SÜREK VE ÖZDEMĐR/Türkiye Davası
(23927/94 ve 24277/94)
Strazburg
8 Temmuz 1999
USULĐ ĐSLEMLER
1. Dava, Sözlesme’nin 32 madde 1. fıkra ve 47. maddesinde öngörülen üç aylık
süre içinde, 27 Nisan 1998 tarihinde Avrupa Đnsan Hakları Komisyonu
(“Komisyon”) tarafından Sözlesmenin[1] 19. maddesi uyarınca Mahkememize
sunulmustur. Türk vatandasları olan Sn. Kamil Tekin Sürek ve Sn. Yücel Özdemir
tarafından sırasıyla 25 Subat 1994 ve 4 Mayıs 1994 tarihlerinde eski Madde 25
kapsamında Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Komisyon’a sunulmus olan basvuruya
(No. 23462/94) dayanmaktadır.
Komisyonun talebi Sözlesme’nin eski 44. ve 48. Maddelerine ve Türkiye
tarafından mahkemenin zorunlu yetkisinin tanındığı bildirgeye (Eski 46. Madde)
dayanmaktadır. Talebin amacı, dava esaslarının, davalı Devlet tarafından
Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrası, 10. Maddesi ve 18. Maddesi kapsamındaki
yükümlülüklerin ihlalini ortaya koyup koymadığına iliskin bir kararın verilmesidir.
2. Mahkeme’nin Eski A[2] Đçtüzüğünün 33. Maddesinin 3. Fıkrasının (d) bendi
uyarınca yapılmıs olan sorusturmaya cevaben basvuranlar, adli takibata katılmak
istediklerini belirtmis ve kendilerini temsil etmek üzere bir avukat tayin etmislerdir
(Đçtüzük 30. madde). Ardından o zamanki Mahkeme baskanı Sn. R. Bernhardt
tarafından anılan avukata yazılı prosedürde Türkçe dilini kullanma izni verilmistir.
(Đçtüzük 27. madde 3. fıkra). Daha sonra ise yeni Mahkeme Baskanı Sn. L.
Wildhaber tarafından anılan avukata sözlü prosedürde Türkçe dilini kullanma izni
verilmistir (Đçtüzük 36. madde 5. fıkra).
3. 11 nolu Protokolün yürürlüğe girmesinden önce meydana gelebilecek usul
hususlarına iliskin islemleri yürütmek üzere kurulmus olan (Sözlesme’nin 43.
Maddesi ve eski Đçtüzük 21. madde) Dairenin Baskanı Sn. Bernhardt, Sekreter
aracılığıyla hareket ederek, Türkiye Cumhuriyeti (“Hükümet”) Temsilcisi,
basvuranların avukatı ve Komisyon Delegesinden yazılı prosedürün organizasyonu
hakkındaki görüslerini bildirmelerini istemistir. Bunun sonucunda gönderilen talebe
iliskin olarak Sekreter, Hükümetin görüslerini 16 Eylül ve basvuranların görüslerini
13 Ekim 1998 tarihlerinde almıstır. 29 Eylül 1998 tarihinde Hükümet, Sekreterya’ya
görüslerini destelemek amacıyla ek bilgi göndermistir ve 14 Ekim 1998 tarihinde
basvuranlar adil tazmin taleplerine iliskin görüslerini sunmuslardır.
* Dısisleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî Đsler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmis olup,
gayrıresmî tercümedir.
26 Subat 1999 tarihinde ilk basvuran, Sn. Sürek, adil tazmin talebine iliskin
detayları sunmustur. 1 Mart 1999 tarihinde ise Hükümet, her iki basvuranın adil
tazmin taleplerine iliskin görüslerini sunmustur.
4. 11 Nolu Protokolün 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra ve
anılan Protokolün 5. Maddesinin 5. Fıkrası uyarınca dava Büyük Daireye
sunulmustur. 22 Ekim 1998 tarihinde Sn. Wildhaber adaletin doğru sekilde tecelli
edebilmesi için, mevcut dava ile Türkiye aleyhinde diğer on iki dava olan Karatas -
Türkiye (Basvuru no. 23168/94); Arslan - Türkiye (no. 23462/94); Polat - Türkiye
(no. 23500/94); Ceylan - Türkiye (no. 23556/94); Okçuoğlu - Türkiye (no.
24146/94); Gerger - Türkiye (no.
24919/94); Erdoğdu ve Đnce - Türkiye (no. 25067/94 ve 25068/94); Sürek -
Türkiye No. 1 (no. 26682/95); Baskaya ve Okçuoğlu - Türkiye (no. 23536/94 ve
24408/94); Sürek - Türkiye No. 2 (no. 24122/94); Sürek - Türkiye No. 3 (no.
24735/94) ve Sürek - Türkiye No. 4 (no. 24762/94) davalarının birlestirilmesine
karar vermistir.
5. Bu amaca yönelik olarak olusturulan Heyet, Türkiye adına re’sen seçilen Sn.
R. Türmen’i (Sözlesmenin 27. Maddesinin 2. Fıkrası ve Mahkeme Đçtüzüğünün 24.
Maddesinin 4. Fıkrası), Mahkeme Baskanı Sn. Wildhaber, Mahkeme Baskan
Yardımcısı Sn. E. Palm ve Bölümlerin Baskan Yardımcıları Sn. J.-P. Costa ve Sn.
M. Fischbach (Sözlesmenin 27. Maddesinin 3. Fıkrası ve Đçtüzüğün 24. Maddesinin
3 ve 5 (a) Fıkrası) katılımı ile olusmustur. Heyetin tamamlanması için atanan diğer
üyeler: Sn. A. Pastor Ridruejo, Sn. G. Bonello, Sn. J. Makarczyk, Sn. P. Kuris, Sn.
F. Tulkens, Sn. V. Straznicka, Sn. V. Butkevych, Sn. J. Casadevall, Sn. H.S. Greve,
Sn. A. B. Baka, Sn. R. Maruste ve Sn. S. Botoucharova (Đçtüzüğün 24. Maddesinin
3. Fıkrası ve 100. Maddesinin 4. fıkrası).
19 Kasım 1998 tarihinde Sn. Wildhaber Đçtüzüğün 28. Maddesinin 4. Fıkrası
uyarınca Heyet tarafından verilen Oğur - Türkiye kararı ile ilgili olarak davadan
çekilen Sn. Türmen’i durusmaya katılmaktan muaf tutmustur. 16 Aralık 1998
tarihinde Hükümet ad hoc hakim olarak Sn. F. Gölcüklü’nün atandığını
Sekreterya’ya bildirmistir (29. Maddenin 1. Fıkrası).
Ardından davanın ileri asamalarına katılamayacak olan Sn. Bootucharova’nın
yerine Sn. K. Traja atanmıstır (Đçtüzüğün 24. Maddesinin 5. Fıkrasının (b) bendi).
6. Mahkeme’nin daveti üzerine (Đçtüzük 99. madde) Komisyon, heyet nezdindeki
takibata katılmak üzere üyelerinden biri olan Sn. D. Svaby’yi atamıstır. Ardından
Komisyon Sekreterya’ya sözlü prosedürde temsil edilmeyeceğini bildirmistir. 16
Subat 1999 tarihinde Delege Sekreterya’ya davaya iliskin yazılı savunmasını
sunmustur.
7. Baskanın kararına uygun olarak durusma 3 Mart 1999 tarihinde Sürek -
Türkiye No. 2 davası ile birlikte Strazburg Đnsan Hakları Mahkemesinde
gerçeklestirilmistir. Mahkeme durusma öncesinde bir hazırlık toplantısı yapmıstır.
Mahkeme huzurunda bulunanlar:
(a) Hükümet adına
Sn. D. TEZCAN, Ajan,
Sn. D. AKÇAY, Ajan yardımcıları,
Sn. B. ÇALISKAN,
Sn. G. AKYÜZ,
Sn. A. GÜNYAKTI,
Sn. F. POLAT,
Sn. A. EMÜLER,
Sn. I. BATMAZ KEREMOĞLU,
Sn. B. YILDIZ,
Sn. Y. ÖZBEK, Danısmanlar;
(b) basvuranlar adına
Sn. S. MUTLU, Đstanbul Barosundan, Avukat.
Mahkeme, Sn. Mutlu’nun ve Sn. Tezcan’ın beyanlarını dinlemistir
DAVA ESASLARI
I. DAVA ĐLE ĐLGĐLĐ OLAYLAR
A. Basvuranlar
8. Đlgili tarihte birinci basvuran, Sn. Kamil Tekin Sürek, Đstanbul’da Haberde
Yorumda Gerçek isimli haftalık bir dergiyi yayınlayan, Türk kökenli sınırlı sorumlu
bir sirket olan Deniz Basın Yayın Sanayi ve Ticaret Organizasyon’un baslıca hisse
sahiplerinden biridir. Diğer basvuran, Sn. Yücel Özdemir, derginin yazı isleri
müdürüdür.
B. Dava Konusu Makaleler
9. Derginin 31 Mayıs 1992 ve 7 Haziran 1992 tarihli sayılarında, yasadısı bir
örgüt olan Kürdistan Đsçi Partisi’nin (“PKK”) bir lideri ile yapılan bir röportaj, iki
bölüm halinde yayınlanmıstır. 31 Mayıs 1993 baskısında dört sosyalist teskilatın
müsterek bildirgesi yayınlanmıstır.
10. Bu yayınların ilgili bölümleri asağıda verilmistir (tercüme):
1. PKK’nın ikinci baskanı Sn. C.B. ile yapılan ropörtaj (1. Bölüm)
“Soru: [Seçimler] tehlike arzediyordan kastınız nedir?
Cevap: ABD: “Kürtlere baskı uygulanıyor. Saddam onları öldürüyor. Biz
Kürleri Saddam’ın katliamlarına karsı koruyoruz. Onların hayatta kalması bizim
güvencemiz altındadır” diyor. Ancak bunun büyük bir sahtekarlık olduğu barizdir.
Đddia ettikleri sekilde Kürtleri katliama karsı koruyor olsalardı, onları Türk
Devletine karsı da korurlardı. Çünkü, Kuzeyde bizim halkımıza karsı Türk Devleti
tarafından yapılan katliamlar, Saddam’ınkiler kadar korkunç. Aslında
Saddam’ınkilerden daha kötü uygulamalar bile var. Bu nedenle, ABD aynı seyi
Türkiye’ye karsı da yapmalıdır. Çifte standart herkes tarafından görülecek kadar
açıktır. ABD Saddam’a karsı harekete geçiyor, ancak Türkiye’nin Kuzey ve
Güneydeki Kürt halklarına karsı yaptığı katliamları destekliyor. Buna iliskin birçok
emare mevcuttur ve halkımız da bunun bilincindedir. Seçimlerdeki hedefi, hem
desteklemek istedikleri teskilatlar üzerinden Güneydeki olumlu gelismeleri
sınırlandırmak, hem de genel olarak Kürdistan’da gelismekte olan bağımsızlık ve
özgürlük mücadelesinin önünü tıkamaktır. Tüm Kürt hareketlerini, halen
kendilerinin [ABD] kontrolünde bulunan o iki teskilatın kontrolü altına almak
istiyorlar. Bu nedenle de Kürt halkı için tehlike arz ediyorlar.
Soru: Güney Kürdistan’da bir parlamento kurulur kurulmaz kanunlar
yürürlüğe girecektir. Bir yandan Türkiye ve Irak gibi komsular ile ve diğer yandan
ABD ile anlasmalar imzalanacaktır. Türkiye’nin bu ülkelerden tek bir talebi olabilir,
o da PKK’nın hariç tutulması. Kürt partileri anılan bir ortam içinde yer alırlarsa,
PKK’nın tutumu ne olur?
Cevap: Türkiye ve/veya emperyalizmin, halkımızı ulusal kimlik ve
mücadelesinden caydırmak niyetinde olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak bir ulus
olarak kimliğimizi elde etmek istiyoruz ve bizim baba topraklarımız var. Savasımız
bunun içindir. Bizleri topraklarımızdan söküp atmak istiyorlar; bizleri yok etmek
veya bizleri değismeye zorlamak istiyorlar. Ama biz kendi topraklarımızda barıs
içinde yasamak için savasıyoruz. ABD veya Türkiye veya Kürt kimliği adına
hareket etmekte olduğunu söyleyen herhangi bir baska güç, ülkemizin herhangi bir
bölümünden bizi zorla çıkarmaya çalısırsa, bulunduğumuz yerde kalmak için
mücadele ederiz. Su anda da mücadelemizin amacı budur. Türk Devleti bizleri
topraklarımızdan atmak istiyor. Đnsanları köylerinden sürüyor. Kürdistan’ın
tamamen bosaltılmasını istiyor. Ama biz direniyoruz. Kimse bize çıkmamızı
söyleyemez veya isteyemez. Biz baskalarının topraklarında değiliz; kendi
topraklarımızdayız. Kimse bizden topraklarımızdan ayrılmamızı isteyemez. Kuzey
ve Güney diye bir ayrım yapmıyoruz; bizler Kürdistan’dayız. Bizler halkımızın
arasındayız. Topraklarımızdan ayrılmamızı istiyorlarsa, bunu asla kabul
etmeyeceğimizi bilmeliler. Bizler her seyini kaybetmis bir halkız ve
kaybettiklerimizi geri kazanmak için çarpısıyoruz. Bizim hareketimizin amacı bu.
Kaybedecek bir seyimiz yok. Kimsenin karsısında ezilmeyiz ve kimseden
korkmuyoruz. Kaybedebileceğimiz tek sey köleliğimizdir. Bu nedenle korkusuzca
hareket ediyoruz.
Soru: Türk Devlet televizyonlarında Kürtçe programların
yayınlanmasının PKK’ya ödün verme seklinde yorumlanacağı söylenmektedir. Bu
doğru olabilir mi? Ayrıca PKK’nın bir TV kanalı kuracağı söylenmektedir. Bu
doğru mudur?
Cevap: PKK’nın televizyon yayınına baslayacağı doğru değildir. Bu tür
tesislerimiz yok. Uydu veya baska bir kanal üzerinden televizyon yayıncılığı
PKK’nın isi değildir. Türkiye’de Kürt televizyonu konusunu Turgut Özal ABD
ziyaretinde gündeme getirmistir. Tartısılan husus budur. Halkın küçük bir
çoğunluğu Özal’ın haklı olduğunu söylüyor, ancak büyük bir kısmı ise buna
karsıdır. Kürt TV’nunu önerenler bunu kasıtlı olarak yapıyor. Hedef, sözde kitlelerin
etkilenmesi ve kazanılması ve böylece PKK’nın dıslanmasıdır. Fikir budur. Ama,
Kürt TV, gerçeklesse dahi, bu onların isine yaramayacaktır. Bu yüzden buna
karsılar. Kürt TV’unu kurmak isteyenlerin amacı PKK’yı dıslamaktır. Çünkü,
“Kendi dillerine sahip olan bir halk mevcuttur ve onların dilinde yayın yapmalıyız.
O halka saygı duymalıyız. Đnsanların dillerinin yasaklanması yanlıstır, bu aynı
zamanda Türk halkına da zarar verir.” seklinde bir düsünce yoktur. Durum bunun
aksinedir. Tartısmalar gerçek amaçlarını ortaya koymustur: “PKK’nın etkisini nasıl
silebiliriz? PKK’yı nasıl yalnız bıraktırabiliriz? Kürt halkının gözlerini nasıl
bağlayabiliriz?”. Bu taktiksel bir yaklasımdır. Bu bir oyundur. Ancak ne adım
atarlarsa atsınlar, PKK’nın lehine çalısacaklardır. Türk Devleti simdi Kürdistan’ı
kaybetmistir. Bu bir gerçektir. Bundan sonra Devletin Kürdistan’da yapacağı
herhangi bir hareket, PKK’nın lehine ve Türk Devletinin aleyhine çevrilecektir ... .
Türk basınının ilkeleri yoktur. Bu ahlaksız basın ile iletisimde bulunmakta
herhangi bir fayda olmadığını düsünüyoruz. Basın ile herhangi bir temasta
bulunmamaktan kaçınmakla kalmayacağız; basının Kürdistan’a girisini engellemek
için çaba harcayacağız.
Soru: Uludere saldırısında farklı bir taktik uygulanmıstı. Önceleri,
saldırılar geceleri düzenleniyordu. Ama bu kez, saldırı gündüz gerçeklestirildi ve
çarpısma gün boyunca sürdü. Bunun gerillalar için daha fazla risk tasıdığı
söylenmektedir. Bunun nedeni neydi?
