Türkiye Cumhuriyeti mührünü tasıyan toprakların dağıtılması mümkün
olmayacağından, topraklar Kürt halkının özgür iradesine devredilmeden önce
yeniden dağıtılamayacaktır. …
Günümüzde, mücadelemiz Türkiye Cumhuriyeti kuvvetlerine karsı harici bir
savas seklindedir. …
Topyekün bir özgürlük mücadelesi baslatmak niyetindeyiz. …”
11. 10 Ocak 1993 tarihinde Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi,
Devletin bölünmez bütünlüğü aleyhinde propaganda yaptığı iddiası ile derginin bu
sayısının toplatılmasına karar vermistir.
C. Basvuran Aleyhindeki Suçlamalar
12. 28 Ocak 1993 tarihli iddianamesinde Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi Savcısı, derginin sahibi olarak basvuranı Devletin bölünmez bütünlüğü
aleyhinde propaganda yapmak eylemi ile suçlamıstır. Suçlamalar, 1991 Tarihli
Terörle Mücadele Kanununun ( “1991 tarihli Kanun” olarak anılacaktır: bkz.
asağıdaki 16. paragraf) 8. Maddesi uyarınca, PKK’nın faaliyetlerine iliskin haber
yorumlarının yayınlandığı gerekçesi ile yapılmıstır.
D. Basvuranın Mahkumiyeti
13. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi huzurundaki yargılamada
basvuran suçlamaları reddetmistir. Suçlamalara dayanak teskil eden yorumların
aslında PKK’nın faaliyetlerini elestirmis olduğunu ileri sürmüstür. Sözlesmenin 10.
Maddesinin uygulanmasını talep etmis ve Komisyon ve Mahkemenin içtihatlarına
atıfta bulunmustur. 1991 tarihli Kanunun 8. Maddesinin Türk Anayasasına ve
Komisyon ve Mahkeme içtihadında belirtilen ölçüte aykırı olarak ifade özgürlüğü
hakkına sınırlama getirdiğini iddia etmistir.
14. 27 Eylül 1993 tarihli kararında Mahkeme, basvuranı Devletin
bölünmez bütünlülüğü aleyhinde propaganda yapmak eyleminden suçlu bulmustur.
Mahkeme önce basvuranı 100,000,000 Türk Lirası para cezasına çarptırmıstır.
Sonrasında, basvuranın mahkeme sırasındaki iyi halinden dolayı para cezası
83,333,333 Türk Lirasına düsürülmüstür.
Makaleyi bir bütün olarak inceleyen Devlet Güvenlik Mahkemesi, 10.
paragrafta belirtilen haber yorumlarında Türkiye’nin bazı bölümlerine “Kürdistan”
olarak hitap edildiğini tespit etmistir. Ayrıca, Mahkeme’nin terimleri ile “PKK terör
örgütünün” eylemlerini ulusal bir bağımsızlık mücadelesi olarak nitelendirdiği ve
bunun da Devletin bölünmez bütünlüğünü zedelemeye yönelik propagandayı teskil
ettiğini belirtmistir.
E. Basvuranın Mahkumiyeti Temyiz Etmesi ve Müteakip Takibat
15. Basvuran temyize gitmistir. Kendisi, Devlet Güvenlik
Mahkemesi’nde sunmus olduğu savunmayı yinelemistir. 18 Subat 1994 tarihinde
Yargıtay, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin delil tespitini onayarak, temyiz
basvurusunu reddetmistir.
II. Đlgili Đç Hukuk
A. Ceza Kanunu
1. Basın Kanunu (15 Temmuz 1950 Tarih ve 5680 Sayılı Kanun)
16. 1950 Tarihli Basın Kanunu’nun ilgili hükümleri söyledir:
3. Madde
“Gazetelere, haber ajansları nesriyatına ve belli aralıklarla yayınlanan diğer
bütün basılmıs eserlere bu Kanunda "mevkute" denir.
Basılmıs eserlerin herkesin görebileceği veya girebileceği yerlerde
gösterilmesi veya asılması veya dağıtılması veya dinletilmesi veya satılması veya
satısa arzı "nesir" sayılır.
Fiilin ayrıca suç teskil etmesi hali müstesna olmak üzere, basın suçu nesir ile
vücut bulur.”
2. Terörle Mücadele Kanunu (12 Nisan 1991 Tarih ve 3713 Sayılı
Kanun)
17. 1991 Tarihli Terörle Mücadele Kanunun Đlgili Hükümleri su
sekildedir:
8. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değistirilmeden önceki hali)
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüs
kullanılan yöntem veya amaca bakılmaksızın, yapılamaz. Yapanlar hakkında iki
yıldan bes yıla kadar hapis ve elli milyon liradan yüz milyon liraya kadar ağır para
cezası hükmolunur.
Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun 5680 sayılı Basın Kanununun 3
üncü maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtası ile islenmesi halinde, ayrıca
sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay ortalama satıs
miktarının veya suçun mevkuteler haricinde basılı malzemeleri içermesi veya
mevkutenin yeni açılmıs olması durumunda en büyük tiraja sahip olan günlük
gazetenin bir önceki ay ortalama satıs miktarının yüzde doksanı kadar ağır para
cezası verilir. Ancak, bu para cezaları yüz milyon liradan az olamaz. Bu
mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek para cezasının yarısı
uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası
hükmolunur.
8. Madde
(27 Ekim 1995 tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değisik)
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüs
yapılamaz. Yapanlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yüz milyon liradan
üç yüz milyon liraya kadar ağır para cezası hükmolunur. Bu suçun mükerreren
islenmesi halinde, verilecek cezalar paraya çevrilemez.
Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun 5680 sayılı Basın Kanununun 3
üncü maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtası ile islenmesi halinde, ayrıca
sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay ortalama satıs
miktarının yüzde doksanı kadar ağır para cezası verilir. Ancak, bu para cezaları yüz
milyon liradan az olamaz. Bu mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine
verilecek para cezasının yarısı uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası
hükmolunur.
Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun ikinci fıkrada yazılı mevkuteler
dısında basılı eser ve sair kitle iletisim araçları ile islenmesi halinde, sorumluları ve
ayrıca kitle iletisim araçları sahipleri hakkında altı aydan iki yıla kadar hapis, yüz
milyon liradan üç yüz milyon liraya kadar ağır para cezası hükmolunur.
…”
13. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değistirilmeden önceki
hali)
“Madde 13 - Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı verilen cezalar, para
cezasına veya tedbirlerden birine çevrilemez ve ertelenemez.”
Bölüm 13
(27 Ekim 1995 tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değisik)
“Madde 13 - Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı verilen cezalar, para
cezasına veya tedbirlerden birine çevrilemez ve ertelenemez.
Ancak bu madde hükmü, 8 inci madde uyarınca verilen mahkumiyet kararları için
uygulanmaz.”
B. Devlet Güvenlik Mahkemeleri
18. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kurulus ve usuli islemlerine dair
kanunun ilgili hükümleri, mevcut dava ile aynı tarihte verilen Sürek – Türkiye (No.
1) Kararının 32-36 paragraflarında belirtilmistir.