Cevap: Dedikleri doğrudur. Mücadelemiz belli bir düzeye ulasmıstır. Bu
düzeye uygun taktiklerin gelistirilmesi gereklidir çünkü daha düsük taktiklerle
savasmak bir hatadır. Savasta ilerleme, halen ulasılmıs olan harp düzeyinde
taktiklerin kullanımı ile elde edilebilir. Hareketin planlanma nedeni budur. Fikir,
sabah saldırmak ve yerimizi korumak ve gün boyunca çarpısmayı sürdürmekti - ve
sonunda basarılı da oldu. Bu bir deneydi. Bizim görüs açımızdan, bundan
çıkarılması gereken sonuçlar mevcuttur. Durumu inceliyoruz. Gelecekte
yapacağımız eylemlerde bundan faydalanacağız.”
2. PKK’nın ikinci baskanı Sn. C.B. ile yapılan ropörtaj (2. Bölüm)
“Soru: Faili meçhul kisilerce Kürdistan’da düzenlenen suikastlar ve
Hizbullah’ın üzerine aldığı eylemler hakkındaki düsünceleriniz nelerdir?
Cevap: Hizbullah olarak bilinen bir örgütün olduğu doğru. Fakat güçsüz bir
örgüt. Söylenildiği gibi, katliamlar düzenleyen örgüt Hizbullah değil. Örgüt güçsüz
olduğu için, Türkiye Cumhuriyeti örgüt mensuplarını çoğu yerde yakaladı. Bir çok
katliam bu örgütün adı altında yürütülüyor ancak aslında bu cinayetlerin hepsi
Türkiye Devleti tarafından isleniyor. Bunu Hizbullah üyelerine anlatıyoruz: ‘Eğer
gerçekten Müslümansanız, sunu bilmelisiniz ki, Đslam dini baskının ve adaletsizliğin
karsısındadır, doğru ve adil olanın yanındadır. ‘Türkiye Devletinin baskıcı olduğu ve
çok sayıda katliam ve insanlık dısı eylem gerçeklestirdiği herkes tarafından
bilinmektedir. Hizbullah bu eylemlere karsı çıkanlara saygı göstermelidir. Bu
eylemlere karsı savasmak istiyorlarsa diğer örgütlerle güçlerini birlestirmelidirler.
Onlardan istediğimiz sadece budur. Birlikleri arasına sızan kontr-gerillaları
püskürtmeleri gerektiği konusunda onları dostça uyarıyoruz. Bunu yapmazlarsa çok
fazla üzülecekler. Su ana kadar ciddi olarak bir tepki vermedik, sadece onları
uyardık. Bu olayların Türkiye Devletine hizmet ettiğini söyledik onlara ve belirli
kesimlerden olumlu yanıtlar aldık. Hizbullahçıların veya Müslümanların bu tür
eylemlere katılmadıklarını ve bu eylemlerin Hizbullahçılar tarafından
gerçeklestirilmediğini söylediler. Bu olumlu bir gelisme. Ancak, Türkiye Devleti,
Hizbullah adı altında çesitli yerlerde katliamlarına hala devam ediyor......
Soru: Bundan sonra mücadeleniz hangi sınırlar içerisinde devam edecek?
Cevap: Etkileri kesin olarak belirlenmis olmasa da, iklim kosulları savası etkiler.
1991-92 kısı oldukça sertti; bu da bizim hareketlerimizi ve mücadele kapasitemizi
etkiledi, hem bizim açımızdan hem de Türkiye Devleti açısından ciddi problemler
yarattı. Ancak onların teknoloji avantajları var ve bunu sonuna kadar kullandılar.
Tabii, bir islerine yaramadı bu. Geçen kıs bizi öldürücü darbelere maruz bırakmaya
çalıstılar. Bizi yıkacaklarını ve ilkbahara kadar püskürtmeyi basaracaklarını
düsündüler. Ancak istediklerini elde edemediler. Sert kıs kosullarından dolayı
hareket kapasitemiz azaldı ve bunun bir sonucu olarak da geçen yıllarla
kıyaslandığında adımlarımızı daha geç atabildik. Fakat yavas yavas mevsim normale
dönüyor. Çoğu yerde, hala yerde kar var. Ancak bu bizim için fazla engel
olusturmuyor. 1992 yılı diğer yıllarla karsılastırıldığında daha farklı bir yıl olacak,
ama hiç bir zaman sunu söylemiyoruz: ‘Silahlı mücadelemizi artıralım ve daha genis
alanlara yayalım’. Eğer savasa devam ediyorsak, bunu yapmamız gerektiği içindir.
Farklı bir yasam ve gelisme için yapabileceğimiz baska bir sey yok. Bizim için tüm
yollar kapandı. Savası sürdürüyoruz, çünkü bunu yapmaya zorlandık. Savasın
büyüyüp büyümemesi Türkiye Devleti’nin tavrına bağlı. Devlet savası daha da
körüklüyor. Bu yüzden de savası bu noktaya kadar getirdik. Savas daha da
büyüyecek. PKK’dan önce, Kürdistan’a karsı tek taraflı bir savas vardı. Son birkaç
yıldır bu savas iki taraflı oldu. Eskiden, Türkiye sürdürdüğü savasın sonunda istediği
her seyi elde ediyordu ve bunun sonucunda da Kürdistan halkı hızla ortadan
kalkıyordu. Ancak artık Kürt halkı ‘Dur!’ demeye basladı. Yok olmamak için
direnmeye basladılar. Savası baslatan devletti, savasın sona ermesi de devlete bağlı
olacak. Savası biz baslatmadık. Biz sadece bize karsı sürdürülen bir yok etme
savasında savunmaya geçtik. Türkiye, Kürdistan halkının isteklerini kabul
etmedikçe bu savas devam edecek: geriye tek bir adım bile atılmayacak. Bizim
tarafımızda tek bir kisi kalana kadar bu savas sürecek ...
Bazı bölgelerde Devletin sömürgeci otoritesi tamamen yok oldu ... Savası idare
edenler olarak, halkımızın herkes tarafından bilinen isteklerinin resmi olarak dile
getirilmesini bekliyoruz. Bütün amacımız bu. Bu hedefe, Devletin egemenliğini
çesitli sekillerde ve yollarda zayıflatarak, çesitli yerlerde popüler bir rejim kurarak
ya da diğer bölgelerde ikinci bir rejim olusturarak ulasabiliriz. Đste bu halkımızın ve
bizim gücümüz. …
PKK her türlü problemle karsılasabilir, tüm bu sorunları çözer. Türkiye’ye hiç bir
soru sormuyoruz. Onlarla konusmuyoruz. Herkes ERNK Komitesiyle ya da bu
komitenin yerel görevlileriyle konusuyor. ERNK’nın yetkili olduğu düsünülüyor. Su
an için bizler halk temsilcilerimizi seçiyoruz.”
3. “Güçleri birlestirme” çağrısı – TDKP, TKEP, TKKKÖ ve TKP-ML
Hareketi’nin Ortak Bildirisi
“Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP), Türkiye Komünist Emek Partisi
(TKEP), Türkiye Kuzey Kürdistan Kurtulus Örgütü (TKKKÖ) ve Türkiye Komünist
Partisi/ Marksist-Leninist Hareketi (TKP/ML Hareketi) Merkez Komiteleri, tüm
devrimcileri ve demokratları güçlerini birlestirmeye çağırmaktadır.
‘Devlet terörüne karsı, Kürt halkına yapılan baskı ve zulme karsı, katliamlara,
sokak ortasında islenen cinayetlere, isten çıkarılmalara ve issizliğe karsı birleselim;
birleselim ve adımlarımızı özgürlük, demokrasi ve sosyalizm için atalım.’ Devleti
idare edenlerin güce ve siddete basvurduğu belirtilen çağrı iste bu sekilde
baslamaktadır. Ve DYP ve SHP hükümetlerinin ‘demokratiklesme’ atılımları
saldırılarını saklamak amacıyla kullandıkları bir manevra olarak tanımlanmıstır bu
çağrıda.”
Bu bildiride su görüslere yer verilmektedir:
“Kürt ve Türk ulusunun isçileri, emekçileri ve gençleri!
Emperyalizmin ve isbirliği halinde olan yöneticilerin bize karsı yürüttüğü
saldırılara karsı gelebiliriz. Bunu basarmak için, ortak isteklerimiz çerçevesinde
güçlerimizi birlestirip savasa katılmalıyız. Tarihteki devrimci rolünün bilincinde
olarak, isçi sınıfı harekete geçmeli, eylemleri yönlendirmeli, sendika baskanlarına
çağrıda bulunup, eylemlerimize müdahale etmek adına olusturdukları engelleri
ortadan kaldırmalı ve savası ve eylemleri yaygınlastırmalıdır.
- Türk ordusu Kürdistan’dan çekilmelidir. Yargı sistemindeki çifte
standarda bir son verilmeli ve tüm Kürt mahkumlar serbest bırakılmalıdır.
- Türk parlamentosu, Kürdistan üzerinde kurduğu otoriteden
vazgeçmelidir. Kürt halkı kendi kaderini belirlemede özgür bırakılmalıdır, buna ayrı
bir Devlet kurulması da dahildir.
- MĐT (Milli Đstihbarat Teskilatı) ajanları, kontr-gerillalar ve özel
birlikler tarafından gerçeklestirilen sokak infazlarına ve Devlet terörizmine bir son
verilmelidir ve bu kisiler katliamların ve cinayetlerin hesabını vermelidirler.
- Dıs borçların emperyalistlere hizmet etmesine bir son verilmeli ve bu
kaynaklar isçi sınıfının çıkarları için kullanılmalıdır.
- Đsten çıkarmalar durdurulmalı ve isten çıkarılan isçilere isleri geri
verilmelidir. Sendikaların önüne koyulan tüm engeller kaldırılmalı ve kısıtlama
olmaksızın örgütlenme hakkı kabul edilmelidir.
- Ülkenin ve halkın kaynağı olan KĐT’lerin emperyalistlere satılmasını
engellemek için çesitli tedbirler alınmalıdır. Sendikaları ortadan kaldırmanın
yollarından biri olan isçi taseronluk sözlesmeleri derhal durdurulmalıdır.
- Grev yasakları kaldırılmalı ve lokavt yasaklanmalıdır. Genel grev,
siyasi grev, hak elde etmek adına yapılan grev ve sempati grevi hakları tanınmalıdır.
Toplanma özgürlüğü, gösteri özgürlüğü, düsünce özgürlüğü ve basın özgürlüğü
üzerindeki tüm yasaklar sona ermelidir.
- Devlet memurlarına iliskin 657 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmalı
ve tüm isçi sınıfına grev ve toplu sözlesme haklarıyla birlikte bir sendikaya üye
olma hakkı da verilmelidir.
- Tüm isçiler sigortalı olmalıdır; tüm isçilere issizlik sigortası
yapılmalıdır ve herkese ücretsiz sağlık hizmetleri verilmelidir.
- Çalısma hayatında ve toplumsal hayatta hüküm süren cinsiyete dayalı
ayrımcılığa ve çalısan kadınlara yapılan tüm baskılara bir son verilmelidir.
- YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu) kaldırılmalı ve yüksek öğrenim
gören genç insanlara üniversite yönetiminin karar alma asamasında söz hakkı
verilmelidir. Gençlerin kurdukları örgütlere karsı yürütülen tüm engellemelere son
verilmeli ve eğitim ve öğretim her düzeyde ücretsiz yapılmalıdır.
- Eğitim kurullarına tam özerlik verilmelidir; ders kitapları çağdas
ihtiyaçlara cevap vermeli ve demokratik içeriklerle yeniden yazılmalıdırlar.
- Köylü sınıfının Devlete olan tüm borçları silinmeli ve ürünlerini asgari
düzeyde fiyatlandırmalarına izin verilmelidir.”
C.Yetkililer tarafından alınan önlemler
1.Derginin toplatılması
11. 1 Haziran 1992 tarihinde, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, derginin 31
Mayıs 1992 tarihli tüm sayılarının toplatılma emrini vermistir, çünkü bu dergi
terörist örgütler tarafından sunulan bir bildiriye yer vermektedir ve bölücü
propaganda yapmaktadır.
2. Basvuranlar aleyhindeki suçlamalar
12. 16 Haziran 1992 tarihli iddianamesinde Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi Savcısı, basvuranları, PKK lideri ile yapılan bir ropörtajı ve dört terörist
örgütün sunduğu bildiriyi yayınlayarak Devletin bölünmezliğine karsı propaganda
yapmakla suçlamıstır. Suçlamalar, 1991 tarihli Terörle Mücadele Kanunu’nun
(bundan böyle “1991 tarihli kanun” olarak anılacaktır: bkz. asağıdaki 23. paragraf)
6. ve 8. Maddeleri kapsamında yapılmıstır.
13. 30 Haziran 1992 tarihli bir diğer iddianamede, basvuranlar Devletin
bölünmezliğine karsı propaganda yaparak 7 Haziran 1992 tarihli sayıda yer alan
ropörtajın ikinci bölümünü yayınlamakla suçlanmıslardır. Suçlamalar 1991 tarihli
kanunun 8. Maddesi kapsamında yapılmıstır.
14. 4 Subat 1993 tarihinde suç teskil eden makalelerin iki bölüm olarak
yayınlanan tek bir ropörtaj olarak değerlendirilmesiyle cezai takibatlar
birlestirilmistir.
3. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi huzurunda yapılan takibatlar
15. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi huzurunda yapılan takibatta,
basvuranlar suçlamaları reddetmistir. Ropörtajı, gazetecilik ve basın özgürlüğü
çerçevesinde, halka bilgi sunmak amacıyla yayınladıklarını iddia etmislerdir.
Düsünce özgürlüğüne iliskin olarak, ilk basvuran Sözlesme’ye ve Komisyon ile
Mahkemenin emsal davalarına değinmistir. Demokratik bir toplumda rahatsız edici
görüsleri de içeren bir çoğulculuğun olması gerektiğini ifade etmistir. 1991 tarihli
kanunun 6. ve 8. Maddelerindeki hükümlerin Türk Anayasası’nı ve Komisyon ve
Mahkeme’nin emsal davalarında altı çizilen kriterleri ihlal eden hükümler içerdiğini
belirtmistir.
4. Basvuranların mahkumiyeti
16. 27 Mayıs 1993 tarihli kararında, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi
basvuranları 1991 Tarihli Kanunun 6. ve 8. Maddeleri uyarınca suçlu bulmustur. Đlk
basvuran önce 6. Madde uyarınca 100.000.000 Türk Lirası para cezasına, daha sonra
da 8. Madde uyarınca 200.000.000 Türk Lirası para cezasına çarptırılmıstır. Đkinci
basvuran, önce 6. Madde uyarınca 50.000.000 Türk Lirası para cezasına, daha sonra
ise 8. Madde uyarınca altı ay hapis cezasına ve 100.000.000 Türk Lirası para
cezasına çarptırılmıstır.
17. Mahkeme, kararında PKK lideri ile yapılan ropörtajın bir gazete yorumu
seklinde yayınlandığını belirtmistir. Ayrıca ropörtaj yapılan kisi, Türkiye Devleti
topraklarında yer alan bir bölge için “Kürdistan” ifadesini kullanmıs, Kürt kökenli
Türk vatandaslarının ayrı bir toplum olduklarını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt
halkını köylerinden uzaklastırdığını ve onları katlettiğini ifade etmistir. Mahkeme
ropörtaj yapılan kisinin Kürt terörist eylemlerini yücelttiğini ve Kürtlerin ayrı bir
Devlet kurmaları gerektiğini iddia ettiğini belirtmistir. Tüm bu hususlar
çerçevesinde, Mahkeme ropörtajın, bir bütün olarak, Devletin bölünmezliğine karsı
propaganda yaptığı sonucuna varmıstır. Mahkeme, ayrıca, derginin diğer bir
sayfasında Terörist örgütlere ait bir bildirinin yer aldığını ve bu bildirinin
yayınlanmasının da 1991 tarihli kanunun 6. maddesi uyarınca ayrı bir suç teskil
ettiğini ifade etmistir.