KOMĐSYON HUZURUNDA YAPILAN TAKĐBAT
19. Sn. Kamil Sürek Komisyona 18 Temmuz Subat 1994 tarihinde
basvurmustur. Mahkumiyetinin ve almıs olduğu cezanın Sözlesmenin 10. Maddesi
kapsamında teminat altına alınan ifade özgürlüğüne iliskin mesru olmayan bir
müdahale teskil ettiğini ve Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrasına aykırı olarak
davasına bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından bakılmadığı yönünde
sikayetleri olmustur. Ayrıca, kendisi aleyhinde yapılan ceza mahkemesinin makul
bir sure içinde sonuçlandırılmadığı ve bu nedenle 6. Maddenin 1. Fıkrasının ihlal
edildiğini öne sürmüstür.
20. Komisyon, basvuran tarafından iddia edilen ceza mahkemesinin
süresine iliskin sikayet hariç olmak üzere, basvurunun (no. 24735/94) kabul
edildiğini 2 Eylül 1996 tarihinde açıklamıstır. 13 Ocak 1998 tarihli raporunda
Komisyon, Sözlesmenin 10. Maddesinin ihlal edilmediğine (31’e karsı 1 oy), ancak
6. Maddenin 1. fıkrasının ihlal edildiğine (31’e karsı 1 oy) iliskin görüs belirtmistir.
Komisyonun görüsü ile birlikte rapor içinde bulunun üç ayrı görüsün tam metni bu
kararın ekinde sunulmustur.
MAHKEMEYE YAPILAN NĐHAĐ SUNUMLAR
21. Basvuran, Mahkeme’den muhatap Devletin Sözlesmenin 6.
Maddesinin 1. Fıkrası ve 10. Maddesi kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiğinin
tespit edilmesini ve kendisine 41. Madde uyarınca adil tazminat verilmesini talep
etmistir.
Hükümet kendi adına Mahkeme’den basvuranın sikayetlerini
reddetmesini istemistir.
HUKUK AÇISINDAN
I. Sözlesmenin 10. Maddesinin Đhlal Edildiği Đddiası
22. Basvuran Sözlesme’nin 10. maddesi ile güvence altına alınmıs olan
ifade özgürlüğüne haklı sebep olmaksızın merciler tarafından müdahale edildiğini
iddia etmistir. Đlgili madde su sekildedir:
“1. Herkes ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğünü, kamu
otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırlan söz konusu olmaksızın haber veya fikir
alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin televizyon ve sinema
isletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir
toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak,ulusal güvenliğin, toprak
bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, asayissizliğin veya suç
islenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, baskalarının ün ve haklarının
korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı
gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için kanunla öngörülen bazı
formalitelere sartlara,sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”
23. Hükümet, basvuranın ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin 10.
Maddenin ikinci paragrafı hükümleri uyarınca haklı sebebe dayandırıldığını
savunmustur. Komisyon Hükümet’in bu husustaki görüsüne katılmaktadır.
A. Müdahalenin Mevcudiyeti
24. Basvuru sahibinin 1991 Tarihli Terörle Mücadele Yasası’nın (“1991
Tarihli Yasa”) 8. bölümü uyarınca suçlu bulunup, hüküm giymis olması nedeniyle,
kendisinin ifade özgürlüğü hakkına bir müdahalenin yapılmıs olduğunun açık
olduğunu ve bu konuda bir itirazın sunulmadığını kaydetmistir.
B. Müdahalenin Haklı Sebebe Dayanması
25. Müdahale, “kanunlar tarafından öngörüldüğü üzere”, 10. Maddenin 2.
fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya birkaçına dayandığı ve anılan hedef
veya hedeflerin elde edilmesi için bir demokratik toplumda gerekli olanların
haricinde, Madde 10 ihlallerini teskil etmektedir. Mahkeme bu ölçütleri sırasıyla
inceleyecektir.
1. “Kanunlar Tarafından Öngörülme”
26. Mevcut davada, müdahalenin 1991 Tarihli Kanunun 8. Maddesi
uyarınca bir yasal dayanağı olduğu ve Sözlesme’nin 10. Maddesinin 2. fıkrası
kapsamında “kanunlar tarafından öngörülme” sartını karsıladığına iliskin bir ihtilaf
mevcut değildir.
27. Mahkeme Komisyon gibi, basvuranın mahkumiyetinin 1991 Tarihli
Kanunun 8. Maddesine dayandığından, ifade özgürlüğü hakkına iliskin müdahalenin
“kanunlar tarafından öngörüldüğünü” ve hatta basvuran tarafından da bunun
özellikle ihtilaf konusu yapılmadığı görüsüne katılmaktadır.
2. Mesru Amaç
28. Basvuran, müdahalenin Sözlesmenin ikinci paragrafı kapsamında
mesru bir hedefi amaçlamasına iliskin bir itirazda bulunmamıstır.
29. Hükümet, basvuranın mahkumiyetinin milli birlik ve güvenlik, ülke
bütünlüğünün korunması ve asayis bozukluğu veya suçun engellenmesi için
uygulanmıs olduğunu belirtmistir.
30. Komisyon, basvuranın mahkumiyetinin yetkililerin yasadısı terör
faaliyetleri ile mücadele ve 10. Maddenin 2. Fıkrası kapsamında mesru amaçlar olan
milli güvenlik ve kamu emniyetinin korunmasına yönelik faaliyetlerin bir parçasını
teskil ettiği görüsündedir.
31. Mahkeme, Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumunun
hassasiyetini (Bkz. 25 Kasım 1997 tarihli Zana – Türkiye Kararı, 1997-VII
Raporları, s. 2539, 10. Madde) ve yetkililerin gereksiz siddeti destekleyecek
hareketlere karsı tetikte olma gereğini de dikkate alarak, basvuran aleyhinde alınan
önlemlerin, basta ulusal güvenliğin ve ülke bütünlüğünün korunması ve asayissizlik
ve suçun önlenmesi olmak üzere, Hükümet tarafından belirlenen belli amaçların
uzantısı olduğu kanaatına varmıstır. Bu durum özellikle bölücü faaliyetlerin siddet
kullanımına dayalı yöntemlere bağlı olduğu, dava konusu olayların cereyan ettiği
tarihlerde Güneydoğu Türkiye’deki durum için geçerlidir.
3. “Bir Demokratik Toplum için Zaruret”
(a) Mahkeme huzurunda bulunanların iddiaları
(i) Basvuran
32. Basvuran, herhangi bir müdürlük sorumluluğu olmaksızın, derginin
sahibi olmasına rağmen, 1991 tarihli kanunun 8. maddesi kapsamında bir terör
propagandası yapmak suçundan cezalandırılmasından sikayetçi olmustur. Söz
konusu ifadelerin, terörist faaliyetlerine herhangi bir destek verilmeksizin, hem
Hükümet hem de PKK’nın bakıs açısından güneydoğu Türkiye’deki toprak reformu
ve issizlik ile ilgili bilgilerin halka sunulmasını amaçlayan tarafsız bir haberin bir
parçasını olusturduğunu belirtmistir. Ne dergisi, ne de kendisinin PKK ile herhangi
bir bağlantısı bulunmamaktadır.
(ii) Hükümet
33. Hükümet, Söz konusu haber makalesinin, yasadısı bir terör örgütü
olan PKK’nın faaliyetlerini bir ulusal bağımsızlık mücadelesi olarak sunduğunu
iddia etmistir.
Sunumlarında, bölücü propagandanın ister istemez siddeti tesvik ettiğini ve Türk
topluluğu içindeki çesitli gruplar arasında husumeti provoke ettiğini, dolayısıyla
insan hakları ve demokrasiyi tehlikeye attığını belirtmistir. Derginin sahibi olarak
basvuranın, üstü kapalı olarak, ancak yine de bariz bir sekilde terör örgütünü haklı
çıkarmaya çalısan ve toprak bütünlüğü, ulusal birlik, güvenlik ve suç ve
asayissizliğin önlenmesi gibi ulusal topluluğun temel çıkarlarını tehlikeye atan bir
makalenin yayınlanması suretiyle bölücü propagandanın yapılmasına katıldığını
belirtmistir.
34. Hükümet, 1991 Tarihli Yasanın 8. bölümü kapsamında basvurana karsı
alınan önlemlerin, Devletin temel çıkarlarını tehlikeye atan eylem türlerine iliskin
olarak, bu alandaki otoritelerin inisiyatif marjına girdiğini, müdahalenin
Sözlesme’nin 10. Maddesinin 2. fıkrası kapsamında mesru kılındığını belirtmistir.
(iii) Komisyon
35. Komisyon, bir bütün olarak makale bağlamı dahilinde okunduğunda
yorumun okuyucular arasında, yazarının Türkiye devleti aleyhine olan silahlı eylemi
tesvik ettiği veya hatta eyleme çağırdığı izlenimini veren ifadeler içerdiği ve bölücü
amaçlar için siddeti desteklemekte olduğu görüsündedir. Komisyon Muhatap
Devletin yetkililerinin, haber yorumlarının yayınlanmasının milli güvenlik ve kamu
emniyeti açısından zararlı görme hakkına sahip olduğu görüsündedir. Komisyon,
derginin sahibi olarak basvuranın yorumların yayınlanması ile ilgili görev ve
sorumluluk üstlenmis olduğu seklinde fikir yürütmüstür. Basvuranın mahkumiyeti
ve hüküm giymesi, yetkililerin değerlendirme marjı kapsamında bir tepki olan milli
güvenlik ve kamu emniyetinin korunmasına yönelik zorunlu bir sosyal ihtiyaca
cevaben yapılmıs orantılı islemler olarak kabul edilebilecektir. Bu nedenlerle
Komisyon bu davada 10. Maddenin ihlal edilmemis olduğu kanaatına varmıstır.
(b) Mahkeme’nin değerlendirmesi
36. Mahkeme, örneğin Zana – Türkiye kararı (yukarıda belirtilmistir, s.
2547-48, 51. madde) ve 21 Ocak 1999 tarihli Fressoz ve Roire – Fransa Kararında
(1999-… Raporları, s. …, 45. Madde) olduğu üzere, kararlarının dayandığı temel
ilkeleri vurgulamaktadır.
(i) Đfade özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini
ve toplumun ilerlemesi ve her bireyin özgüveni için gerekli temel sartlardan birini
teskil etmektedir. 10. Maddenin 2. paragrafı uyarınca bu, kabul gören veya zararsız
veya kayıtsızlık içeren “bilgiler” veya “fikirler” için değil, aynı zamanda kırıcı, sok
edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar, bir “demokratik
toplumun” olmazsa olmaz çokseslilik, tolerans ve hosgörünün gerekleridir. 10.
Maddede belirtilen sekilde bu özgürlük, ancak harfiyen uyulması gereken ve ikna
edici bir sekilde tespit edilmesi gereken bazı istisnalara tabidir.
(ii) 10. Maddenin 2. Fıkrasında belirtilen anlamda “zaruri” sıfatı “acil bir
sosyal ihtiyaç” anlamındadır. Sözlesmeci Devletler anılan ihtiyacın mevcut olup
olmadığının değerlendirilmesi konusunda belli bir marja sahiptir, ancak bağımsız bir
mahkeme tarafından verilenler de dahil olmak üzere, tabi olduğu yasama ve kararları
kapsayacak sekilde Avrupa denetimi ile iç içe olmalıdır. Mahkeme bu sebeple, bir
“sınırlamanın” Sözlesme’nin 10. Maddesinin güvencesinde olan ifade özgürlüğü ile
bağdasıp bağdasmadığı konusunda nihai kararı verme yetkisini haizdir.
(iii) Denetim yetkisinin uygulanmasında Mahkeme müdahaleyi, suçlanan
ifadeler ve bunların ifade edildiği bağlam da dahil olmak üzere, davayı bir bütün
olarak ele alarak incelemelidir. Đlk olarak müdahalenin “mesru amaçlar ile orantılı”
ve ulusal otoriteler tarafından anılan müdahalenin mesru gösterilmesi için belirtilen
gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığı tespit edilmelidir. Bunu yaparken de
Mahkeme, ulusal otoritelerin 10. Madde kapsamında bulunan ilkelere uygun
standartları uyguladığı ve ilgili bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine
dayalı oldukları konusunda olumlu kanaata varmalıdır.
37. Mahkeme Sözlesmenin 10. Maddesinin 2. fıkrasında kamu
çıkarlarına iliskin siyasi konusmalar veya sorunlara iliskin tartısmaların
sınırlanmasına dair çok dar bir kapsam olduğuna isaret etmektedir (bkz. 25 Kasım
1996 tarihli Wingrove – Birlesik Kraliyet davası, 1996 Raporları-V, s. 1957, 58.
Madde). Ayrıca, izin verilebilir elestirilerin sınırları, hükümet ile ilgili hususlarda,
özel vatandaslar veya siyasetçiler açısından daha genistir. Demokratik bir sistemdeki
hareketler veya hükümetin ihmalleri sadece yasama ve adli otoritelerin değil, aynı
zamanda kamuoyunun da yakın takibinde olmalıdır. Ayrıca, Hükümetin sahip
olduğu egemen konum, özellikle haksız saldırılar ve düsmanlarının elestirilerine
cevap verilmesine iliskin baska araçların bulunduğu durumlarda, cezai islemlere
basvurulması konusunda bir sınırlamanın uygulanmasını zorunlu kılmaktadır.
Bununla birlikte, kamu düzeninin garantörleri sıfatıyla hareketle, ceza kanunu
niteliğinde olanlar da dahil olmak üzere, doğru tepkiyi verecek ve anılan ifadeler
asılmadan önlemlerin benimsenmesi Devlet otoritelerinin yetkisine açıktır (bkz. 9
Haziran 1998 tarihli Đncal – Türkiye kararı, 1998-IV Raporları, s. 1567, 54. Madde).
Son olarak, anılan sözler bir birey veya bir kamu görevlisi veya bir nüfusun bir
kesimine karsı bir siddeti tesvik ettiği durumlarda Devlet otoriteleri, ifade
özgürlüğüne iliskin müdahale gereğinin incelenmesinde daha genis bir marja
sahiptir.