5. Basvuranların mahkumiyeti temyiz etmesi
18. Basvuranlar mahkumiyet kararını temyiz etmislerdir. Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi huzurunda yaptıkları savunmalara ek olarak, basvuranların kanuni temsilisi,
demokratik bir toplumda fikirlerin özgürce ifade edilmesi ve tartısılması gerektiğini
vurgulamıstır. PKK liderleriyle yapılan ropörtajların diğer gazete ve dergilerde
yayınlanmasına iliskin olarak herhangi bir takibatın baslatılmadığına dikkat çekerek,
basvuranların temsilcisi, basvuranların suç teskil eden ropörtajı yayınlamalarından ötürü
değil, Marksist bir dergi yayınlamalarından ötürü suçlu bulunduklarını iddia etmistir.
19. 4 Kasım 1993 tarihinde, Yargıtay basvuruyu reddetmistir. Đstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesi’nin kararını ve delil tespitini onamıstır.
6. Müteakip takibat
20. 27 Ekim 1995 tarih ve 4126 sayılı Kanun ile 1991 Kanununda yapılan
değisiklikler (bkz. asağıdaki 24. paragraf) sonrasında, Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi basvuranların davalarını re’sen yeniden incelemeye almıstır. Mahkeme,
önceden verilen hapis cezasını onaylamıstır.
II. ĐLGĐLĐ ĐÇ HUKUK
A. Ceza Kanunu
21. Ceza Kanununun ilgili maddeleri su sekildedir:
1. Ceza Kanunu (765 Sayılı Kanun)
2. Madde, 2. Fıkra
“Bir cürüm veya kabahatin islendiği zamanın kanunu ile sonradan nesir
olunan kanunun hükümleri birbirinden farklı ise failin lehinde olan kanun tatbik ve
infaz olunur.”
Madde 19
“Ağır para cezası, hakim tarafından karar verilmek üzere yirmi bin
liradan yüz milyon liraya kadar tayin olunacak bir paranın Devlet hazinesine
ödenmesinden ibarettir...”
36. Madde, 1. Fıkra
“Mahkumiyet halinde cürüm veya kabahatte kullanılan veya kullanılmak
üzere hazırlanan esya mahkemece zabıt ve müsadere olunur …”
Madde 142
(12 Nisan 1991[3] tarih ve 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile yürürlükten
kaldırılmıstır)
“Yıkıcı propaganda
1. Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis
etmek veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak yahut memleket içinde müesses
iktisadi veya sosyal temel nizamlardan her hangi birini devirmek veya devlet siyasi
ve hukuki nizamlarını topyekün yok etmek için her ne suretle olursa olsun
propaganda yapan kimse bes yıldan on yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.
2. Cumhuriyetçiliğe aykırı veya demokrasi prensiplerine aykırı olarak
Devletin tek bir fert veyahut bir zümre tarafından idare edilmesi için her ne suretle
olursa olsun propaganda yapan kimse bes yıldan on yıla kadar ağır hapis cezası ile
cezalandırılır.
3. Anayasanın tanıdığı kamu haklarını ırk mülahazasıyla kısmen veya
tamamen kaldırmayı hedef tutan veya milli duyguları yok etmek veya zayıflatmak
için her ne suretle olursa olsun propaganda yapan kimse bes yıldan on yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
…”
311. Madde, 2. Fıkra
“Bir suçun islenmesini aleni olarak tahrik
Tahrik, her türlü kitle haberlesme araçları, ses kayıt bantları, plak, film,
gazete, mecmua ile veya sair basın aletleriyle veya elle yazılıp çoğaltılarak
yayınlanan veya dağıtılan yazılar ile ya da umumi yerlerde levha ve ilan asmak
suretiyle olursa, yukarıdaki bentler uyarınca suçlu hakkında tayin olunacak ağır
hapis ve hapis cezaları bir misli artırılır…”
312. Madde[4]
“Kanunun cürüm saydığı bir fiili açıkça öven veya iyi gördüğünü
söyleyen veya halkı kanuna itaatsizliğe tahrik eden kimse altı aydan iki yıla kadar
hapis ve iki bin liradan on bin liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur.
Halkı; sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve
düsmanlığa açıkça tahrik eden kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis ve üç bin liradan
on iki bin liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu tahrik umumun emniyeti
için tehlikeli olabilecek bir sekilde yapıldığı takdirde faile verilecek ceza üçte birden
yarıya kadar artırılır.
Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları 311'inci maddenin ikinci fıkrasında
sayılan vasıtalarla isleyenlere verilecek cezalar bir misli artırılır”
2. Basın Kanunu ( 15 Temmuz 1950 Tarih ve 5680 Sayılı Kanun)
22. 1950 Tarihli Basın Kanunu’nun ilgili hükümleri söyledir:
3. Madde
“Gazetelere, haber ajansları nesriyatına ve belli aralıklarla
yayınlanan diğer bütün basılmıs eserlere bu Kanunda "mevkute" denir.
Basılmıs eserlerin herkesin görebileceği veya girebileceği yerlerde
gösterilmesi veya asılması veya dağıtılması veya dinletilmesi veya satılması veya
satısa arzı ‘nesir’ sayılır.
Fiilin ayrıca suç teskil etmesi hali müstesna olmak üzere, basın suçu
nesir ile vücut bulur.”
Ek Madde 4(1)
“Ek birinci madde gereğince dağıtımın tedbir yoluyla mahkeme
kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcılığının
verdiği karar … suretiyle önlendiği … hallerde, kanunun asıl suçlar için öngördüğü
cezaların üçte biri hükmolunur.”
3. Terörle Mücadele Kanunu (12 Nisan 1991 Tarih ve 3713 Sayılı Kanun)[5]
23. 1991 Tarihli Terörle Mücadele Kanunu’nun ilgili hükümleri su sekildedir:
6. Madde
“Đsim ve kimlik belirterek veya belirtmeyerek kime yönelik olduğunun
anlasılmasını sağlayacak surette kisilere karsı terör örgütleri tarafından suç
isleneceğini veya terörle mücadelede görev almıs kamu görevlilerinin hüviyetlerini
açıklayanlar veya yayınlayanlar veya bu yolla kisileri hedef gösterenler bes milyon
liradan on milyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.
Terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bes
milyon liradan on milyon liraya kadar ağır para cezası verilir.
…
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiillerin 5680 sayılı Basın Kanununun 3’üncü
maddesindeki mevkuteler vasıtasıyla islenmesi halinde, ayrıca sahiplerine de;
mevkute bir aydan az süreli ise bir önceki ay ortalama fiili satıs miktarının, aylık
veya bir aydan fazla süreli ise bir önceki fiili satıs miktarının, mevkute niteliğinde
bulunmayan basılı eserler ile yeni yayına giren mevkuteler hakkında ise, en yüksek
tirajlı günlük mevkutenin bir önceki ay ortalama satıs tutarının[6] yüzde doksanı
kadar ağır para cezası verilir. Ancak, bu ceza elli milyon liradan az olamaz. Bu
mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek cezanın yarısı uygulanır.”
8. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değistirilmeden önceki hali)
“Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve
yürüyüs kullanılan yöntem veya amaca bakılmaksızın, yapılamaz. Yapanlar
hakkında iki yıldan bes yıla kadar hapis ve elli milyon liradan yüz milyon liraya
kadar ağır para cezası hükmolunur.
Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun 5680 sayılı Basın
Kanununun 3 üncü maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtası ile islenmesi halinde,
ayrıca sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay ortalama satıs
miktarının veya suçun mevkuteler haricinde basılı malzemeleri içermesi veya
mevkutenin yeni açılmıs olması durumunda en büyük tiraja sahip olan günlük
gazetenin bir önceki ay ortalama satıs miktarının[7] yüzde doksanı kadar ağır para
cezası verilir. Ancak, bu para cezaları yüz milyon liradan az olamaz. Bu
mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek para cezasının yarısı
uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası hükmolunur.”
8. Madde
(27 Ekim 1995 tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değisik)
“Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve
yürüyüs yapılamaz. Yapanlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yüz milyon
liradan üç yüz milyon liraya kadar ağır para cezası hükmolunur. Bu suçun
mükerreren islenmesi halinde, verilecek cezalar paraya çevrilemez.
Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun 5680 sayılı Basın
Kanununun 3 üncü maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtası ile islenmesi halinde,
ayrıca sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay ortalama satıs
miktarının yüzde doksanı kadar ağır para cezası verilir. Ancak, bu para cezaları yüz
milyon liradan az olamaz. Bu mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine
verilecek para cezasının yarısı uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası
hükmolunur.
Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun ikinci fıkrada yazılı
mevkuteler dısında basılı eser ve sair kitle iletisim araçları ile islenmesi halinde,
sorumluları ve ayrıca kitle iletisim araçları sahipleri hakkında altı aydan iki yıla
kadar hapis, yüz milyon liradan üç yüz milyon liraya kadar ağır para cezası
hükmolunur…
…”
13. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değistirilmeden önceki hali)
“Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı verilen cezalar, para cezasına veya
tedbirlerden birine çevrilemez ve ertelenemez.”
13. Madde
(27 Ekim 1995 Tarih ve 4126 Sayılı Kanun ile değisik)
“Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı verilen cezalar, para
cezasına veya tedbirlerden birine çevrilemez ve ertelenemez.
Ancak bu madde hükmü, 8’inci madde uyarınca verilen mahkumiyet
kararları için uygulanmaz[8].”
17. Madde
“Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanlardan, … sahsi
hürriyeti bağlayıcı cezalara mahkum edilmis olanlar hükümlülük süresinin 3/4'ünü
çekmis olup da iyi halli hükümlü niteliğinde bulundukları takdirde talepleri
olmaksızın sartla salıverilirler.
…
Bu hükümlüler hakkında, 647 sayılı Cezaların Đnfazı Hakkında Kanunun
19[9] uncu maddesinin bir ve ikinci fıkraları … hükümleri uygulanmaz.”
4. 3713 Sayılı Kanun’un 8. ve 13. Maddelerini değistiren 27 Ekim 1995 tarih ve
4126 Sayılı Kanun
24. 27 Ekim 1995 tarih ve 4126 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra
1991 Tarihli Terörle Mücadele Kanunu’nda asağıdaki değisiklikler yapılmıstır:
2. Maddeye iliskin geçici hükümler
“Mevcut Kanunun yürürlüğe girmesi üzerine, kararı veren mahkeme Terörle
Mücadele Kanununun (3713 Sayılı Kanun) 8. Maddesi uyarınca mahkum edilmis
olan sahsın davasını yeniden inceleyecek ve … 3713 Sayılı Kanunun 8. Maddesinde
yapılan değisikliğe uygun olarak anılan sahsa verilmis olan hapis cezasını yeniden
değerlendirecek ve 13 Temmuz 1965 tarih ve 647 Sayılı kanunun 4[10] ve 6[11].
maddelerinden faydalanması gerekip gerekmediği konusunda karar verecektir.”
5. 12.7.1997 tarihine kadar sorumlu müdür sıfatı ile islenen suçlara iliskin dava
ve cezaların ertelenmesine dair 14 Ağustos 1997 tarih ve 4304 sayılı kanun
25. Asağıdaki hükümler Basın Kanunu kapsamındaki suçlar ile ilgilidir:
1. Madde
“12.7.1997 tarihine kadar islenmis suçlar nedeniyle 5680 sayılı Basın
Kanunu veya sair kanunlar hükümlerine göre sorumlu müdür sıfatıyla mahkum
edilmis bulunan kimselerin cezaların infazı ertelenmistir.
Halen cezalarını çekmekte bulunan sorumlu müdürler hakkında da
birinci fıkra hükmü uygulanır.
Đslenen suçlardan dolayı sorumlu müdür hakkında henüz takibata
geçilmemis veya hazırlık sorusturmasına girisilmis olmakla beraber dava açılmamıs
veya son sorusturma asamasına geçilmis olmakla beraber henüz hüküm kurulmamıs
veya verilen hüküm kesinlesmemis ise, davanın açılması veya kesin hükme
bağlanması ertelenir.”
2. Madde
“Haklarında 1. inci madde hükümleri uygulanmıs bulunan sorumlu
müdürler, ertelenme tarihinden itibaren üç yıl içerisinde islenen kasıtlı bir cürümden
dolayı sorumlu müdür sıfatıyla mahkum edildiklerinde ertelenen cezalar aynen
çektirilir.
Davanın açılması veya hükme bağlanmasının ertelenmis bulunduğu
hallerde ertelenme tarihinden itibaren üç yıllık süre içerisinde islenen kasıtlı bir suç
nedeni ile sorumlu müdür sıfatıyla mahkum olunduğunda, ertelenen suçtan dolayı
dava açılır veya ertelenmis olan davaya devam edilerek hüküm kurulur
Sorumlu müdürün infazı ertelenen mahkumiyetinden bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihe kadar çektiği kısmı, birinci fıkrada belirtilen halde çekilecek
cezaya mahsup edilir. Sartla salıverilmeye iliskin hükümler saklıdır.
Üç yıllık süre, sorumlu müdür sıfatıyla yeniden kasıtlı bir cürümden
mahkum edilmeksizin geçirildiğinde, sorumlu müdür hakkındaki 12 Temmuz 1997
öncesine iliskin mahkumiyet vaki olmamıs sayılır veya bu suçtan dolayı kamu
davası açılmaz. Açılmıs olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.”
6. Cezaların Đnfazı Hakkında Kanun (13 Temmuz 1965 tarih ve 647 Sayılı
Kanun)
26. 1965 Tarihli Cezaların Đnfaz Kanunu asağıdaki hükümleri içermektedir:
5. Madde
“Para cezası kanunda yazılı hadler arasında tayin olunacak bir miktar
paranın Devlet Hazinesine ödenmesinden ibarettir..
…
Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içerisinde para
cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararıyla bir gün on bin lira sayılmak
üzere hapsedilir.
…
Para cezası yerine çektirilen hapis cezası 3 yılı geçemez …”
19(1). Madde
“…sahsi hürriyeti bağlayıcı cezalara mahkum edilmis olanlar
hükümlülük süresinin yarısını çekmis olup da … iyi halli hükümlü niteliğinde
bulundukları takdirde, talepleri olmasa dahi sahsi sartla salıverilirler...”
7. Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu (1412 Sayılı Kanun)
27. Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu asağıdaki hükümleri içerir:
307. Madde
“Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur.
Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlıs tatbik edilmesi
kanuna muhalefettir[12].”
308. Madde
“Asağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmis sayılır.
1- Mahkemenin kanun dairesinde tesekkül etmemis olması;
2- Hakimlik vazifesine istirakten kanunen memnu olan bir hakimin
hükme istirak etmesi;
…”
B. Hükümet Tarafından Sunulan Đçtihatlar
28. Hükümet, özellikle dini hususlar (Ceza Kanunu’nun 312. Maddesi) olmak
üzere, halkı husumet ve düsmanlığa tesvik etmek veya Devletin bölünmez
bütünlüğüne karsı propaganda yapmaktan (3713 Sayılı Kanun’un 8. Maddesi, bkz.
yukarıdaki 23. paragraf) suçlanan sahıslara karsı yapılan suçlamaların geri alınması
yönündeki Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısının bazı kararlarının
suretlerini sunmustur. Suçların yayınlar vasıtasıyla islendiği davaların çoğunda,
Savcının kararına gerekçe olarak gösterilen nedenler, davaların zaman asımına tabi
olduğu, suçun bilesen unsurlarından bazılarının tespit edilememesi veya yetersiz
kanıt gibi bulguları içermistir. Diğer gerekçeler ise, söz konusu yayının dağıtılmamıs
olması, kanun dısı bir amacının olmaması, bir suçun islenmemis olması veya
sorumluların tanımlanamaması olmustur.
29. Ayrıca Hükümet, yukarıda anılan suçlardan yargılanan davalıların suçlu
bulunmadıkları davalara iliskin çesitli Devlet Güvenlik Mahkemesi kararlarını
sunmustur. Bunlar asağıda belirtilen kararlardır: 19 Kasım (no. 1996/428) ve 27
Aralık 1996 (no. 1996/519); 6 Mart (1997/33), 3 Haziran (no. 1997/102), 17 Ekim
(no. 1997/527), 24 Ekim (no. 1997/ 541) ve 23 Aralık 1997 (no. 1997/606); 21 Ocak
(no. 1998/ 8), 3 Subat (no. 1998/ 14), 19 Mart (no. 1998/56), 21 Nisan (no. 1998/
87) ve 17 Haziran 1998 (no. 1998/133).