38. Basvuranın, sahibi olduğu dergi vasıtasıyla bölücü propaganda
yapmak suçundan mahkum edilmis olması nedeniyle, söz konusu müdahale ayrıca
basının, bir siyasi demokrasinin düzgün sekilde islemesinin sağlanmasına iliskin
temel görevi bağlamında da dikkate alınmalıdır (birçok diğer otoritenin yanı sıra
bkz., 8 Temmuz 1986 tarihli Lingens - Avusturya kararı, A Serisi, No. 103. s. 26,
Madde 41; ve yukarıda anılan Fressoz ve Roire kararı, s. …, Madde 45). Basının
siddet tehdidi karsısında milli güvenlik veya ülke bütünlüğünün korunması veya
asayissizlik veya suçun engellenmesi için konmus olan sınırlamaları asmaması
gerekmesine rağmen, bölücü olanlar da dahil olmak üzere, bilgi sağlaması ve siyasi
hususlarda bilgi vermesi bir zorunluluktur. Basının, anılan bilgileri ve fikirleri
bildirme zorunluluğunun yanı sıra, halkın da bunları almaya hakkı vardır. Basın
özgürlüğü, kamuoyuna siyasi liderlerin fikir ve tutumlarının kesfedilmesi ve bunlara
iliskin bir kanaat olusturulması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır (bkz.
yukarıda anılan Lingens kararı, s. 26, Madde 41-42).
39. Mahkeme, makalelerde kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin
yayınlanmıs olduğu bağlam üzerinde özellikle duracaktır. Bağlam açısından,
kendisine sunulan davaların tarihçelerine, özellikle terörizmin engellenmesine iliskin
sorunları dikkate alacaktır. (bkz. yukarıda belirtilen Đncal – Türkiye kararı, s. 1568,
58. Madde).
40. Söz konusu makalede Türk topraklarının bir bölümüne “Kürdistan” olarak
hitap edilmis ve bir ulusal bağımsızlık mücadelesinin varlığı belirtilmistir.
Mahkeme, bunların ilgili hususlar olduğu süphesiz olmasına rağmen, bunların tek
basına 10. Maddenin 2. fıkrası anlamında müdahalenin zaruri olarak kabul edilmesi
için yeterli olmadığını görüsündedir.
Diğer yandan, mücadele “Türkiye Cumhuriyeti kuvvetlerine yönelik bir savas”
olarak tanımlanırken, makalede “Topyekün bir bağımsızlık mücadelesi baslatmak
istiyoruz” seklinde ifade bulunmaktadır. Böylece, Söz konusu makalenin kendisini
PKK ile bağdastırdığı ve Kürdistan’ın ulusal bağımsızlığının elde edilmesi amacıyla
silah kuvvetinin kullanılması için çağrıda bulunduğu açıktır.
Ayrıca makalelerin 1985’ten bu yana çok ciddi can kayıpları ve bölgenin büyük
bir kısmında olağanüstü hal ilan edilmesine sebebiyet verecek sekilde güvenlik
kuvvetleri ile PKK kuvvetleri arasında ciddi çatısmaların devam etmekte olduğu
Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumu bağlamında yayınlanmıs olması da
dikkate alınmalıdır (bkz. yukarıda anılan Zana kararı, s. 2539, Madde 10). Bu
bağlamda, makalenin içeriği, bölgede daha fazla siddete tesvik edebilecek sekilde
kabul edilmelidir. Gerçekten de, okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan ülke karsısında
siddete basvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur. Bu açıdan Mahkeme,
muhatap Devlet tarafından basvuranın mahkumiyetine iliskin olarak öne sürülen
nedenlerin, basvuranın ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale için ilgili ve yeterli
dayanak teskil ettiği görüsündedir. Mahkeme, “bilgi” veya “fikirlerin” kırıcı, sok
edici veya rahatsız edici olmasının tek basına müdahaleyi haklı kılmadığını
yinelemektedir (bkz. yukarıdaki 36. paragraf). Ancak mevcut davada söz konusu
olan, siddete tesviktir.
41. Basvuranın bu makalelerde yer alan görüsler ile sahsen bağlantılı
olmadığının doğru olmasına rağmen, makalelerin yazarlarına siddet ve nefretin
körüklenmesi için bir araç temin etmistir. Dergi ile sadece ticari açıdan bağlı olduğu
ve yazı isleri müdürlüğü sorumluluğu tasımadığı gerekçesi ile makalelerin içeriğine
iliskin her türlü cezai sorumluluktan muaf tutulması gerektiği yönündeki basvuran
tarafından ileri sürülen iddia mahkemece reddedilmektedir. Basvuran mal sahibi
olup, bu konumu itibarıyla derginin yazı isleri yönetimini sekillendirme hakkına
sahiptir. Bu nedenle, halk için bilgi toplanması ve dağıtılması konusunda derginin
yazı isleri ve muhabir personelinin “görev ve sorumlulukları” açısından vekaleten
sorumlu olup, bu da çatısma ve gerginlik durumlarında daha büyük önem
tasımaktadır.
42. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında Mahkeme, derginin sahibi
olarak basvurana uygulanmıs olan cezanın bir “zorunlu sosyal” ihtiyacı karsılamak
olarak kabul edilebileceğini ve basvuranın mahkumiyeti için yetkililer tarafından
verilen mahkumiyetin “ilgili ve yeterli” olduğu sonucuna varmıstır.
43. Bu nedenlerden dolayı ve bu gibi davalarda ulusal yetkililerin sahip
olduğu takdir marjı da dikkate alınarak Mahkeme, söz konusu müdahalenin
amaçlanan mesru hedefler ile orantılı olduğu düsüncesindedir. Sonuç olarak,
Sözlesmenin 10. maddesi ihlal edilmemistir.
II. Sözlesmenin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının Đhlal Edildiği Đddiası
A. Hükümetin Ön Đtirazı
44. Hükümet tarafından Mahkemeye sunulan mütalaada, basvuranın
davasına bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından bakılmadığı seklindeki
sikayetin iç mahkemelere sunulmadığı gerekçesiyle, Sözlesme’nin 35. maddesinde
öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmediği öne sürülmüstür.
45. Mahkeme ilke olarak ön itirazları, en azından özü itibarıyla ve yeterli
açıklıkta olacak sekilde, söz konusu Devlet tarafından ilk kabul edilebilirlik
asamasında öne sürüldüğü ölçüde dikkate aldığını yinelemektedir (bkz. 23 Eylül
1998 tarihli Aytekin – Türkiye Kararı, 1998-VII Karar ve Hükümler Raporu, s. ,
Paragraf 77). Ancak, Hükümet tarafından Komisyon’a sunulmus olan 31 Temmuz
1995 tarihli mütalaada (kabul edilebilirlik asaması) ve 4 Mart 1997 tarihli ek
mütalaada (esasa iliskin asama) iç hukuk yollarının tüketilmemis olduğu
gerekçesiyle, yukarıda belirtilen sikayetin kabul edilebilirliğine iliskin bir itirazda
bulunduğu görülmemektedir. Bu nedenle ön itirazlarının sunulmasına iliskin bir
estoppel mevcuttur.
B. Basvuranın Sikayetinin Esasları
46. Basvuran, kendisini yargılayıp mahkum eden Devlet Güvenlik
Mahkemesinde bir askeri hakimin bulunmus olması nedeniyle Sözlesmenin 6.
Maddesinin 1. Fıkrası uyarınca adil yargılama hakkının ihlal edildiğinden sikayetçi
olmustur. 6. Maddenin 1. Fıkrası su sekildedir:
“Herkes, … kendisine yöneltilen herhangi bir suçlamanın karara bağlanması
konusunda, kanunla kurulmus bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının … adil … olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.”
47. Hükümet bu iddiaya itiraz etmis, ancak iddia Komisyon tarafından
kabul edilmistir.
48. Basvuran dilekçesinde, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi gibi
Devlet Güvenlik Mahkemelerine atanan askeri hakimlerin, Cumhurbaskanının
onayına tabi olmak üzere, Milli Savunma Bakanı ve Basbakanın ortak kararı ile
atanmıs olduklarından, idareye bağlı olduklarını belirtmistir. Mesleki sicilleri ve
terfileri ile birlikte memuriyetlerine iliskin teminatın, bu hakimlerin amirinin ve
dolayısıyla ordunun kontrolü altında olduğunu belirtmistir. Askeri hakimleri
amirine ve orduya karsı bağlayan bağların, bunların mahkemedeki islevlerini
bağımsız ve tarafsız olarak yerine getirmelerini engellediğini öne sürmüstür.
Basvuran ayrıca, amirlerinin görüsleri ile ters bir görüsü benimsemelerinin imkansız
olduğu gerekçesi ile, askeri hakimlerin ve dolayısıyla görev yaptıkları mahkemelerin
bağımsızlık ve tarafsızlığından ödün verildiğini vurgulamıstır
Basvuran, bu hususların Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlık ve
tarafsızlığını engellediğini ve kendisinin 6. Maddenin 1. Fıkrasına aykırı olarak, adil
yargılama hakkından mahrum bırakıldığını belirtmistir.
49. Hükümet, Devlet Güvenlik Mahkemelerine askeri hakimlerin katılımına
iliskin kuralları ve anılan mahkemelerin 6. Maddenin 1. fıkrası anlamında
bağımsızlık ve tarafsızlık gereklerine tam uygunluğunun sağlanması için adli
islevlerin yerine getirilmesinde hak sahibi oldukları teminatları sunmustur.
Hükümet, askeri hakimlerin amirlerine karsı sorumlu oldukları yönündeki basvuru
sahiplerinin iddialarına itiraz etmistir. Đlk olarak, resmi bir görevlinin bir askeri
hakimin adli islevlerini yerine getiris seklini etkilemeye çalısmasının Askeri
Kanunun 112. maddesi uyarınca bir suç teskil ettiğini belirtmistir (bkz. yukarıdaki
18. paragraf). Đkinci olarak, sicil raporları sadece askeri hakimlerin adli olmayan
görevlerinin yürütülmesine iliskin olduğunu belirtmistir. Askeri hakimler sicil
raporlarına erisim hakkına sahip olup, bunların içeriği konusunda Yüksek Askeri
Đdari Mahkeme’de dava açma hakkı verilmistir. Adli kapasitede hareket ederken,
bir askeri hakimin tam olarak bir sivil hakim seklinde değerlendirildiğini
savunmustur.
50. Ayrıca Hükümet, mahkemede askeri hakimlerin bulunması nedeniyle
basvuru sahiplerinin yargılamasının adil olma özelliğinin önyargıya tabi olmadığını
öne sürmüstür. Askeri hakimin hiyerarsik yetkilileri ve anılan hakimleri mahkemeye
atayan kamu yetkililerinin takibat veya davanın sonucuna iliskin herhangi bir etkiye
sahip olmadığını iddia etmislerdir. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin kararı,
temyiz edilmesi üzerine, bağımsızlık ve tarafsızlığının ihtilaf konusu olmadığı
Yargıtayca onanmıstır (bkz. yukarıdaki 12-14 paragrafları).
51. Hükümet ayrıca, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Anayasanın 143.
maddesi uyarınca kurulmasının öngörüldüğü güvenlik bağlamının özellikle dikkate
alınması gerektiğini Mahkeme’ye bildirmistir. Silahlı kuvvetlerin terörle mücadele
kampanyası konusundaki deneyimi de dikkate alınarak, yetkililerin güvenlik ve
Devlet bütünlüğüne iliskin tehditler ile basa çıkabilmesi amacıyla gerekli uzmanlık
ve bilginin sağlanması için bir askeri hakimin katılımı ile anılan mahkemelerin
güçlendirilmesinin gerekli olduğunu düsündüklerini belirtmistir.
52. Komisyon, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin Sözlesme’nin 6.
Maddesinin 1. fıkrası uyarınca bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak kabul
edilemeyeceği sonucuna varmıstır. Komisyon bu görüsü ile ilgili olarak 25 Subat
1997 tarihinde benimsenen Đncal – Türkiye davası raporunun 31. Maddesi ve
görüsünü destekleyen nedenlere gönderme yapmıstır.
53. Mahkeme, 9 Haziran 1998 tarihli Đncal – Türkiye kararı (1998-IV Raporları,
s. 1504) ve 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar – Türkiye kararında (1998- Raporları, s.
…) mevcut dava için Hükümet tarafından öne sürülen hususlara benzer hususların
ele alınmıs olduğunu vurgulamaktadır. Anılan kararlarda Mahkeme, Devlet
Güvenlik Mahkemesinde bulunan askeri hakimlerin durumunun bağımsızlık ve
tarafsızlık açısından belli teminatları içerdiğini belirtmistir (bkz. yukarıda anılan
Đncal kararı, s. 1571, madde 65). Diğer yandan Mahkeme, bu hakimlerin statüsünün
bazı hususlarının bağımsızlık ve tarafsızlıklarını tartısma konusu yaptığı kararına
varmıstır (aynı yerde, Madde 68) : örneğin, orduya ait görevliler olduğundan ve
dolayısıyla amirinden emirler aldığı; veya askeri disipline tabi kaldıkları; ve
atamalarına iliskin kararların büyük ölçüde idari yetkililer ve ordu tarafından
alındığı gerçekleri (bkz. yukarıdaki 18. paragraf).
54. Đncal kararında olduğu üzere Mahkeme görevinin, Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin kurulusunun gerekliliğinin Hükümet tarafından öne sürülen haklı
sebepler ısığında tespit edilmesi olmadığı düsüncesindedir. Görevi, Đstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesinin isleyis seklinin Sn. Sürek’in adil yargılanma hakkını ihlal
edip etmediği, özellikle de tarafsız olarak incelendiğinde kendisini yargılayan
mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına iliskin haklı bir korkunun mevcut olup
olmadığının tespit edilmesidir (bkz. yukarıda anılan Đncal Kararı, s. 1572, Madde 70;
ve yukarıda anılan Çıraklar kararı, s. …, Madde 38).
Bu soruya iliskin olarak, Mahkeme mevcut basvuran gibi sivil olan Sn.
Đncal ve Sn. Çıraklar’ın davasında varılan sonuca varılmaması için herhangi bir
neden görmemektedir. Devletin toprak bütünlüğünü ve ulusal birliği zedelemeye
yönelik propaganda yapma suçundan bir Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanan
basvuru sahiplerinin, Askeri Hakimler üyesi olan bir düzenli askeri görevlisinin
katılımını içeren bir heyet tarafından yargılanma konusunda endise içinde olmaları
anlasılır bir husustur (bkz., yukarıdaki 18. paragraf). Bu itibarla, Đstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesi’nin davanın özü ile herhangi bir iliskisi olmayan hususlardan
gereksiz yere etkilenebileceğini düsünmek için yeterli sebepleri mevcuttur. Bir
baska deyisle, basvuranın mahkemenin bağımsızlık ve tarafsızlığına iliskin
korkularının haklı sebebe dayandığı kabul edilebilir. Yargıtay’daki yargılama da,
ilgili mahkemenin tam yetkili olmaması nedeniyle bu korkuların bertaraf edilmesini
sağlayamamıstır (bkz. yukarıda anılan Đncal kararı, s. 1573, Madde 72 sonu).