30. Kürt sorunu ile ilgili yazarlar aleyhindeki davalar ile ilgili olarak, bu
davalarda Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kararları ‘yapılmamıs olduğu, suç
unsurlarının birinin bulunmadığı veya suç teskil eden bölümlerin nesnelliği gibi
gerekçelere dayalı olmustur.
C. Devlet Güvenlik Mahkemeleri[13]
1. Anayasa
31. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin adli organizasyonuna iliskin anayasa
hükümleri söyledir:
138. Madde, 1. ve 2. Fıkraları
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka
uygun olarak vicdani kanaatlarına göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, …, … ve kisi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye
ve telkinde bulunamaz.”
139. Madde, 1. Fıkrası
“Hakimler ve savcılar azlolunamazlar, kendileri istemedikçe Anayasada
gösterilen yastan önce emekliye ayrılamaz …”
143. Madde, 1 - 5. Fıkraları
“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik
düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine islenen ve doğrudan
doğruya devletin iç ve dis güvenliğini etkileyen suçlara bakmak üzere Devlet
Güvenlik Mahkemeleri kurulacaktır.
Devlet Güvenlik Mahkemesinde bir baskan, iki asil ve iki yedek üye ile
savcı ve yeteri kadar savcı yardımcısı bulunur.
Baskan, bir asil ve bir yedek üye ile savcı, birinci sınıfa ayrılmıs hakim
ve Cumhuriyet savcıları arasından; bir asil ve bir yedek üye, birinci sınıf askeri
hakimler arasından; savcı yardımcıları ise Cumhuriyet savcıları ve askeri hakimler
arasından özel kanunlarında gösterilen usule göre atanır.
Devlet Güvenlik Mahkemesi Baskanı, üye ve yedek üyeleriyle savcı ve
savcı yardımcıları dört yıl için atanırlar, süresi bitenler yeniden atanabilirler.
Devlet Güvenlik Mahkemeleri kararlarının temyiz mercii Yargıtay’dır.
...”
145. Madde, 4. Fıkra
“Askeri yargı
Askeri hakimlerin özlük isleri ve yükümlülükleri … mahkemelerin
bağımsızlığı, hakimlik teminatı, askerlik hizmetinin gereklerine göre kanunla
düzenlenir. Kanun, ayrıca askeri hakimlerin yargı hizmeti dısındaki askeri hizmetler
yönünden askeri hizmetlerin gereklerine göre teskilatında görevli bulundukları
komutanlık ile olan iliskilerini de gösterir...”
2. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin Kurulus ve Yargılama Usulleri Hakkındaki
2845 Sayılı Kanun[14]
32. Anayasa’nın 143. Maddesi’ne dayalı olarak, 2845 Sayılı Kanunun Devlet
Güvenlik Mahkemeleri ile ilgili hükümleri su sekildedir:
1. Madde
“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik
düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine islenen ve doğrudan
doğruya Devletin iç ve dıs güvenliğini ilgilendiren suçlara iliskin davalara bakmak
üzere … il merkezlerinde, bu illerin adlarıyla anılan Devlet güvenlik mahkemeleri
kurulmustur.”
3. Madde
“Devlet güvenlik mahkemeleri, bir baskan ile iki üyeden olusur ve ayrıca
iki yedek üye bulunur.”
5. Madde
“Devlet güvenlik mahkemesinin baskanı ve bir asıl bir yedek üyesi …
adli yargı hakimler arasından; bir asıl bir yedek üyesi birinci sınıfa ayrılmıs askeri
hakimler arasından … atanır …”
6. Madde, (2) ve (6) Fıkraları
“Askeri hakimler arasından üye,yedek üye ve Cumhuriyet savcı
yardımcılarının atanmaları, Askeri Hakimler Kanununda gösterilen usule göre
yapılır.
Bu Kanun ve diğer kanunlardaki istisnalar saklı olmak üzere Devlet
Güvenlik Mahkemeleri baskan, üye ve yedek üyeleri … muvafakatları alınmadıkça
dört yıldan önce baska bir yere veya göreve atanamazlar …
…
Devlet güvenlik mahkemelerinde görevli baskan, üye, yedek üye,
Cumhuriyet savcısı ve Cumhuriyet savcı yardımcıları hakkında kendi kanunlarına
göre yapılacak sorusturma sonunda görev yerlerinin değistirilmesine dair yetkili
kurul veya mercilerce karar verildiği takdirde, ilgili hakimin … görev yeri veya
görevi, özel kanunlarında gösterilen usule göre değistirilebilir.”
9. Madde, (1). Fıkrası, (a) Bendi
“Devlet Güvenlik Mahkemeleri asağıdaki suçlarla ilgili davalara
bakmakla görevlidir
(a) Türk Ceza Kanununun 312. Maddesinin 2. fıkrasında … yazılı suçlar,
…
(d) Anayasanın 120'nci maddesi gereğince Olağanüstü Hal Đlan Edilen
Bölgelerde, Olağanüstü Halin ilanına neden olan olaylara iliskin suçlar,
(e) Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik
düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine islenen ve doğrudan
doğruya devletin iç ve dis güvenliğini etkileyen suçlar.
…”
27. Madde, 1. Fıkra
“Devlet güvenlik mahkemesi kararlarının temyiz mercii Yargıtay’dır.”
34. Madde, 1. ve 2. Fıkra
“Devlet güvenlik mahkemelerinde göreve atanan askeri hakimlerin …
özlük islerinde, denetimlerinde, haklarında disiplin sorusturması açılması ve disiplin
cezası verilmesinde, sahsi ve görevle ilgili suçlarının sorusturma ve
kovusturulmasında bu … kendi mesleklerine ait kanunların ilgili hükümleri
uygulanır…
Askeri yargıya mensup hakimler hakkında verilecek Yargıtay notları ve
adalet müfettislerince … yapılacak sorusturmalara iliskin evrak Adalet Bakanlığına
gönderilir.”
38. Madde
“Devlet güvenlik mahkemesinin yargı çevresinin tamamını veya bir
kısmını kapsayacak sekilde sıkıyönetim ilan edilmesi halinde o yargı çevresinde
birden fazla Devlet güvenlik mahkemesi olmak kaydıyla, Devlet güvenlik
mahkemesi asağıdaki esaslara göre sıkıyönetim askeri mahkemesine
dönüstürülebilir…”
3. Askeri Hakimler Kanunu (357 Sayılı Kanun)
33. Askeri Hakimler Kanunu’nun ilgili hükümleri asağıdaki sekildedir:
Ek Madde 7
“Devlet güvenlik mahkemesi üyeliği veya yedek üyeliği … görevlerine
atanan askeri hakim subayların rütbe terfii, rütbe kıdemliliği, kademe ilerlemesi
yapmalarını sağlayacak yeterlikleri, bu Kanunun ve 926 sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri Personel Kanununun hükümleri saklı kalmak sartı ile, asağıda belirtilen
sekilde düzenlenecek sicillerle saptanır.
(a) Birinci sınıfa ayrılmıs üye ve yedek üye askeri hakimlere subay sicil
belgesi düzenlemeye ve sicil vermeye yetkili birinci sicil amiri Milli Savunma
Bakanlığı Müstesarı, ikinci sicil amiri Milli Savunma Bakanıdır.
…”
Ek Madde 8
“Devlet güvenlik mahkemelerinin askeri yargıya mensup; mahkeme
üyeleri …, Genelkurmay Personel Baskanı, Adli Müsaviri ile atanacakların mensup
olduğu Kuvvet Komutanlığının personel baskanı ile adli müsaviri ve Milli Savunma
Bakanlığı Askeri Adalet Đsleri Baskanından olusan Kurul tarafından seçilir ve
usulüne uygun olarak atanırlar…”
16. Madde, 1. ve 3. Fıkra
“Askeri hakimlerin … atanmaları bu kanun hükümleri saklı kalmak
sartıyla Silahlı Kuvvetler mensuplarının nakil ve tayinleri hakkındaki hükümler esas
alınarak Milli Savunma Bakanı ve Basbakanın müsterek kararnamesi ile
Cumhurbaskanın onayına sunulur ve Resmi Gazete ile yayınlanır…
…
Askeri hakimlik kadrolarına yapılacak atamalarda … Askeri Yargıtay
notları, müfettis raporları ve idari üstlerce düzenlenen siciller göz önünde tutularak
islem yapılır …”
18. Madde, 1. Fıkra
“Askeri hakimler … maas dereceleri, maas yükselmeleri ve diğer özlük
hakları subaylar hakkındaki kanun hükümlerine tabidir.”
29. Madde
“Askeri Hakim subaylar hakkında Milli Savunma Bakanı tarafından,
savunmaları aldırılarak, asağıda açıklanan disiplin cezaları verilebilir:
A. Uyarma: Görevde daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile
bildirilmesidir.
…
B. Kınama: Belli bir eylem veya davranısın kusurlu sayıldığının yazı ile
bildirilmesidir.
…
Bu cezalar kesin olup, ilgilinin kuvvet komutanlığındaki dosyası ile kıta
sahsi dosyasına konur, siciline islenir …”
38. Madde
“Askeri hakimler … görevlerini yaparlarken esiti adliye hakimlerinin ve
savcılarının özel kıyafetini tasırlar …”
4. Askeri Ceza Kanunu’nun 112. Maddesi (22 Mayıs 1930)
34. 22 Mayıs 1930 tarihli Askeri Ceza Kanunu’nun 112. Maddesi asağıdaki
hükümleri öngörmektedir:
“Memuriyetinin nüfuzunu suiistimal ile askeri mahkemeler üzerinde
tesir yapanlar bes seneye kadar hapsolunur.”
5. 4 Temmuz 1972 tarih ve 1602 Sayılı Yüksek Askeri Đdari Mahkemesi Kanunu
35. 22. Madde kapsamında Askeri Yargıtay’ın Birinci Dairesi adli kararlara
iliskin basvurular ve basta mesleki terfi olmak üzere, subayların kisisel durumu ile
ilgili ihtilaflara dayalı zarar taleplerini inceleme yetkisine sahiptir.
KOMĐSYON HUZURUNDA YAPILAN TAKĐBAT
36. Đlk basvuran Sn. Kamil Tekin Sürek, ve ikinci basvuran, Sn. Yücel Özdemir,
Komisyon’a sırsıyla 25 Subat ve 4 Mayıs 1994 tarihlerinde basvurmuslardır. Đlk
basvuran, Sözlesme’nin 10. Maddesi ve 6. Maddesi’nin 1. Fıkrası’na dayanarak
dergisinde suç unsuru seyleri yayınlamasından dolayı mahkum edilmesinin ifade
özgürlüğüne iliskin mesru olmayan bir müdahale teskil ettiği ve davasına bağımsız
ve tarafsız bir mahkeme tarafından bakılmadığı yönünde sikayetçi olmustur. Ayrıca,
kendisi aleyhinde yürütülen cezai takibatın makul bir sürede
sonuçlandırılmadığından da sikayetçi olmustur. Đkinci basvuran da aynı sikayetlerde
bulunarak bu sikayetleri Sözlesme’nin 10. Maddesi ve 6. Maddesi’nin 1. Fıkrası’na
dayandırmıstır. Ayrıca, Sözlesme’nin 18. Maddesi’ne aykırı olarak, ifade özgürlüğü
hakkına getirilen kısıtlamaların 10. Madde’nin 2. Fıkrası’nda altı çizilen mesru
amaçlara uygun olmadığını iddia etmistir.
37. Komisyon, 6. Maddenin 1. Fıkrası kapsamında basvuranlar tarafından iddia
edilen Ceza Mahkemesinin süresine iliskin sikayet hariç olmak üzere, basvuruların
(no. 23927/94 ve 24277/94) kabul edildiğini 2 Eylül 1996 tarihinde beyan etmistir.
Aynı gün, Komisyon basvuruların birlestirilmesi kararını almıstır. 13 Ocak 1998
tarihli raporunda (eski 31. Madde) Komisyon, Sözlesme’nin 10. maddesinin ihlal
edildiğine (15’e karsı 17 oy), ikinci basvuranın Sözlesme’nin 18. Maddesi
kapsamında belirttiği sikayetlere iliskin olarak farklı bir durumun söz konusu
olmadığına (oybirliğiyle) ve Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının ihlal
edildiğine (1’e karsı 31 oy) iliskin görüs belirtmistir. Komisyon’un görüsü ile
birlikte rapor içinde bulunan diğer görüslerin tam metni bu kararın ekinde
sunulmustur[15].
MAHKEMEYE YAPILAN NĐHAĐ SUNUMLAR
38. Basvuranlar, Mahkeme’den muhatap Devletin Sözlesme’nin 6. Maddesinin
1. Fıkrası ve 10. Maddesi kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiğinin tespit
edilmesini ve kendilerine 41. Madde kapsamında adil tazminat verilmesini talep
etmislerdir.
39. Hükümet kendi adına Mahkeme’den basvuranların sikayetlerini reddetmesini
istemistir.
HUKUK AÇISINDAN
I. SÖZLESME’NĐN 10. MADDESĐ’NĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI
40. Basvuranlar Sözlesme’nin 10. Maddesi ile güvence altına alınmıs olan ifade
özgürlüklerine haklı sebep olmaksızın merciler tarafından müdahale edildiğini iddia
etmislerdir. Đlgili madde su sekildedir:
“1. Herkes ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğünü,
kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya
fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin televizyon ve
sinema isletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler,
demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin,
toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, asayissizliğin veya suç
islenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, baskalarının ün ve haklarının
korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı
gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için kanunla öngörülen bazı
formalitelere, sartlara, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”
41. Hükümet, basvuranların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin 10.
Madde’nin ikinci paragrafı hükümleri uyarınca haklı sebebe dayandırıldığını
savunmustur. Ancak, Komisyon basvuranların sikayetlerini kabul etmistir.
A. Müdahalenin Mevcudiyeti
42. Mahkeme, basvuranların 1991 tarihli Terörle Mücadele Yasası’nın (“1991
Tarihli Yasa”) 6. ve 8. bölümleri uyarınca hüküm giymis olmaları nedeniyle,
basvuranların ifade özgürlüğü hakkına bir müdahalenin yapılmıs olduğunun açık
olduğunu ve bu konuda bir itirazın sunulmadığını kaydetmistir.
B. Müdahalenin Haklı Sebebe Dayanması
43. Müdahale, “kanunlar tarafından öngörüldüğü üzere”, 10. Maddenin 2.
Fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya birkaçına dayandığı ve anılan hedef
ve hedeflerin elde edilmesi için “demokratik bir toplumda gerekli” olanların
haricinde, 10. Maddenin ihlalini teskil etmektedir. Mahkeme bu ölçütleri sırasıyla
inceleyecektir.
1. “Kanunlar Tarafından Öngörülme”
44. Basvuranlar, bu ölçüte bağlı kalınıp kalınmadığı hususunda görüs
bildirmemislerdir.
45. Hükümet, basvuranlar aleyhinde alınan tedbirlerin 1991 Tarihli Yasa’nın
6. ve 8. maddelerine dayandırıldığına dikkat çekmistir.
46. Komisyon Hükümet’in görüsünü kabul etmistir ve müdahalelerin kanun
tarafından öngörüldüğü sonucuna varmıstır.
47. Mahkeme de Komisyon gibi, basvuranların mahkumiyeti 1991 Tarihli
Yasa’nın 6. ve 8. maddelerine dayandırıldığı için ifade özgürlüğü haklarına yapılan
müdahalelerin “kanun tarafından öngörüldüğü” sonucuna varılabileceğini,
basvuranların da bu hususa iliskin itirazda bulunmadıklarını ifade etmistir.
2. Mesru Amaç
48. Basvuranlar, ifade özgürlüğü haklarına yapılan müdahalelerin yasallığına
iliskin itirazda bulunmak dısında bu husus hakkında görüs bildirmemislerdir.
49. Hükümet, basvuranlara karsı alınan önlemlerin 1991 Tarihli Yasa’nın 6. ve 8.
maddelerine dayandırıldığını tekrar ifade etmistir. Bu hükümlerin amacı, toprak
bütünlüğü, ulusal birlik ve güvenliğin korunması ve asayissizlik ve suçun önlenmesi
olarak belirtilmistir. Basvuranlar bu mesru amaçlar doğrultusunda mahkum
edilmislerdir, çünkü bu kisiler mesru amaçları tehdit eden terörist örgüt PKK’nın
eylemlerini haklı göstererek bölücü propaganda yapmıslardır.