55. Yukarıda anılan nedenlerden dolayı Mahkeme, 6. Maddenin 1.
fıkrasının ihlal edildiği kararına varmıstır.
III. Sözlesme’nin 41. Maddesinin Uygulanması
56. Basvuran yerel ve Sözlesme mahkeme gider ve masraflarının geri
ödenmesinin yanı sıra, maddi ve manevi zarara iliskin tazminat talebinde
bulunmustur. Sözlesme’nin 41. Maddesi bu açıdan asağıdakileri öngörmektedir:
“Mahkeme, isbu Sözlesme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve
ilgili Sözlesmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa,
Mahkeme gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın
tatminine hükmeder.”
A. Maddi Zarar
57. Basvuran kendisine uygulanan ve kendisi tarafından ödenen para
cezasının (bkz. yukarıdaki 14. paragraf) tazmin edilmesi için 100,000 Fransız Frangı
(FRF) tutarında tazminat talebinde bulunustur. Talep edilen meblağ tahakkuk eden
faizi içermekte olup, muhatap Devlette bulunan yüksek enflasyon oranı dikkate
alınmıs ve 1993 döviz kuru oranları bazında hesaplanmıstır.
58. Hükümet, basvuranın sadece 83,333,333 Türk Lirası tutarında bir
para cezasına çarptırıldığı ve anılan cezayı aylık taksitler halinde ödemesine izin
verilmis olması gerekçesi ile talep edilen meblağın fahis olduğunu savunmustur.
Hükümet ayrıca cepten yapılan harcamaların desteklenmesi için basvuranın herhangi
bir ayrıntı sunmadığına isaret etmistir.
59. 59. Komisyon Delegesi görüs belirtmemistir.
60. Mahkeme, muhatap Devlet’in basvuranın mahkumiyeti ve verilen
ceza açısından 10. Maddeyi ihlal etmediğinin tespit edilmesine bağlı kalınmaksızın,
6. Maddenin 1. fıkrasına uygun olarak yürütülen bir yargılamanın sonucunun nasıl
olabileceğine iliskin görüs bildirememektedir.
B. Manevi Zarar
61. Basvuran bir avukat olarak kariyerine, bir terör suçlusu olarak
sabıkalı olması nedeniyle zarar verildiğini iddia etmistir. Mahkeme’den manevi
tazminat olarak FRF 80,000 tutarında bir meblağın tespit edilmesini talep etmistir.
62. Hükümet, Mahkeme tarafından bu davada bir ihlalin tespit edilmesi
durumunda bu tespitin kendi basına adil tazmin teskil edeceğini belirtmistir.
63. Komisyon Delegesi, basvuranın talebinin bu hususuna iliskin olarak
durusmada görüs belirtmemistir.
64. Mahkeme, mevcut davada 10. Maddenin ihlal edilmediğine iliskin bir karara
vardığını hatırlatmaktadır. 6. Maddenin 1. Fıkrası kapsamında bir ihlal olduğunun
tespit edilmesinin, basvuranın manevi zarara iliskin adil tazmini sağlayacağı
kanaatindedir.
C. Masraf ve Giderler
65. Basvuran, yerel mahkemeler ile birlikte davanın Sözlesme kurumları
huzuruna getirilmesine iliskin yasal gider ve ücretleri (çeviri, posta, yazısma ve
seyahat giderleri) talep etmistir. Bu meblağı FRF 50,000 olarak değerlendirmistir.
Komisyon ve Mahkeme huzurunda yapılan takibat ile ilgili olarak avukatının
ücretlerinin Türkiye Barolar birliğinin asgari ücret çizelgesi bazında hesaplandığını
belirtmistir. Basvuran talep edilen meblağın Türkiye’deki yüksek enflasyon
seviyesini dikkate aldığını ve mevcut döviz kurları bazında hesaplandığını
belirtmistir.
66. Hükümet, talep edilen meblağların yerel mahkemelerde Türk avukatları
tarafından kazanılan ücretlere kıyasla abartılı olduğunu ve usulüne uygun olarak
doğrulanmadığını bildirmistir. Davanın basit bir dava olduğunu ve mahkemede
kendi dilini kullanma hakkına sahip olan basvuranın avukatının fazla bir emek
harcamadığını belirtmistir. Muhatap Devlet’teki sosyo ekonomik durum dikkate
alınarak bir haksız zenginlik kaynağı teskil edebilecek bir kararın verilmemesi
yönünde uyarıda bulunmustur.
67. Komisyon Delegesi görüs belirtmemistir.
68. Mahkeme sadece Sözlesmenin 6. Maddesinin 1. Fıkrası kapsamında bir
ihlalin tespit edildiğine isaret etmektedir. Ayrıca Mahkeme, basvuranın avukatının
benzeri olaylara dayalı olarak Sözlesmenin 6. ve 10. Maddesi kapsamındaki
sikayetlerin Mahkeme huzuruna getirilmesine iliskin hazırlıkları yürütmüs olduğunu
dikkate almaktadır. Adil bazda karara vararak ve emsal kararı 25 Mart 1999 tarihli
Nikolava – Bulgaristan kararında (1999 Raporları, s. …, Madde 79) belirlenen
ölçütü de dikkate alarak basvurana FRF 15,000 tutarının ödenmesine karar
vermistir.
D. Temerrüt Faizi
69. Mahkeme isbu kararın düzenlenmis olduğu tarihte, eldeki verilere göre tespit
edilmis olan yıllık %3.47 oranına tekabül eden Fransa’da uygulanan yasal faiz
oranının uygulanmasının yerinde olacağı kanaatına varmıstır.
YUKARIDA BELĐRTĐLEN GEREKÇELERE DAYANARAK MAHKEME
1. Sözlesmenin 10. maddesinin ihlal edilmediğinin on oya karsı yedi oy
ile kabulüne;
2. Hükümetin iç hukuk yollarının tüketilmediğine iliskin ön itirazının
oybirliği ile reddine;
3. Sözlesmenin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğinin onaltıya
karsı bir oy ile kabulüne;
4. Sözlesmenin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının ihlal edildiğine iliskin
kararın, basvuran tarafından iddia edilen manevi tazminat açısından kendi
basına adil tazmin teskil ettiğinin onaltı oya karsı bir oy ile kabulüne;
5. (a) Üç ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan kur üzerinden Türk
lirasına çevrilmek üzere, masraf ve giderler için 15,000 (on bes bin) Fransız
frangı tutarının davalı Devlet’ten tahsil edilerek basvurana ödenmesinin
(b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden ödeme
tarihine dek bu tutarlar için yıllık %3.47 faiz oranı uygulanmasının;
oybirliği ile kabulüne;
6. Basvuranın adil tazmin konusundaki diğer taleplerin oy birliği ile
reddine;
iliskin isbu karar Đngilizce ve Fransızca dillerinde olmak üzere, 8 Temmuz 1999
tarihinde Strazburg’da bulunan Đnsan Hakları Binası’ndaki halka açık oturumda
tefhim edilmistir.
Luzius WILDHABER
Baskan
Paul MAHONEY
Sekreter Yardımcısı
Sn. Wildhaber’in bir bildirgesi ile birlikte Sözlesmenin 45. Maddesinin 2.