50. Komisyon, basvuranların mahkumiyetinin yetkililerin yasadısı terör
faaliyetleri ile mücadele ve 10. Maddenin 2. Fıkrası kapsamında mesru amaçlar olan
milli güvenlik ve kamu emniyetinin korunmasına yönelik faaliyetlerin bir parçasını
teskil ettiğini belirtmistir.
51. Mahkeme, Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumunun hassasiyetini (bkz.
25 Kasım 1997 tarihli Zana - Türkiye kararı, 1997-VII Raporları, s. 2539, 10.
Madde) ve yetkililerin gereksiz siddeti destekleyecek hareketlere karsı tetikte olma
gereğini de dikkate alarak, basvuranlar aleyhinde alınan önlemlerin, basta ulusal
güvenliğin ve ülke bütünlüğünün korunması ve asayissizlik ve suçun önlenmesi
olmak üzere, Hükümet tarafından belirlenen belli amaçların uzantısı olduğu
kanaatına varmıstır. Bu durum özellikle bölücü faaliyetlerin siddet kullanımına
dayalı yöntemlere bağlı olduğu, dava konusu olayların cereyan ettiği tarihlerdeki
Güneydoğu Türkiye’deki durum için geçerlidir.
3. “Bir Demokratik Toplum için Zaruret”
(a) Mahkeme huzurunda bulunanların iddiaları
(i) Basvuranlar
52. Basvuranlar ne kendilerinin ne de derginin PKK’yla herhangi bir
bağlantısının olmadığını vurgulamıstır. Söz konusu ropörtajların örgütü
yüceltmediğini ve örgüte dair olumlu yorum yapmadığını iddia etmislerdir. Bu
ropörtajlar objektif gazetecilik ilkelerine uygun olarak tam bir objektiflikle yazılmıs
ve yayınlanmıstır. Ropörtajlar güncel bir konu olan PKK’ya iliskin olarak halkı
bilgilendirmek amacıyla yayınlanmıstır, bu ropörtajlar ne terörizmi tesvik etmistir ne
de kamu düzenini tehdit etmistir.
53. Đlk basvuran, Sn. Sürek, derginin sahibi olmasına rağmen, derginin içeriğine
iliskin olarak müdürlük sorumluluğu olmadığını, bu sebepten dolayı da mahkum
edilmemesi ve ağır para cezasına çarptırılmaması gerektiğini iddia etmistir. Đkinci
basvuran, Sn. Özdemir, derginin bas editörü olarak, altı ay hapis cezasına ve
ropörtajların dergide yayınlanma kararını verdiği için ağır para cezasına çarptırılmıs
olmasından sikayetçi olmustur. Her iki basvuran da kendileri aleyhinde alınan
önlemlerin Madde 10 kapsamındaki haklarına müdahale ettiğini ileri sürmüstür.
(ii) Hükümet
54. Hükümet, cevaben, basvuranların bölücü propaganda yapmaktan suçlu
bulunduklarını, çünkü söz konusu ropörtaj ve ortak bildirinin Devlete karsı siddeti
tesvik ettiğini ve açıkça terörist bir örgütü yücelttiğini ifade etmistir. Hükümet
görüslerini desteklemek üzere PKK ikinci baskanıyla yapılan ve, onlara göre, açıkça
siddeti tesvik eden ve Türk toplumundaki çesitli grupları kin ve düsmanlığı tahrik
eden ropörtajdan çesitli alıntılara dikkat çekmistir. Ortak bildiriye iliskin olarak,
Hükümet, bu bildirinin derginin aynı sayısında yayınlanan PKK lideriyle yapılan
ropörtajı destekleyici kelimeler içerdiğini gözlemlemistir. Hükümete göre, PKK’nın
basına duyduğu düsmanlık göz önüne alındığında, PKK liderinin basvuranların
dergisine bir ropörtaj talebinde bulunduğu açıktır.
55. PKK’nın terörizm geçmisini dikkate alarak, Hükümet basvuranların 1991
Tarihli Yasa’nın 6. ve 8. bölümleri kapsamında mahkum edilmelerinin haklı
olduğunu ve basvuranlara karsı alınan önlemlerin, bu alandaki
otoritelerin inisiyatif marjına girdiğini ifade etmistir. Böylece, müdahalelerin
Sözlesme’nin 10. Maddesinin 2. Fıkrası kapsamında mesru kılındığını belirtmistir.
(iii) Komisyon
56. Komisyon, basvuranların 10. Madde kapsamındaki haklarına yapılan
müdahalelerin bu maddenin ikinci paragrafına değinilerek mesru
gösterilemeyeceğini belirtmistir. Bu sonuç dahilinde, Komisyon ropörtajda PKK
lideri tarafından verilen yanıtların ve ortak bildiride kullanılan dilin ileri düzeyde
siddete tesvik olarak değerlendirilemeyeceği ve Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi tarafından belirlenen ropörtajın diğer hususlarının basvuranların
mahkum edilmesini haklı göstermediği (bkz. yukarıda 17. paragraf) kanaatindedir.
Komisyon’un görüslerine göre, basvuranlara karsı alınan önlemlerin etkisi önemli
siyasi konularda kamuoyunda çıkabilecek tartısmaları caydırmak olmustur. Bu
nedenlerle Komisyon bu davada Sözlesme’nin 10. Maddesinin ihlal edilmis olduğu
kanaatine varmıstır.
(b) Mahkeme’nin değerlendirmesi
57. Mahkeme, örneğin Zana - Türkiye kararı (yukarıda belirtilmistir, s. 2547-48,
51. Madde) ve 21 Ocak 1999 tarihli Fressoz ve Roire - Fransa kararında (1999-...
Raporları, s. ..., 45. Madde) olduğu üzere, kararlarının dayandığı temel ilkeleri
vurgulamaktadır.
(i) Đfade özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve
toplumun ilerlemesi ve her bireyin özgüveni için gerekli temel sartlardan birini
teskil etmektedir. 10. Maddenin 2. paragrafı uyarınca bu kabul gören veya zararsız
veya kayıtsızlık içeren “bilgiler” veya “fikirler” için değil, aynı zamanda kırıcı, sok
edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar, bir “demokratik
toplumun” olmazsa olmazları olan çokseslilik, tolerans ve hosgörünün gerekleridir.
10. Maddede belirtilen sekilde bu özgürlük, ancak harfiyen uyulması gereken ve
ikna edici bir sekilde tespit edilmesi gereken bazı istisnalara tabidir.
(ii) 10. Maddenin 2. Fıkrasında belirtilen anlamda “zaruri” sıfatı “acil bir sosyal
ihtiyaç” anlamındadır. Sözlesmeci Devletler anılan ihtiyacın mevcut olup
olmadığının değerlendirilmesi konusunda belli bir marja sahiptir, ancak bağımsız bir
mahkeme tarafından verilenler de dahil olmak üzere, tabi olduğu yasama ve kararları
kapsayacak sekilde Avrupa denetimi ile iç içe olmalıdır. Mahkeme bu sebeple, bir
“sınırlamanın” Sözlesme’nin 10. Maddesinin güvencesinde olan ifade özgürlüğü ile
bağdasıp bağdasmadığı konusunda nihai kararı verme yetkisini haizdir.
(iii) Denetim yetkisinin uygulanmasında Mahkeme müdahaleyi, suçlanan ifadeler
ve bunların ifade edildiği bağlam da dahil olmak üzere, davayı bir bütün olarak ele
alarak incelemelidir. Đlk olarak müdahalenin “mesru amaçlar ile orantılı” ve ulusal
otoriteler tarafından anılan müdahalenin mesru gösterilmesi için belirtilen
gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığı tespit edilmelidir. Bunu yaparken de
Mahkeme, ulusal otoritelerin Madde 10 kapsamında bulunan ilkelere uygun
standartları uyguladığı ve ilgili bulgularıkabul edilebilir bir değerlendirmesine dayalı
oldukları konusunda olumlu kanaate varmalıdır.
58. Basvuranların sahibi ve yazı isleri müdürü oldukları dergi vasıtasıyla terörist
örgütlerin bildirilerini yayınlamak ve bölücü propaganda yapmak suçlarından
mahkum edilmis olmaları nedeniyle (yukarıda paragraf 8), söz konusu müdahaleler
ayrıca basının bir siyasi demokrasinin düzgün sekilde islemesinin sağlanmasına
iliskin temel görevi bağlamında da dikkate alınmalıdır (birçok diğer otoritenin yanı
sıra bkz. 8 Temmuz 1986 tarihli Lingens - Avusturya kararı, A Serisi, no. 103, s. 26,
Madde 41; ve yukarıda anılan Fressoz ve Roire kararı, s. ..., Madde 45) Basının,
siddet tehdidi karsısında milli güvenlik veya ülke bütünlüğünün korunması veya
asayissizlik veya suçun engellenmesi amacıyla konmus olan sınırlamaları asmaması
kaydıyla bölücü olanlar da dahil olmak üzere, siyasi hususlarda görüs ve bilgi
vermesi bir zorunluluktur. Basının, anılan bilgileri ve fikirleri bildirme
zorunluluğunun yanı sıra, halkın da bunları almaya hakkı vardır. Basın özgürlüğü,
kamuoyuna siyasi liderlerin fikir ve tutumlarının kesfedilmesi ve bunlara iliskin bir
kanaat olusturulması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır (bkz. yukarıda anılan
Lingens kararı, s. 26, Madde 41-42).
59. Mahkeme, derginin PKK’nın ikinci adamlarından biriyle yapılan iki
ropörtajla birlikte Muhatap Devletin yasaları kapsamında PKK gibi, yasadısı olarak
değerlendirilen dört siyasi örgüt tarafından hazırlanan ortak bildiriyi de
yayınladığına isaret etmektedir. Ropörtajlarda, PKK üyesi, Türkiye’nin
güneydoğusunda yasayan Kürt halkına iliskin olarak Amerika Birlesik
Devletleri’nin çıkarları doğrultusunda uygulanan çifte standardı elestirmis ve
Muhatap Devletin o bölgesinde görev yapan yetkililerin politikalarını Kürt halkını
topraklarından atmak ve direnislerini kırmak doğrultusunda olduğu için kınamıstır.
Đkinci ropörtajda, Kürt halkı için yapılan savasın “bizim tarafımızda tek bir kisi
kalana kadar” (yukarıda paragraf 10) devam edeceğini iddia etmistir. Ortak
bildiride ise, yetkililer onlara karsı yapılan çok sayıda haksızlığın ısığında isçi
sınıfının bir araya gelmesi için çağrıda bulunmuslardır. Kürt halkının kendi
geleceğini belirleme hakkının tanınmasını ve Türk ordusunun Kürdistan’dan
çekilmesini talep etmislerdir (bkz. yukarıda paragraf 10).
Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, 1991 tarihli Yasa’nın 6. ve 8. Maddeleri
kapsamındaki basvuranların aleyhine yapılan suçlamaların kanıtlanmıs olduğuna
karar vermistir (bkz. yukarıda 16. ve 17. paragraflar). Mahkeme, PKK yetkilisinin,
ropörtajlarda, yetkilileri katliamlardan ve “Kürdistan”da yasayan Kürtlerin
sürülmesinden sorumlu tuttuğu, Kürtler tarafından gerçeklestirilen terörist eylemleri
yücelttiği ve Kürt halkı için ayrı bir Devlet kurulması gerektiğini ifade ettiği
kanaatindedir. Mahkeme, ayrıca, ortak bildirinin yayınlanmasının 1991 tarihli
Yasa’nın 6. Maddesi kapsamında ayrı bir suç teskil ettiği kararına varmıstır.
60. Yukarıda belirtilen müdahalenin gerekliliğinin değerlendirilmesi açısından,
yukarıda tespit edilen ilkeler ısığında (bkz. paragraf 57 ve 58), Mahkeme
Sözlesme’nin 10. Maddesinin 2. Fıkrasında kamu çıkarlarına iliskin siyasi
konusmalar veya sorunlara iliskin tartısmaların sınırlanmasına dair çok dar bir
kapsam olduğuna isaret etmektedir (bkz. 25 Kasım 1996 tarihli Wingrove - Birlesik
Kraliyet davası, 1996 Raporları-V, s. 1957, 58. Madde). Ayrıca, izin verilebilir
elestirilerin sınırları hükümet ile ilgili hususlarda, özel vatandaslar veya siyasetçiler
açısından daha genistir. Demokratik bir sistemdeki hareketler veya hükümetin
ihmalleri sadece yasama ve adli otoritelerin değil, aynı zamanda kamuoyunun da
yakın takibinde olmalıdır. Ayrıca, Hükümetin sahip olduğu egemen konum,
özellikle haksız saldırılar ve düsmanların elestirilerine cevap verilmesine iliskin
baska araçların bulunduğu durumlarda, cezai islemlere basvurulması konusunda bir
sınırlamanın uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte, kamu düzeninin
garantörleri sıfatıyla hareketle, ceza kanunu niteliğinde olanlar da dahil olmak üzere,
doğru tepkiyi verecek ve anılan ifadeler asılmadan önlemlerin benimsenmesi Devlet
otoritelerinin yetkisine açıktır (bkz. 9 Haziran 1998 tarihli Đncal - Türkiye kararı,
1998-IV Raporları, s. 1567, 54. Madde). Son olarak, anılan sözler bir birey veya bir
kamu görevlisi veya bir nüfusun bir kesimine karsı bir siddeti tesvik ettiği
durumlarda Devlet otoriteleri, ifade özgürlüğüne iliskin müdahale gereğinin
incelenmesinde daha genis bir marja sahiptir.
61. Mahkeme, ropörtajlarda ve ortak bildiride kullanılan kelimeler ve bu
kelimelerin yayınlanmıs olduğu bağlam üzerinde özellikle duracaktır. Bağlam
açısından, kendisine sunulan davaların tarihçelerini, özellikle terörizmin
engellenmesine iliskin sorunları dikkate alacaktır (bkz. yukarıda belirtilen Đncal -
Türkiye kararı, s. 1568, 58. Madde).
Mahkeme ilk olarak, söz konusu ropörtajların yasa dısı bir örgütün bir üyesiyle
yapılmıs olması gerçeğinin basvuranların ifade özgürlüğü haklarına yapılan
müdahaleyi haklı göstermeyeceğine dikkat çeker; ayrıca ropörtajların içerisinde
resmi politikaya karsı getirilen ağır elestiriler vardır ve Türkiye’nin güneydoğusunda
yasanan rahatsızlıkların kaynağı ve sorumluluğuna iliskin olarak tek taraflı bir
yaklasım benimsenmektedir. Ropörtajlarda kullanılan kelimelerden mesajın
uzlasmazlık olduğu ve PKK’nın hedefleri garantiye alınmadıkça yetkililerle anlasma
olmayacağı açıkça anlasılmaktadır. Ancak metinler bir bütün olarak ele alındığında
kin ve düsmanlığa tahrik ettiği söylenemez. Mahkeme, ropörtajların bu sekilde
yorumlanabilecek bölümleri üzerinde dikkatle durmustur. Ancak Mahkemeye göre,
“Bizden topraklarımızdan çıkmamız istenirse, bunu hiçbir zaman kabul
etmeyeceğimiz bilinmelidir” veya “Bizim tarafımızda tek bir kisi kalana kadar savas
devam edecek” veya “Türkiye Devleti bizi topraklarımızdan atmak istiyor. Đnsanları
köylerinden çıkarıyor” veya “Bizi yok etmek istiyorlar” gibi ifadeler, karsı tarafın
amaçlarına devam etmek için çözülmesinin ve bu açıdan liderlerinin gösterdiği
tavırların bir yansımasıdır. Bu açıdan bakıldığında, ropörtajlar Türkiye’nin
güneydoğusundaki resmi politikaya muhalefetin ardındaki itici güçlerin
psikolojisine iliskin olarak kamuoyunu aydınlatmak ve bu ihtilafta yer alan çıkarları
değerlendirmek açısından haber niteliği tasımaktadır. Mahkeme, doğal olarak,
yetkililerin bölgedeki güvenlik durumunu kötülestirebilecek kelimeler ve eylemler
üzerinde önemle duracağının farkındadır, çünkü bu bölge yaklasık 1985 yılından
beri çok sayıda kisinin hayatını kaybetmesi ve bölgede olağanüstü halin
kurulmasıyla sonuçlanan ve PKK üyeleriyle güvenlik güçleri arasında meydana
gelen rahatsız edici durumlarla karsı karsıya kalmıstır (bkz. yukarıda bahsedilen
Zana kararı, s. 2539, 10. Madde). Mahkemeye göre, anılan davada yerel yetkililerin
Türkiye’nin güneydoğusunda süregelen durumla ilgili olarak halkı farklı bir
perspektiften, bu perspektif her ne kadar hos olmasa da, bilgilendirmeleri hususunda
gereken dikkati göstermedikleri görüsündedir. Daha önce de belirtildiği üzere,
ropörtajlarda ifade edilen görüsler, siddete tahrik olarak değerlendirilemez; siddete
tahrik etmeye meyilli olarak da yorumlanamaz. Mahkemenin görüsüne göre,
Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından basvuranları suçlamak ve
cezalandırmak adına gösterilen sebepler, ilgili olsalar da, basvuranların ifade
özgürlüğü haklarına yapılan müdahaleleri haklı göstermek için yeterli olarak
değerlendirilemez (bkz. yukarıda 17. paragraf). Bu karar, basvuranların 1991 tarihli
Yasa’nın 6. Maddesi kapsamında, ortak bildirinin yayınlanmasına iliskin olarak,
mahkum edilmeleri için de geçerlidir çünkü Mahkemeye göre metnin içinde siddete
tahrik etme olarak yorumlanacak herhangi bir husus yoktur.
62. Mahkeme, ayrıca, Sn. Sürek’in ağır para cezasına ve Sn. Özdemir’in ise hem
para cezasına hem de altı ay hapis cezasına çarptırıldığını ifade etmistir (bkz.
yukarıda paragraf 16). Söz konusu yayınların yer aldığı derginin tüm kopyaları
yetkililer tarafından toplatılmıstır (bkz. yukarıda paragraf 11). Bu bağlamda
Mahkeme, verilen cezaların ağırlığının yapılan müdahalenin oranı değerlendirilirken
göz önüne alınması gereken faktörler olduğuna dikkat çeker.
63. Mahkeme, medya mensupları tarafından ifade özgürlüğü hakkının
kullanılmasına eslik eden “görev ve sorumlulukların” ihtilaflı ve gergin ortamlarda
özel önem tasıdığını vurgular. Bu yüzden de Devlete karsı siddet
kullanma yoluna giden örgüt temsilcilerinin görüsleri yayınlanırken, medya siddeti
tahrik eden ve kin güden konusmaların yapıldığı bir araç olarak görülmesin diye,
daha fazla özen gösterilmelidir. Aynı zamanda, bu tür görüsler böyle
sınıflandırılamayacağı için, Sözlesmeci Devletler, ceza hukukunun ağırlığını medya
üzerine toplayarak, toprak bütünlüğü veya ulusal güvenliğin korunmasının veya suç
ve asayissizliğin önlenmesinin halkın bu hususlarda haber alma hakkını kısıtladığını
ifade edemezler.
64. Yukarıda bahsedilen görüslerin ısığında Mahkeme, basvuranların
suçlanmasının ve cezalandırılmasının izlenen amaçla orantılı olmadığı, bu yüzden de
“demokratik bir toplumda” gerekli olmadığı kararına varmıstır. Bu sebepten dolayı
da Sözlesmenin 10. Maddesinin ihlali söz konusudur.
II. SÖZLESME’NĐN 18. MADDESĐ’NĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI
65. Mahkeme, Komisyon’un Madde 10 kapsamında yapılan sikayete iliskin ayrı
bir hususun söz konusu olmadığına karar vererek ikinci basvuran Sn. Özdemir’in
Sözlesme’nin 18. Maddesi kapsamında yapmıs olduğu sikayeti kabul etmediğine
dikkat çekmektedir. Madde 18 su sekildedir:
“Bu Sözlesme’yle söz konusu hak ve özgürlüklere getirilmesine
müsaade edilen kısıtlamalar, burada öngörülenlerin dısında herhangi bir amaç için
uygulanamaz.”
66. Mahkeme ikinci basvuranın bu sikayeti kendi huzurunda yapılan ne yazılı ne
de sözlü durusmalarda dile getirdiğine dikkat çekmektedir. Bu kosullar altında
Mahkeme bu sikayetin incelemeye alınmasını gerekli görmemektedir.
III. SÖZLESME’NĐN 6. MADDESĐNĐN 1. FIKRASININ ĐHLAL
EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI
67. Basvuranlar, kendilerini yargılayıp mahkum eden Đstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesinde bir askeri hakimin bulunmus olması nedeniyle Sözlesme’nin 6.
Maddesinin 1. Fıkrası uyarınca adil yargılama hakkının ihlal edildiğinden sikayetçi
olmustur. 6. Maddenin 1. Fıkrası su sekildedir:
“Herkes, ... kendisine yöneltilen herhangi bir suçlamanın karara
bağlanması konusunda, kanunla kurulmus bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının ... adil ... olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…”
68. Hükümet bu sikayete itiraz etmis ve 6. Maddenin 1. Fıkrasının ihlalinin söz
konusu olmadığını iddia etmistir. Komisyon basvuranların sikayetlerini kabul
etmistir.
A. Hükümetin ön itirazı - iç hukuk yollarının tüketilmemesi
69. Hükümet, basvuranların takibatın hiçbir asamasında takibatlara askeri bir
hakimin katılmasından dolayı yargılanmalarının adil olmadığını iddia etmediklerine
dikkat çekmistir. Bu sebepten dolayı, basvuranların sikayetleri Sözlesme’nin 35.
Maddesinin 1. Fıkrası çerçevesinde belirtilen iç hukuk yollarının tüketilmemesinden
dolayı reddedilmelidir. Bu görüslerini, Mahkeme’nin 15 Kasım 1996 tarihli Sadık -
Yunanistan kararına dayandırmıslardır (Raporlar 1996-V, s. 1638).
70. Mahkeme, Hükümetin, basvuruların kabulü görüsülürken, bu itirazını dile
getirmediğine isaret etmektedir. Bu husustaki görüsleri sadece basvuranların
Yargıtay’ın bağımsızlığına ve tarafsızlığına karsı çıkmamalarıyla ilgilidir.
Basvuranların sikayeti, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin bu özelliklerden
yoksun olmasıdır. Bu sebepten dolayı Hükümet’in itirazlarını takibatın bu
asamasında dile getirmesi estoppel’e tabi tutulmustur ( bkz. diğer otoriteler arasında,
25 Kasım 1997 tarihli Zana - Türkiye kararı, Raporlar 1997-VII, s. 2546, 44. Madde;
25 Mart 1999 tarihli Nikolova - Bulgaristan kararı, Raporlar 1999, s. ..., 44. Madde).
B. Esaslar
71. Basvuranlar dilekçelerinde, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi gibi Devlet
Güvenlik Mahkemelerine atanan askeri hakimlerin, Cumhurbaskanı’nın onayına tabi
olmak üzere, Milli Savunma Bakanı ve Basbakan’ın ortak kararı ile atanmıs
olduklarından, idareye bağlı olduklarını belirtmislerdir. Mesleki sicilleri ve terfileri
ile birlikte memuriyetlerine iliskin teminatın amirinin ve dolayısıyla da ordunun
kontrolü altında olduğunu belirtmistir. Askeri hakimleri amirine ve orduya karsı
bağlayan bağlar, askeri hakimlerin mahkemedeki islevlerini bağımsız ve tarafsız
olarak yerine getirmelerini engellediğini öne sürmüslerdir. Basvuranlar ayrıca,
amirlerinin görüsleri ile ters bir görüsü benimsemelerinin imkansız olduğu gerekçesi
ile askeri hakimlerin ve dolayısıyla görev yaptıkları mahkemelerin bağımsızlık ve
tarafsızlığından ödün verildiğini vurgulamıstır.
72. Basvuranlar, bu hususların Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin
bağımsızlık ve tarafsızlığını engellediğini ve kendilerinin 6. Maddenin 1. Fıkrasına
aykırı olarak adil yargılanma hakkından mahrum bırakıldıklarını belirtmislerdir.
73. Hükümet, Devlet Güvenlik Mahkemelerine askeri hakimlerin katılımına
iliskin kuralları ve anılan mahkemelerin 6. Maddenin 1. Fıkrası anlamında
bağımsızlık ve tarafsızlık gereklerine tam uygunluğunun sağlanması için adli
islevlerin yerine getirilmesinde hak sahibi oldukları teminatlarını sunmustur.
Hükümet, askeri hakimlerin amirlerine karsı sorumlu oldukları yönündeki
basvuranların iddialarına itiraz etmistir. Đlk olarak, resmi bir görevlinin bir askeri
hakimin adli islevlerini yerine getiris seklini etkilemeye çalısmasının Askeri
Kanun’un 112. Maddesi uyarınca bir suç teskil ettiğini belirtmistir (bkz. yukarıda
paragraf 34). Đkinci olarak, basvuranlar tarafından belirtilen sicil raporlarının sadece
askeri hakimlerin adli olmayan görevlerindeki tutumlarına iliskin olduğunu
belirtmistir. Askeri hakimler sicil raporlarına erisim hakkına sahip olup, bunların
içeriği konusunda Yüksek Askeri Đdari Mahkeme’de dava açma hakkı verilmistir
(bkz. yukarıda paragraf 35). Adli yetki ile hareket ederken, bir askeri hakimin tam
olarak bir sivil hakim seklinde değerlendirildiğini savunmustur.
74. Ayrıca Hükümet, mahkemede bir askeri hakimin bulunması nedeniyle
basvuranların yargılanmasının adil olma özelliğinin önyargıya tabi olmadığını öne
sürmüstür. Askeri hakimin hiyerarsik yetkilileri ve anılan hakimi mahkemeye atayan
kamu yetkililerinin takibat veya davanın sonucuna iliskin herhangi bir etkiye sahip
olmadığını iddia etmislerdir. Basvuranların mahkumiyetleri, basvuranlar tarafından
bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorgulanmayan Yargıtay tarafından incelenmistir.
75. Hükümet ayrıca, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin Anayasa’nın 143.
Maddesi uyarınca kurulmasını öngörüldüğü güvenlik bağlamının özellikle dikkate
alınması gerektiğini Mahkeme’ye bildirmistir. Silahlı Kuvvetlerin terörle mücadele
kampanyası konusundaki deneyimi de dikkate alınarak, yetkililerin güvenlik ve
Devlet bütünlüğüne iliskin tehditler ile basa çıkabilmesi amacıyla gerekli uzmanlık
ve bilginin sağlanması için bir askeri hakimin katılımıyla anılan mahkemelerin
güçlendirilmesinin gerekli olduğunu düsündüklerini belirtmistir.
76. Komisyon, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin Sözlesme’nin 6.
Maddesinin 1. Fıkrası uyarınca bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak kabul
edilemeyeceği sonucuna varmıstır. Komisyon bu görüsü ile ilgili olarak 25 Subat
1997 tarihinde benimsenen Đncal - Türkiye davası raporunun 31. Maddesi ve
görüsünü destekleyen nedenlere gönderme yapmıstır.
77. Mahkeme 9 Haziran 1998 tarihli Incal - Türkiye kararı (1998-IV Raporları, s.
1547) ve 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar - Türkiye kararında (1998 Raporları, s. ...)
mevcut dava için hükümet tarafından öne sürülen hususlara benzer hususların ele
alınmıs olduğunu vurgulamaktadır. Anılan kararlarda Mahkeme, Devlet Güvenlik
Mahkemesinde bulunan askeri hakimlerin durumunun bağımsızlık ve tarafsızlık
açısından belli teminatları içerdiğini belirtmistir (bkz. yukarıda anılan Đncal kararı, s.
1571, madde 65). Diğer yandan Mahkeme, bu hakimlerin statüsünün bazı
hususlarının bağımsızlık ve tarafsızlıklarını tartısma konusu yaptığı kararına
varmıstır (aynı yerde, Madde 68): örneğin, orduya ait görevliler olduğundan ve
dolayısıyla amirlerinden emirler aldığı; veya askeri disipline tabi kaldıkları; ve
atamalarına iliskin kararların büyük ölçüde idari yetkililer ve ordu tarafından
alındığı gerçekleri (bkz. yukarıda paragraf 32-35).
78. Đncal Kararında olduğu üzere Mahkeme görevinin, Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin kurulusunun gerekliliğini Hükümet tarafından öne sürülen haklı
sebepler ısığında tespit edilmesi olmadığı düsüncesindedir. Görevi, Đstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesi’nin isleyis seklinin basvuranların adil yargılanma haklarını
ihlal edip etmediği, özellikle de tarafsız olarak incelendiğinde kendisini yargılayan
mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına iliskin haklı bir korkunun mevcut olup
olmadığının tespit edilmesidir (bkz. yukarıda anılan Đncal Kararı, s. 1572, Madde 70;
ve yukarıda anılan Çıraklar kararı, s. ..., Madde 38).
Bu soruya iliskin olarak Mahkeme, mevcut basvuranlar gibi sivil olan Sn. Đncal
ve Sn. Çıraklar’ın davasında varılan sonuca varılmaması için herhangi bir neden
görmemektedir. Devletin toprak bütünlüğünü ve ulusal birliği zedelemeye yönelik
propaganda yapmak suçundan bir Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan
basvuranlar, Askeri Hakimler üyesi olan, düzenli bir askeri görevlinin katılımını
içeren bir heyet tarafından yargılanma konusunda endise içinde olmaları anlasılır bir
husustur (bkz. yukarıda paragraf 33). Bu itibarla, yargılanmanın ikinci turunda
Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin davanın özü ile herhangi bir iliskisi
olmayan hususlardan gereksiz yere etkilenebileceğini düsünmek için yeterli
sebepleri mevcuttur. Bir baska deyisle, basvuranların mahkemenin bağımsızlık ve
tarafsızlığına iliskin korkularının haklı sebebe dayandığı kabul edilebilir.
Yargıtay’daki yargılamalar da, ilgili mahkemenin tam yetkili olmaması nedeniyle bu
korkuların bertaraf edilmesini sağlayamamıstır (bkz. yukarıda anılan Đncal kararı, s.
1573, Madde 72 sonu).
79. Yukarıda anılan nedenlerden dolayı Mahkeme, 6. Maddenin 1. Fıkrasının
ihlal edildiği kararına varmıstır.
IV. SÖZLESME’NĐN 41. MADDESĐNĐN UYGULANMASI
80. Basvuranlar yerel ve Sözlesmeci mahkemelerinde ortaya çıkan gider ve
masrafların geri ödenmesinin yanı sıra, maddi ve manevi zarara iliskin tazminat
talebinde bulunmustur. Sözlesme’nin 41. Maddesi bu açıdan asağıdakileri
öngörmektedir:
“Mahkeme tarafından Sözlesme veya protokollerin ihlal edildiğinin tespit
edilmesi ve ilgili Yüksek Akit Tarafın iç hukukunun sadece kısmi bir tazminatı
öngörmesi durumunda, Mahkeme gerektiğinde mağdur olan tarafın adil sekilde
tazmin edilmesini öngörebilir.”
A. Maddi zarar
81. Sn. Sürek ödemek zorunda kaldığı para cezasının tazmin edilmesi için
200,000 Fransız Frangı tutarında tazminat talebinde bulunmustur. Sn. Özdemir ise
kendisine getirilen para cezasının tazmini için 100,000 Fransız Frangı tutarında
tazminat talebinde bulunmustur.
Basvuranlar talep ettikleri Fransız Frangı tutarlarının bugünkü kurlar göz önünde
tutulduğunda 1992 yılında kendilerine getirilen para cezasına esit olduğunu ve o
tarihten itibaren muhatap Devlette bulunan yüksek enflasyon oranını dikkate almıs
olduklarını belirtmislerdir.
82. Hükümet, söz konusu para cezalarının tutarları dikkate alındığında
basvuranlar tarafından talep edilen tutarların fahis olduğunu ileri sürmüstür. Sn.
Sürek’in para cezasını aylık taksitler halinde ödemesine izin verildiğini, Sn.
Özdemir’in ise para cezasının onaylanmadığını da eklemislerdir. 4304 sayılı Kanuna
göre Sn. Özdemir’e getirilen ceza ertelenmistir (bkz. yukarıda paragraf 25).