Fıkrası ile Mahkeme Đçtüzüğünün 74. Maddesinin 2. Fırkası uyarınca bu karara
asağıda belirtilen serhler eklenmistir.
(a) Sn. Palm’ın kısmi muhalefet serhi;
(b) Sn. Bonello’nun kısmi muhalefet serhi;
(c) Sn. Tulkens, Sn. Casadevall ve Sn. Greve’nin müsterek kısmi
muhalefet serhi
(d) Sn. Fischbach’ın kısmi muhalefet serhi;
(e) (e) Sn. Maruste’nin kısmi muhalefet serhi;
(f) (f) Sn. Gölcüklü’nün kısmi muhalefet serhi.
Paraf: L. W.
Paraf: P.J.M.
HAKĐM WĐLDHABER’ĐN BĐLDĐRGESĐ
9 Haziran 1998 tarihli Đncal – Türkiye Kararında (1998 Raporları, s.
1547) Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının ihlaline iliskin oylamada karsı oy
kullanmıs olmama rağmen, mevcut davada Mahkeme’nin çoğunluğu tarafından
ulasılan görüsü benimsemek durumundayım.
HAKĐM PALM’IN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
Mahkeme’nin mevcut davada 6. Maddenin 1. Fıkrasının ihlal edildiği
yönündeki kararına katılmaktayım. Ancak, mevcut davada, Sürek – Türkiye (No. 1)
Davasında özü itibarıyla belirtmis olduğum nedenlerden dolayı, 10. Maddenin ihlal
edilmediğine iliskin varmıs olduğu sonuca katılmamaktayım.
HAKĐM BONELLO’NUN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
Madde 10’un ihlalinin tespiti için çoğunlukla birlikte oy vermekle birlikte
yerel yetkililerin basvuranın ifade özgürlüğüne müdahalesinin demokratik bir
toplumda mesru olup olmadığının tespitine yönelik olarak Mahkeme tarafından
uygulanan ana ölçütü onaylamamaktayım.
Bu islemlerde ve siddete tesvikin söz konusu olduğu daha önceki ifade
özgürlüğüne iliskin Türk davalarında Mahkeme tarafından ortak olarak kullanılan
ölçüt su sekilde olmustur: basvuranın tarafından yayınlanan yazılar siddeti
destekliyor ya da buna tesvik ediyor ise, ulusal mahkemeler tarafından basvuranın
mahkumiyeti demokratik bir toplumda haklı gerekçelere dayandırılabilir. Ben bu
değerlendirmeyi yetersiz bulmaktayım.
Sadece tesvik “açık ve mevcut tehlike” yaratması durumunda bu tür
siddete tesviklerin yerel yetkililerce cezalandırılmasının demokratik bir toplumda
makul gerekçelere dayandırılabileceğini düsünmekteyim. Güç kullanmaya çağrı
entelektüellestirilip soyutlanarak, asıl ya da gelecekteki siddet odaklarından zaman
ve mekan olarak uzaklastırıldığında, ifade özgürlüğü temel hakkı genel olarak
baskın çıkacaktır.
Yasa ve asayisin dengesini bozma eğilimindeki kelimeler için tüm
zamanların en güçlü anayasa hukukçularından biri tarafından söylenen sözleri
yinelemek isterim: “Ülkenin kurtarılması için derhal bir kontrolün yapılmasını
gerektiren kanunun mesru ve zorunlu amaçlarını yakın bir gelecekte tehdit
etmedikleri sürece beğenmediğimiz ve ölüm tasıdığına inandığımız görüslerin ifade
edilmesini kontrol etmekten kendimizi daima alıkoymalıyız.”
Đfade özgürlüğünün teminat altına alınması, bir devletin güç kullanma
taraftarlığını, bu tür taraftarlığın gelecekteki kanunsuzluğu teskil etme ya da tesvik
etmeye yönelik olduğu ya da bu tür bir eylemi tesvik etme ya da meydana getirme
eğiliminde olduğu durumlar hariç olmak üzere, yasaklamasına ya da men etmesine
izin vermemektedir. Bu bir yakınlık ve derece sorunudur.
Đfade özgürlüğünün kısıtlanmasını haklı sebeplere dayayan mevcut ve
belirgin bir tehlikenin tespit edilmesini desteklemek amacıyla, kısa sürede ortaya
çıkacak ciddi bir siddetin beklenip beklenmediğinin ya da savunulup
savunulmadığının ya da basvuranın geçmisteki eyleminin siddet taraftarlığının en
kısa zamanda ve zarar verici eylemleri yaratacağı hususuna inanılması ile ilgili
olarak sebep teskil edip etmediğinin tespit edilmesi gereklidir.
Bazılarının ölüme gebe görünmesine rağmen, basvuranın suçlandığı
kelimelerin hiçbirinin ulusal düzen üzerinde büyük etki yaratacak tehdit olusturma
potansiyeline sahip olduğu görüsü, benim açımdan açık değildir. Aynı zamanda bu
ifadelerin sindirilmesinin Türkiye’nin kurtarılması için kaçınılmaz olduğu görüsünü
de onaylamamaktayım. Bırakın belirgin ve mevcut olanını, hiçbir tehlike
olusturmamıslardır. Kısacası, Mahkeme basvuranın ceza mahkemeleri tarafından
mahkumiyetine göz yumması durumunda ifade özgürlüğünün bozulmasını
desteklemis olacaktır. Özet olarak, “algılanan kötü niyetin etkisinin tam olarak
tartısmaya fırsat kalmadan meydana gelecek sekilde çok yakın durumlar haricinde,
konusmalardan kaynaklanan hiçbir tehlike bariz ve mevcut olarak nitelendirilmez.
Kötü niyetin engellenmesi için eğitim süreci vasıtasıyla tartısılarak, yanlıslık ve
mantıksızlıkların bariz hale getirilmesi için yeterli zaman olduğunda uygulanacak
çözüm, zorla kabul ettirilen sessizlikten ziyade, konusmak olmalıdır.”
HAKĐMLER PALM, TULKENS, CASADEVALL VE GREVE’ĐN
MÜSTEREK KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
(Geçici çeviri)
Bizler, 6. Maddenin 1. Fıkrasının ihlal edildiği lehinde oy kullanmıs
bulunmaktayız.
Ancak, özü itibarıyla bugünün tarihi ile verilmis olan sürek No. 1 kararı
ekinde sunulan kısmi muhalefet serhinde belirtilen nedenlerle, 10. maddenin ihlal
edilmediğine iliskin çoğunluğun görüsüne katılmamaktayız.
HAKĐM FISCHBACH’IN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
(Geçici çeviri)
6. Maddenin 1. Fıkrasının ihlaline iliskin hususta çoğunluk ile birlikte oy
kullanmıs olmakla birlikte, Mahkeme’nin 10. Maddenin ihlal edilmediği yönünde
bir karara neden olan mantığa katılmadığımı üzülerek bildirmek durumundayım.
Bariz olarak insanları bir birey, bir Devlet temsilcisi veya nüfusun bir
kesimine karsı siddet kullanmaya tesvik eden yorumlara iliskin ifade özgürlüğü
davalarında müdahalenin gerekli olup olmadığı hususunun değerlendirilmesinde
ulusal yetkililere daha genis bir marj tanıyan Mahkemenin içtihadına
katılmaktayım.