83. Mahkeme, kendisine verilen para cezasını ödeyen ilk basvuran Sn. Sürek’in
bu konuda tazmin edilmesi gerektiği kanaatindedir. Bu sebepten dolayı, kendisine
8.000 Fransız Frangı verilmesine karar verir.
B. Manevi zarar
84. Basvuranlar herhangi bir açıklama yapmaksızın 80,000 Fransız Frangı
tazminat talep etmislerdir.
85. Hükümet talebin reddedilmesi gerektiğini ileri sürmüstür. Mahkeme
tarafından bu davada bir ihlalin tespit edilmesi durumunda bu tespitin kendi basına
adil tazmin teskil edeceğini belirtmistir.
86. Mahkeme basvuranların bu dava süresince çok büyük sıkıntı çekmis
olabileceği kanaatindedir. Esit bir değerlendirme yaparak, Sözlesme’nin 41.
Maddesi’nde de öngörüldüğü üzere, Mahkeme basvuranların her birine tazminat
tutarı olarak 30.000 Fransız Frangı verilmesine karar verir.
C. Masraf ve giderler
87. Basvuranlar yasal gider ve ücretler için her biri adına 50,000 Fransız Frangı
olmak üzere toplam 100,000 Fransız Frangı olan tutarın geri ödenmesini talep
etmislerdir. Sn. Sürek Mahkemeye talebini desteklemek amacıyla Sözlesmeci
kurumlara açtığı diğer davalarla birlikte bu davaya iliskin olarak yasal ücretlerin
ödenmesi için avukatıyla yapmıs olduğu sözlesmeyi sunmustur.
88. Hükümet, talep edilen meblağların yerel mahkemelerde Türk avukatları
tarafından kazanılan ücretlere kıyasla abartılı olduğunu ve usulüne uygun olarak
doğrulanmadığını bildirmistir. Davanın basit bir dava olduğunu ve mahkemede
kendi dilini kullanma hakkına sahip olan basvuranların avukatının fazla bir emek
harcamadığını belirtmistir. Muhatap Devletteki sosyo-ekonomik durum dikkate
alınarak, haksız bir zenginlik kaynağı teskil edebilecek bir kararın verilmemesi
yönünde uyarıda bulunmustur.
89. Mahkeme, basvuranların avukatının benzeri olaylara dayalı olarak
Sözlesme’nin 6. ve 10. Maddesi kapsamındaki sikayetlerin Mahkeme huzuruna
getirilmesine iliskin hazırlıkları yürütmüs olduğunu dikkate almaktadır. Adil bazda
karara vararak ve emsal kararda öngörülen kriterlere göre (bkz. diğer otoriteler
arasında, yukarıda anılan Nikolova - Bulgaristan kararı, s. ..., 79. Madde), Mahkeme
basvuranların her birine 15,000 Fransız Frangı ödenmesine karar vermistir.
D. Temerrüt faizi
90. Mahkeme isbu kararın düzenlenmis olduğu tarihte, eldeki verilere göre tespit
edilmis olan yıllık % 3,47 oranına tekabül eden Fransa’da uygulanan yasal faiz
oranının uygulanmasının yerinde olacağı kanaatine varmıstır.
YUKARIDA BELĐRTĐLEN GEREKÇELERE DAYANARAK MAHKEME
1. Sözlesme’nin 10. Maddesinin ihlal edildiğinin altı oya karsı on bir
oy ile kabulüne;
2. Đkinci basvuranın Sözlesme’nin 18. Maddesi kapsamındaki
sikayetinin değerlendirilmesinin gerekmediğinin oybirliğiyle kabulüne;
3. Hükümet’in Sözlesme’nin 6. maddesinin 1. Fıkrası kapsamında
yaptığı ön itirazın oybirliğiyle reddine;
4. Sözlesme’nin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının ihlal edildiğinin bire
karsı on altı oyla ile kabulüne;
5. (a) Üç ay içinde, ödeme tarihinden geçerli olan kur üzerinden
Türk lirasına çevrilmek üzere davalı devletin basvuranlara asağıdaki tutarları
ödemesinin kabulüne:
(i) ilk basvuran Sn. Sürek’e maddi zarara iliskin olarak 8,000 (sekiz bin)
Fransız Frangı;
(ii) manevi zarara iliskin olarak basvuranların her birine 30,000 (otuz bin)
Fransız Frangı;
(iii) masraf ve giderlere iliskin olarak basvuranların her birine 15,000 (on bes
bin) Fransız Frangı;
(b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden ödeme tarihine
dek bu tutarlar için yıllık %3,47 faiz oranı uygulanmasının bire karsı on altı oy ile
kabulüne;
6. Basvuranların adil tazminata iliskin diğer taleplerinin oybirliğiyle
reddine.
iliskin alınan isbu karar Đngilizce ve Fransızca olmak üzere, 8 Temmuz 1999
tarihinde Strazburg’da bulunan Đnsan Hakları Binasındaki açık oturumda tefhim
edilmistir.
Đmza: Luzius WILDHABER
Baskan
Đmza: PAUL MAHONEY
Sekreter Yardımcısı
Sn. Wildhaber’in bir bildirgesi ile birlikte Sözlesme’nin 45. Maddesinin 2.
Fıkrası ile Mahkeme Đçtüzüğünün 74. Maddesinin 2. Fıkrası uyarınca bu karara
asağıdaki serhler eklenmistir:
(a) Sn. Palm. Sn. Tulkens, Sn. Fischbach, Sn. Casadevall ve Sn.
Greve’nin müsterek mutabakat serhi;
(b) Sn. Bonello’un mutabakat serhi;
(c) Sn. Wildhaber, Sn. Kuris, Sn. Straznicka, Sn. Baka ve Sn. Traja’nın
müsterek, kısmi muhalefet serhi;
(d) Sn. Gölcüklü’nün muhalefet serhi.
Paraf: L. W.
Paraf: P.J. M.
HAKĐM WILDHABER’ĐN BĐLDĐRGESĐ
9 Haziran 1998 tarihli Đncal-Türkiye kararında (1998 Raporları, s. 1547)
Sözlesme’nin 6. Maddesi’nin 1. Fıkrasının ihlaline iliskin oylamada karsı oy
kullanmıs olmama rağmen, mevcut davada Mahkeme’nin çoğunluğu tarafından
ulasılan görüsü benimsemek durumundayım.
HAKĐMLER PALM, TULKENS, FISCHBACH, CASADEVALL VE
GREVE’NĐN MÜSTEREK MUTABAKAT SERHĐ
Sürek - Türkiye (no. 1) davasında Hakim Palm’ın kısmi muhalefet serhinde
öngörülen daha kapsamlı yaklasımı kullanarak aynı sonuca varsak da, mevcut
davada Mahkeme’nin 10. Maddenin ihlal edildiğine iliskin kararını paylasıyoruz.
Bizim görüsümüze göre, muhatap Devlete açılan bu tarz davalarda 10. Madde
hususunun değerlendirilmesi sırasında yayında kullanılan kelimeler üzerinde çok
fazla durulmakta ancak bu kelimelerin kullanıldığı genel bağlam ve bunların olası
etkilerine yeterli dikkat verilmemektedir. Süphesiz ki söz konusu dil çok sert hatta
siddetli olabilir. Ancak demokrasilerde, Mahkemenin de vurguladığı üzere,
“savasçı” kelimeler bile 10. Madde ile koruma altına alınabilir.
Mahkemenin emsal davalarında ortaya çıkan siyasi konusmalara daha genis
koruma uygulanmasıyla aynı doğrultuda bir diğer yaklasım ise kullanılan
kelimelerin kıskırtıcı yapısına daha az önem verip bu konusmanın yapıldığı
bağlamsal durumun unsurlarına daha fazla önem vermektir. Kullanılan dil siddeti
kıskırtmak ya da tahrik etmeyi mi amaçlamaktadır? Bu duruma yol açabilecek
gerçek ve hakiki bir risk var mıdır? Bu sorulara verilecek yanıtlar her davanın
kosullarında genel bağlamı olusturan çok sayıda farklı asamanın ölçülü bir sekilde
değerlendirilmesini gerektirmektedir. Baska sorular da sorulmalıdır. Suç teskil eden
metnin yazarı toplum içerisinde kendi kullandığı kelimelerin etkisini artırabilecek ve
toplumu etkileyebilecek bir kisi midir? Yayına, söz konusu konusmanın etkisini
artırabilecek önemli bir gazetede ya da baska bir ortamda ün sağlayacak sekilde yer
verilmis midir? Kelimeler siddetin tam ortasında mıdır yoksa siddete yakın mıdır?
Sok eden ve hakarette bulunan - 10. Maddeyle korunan - dil ile demokratik bir
toplumda hosgörü hakkını azaltan dil arasında ayrım yapabilmek sadece suç teskil
eden kelimelerin ortaya çıktığı bağlamın dikkatli bir incelemesiyle olabilir.
HAKĐM BONELLO’NUN MUTABAKAT SERHĐ
Çoğunluk ile birlikte 10. Maddenin ihlal edildiği yönünde oy kullandım, ancak
Mahkemenin, yerel yetkililerin basvuranların ifade özgürlüğü hakkına yaptıkları
müdahalenin demokratik bir toplumda haklı gösterilip gösterilemeyeceğini
belirlemek için uyguladığı ilk ölçütü onaylamıyorum.
Bu dava ve siddete tahrikin söz konusu olduğu daha önceki Türkiye’de ifade
özgürlüğü davaları boyunca, Mahkeme tarafından belirlenen en yaygın ölçüt sudur:
basvuranlar tarafından yayınlanan yazılar siddet kullanımını destekliyorsa ya da
tesvik ediyorsa basvuranların ulusal mahkemelerce mahkum edilmeleri demokratik
bir toplumda haklı sebebe dayanmaktadır.
Ben bu ölçütü yetersiz olarak değerlendiriyorum. Siddeti tahrik eden kisilerin
ulusal yetkililerce cezalandırılmalarının sadece eğer bu tahrik “açık ve mevcut bir
tehlike” yaratıyorsa, demokratik bir toplumda haklı sebebe dayandırılabileceği
kanaatindeyim. Güç kullanımı soyutsa ve zamanla gerçek veya olası siddetin
merkezinden kalkıyorsa, ifade özgürlüğü hakkı geçerli olmalıdır
Bu noktada gelmis geçmis en önemli anayasa hukukçusunun kanunu ve düzeni
bozabilecek kelimeler hakkında söylediklerini hatırlatmak istiyorum: “Ülkenin
kurtarılması için derhal bir kontrolün yapılmasını gerektiren kanunun mesru ve
zorunlu amaçlarını yakın bir gelecekte tehdit etmedikleri sürece beğenmediğimiz ve
ölüm tasıdığına inandığımız görüslerin ifade edilmesini kontrol etmekten kendimizi
daima alıkoymalıyız.”[16]
Đfade özgürlüğünün garanti altına alınması bir devlete güç kullanımını savunmayı
yasaklama hakkı vermez; ancak böyle bir savunma olası bir kanunsuzluk yaratıyorsa
ya da bunu tahrik ediyorsa ve böyle bir hareketi tesvik ediyorsa durum faklı
olacaktır.[17] Bu bir olasılık ve derece sorunudur[18].
Đfade özgürlüğünün kısıtlanmasını haklı gösteren açık ve mevcut bir tehlike
bulunduğu görüsünü desteklemek için, ciddi bir tehlikenin beklenildiği ya da
savunulduğu ya da basvuranın geçmisteki hareketlerinin kendisinin siddet taraftarı
olmasının acil ve ağır hareketler doğuracağına inanılması için haklı sebep
sağlayacağı gösterilmelidir.[19]
Bazıları tarafından ölüme gebe oldukları düsünülse de, basvuranların
suçlandıkları kelimeler bana göre, kamu düzenini tehdit eden korkunç etkilere sahip
değildir. Türkiye’nin kurtulması için bu ifadelerin derhal bastırılmasının kaçınılmaz
olduğu görüsü de benim için bir sey ifade etmemektedir. Bu ifadeler ne açık ne de
mevcut herhangi bir tehlike olusturmamaktadır.
Özet olarak, “konusmalardan doğan hiç bir tehlike açık ve mevcut sayılamaz,
korkulan tehlike tam bir değerlendirme yapılmadan ortaya çıkabilecek kadar yakın
olmadıkça. Değerlendirme yapılarak yalanlar ve yanlıslıklar ile mücadele için
zaman olduğunda, tehlikeyi eğitim yoluyla engellemek için yapılacak sey daha fazla
konusmaktır, zorla susmak değil”[20].
HAKĐMLER WILDHABER, KURIS,
STRAZNICKA, BAKA VE TRAJA’NIN
MÜSTEREK KISMĐ MUHALEFET SERHĐ
Đfade özgürlüğü davalarında Mahkemeden iddia edilen müdahalenin iç hukukta
yeterli bir sebebi olup olmadığı, mesru bir amaca yönelik olup olmadığı ve
demokratik bir toplumda haklı gösterilip gösterilemeyeceği hususunda karar vermesi
beklenmektedir. Bu husus, 10. Maddenin ikinci paragrafındaki açık ifadelere olduğu
kadar, bu hükme iliskin çok sayıda emsal davaya da dayanmaktadır. Sözlesme
kapsamındaki ifade özgürlüğü kayıtsız sartsız değildir. 10. Maddede korunma altına
alınan hususlar “Devleti veya Toplumun herhangi bir kesimini sok edici, rahatsız
edici ve hakaret edici” bilgi ve görüsleri içerse de (bkz. Handyside - Birlesik
Kraliyet, 7.12.1976, A Serisi no. 24, 49. Madde; Castells - Đspanya, 23.4.1992, A
Serisi no. 236, 42. Madde; Jersild - Danimarka, 23.9.1994, A Serisi no. 298, 37.
Madde; Fressoz ve Roire - Fransa, 21.1. 1999, 45. Madde) bu durum her zaman için
2. paragrafa tabidir. 10. Maddenin uygulanmasını isteyenler belirli sınırları
asmamalıdırlar.
Demokratik bir toplumda sınırlayıcı tedbirlerin gerekli olup olmadığını
değerlendirirken, Devlet’in takdir marjına hak ettiği saygı verilerek; demokratik
olarak seçilmis Hükümetler tarafından alınan tedbirlerin demokratik mesruluğu
kendi kendini zapt etmeyi öngörmektedir. Takdir marjı değisiklik gösterebilir:
örneğin, bu marj, müdahale edilen konusma siyasi bir konusma ise, dar olacaktır,
çünkü bu çesit bir ifade demokrasinin özüdür ve bu konusmaya yapılan müdahale
demokrasiyi baltalamaktadır. Diğer taraftan, eğer konusmanın kendisi demokrasiyi
baltalayıcı bir tehlike yaratıyorsa, takdir marjı buna bağlı olarak daha genis
olacaktır.
Birbirleriyle yarıs halinde olan Sözlesme çıkarları söz konusu olduğunda
Mahkeme ağırlığını koyarak bir çıkara öncelik vermek için duruma müdahale etmek
zorunda kalacaktır. Birbiriyle çatısan çıkarlar yasam hakkı veya fiziksel bütünlük ise
söz konusu ölçütler ifade özgürlüğü için kullanılmayacaktır (bkz. 25 Kasım 1997
tarihli Zana - Türkiye kararı, Raporlar 1997-VII, s. 2533, 51., 55. ve 61. Maddeler).
Bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda demokratik bir toplumda siddete
tahrik içeren konusmaların sınırlandırılması gerektiği gerçeğine ulasmak daha kolay
olacaktır. Demokrasinin antitezi olan siddet siyasi görüsleri ifade etmenin bir yolu
olarak, sonuçlara bakılmaksızın, tahrik edilirse, bu durum demokrasiyi
baltalayacaktır. Türkiye Birlesik Komünist Partisi - Türkiye davasında (30.1.1998,
Raporlar 1998-I, s. 1, 57. Madde) Mahkeme, demokrasiyi Sözlesme tarafından
öngörülen tek siyasi model olarak görmektedir ve “demokrasinin temel ilkelerinden
birinin bir ülkenin karsılastığı sorunları, siddete basvurmaksızın diyalog yoluyla
çözme fırsatı yaratması” olduğuna dikkat çekmektedir. Aslında siddet Sözlesmeye
kesinlikle uymamaktadır. Fikirlerin özgürce ifade edilmesini savunmaktan farklı
olarak, siddete tahrik diyalogunun reddedilmesi, güçlerin çatısması adına değisik
görüslerin ve teorilerin test edilmesine karsı çıkılmasıdır. Bu sebepten dolayı da 10.
Maddenin kapsamına girmemelidir.
Mevcut davada, söz konusu dört sol örgütün Türk yasaları kapsamında yasa dısı
olarak değerlendirildiğini kabul ediyoruz. Ancak, bu örgütler tarafından yayınlanan
ortak bildiride kullanılan ifadelerin ılımlı olduğu kanaatindeyiz. Bu görüsler,
basvuranların ifade özgürlüğü haklarına yapılan müdahaleleri haklı göstermez.
PKK’nın ikinci baskanıyla yapılan ropörtaja iliskin olarak, ilk olarak, yasadısı bir
örgütün liderinin belirli bir siyasi durum hakkında görüslerini ifade edebilmesinin
mümkün olması gerektiğine inandığımızı vurgulama istiyoruz. Böyle bir örgütün
lideriyle ropörtaj yapmak da mesru kabul edilebilir. Ancak bu, demek değildir ki bu
liderin bütün görüslerinin, özellikle de Türkiye’nin güneydoğusundaki siyasi ve
güvenlik durumundaki hassasiyetine iliskin olanların, yayınlanması mesrudur.
Yayınlanan ropörtaj, “bizim tarafımızda tek bir kisi kalana kadar savas devam
edecek”, “geriye adım atmayacağız”, “savas daha da artacak”, “savasımız belirli bir
seviyeye ulastı. Bu seviyeye uygun taktikler gelistirmeliyiz” gibi ifadeler ve
kelimeler içermektedir. Ropörtajda ayrıca PKK’nın Devletle savasırken kullanacağı
taktiklerden de bahsedilmektedir. Bu cümleleri ileri siddete yönelik tesvik olarak
değerlendirmemek çok zordur. Yazarın dili direkt ve açıktır ve anlamı – savas artsa
da uzlasmanın olmayacağı – kamu oyunda büyük ölçüde anlasılabilir niteliktedir. Bu
açıdan bakıldığında, kullanılan ifadelerin bazıları, Mahkemenin 10. Maddenin
ihlalinin söz konusu olmadığı kararına vardığı Sürek - Türkiye (no. 1) davasındaki
makalelerde kullanılan ifadelerle benzerlik göstermektedir
Davanın esaslarını bu sekilde değerlendirdikten sonra, Mahkemenin
çoğunluğunun kararın 60. Maddesini izlemesi gerektiği kanaatındayız; bu maddede
su hususlar açıklığa kavusmaktadır: “sözlerin siddete tahrik etmesi durumunda ...,
Devlet yetkilileri ifade özgürlüğüne müdahale etmenin gerekli olup olmadığını
incelerken daha genis bir takdir marjı kullanabilirler”. Fakat, Mahkeme’nin kararı
büyük ölçüde 60. Maddedeki açık beyanı kabul etmemektedir. Bu hususta
çoğunluğun fikrine
katılmıyoruz. Bu yüzden de, basvuranların ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin,
dava kosullarında, Mahkeme tarafından kabul edilen ve Hükümet tarafından
dayanak gösterilen mesru amaçlarla tutarlı olduğu kanaatindeyiz.
Yukarıda açıkladığımız gerekçelere dayanarak, mevcut davada çoğunluğun
görüsü olan Sözlesme’nin 10. Maddesi’nin ihlal edildiği görüsüne katılmıyoruz.
HAKĐM GÖLCÜKLÜ’NÜN MUHALEFET SERHĐ
(Geçici çeviri)
Üzülerek belirtiyorum ki, çoğunluğun Sözlesme’nin 10. Maddesinin ihlal
edildiğine iliskin görüsüne katılmıyorum. Benim görüsüme göre, bu davada yapılan
müdahalelerin demokratik bir toplumda gereksiz olduğu ve özellikle de kamu düzeni
ve ulusal güvenliği koruma amacıyla tutarlı olmadığı kararına varmak için geçerli
sebep bulunmamaktadır.
Çoğunluğun 6. Maddenin 1. Fıkrasının ihlal edildiği görüsüne de katılmıyorum
çünkü bu hüküm çerçevesinde davada askeri bir hakimin yer almasından dolayı
Devlet Güvenlik Mahkemeleri “bağımsız ve tarafsız mahkemeler” değillerdir.
25 Kasım 1995 tarihli Zana - Türkiye davası kararında öngörülen ve benim
Gerger - Türkiye kararına (8 Temmuz 1999) ekli olan muhalefet serhimde gündeme
getirdiğim genel ilkeler mevcut dava ile de ilgilidir. Tekrardan kaçınmak için,
okuyucular yukarıda anılan muhalefet serhinin 1-9. paragraflarına bakabilirler.
Sürek ve Özdemir - Türkiye davası, sekil olarak olmasa da, içerik olarak Zana ve
Gerger davalarından ayırt edilemez. Aslında, Avrupa Đnsan Hakları Komisyonu da
10. Maddenin ihlal edildiği kararına çok küçük bir çoğunlukla (15’e karsı 17 oy)
varmıstır. Bu hükmün ihlalinin söz konusu olmadığı kararına varan azınlığın (Sn. S.
Trechsel, Sn. E. Busuttil, Sn. G. Jörundsson, Sn. A.S. Gözübüyük, Sn. A. Weitzel,
Sn. J. Liddy, Sn. I. Cabral Barreto, Sn. N. Bratza, Sn. D. Svaby, Sn. G. Ress, Sn. A.
Perenic, Sn. C. Birsan, Sn. K. Herndl, Sn. E. Bieliunas ve Sn. E.A. Alkema)
görüsüne tamamen katılıyorum. Eğer izin verirseniz bu serhi sanki benim kendi
serhimmis gibi burada yayınlamak istiyorum.
“Üzüntüyle belirtiyoruz ki mevcut davada Komisyon’un çoğunluğunun
Sözlesme’nin 10. Maddesinin ihlal edildiğine iliskin görüsüne katılamıyoruz.
Dört sosyalist örgüt tarafından yayınlanan bildirinin basvuranların ifade
özgürlüğüne yapılan müdahaleyi haklı gösteremeyeceği görüsüne katılıyoruz; ancak
basvuranların haftalık dergisinde 31 Mayıs ve 7 Haziran 1992 tarihlerinde iki bölüm
olarak yayınlanan C. B. ile yapılan ropörtaja iliskin olarak daha farklı bir görüs
benimsiyoruz.
Ropörtajın yapıldığı tarihte C. B’nin siddetli terörist eylemler
düzenlemis ve hala da düzenlemekte olan silahlı bir terörist örgüt olan PKK’nın
ikinci lideri olması bizim için özel önem arz etmektedir. Komisyon’un çoğunluğu
gibi, PKK’nın önemli üyelerinden biriyle yapılan ropörtajın yayınlanması gerçeğinin
ifade özgürlüğüne yapılan müdahaleyi haklı göstermek için yeterli olacağı
kanaatinde değiliz. Böylece, örneğin, çatısmanın gelisiminin gerçeklere dayalı
analizini içeren veya barısçı çözüm için öneriler getiren Bir terörist liderle yapılan
röportaj, bizim görüsümüze göre, yayıncıya karsı yapılan hareketi haklı gösteremez.
Ancak, böyle röportajları yayınlayan kisiler bu ropörtajların siddet
eylemlerine tahrik olarak yorumlanabilecek hususları içermemesine dikkat etmek
zorundadırlar.
Komisyonun çoğunluğu, Türkiye Devleti ve PKK açısından devam eden
silahlı eylemlere iliskin açık tahminler içeren C.B.’nin yanıtlarının siddete tahrik
olarak yorumlanamayacağı sonucuna varmıstır. Bu görüse katılamayız. Bize göre,
ropörtajın içinde, terörist siddeti tesvik eden çok sayıda bölüm bulunmaktadır.
Özellikle su yanıtlara dikkat çekiyoruz: “Savasımız belirli bir seviyeye ulastı. Bu
seviyeye uygun taktikler gelistirilmelidir çünkü az gelismis taktiklerle savası
sürdürmek hatadır. Su anda ulasılan savas seviyesine ayak uydurabilecek taktiklerle
bir ilerleme kaydedebiliriz. Böyle bir eylem planlamamızın nedeni budur. Sabah
saldırı yapıldı ve topraklarımız bırakılmadı, gün boyunca çatısmalar sürdü ve
sonunda basardık. Bu bir denemeydi. Bize göre bundan çıkarılması gereken sonuçlar
var. Durumu inceliyoruz. gelecekteki eylemlerimizde bundan yararlanacağız ...
Türkiye Kürt halkının isteklerini kabul etmediği sürece savas devam edecek. Geriye
bir adım bile atmayacağız. Bizim tarafımızda tek bir kisi kalana kadar savas
sürecek."
Komisyon daha önce, haber alma özgürlüğünü korumanın gerekleri ile
Devleti ve halkı demokratik düzeni yıkmak isteyen silahlı komplolara karsı
korumanın gerekleri arasında adil bir denge kurmanın güçlüklerine dikkat çekmistir;
böyle bir ortamda siddet taraftarları kamuya yönelik amaçlarını gerçeklestirmek için
medyayı kullanmak isteyeceklerdir (bkz. örneğin, No. 15404/89, Bildiri 16.4.91,
D.R. 70, s. 262).
Mevcut davada, yerel yetkililerin yayınlara karsı önlem alırken takdir
marjlarını asmadıkları ve böyle önlemlerin kamu düzeni ve ulusal güvenlik
amaçlarına ulasmak için demokratik bir toplumda gerekli olarak
değerlendirilebileceği kanaatindeyiz.”
Mahkeme’nin 6. Maddenin 1. Fıkrasının ihlal edildiği kararına iliskin olarak, 9
Haziran 1998 tarihli Đncal - Türkiye davasında seçkin hakimler Sn. Thor
Vilhjalmsson, Sn. Matscher, Sn. Foighel, Sir John Freeland, Sn. Lopes Rocha, Sn.
Wildhaber ve Sn. Gotchev ile müsterek ifade ettiğim muhalefet serhini ve 28 Ekim
1998 tarihli Çıraklar - Türkiye davasında ifade ettiğim kendi muhalefet serhimi
dikkatinize sunuyorum. Đkisi sivil hakim olan üç hakimden olusan bir mahkemede
bir askeri hakimin yer alması, kararları Yargıtay tarafından incelemeye tabi olan ve
askeri olmayan adli düzene göre isleyen Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
bağımsızlığını ve tarafsızlığını hiç bir sekilde etkilemez.
Sunları tekrar vurgulamak istiyorum: (1) çoğunluğun kararı dıs görünüm
teorisinin haksız olarak genisletilmesinden kaynaklanmaktadır; (2) kararın 79.
paragrafında çoğunluğun yaptığı gibi, “basvuranların Askeri mahkemenin bir üyesi
olan bir ordu yetkilisinin yer aldığı bir hakimler kurulu tarafından yargılanmaktan
endise duymaları gerektiğinin anlasılabilir olduğunu” söylemek ve sonra da sadece
Đncal örneğini (Çıraklar kararı Đncal kararında söylenenlerin tekrarından ibarettir)
dayanak göstermek yeterli değildi;. ve (3) çoğunluğun serhi soyuttur ve bu yüzden
de hem hakikatlara dayanarak hem de yasal olarak desteklenmelidir.
[1]. 19. Maddeyi değistiren 11 No’lu Protokolün yürürlüğe girmesinden itibaren
Mahkeme sürekli bazda faaliyet göstermistir.
[2] Sekreteryanın Notu: A Đçtüzüğü, 9 nolu Protokolün yürürlüğe girmesinden
önce (1 Ekim 1994) Mahkemeye sunulan davalar ile anılan tarih itibarıyla 31 Ekim
1998 tarihine kadar ilgili Protokole tabi olmayan Devletler ile ilgili davalar için
geçerlidir.
[3] bkz. asağıdaki 23. paragraf.
[4] Bir sahsın 312. Maddenin 2. Fıkrası uyarınca mahkum edilmesi, özel kanunlar
kapsamında olan belli faaliyetlerin yapılması konusunda olmak üzere baska
yaptırımlara tabidir. örneğin, anılan fıkra kapsamında mahkum edilen sahıslar
dernek veya sendikalar (2908 Sayılı Kanun, madde 4(2)(b)) kuramaz ve sendikaların
yönetim kurulu üyesi olamazlar (2929 Sayılı Kanun, Madde 5). Ayrıca siyasi
partiler kuramaz veya bunlara üye olamazlar (2820 Sayılı Kanun, Madde 11(5)) ve
parlamento seçimlerine katılamazlar (2839 Sayılı Kanun, Madde 11(f3)). Anılan
hapis cezasının altı ayı asması durumunda, katısız olarak islenen suçlar hariç olmak
üzere mahkum edilen sahıs memuriyetten de men edilir (657 Sayılı Kanun, Madde
48 (5)).
[5] Terörizm faaliyetlerinin engellenmesi amacıyla yürürlüğe girmis olan bu
kanun, Ceza Kanununda “terörizm fiilleri” veya “terörizm amacıyla islenen fiiller”
(3. ve 4. maddeler) olarak tanımlanan ve anılan kanuna tabi olan çesitli suçlara
iliskindir.
1-2. Đtalik yazılı olan bölüm 31 Mart 1992 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı ile
çıkarılmıs ve 27 Temmuz 1993’te yürürlükten kaldırılmıstır.
[8] Asağıda verilen 4126 Sayılı Kanunun ilgili hükümlerine bkz..
[9] Asağıdaki 26. paragrafa bkz..
[10] Bu hüküm, bir mahkumiyet kararına neden olan suçlara iliskin cezalar ve önlemler ile ilgili
değisikliklere iliskindir.
[11] Bu hüküm yürürlükten kaldırılan hükümlere iliskindir.
[12] Kararın kanunlara aykırı olup olmadığı hususunda Yargıtay, kendisine sunulan
iddialara bağlı kalmaz. Ayrıca “hukuki kaide” terimi, her türlü yazılı kanun,
hukukun esasından kaynaklanan uygulama ve ilkelere atıfta bulunmaktadır.
[13] Devlet güvenlik Mahkemeleri 11 Temmuz 1973 tarih ve 1773 sayılı kanun ile,
1961 Anayasasının 136. Maddesi uyarınca kurulmustur. Bu kanun 15 Haziran 1976
tarihinde anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmistir. Đlgili Mahkemeler daha
sonra 1982 Anayasası ile tekrar Türk hukuk sistemine girmistir. Nedenlere iliskin
bildirimin ilgili bölümleri asağıdaki ifadeleri içermektedir:
“Đslendikleri anda özel yargılama ile birlikte hızlı ve uygun kararların
verilmesini gerektiren, Devlet’in mevcudiyeti ve istikrarını etkileyen fiiller
olabilecektir. Bu gibi davalar için Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulma
zarureti hasıl olmustur. Anayasamız dairesinde bulunan bir ilke uyarınca, islenis
tarihinden sonra belli bir fiil için özel bir mahkemenin açılması yasaktır. Bu
nedenle, yukarıda anılan suçlara bakmak üzere Anayasamızda Devlet Güvenlik
Mahkemeleri öngörülmüstür. Yetkilerini belirleyen özel hükümlerin önceden
yürürlüğe girmis olması ve mahkemelerin herhangi bir suçun islenmesinden önce
kurulmus olması kaydıyla …, bunlar anılan suçun islenmesinden sonra su veya
bu davaya bakmak üzere kurulmus mahkemeler olarak kabul edilemeyecektir.
[14] Bu hükümler uygulamaya yönelik oldukları Anayasa’nın 143. Maddesine
iliskindir.
[15] Sekreteryanın Açıklaması Uygulama nedenlerinden dolayı bu ek, sadece
kararın baskılı sürümünde verilecek olup (Mahkeme’nin seçkin karar ve
hükümlerine iliskin resmi raporlar), ancak Komisyon Raporunun bir sureti
Sekreterya’dan temin edilebilir.
[16] Abrahams - Birlesik Devletler davası Hakimi Oliver Wendell Holmes, 250
U.S. 616 (1919) 630.
[17] Brandenburg - Ohio, 395 U.S. 444 (1969) 447.
[18] Schenck - Birlesik Devletler 294 U.S. 47 (1919) 52
[19] Whitney - California, 274 U.S. 357 (1927) 376.
[20] Whitney - California davası hakimi Louis D. Brandeis, 274 U.S. 357 (1927)
377.