Ancak, ifade özgürlüğüne müdahale ihtiyacının sadece bariz olan sartlar
altında ve herhalukarda yeterli ölçüde belirsiz olmayan ve kullanılan ifade aracının,
siddetli nitelikteki ifadelerin milli güvenlik ve demokratik düzen açısından ciddi ve
öngörülemeyen sonuçları tetikleyebilecek sekilde genis bir seyirciyi kapsadığı
durumlarda haklı olabileceği görüsündeyim.
Belli olaylar veya diğer trajik durumlar müteakibinde husumet ve siddete
tesvik seklinde nitelendirilebilecek olan siddet ifadeleri ile durumun körüklendiği
hallerde Söz konusu olacaktır (bkz. Zana Kararı, Paragraflar 59-60).
Söz konusu hal burada mevcut olmadığından, 1985’ten bu yana Güneydoğu
Türkiye’deki genel sartlar itibarıyla zor olan duruma atıfta bulunan çoğunluk ile
aynı görüsü paylasmıyorum.
Ne kadar siddet ve kırıcılık içerirse içersin, ulusal otoritelerin politikaları
karsısında azınlıkların endiselerini belgelendirmekten öteye gitmeyen yorumlara,
ifade özgürlüğüne müdahale seklinde gösterilen reaksiyonun en uygun yöntem
olmadığı görüsündeyim.
Bu nedenlerle, mevcut davada 10. Maddenin ihlal edildiği görüsündeyim.
HAKĐM MARUSTE’NĐN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
Baslıca iki nedenden dolayı 10. maddenin ihlal edilmediği sonucuna
varan çoğunluğun kararına katılmadığımı üzülerek bildirmek isterim.
Đlk olarak, ifade özgürlüğünün her seyden önce kisisel bir hak olduğu
görüsündeyim. Basvuran, içerik ile herhangi bir yazı isleri sorumluluğu olmayan,
dergi sahibidir (ana hissedarı). Bununla birlikte, haber yorumunun yayınlanması
nedeniyle bir ceza mahkemesi tarafından cezalandırılmıstır. Kendisinin sahibi
olduğu dergi tarafından bir haber yorumu, okuyucu mektubu vs. yayınlandığında
kendi ifade özgürlüğünü kullanmadığına inanmaktayım. Basta yazı isleri personeli
dısında baskaları olmak üzere diğer sahısların ifade özgürlüğünü kullanmasından bir
mal sahibinin sorumlu tutulamayacağı görüsündeyim. Bu sonuç doğrudan, ifade
özgürlüğü fikrinin kendisinden ve kırıcı, sok edici veya rahatsız edici olan veya
genel hususlarda insan ve kamu iliskilerinin ilerletilmesini sağlayacak bir kamu
tartısmasının bir bölümünü teskil eden bilgiler de dahil olmak üzere bilgileri iletmek
ve dağıtmak seklinde olan, basının bir demokratik toplum içindeki görevinden
kaynaklanmaktadır.
Bir mal sahibi, 10. Madde gereklerine uygun olmayan bir seyi sahsen
yazdığında veya yazı islerine müdahale ettiğinde veya diğerlerinin katılımlarımektupları,
yorumları ve fikirlerinin özellikle vurgulanması için özel önlemler
aldığında (bunların kapak sayfasına konması veya kalın harflerle, çerçeve içinde vs.
sekillerde yazılması) , ifade özgürlüğünün suiistimal edilmesinden sorumlu
tutulabilecektir. Ancak mevcut davada basvuranın katılım ve mesajına herhangi bir
özel anlam veya ağırlık vermek üzere müdahale ettiği veya önlemler aldığına iliskin
herhangi bir bilgi mevcut değildir. Dergi, toplum fertlerinin fikirlerini yansıtmak
üzere, demokratik bir toplumda medya tarafından yapılması gerekeni yapmıstır.
Bölücü olanlar da dahil olmak üzere, siyasi hususlarda bilgi ve görüslerin iletilmesi
basının bir görevidir.
Sonuç olarak, mal sahibinin Sözlesmenin gereklerine uygun olarak
hareket etmis olduğu ve mal sahibinin tutumu ile Sözlesme gerekleri açısından cezai
sorumluluğu arasındaki neden sonuç iliskisinin mevcudiyetine iliskin yorumun zayıf
olduğu kanaatindeyim.
Đkinci olarak, mevcut davada mal sahibinin sorumlu olduğu varsayılsa
dahi, Devlet tarafından gösterilen tepkinin orantısız ve gereksiz olduğu
kanaatindeyim. Halk, siyasetçi ve hükümetin vatandaslarının ne düsündüğünü ve ne
istediklerini bilme hakkına sahip olduğu kanaatindeyim. Belirtilen fikirler rahatsız
edici, sok edici veya bölücü olsa bile bu geçerlidir. Bunun aksini düsünmek, mal
sahibinin bir sansür mekanizması olarak hareket etmesi anlamına gelecektir ki, bu da
demokrasinin temel fikir ve kurallarından ayrılmak olacaktır. Son olarak,
konusmadan kaynaklanan tehlikelerin bariz ve mevcut olarak tespit edilmesi
gerektiğini düsünen meslektaslarımın fikirlerini paylasmaktayım. Bu mevcut davada
Söz konusu değildir.
HAKĐM GÖLCÜKLÜ’NÜN KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
(Geçici çeviri)
Mahkemede bir askeri hakimin bulunması nedeniyle, ilgili hüküm
kapsamında Devlet Güvenlik Mahkemesinin “bağımsız ve tarafsız” olmadığı
gerekçesi ile 6. Maddenin ihlal edildiği yönündeki Mahkeme’nin çoğunluk görüsüne
katılmadığı büyük bir üzüntü içinde belirtmek isterim. Bu bağlamda, 9 Haziran 1998
tarihli Đncal Türkiye kararında sayın hakimler Sn. Thor Vilhjalmsson, Sn. Matscher,
Sn. Foighel, Sn. John Freeland, Sn. Lopes Rocha, Sn. Wildhaber ve Sn. Gotchev ile
müstereken ve 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar- Türkiye kararında münferiden
belirtmis olduğum muhalif görüsüme gönderme yapmaktayım. Đkisi sivil olan üç
hakimden olusan bir mahkemede bir askeri hakimin mevcudiyetinin, askeri olmayan
(sivil) adli düzeyde bulunan ve kararları Yargıtayın incelemesine tabi olan Devlet
Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlığını herhangi bir sekilde
etkilemediğine iliskin görüsüm sabittir.
(1) Çoğunluğun kararının dıstan görünüsler kuramının haklı olmayan bir
uzantısından kaynaklandığını; (2) kararın 79. paragrafında çoğunluk tarafından
belirtildiği üzere, “... bir Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanan basvuru
sahiplerinin, Askeri Hakimler üyesi olan bir düzenli askeri görevlinin katılımını
içeren bir heyet tarafından yargılanma konusunda endise içinde olmaları anlasılır bir
husustur” demesi ve bunu basitçe önceki Đncal kararına dayandırmasının (Çıraklar
kararı, Đncal kararında belirtilenin sadece bir tekrarı niteliğindedir) yeterli olmadığını
(3) çoğunluğun görüsünün soyut olduğu ve bu nedenle haklı çıkarılabilmesi için
hem gerçekler hem de hukuk açısından daha iyi desteklenmis olması gerektiğini
vurgulamak isterim.